Muris Muvazaası Ara Malik-Son Malik İlişkisi

Miras bırakan A, (…), (…) no.lu taşınmazlarını B ye temlik etmiştir. Kısa bir süre sonra taşınmazlar A’nın oğlu C ye B tarafından temlik edilmiştir. Miras bırakan A öldükten sonra diğer mirasçılar C’ye karşı mirastan mal kaçırmak amacıyla muvazaalı işlemin iptali ile miras payları oranında adlarına tescili davasını açmışlardır. Muris muvazaasının saptanması halinde son kayıt maliki davalının “iyi niyet” korumasından yararlanması mümkün müdür?

“Davacılar, miras bırakanları Mehmet’in diğer mirasçılardan mal kaçırmak amacıyla ve muvazaalı olarak davalı oğlu Kemalettin’e intikali sağlayabilmek için 94, 95 ve 96 no.lu parsellerini aracı Ramazan’a satış göstererek temlik ettiğini, onun da davalı Kemalettin’e devrettiğini ileri sürüp, tapu kayıtlarının iptali ile miras payları oranında adlarına tescilini, olmazsa tenkis istemişlerdir.

Davalı, murisin kumar borçlarını ödemek amacıyla taşınmazlarını Ramazan isimli şahsa sattığını, birkaç ay sonra bedelini taksitle ödeyerek satılan yerleri kendisinin aldığını bildