Satış Vaadi Sözleşmesinin Geçersiz Olması Durumunda Ödenen Bedelin İadesi
Geçersiz sözleşme-Alınanların sebepsiz zenginleşme kurallarına göre yapılacağı zamanında iade istemeyen davacının zararın artmasına neden olduğu konularını ele aldık.
Satış vaadi sözleşmesinin geçersiz olduğu tespit edilmişse bu aşamadan sonra akla gelen ilk soru ödenen bedel ne olacaktır? Her ne kadar sözleşme geçersiz olsa da sebepsiz zenginleşme hükümleri çerçevesinde verilenler geri alınmalıdır. Verilen bedelin hangi şekilde geri alınacağı, günümüz değerine ne şekilde denkleştirileceğini bu yazımızdan öğrenebilirsiniz.
Yargıtay Kararı
💡 “Davacı, davalıların miras bırakanı S. K ye ait tapulu taşınmazdaki payı, 1976 yilinda noterden satış vaadi senediyle satın aldığını, ancak davalılar aleyhine açtığı tapu iptal ve tescil davasının aleyhine sonuçlandığını belirterek, taşınmazın 1976 yılından beri karşı tarafça kullanılması ve paranın değerinin yükselmesi nedeniyle 100.000 TL‘nin dava tarihinden itibaren yasal faiziyle davalılardan müştereken ödetilmesini istemiştir.
Davalı, davacının 1976 yılında iştirak halindeki bir yeri noter senediyle satın alıp, o tarihten beri kullanmak suretiyle ödediği paranın karşılığını fazlasıyla çıkardığını, davacının dayandığı satışın geçersiz olması nedeniyle açtığı davayı kaybettiğini, satış bedeli olan 20.000 TL‘yi taraflar arasında görülen el atmanın önlenmesi davasında mahkeme veznesine yatırdıklarını belirterek, haksız davanın reddine karar verilmesini istemiştir.
Mahkemece, davanın reddine karar verilmiş, hüküm davacı tarafından temyiz edilmiştir.
Davacının, davalıların miras bırakanından satın aldığı taşınmazın tesciline ilişkin dava, sözleşmenin geçersiz olduğundan bahisle reddedilerek kesinleşmiştir. Taraflar arasındaki sözleşmenin geçersizliği bu şekilde sabit olduğuna göre, davacının geçersiz sözleşmeyle davalı tarafa ödediği paranın ifanın imkansızlaştığı, yani tescil davasının reddedilerek kesinleştiği tarihte ulaşacağı değeriyle iade etmesi gerekir. Bu değer davalı tarafın haksız olarak zenginleştiği değerdir. Davalı taraf tapu verileceği güvenini verdiği için kötü niyetlidir ve bu zenginleşmenin iadesi gerekir. Hukuken geçersiz olan sözleşmeler taraflarına geçerli sözleşmelerde olduğu gibi hak ve borç doğurmaz.
Bu durumda taraflar arasındaki uyuşmazlığın haksız iktisap kurallarına uygun çözümlenmesi ve tasfiye edilmesi gerekir. Hukuken geçersiz sözleşmeden kaynaklanan bu nitelikteki bir uyuşmazlığın haksız iktisap kurallarına göre sağlıklı çözümlenip tasfiye edilebilmesi için öncelikle haksız iktisabın kapsamını tespitteki ilke ve esasların açıklanmasında yarar görülmüştür.
Geçerli bir sebebe dayanmaksızın, bir kişinin malvarlığından diğerinin malvarlığı na kayan değerlerin iadesi “denkleştirici adalet” düşüncesine dayanır. Denkleştirici adalet ilkesi ise, haklı bir sebep olmaksızın başkasının malvarlığından istifade ederek kendi malvarlığını artıran kişinin, elde ettiği bu kazanımı, geri verme zorunda olduğuna ve gerçek bir eski hale getirme yükümlülüğü bulunduğunu ifade eder.
İlke böyle olmakla beraber, iade edilecek zenginleşme miktarının tespit ve hesap lanmasında öğretide birlik olduğu söylenemez. Iade edilecek zenginleşme miktarı konu sunda öğretideki bu ayrık düşünceleri, kısaca “fakirleşme kadar olmalıdır” veya “fiili değer artışı, yani gerçek zenginleşme miktarı ne ise o olmalıdır” veyahut “ihlal edilen hakkın sahibine bahşettiği yararlanma yetkisi ile bağdaşmayan her türlü zenginleşme miktarı kadar olmalıdır” şeklinde özetlemek mümkündür. Olayı çözümlerken öğretideki bu görüşlerden şüphesiz yararlanılmalıdır.
Bilindiği gibi ülkemizde yaşanan enflasyon, uzun yıllardan beri yüksek oranlarda seyretmekte ve paranın değeri (alım gücü) de bununla ters orantılı olarak devamlı düşmektedir. Belli bir miktar paranın verildiği tarihteki alım gücü ile aynı miktar paranın aradan geçen zamana bağlı olarak iade günündeki alım gücünün farklı ve çok daha az olduğu bir gerçektir. Bugüne kadar uygulanan kurallara göre geçersiz sözleşme gereğin ce alıcının akit tarihinde verdiği paranın aynı miktarda iadesine karar verilmesi, gerçek hayatta büyük sıkıntılara ve adalete karşı var olması gereken güvenin sarsılmasına neden olmuş, kamu vicdanında haklı eleştiri konusu yapılmıştır. Hukuk kuralları gerçek hayata uygun olduğu, toplumun adalet ihtiyacına cevap verebildiği sürece, hayatiyetini devam ettirip, saygınlık sağlar ve hukuk kuralı olma özelliğini korur. O nedenle hukuk kuralları, görevli organlarca değiştirilinceye, bu konuda yeni düzenlemeler yapılıncaya kadar zedelenmeden gerçek hayata uygun olarak yorumlanıp uygulanmalıdır. Bu göre vin ise, yargıya ait olduğunda duraksamaya yer yoktur. Nitekim gerek Yargıtay kararla rinda gerekse öğretide bu görüşe paralel düşünceler bulunmaktadır. Bu düşüncelerin isimleri farklı ise de, varılmak istenen sonuç aynıdır. Akit öncesi sorumluluk kuralları nin geçersiz sözleşmelerde de uygulanması, gerektirici, geçersiz sözleşmelerden dolayı olumsuz zararın istenebileceği, bu zarar kapsamında kaçırılan fırsat karşılığının da bu lunduğu, olumsuz zararın bazı özel durumlarda olumlu zarar kadar dahi olabileceği, MK 2. maddesine göre de, akdin geçersizliğinin ileri sürülemeyeceği hallerdeki zarar kav ramları hep bu zaruretin sonucu ortaya konulan düşünce ve uygulamalardır. Yargının asıl görevi, toplumun huzurunu sağlamaktır. Bunun içinde uygulanması gereken kural lar, mevcut yasaların ışığında bu yasa hükümlerine aykırı düşmeyecek şekilde yorumla nip uygulanmalıdır.
BK 63 ve 64. maddeleri, iade borcunun kapsamını fakirleşmenin değil, zenginleş menin iyi veya kötü niyete dayalı olmasına göre bir ayırım yapmıştır. Haksız zenginle şen, zenginleşmeyi kötü niyetle elden çıkarmış ise, elden çıkarmış olduğu bu zenginleşmeyi iade tarihinde olması gereken durumuyla ve tam olarak iade etmekle yükümlü dür. İade borcunun kapsamı tayin edilirken, olumlu ve olumsuz zenginleşmenin tamamı dikkate alınmalıdır. Değişik bir anlatımla, haksız zenginleşen kötü niyetli ise, elden çıkardığı zenginleşmeyi de elde kalan zenginleşme ile birlikte iadeye mecbur tutulmuş tur. Hemen belirtelim ki, zenginleşenin iyi niyetli sayılıp sayılmayacağı, zenginleşmeyi iyi veya kötü niyetle mi elden çıkardığı hususu MK 3. maddesi uyarınca tayin edilecek tir. Haksız zenginleşen elde ettiği yararın geçerli bir sebebe dayanmadığını ve iade ile yükümlü olduğunu biliyor veya bilebilecek durumda ise, iyi niyetli sayılmayacaktır. Kural olarak iade alacaklısı, iade borçlusu zenginleşenin iyi niyetli olmadığını ispat etmelidir. Ne var ki olayın özellikleri zenginleşenin iyi niyetli olmadığını açıkça göste riyor ise, ayrıca bu yönün ispatına gerek bulunmamalı, iddianın ispat edilmiş olduğu kabul edilmelidir.
Hukuken geçersiz sözleşmeler, haksız iktisap kuralları gereğince tasfiye edilirken, denkleştirici adalet kuralı hiçbir zaman göz ardı edilmemelidir. Bu husus hem hakkani yetin hem de gerçek adaletin bir gereğidir. Bu bakımdan iadeye karar verilirken satış bedeli olarak verilen paranın alım gücünün ilk ödeme tarihindeki alım gücüne ulaştırıl ması ve o şekilde iadeye karar verilmesi uygun olacaktır, aksi takdirde kısmi iade du rumu oluşacak, iadesi dışındaki zenginleşme iade borçlusu yedinde haksız zenginleşme olarak kalacak, iade borçlularının iadede direnmelerine neden olacaktır. Ancak burada denkleştirme yapılırken, bir hususu daha dikkat edilmelidir. İade alacaklısının geçersiz sözleşmenin ifa edilmeyeceğini öğrendiği tarihin de iade kapsamını tespitte önemli olduğu unutulmamalıdır. Zira geçersiz sözleşmenin ifa edilmeyeceğini bilerek haksız zenginleşmenin iadesini istemeyen alacaklı, zararın artmasına kendisi sebep olacağın dan bu artan zararını iade borçlusundan isteyememelidir.
Tüm bu açıklamalar ışığında somut olaya bakıldığında, davacının 12.1.1976 tarihli satış vaadi sözleşmesi ile, bu sözleşme hükümlerine uygun olarak davalıların miras birakanına 20.000 TL ödediği, buna karşılık davalıların miras bırakanının edimini yeri ne getirmediği, esasen taraflar arasındaki taşınmaz satışına ilişkin bu sözleşmenin, taraf lar arasında görülüp kesinleşen tapu iptal ve tescil davası sonucu geçersiz kabul edildiği tartışmasızdır. Dava ise 24.1.1994 tarihinde açılmıştır. Davalıların aldığı satış bedeli nedeniyle haksız olarak zenginleştiği, bu zenginleşmeyi davacıya iade etmesi gerektiği de belirgindir. Sorun bu iadenin kapsamıni tayindedir. Davalılar geçersiz sözleşme yapmak, buna rağmen bu sözleşmede kararlaştırılan ödemeleri kabul ederek davacıya güven vermek suretiyle oluşan eylemlerinden dolayı kötü niyetlidir. Davacı da tescil davasının reddedilerek kesinleştiği 24.9.1993 tarihi itibariyle bu geçersiz sözleşmenin ifa edilmeyeceğini bilen veya bilmesi gereken kişidir. Bu durum karşısında mahkemece yapılacak iş, davacının davalıların miras bırakanına 12.1.1976 tarihli geçersiz sözleşme nedeniyle ödemiş olduğu 20.000 TL. nin 24.9.1993 tarihi itibariyle ulaşacağı alım gücünün (değerinin) ne olabileceği az yukarıda açıklanan ilke ve esaslar ışığında ve gerek tiğinde konusunda uzman bilirkişi kurulundan nedenlerini açıklayıcı, taraf ve Yargıtay denetimine elverişli rapor alınarak belirlemek, belirlenecek bu değerden satış bedeli düşüldükten sonra bakiyesini de hükmetmekten ibarettir. Mahkemece belirtilen hususlar göz ardı edilerek davanın reddine karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup, bozmayı gerektirir.” (13. HD. 26.5.1997–4665/4807)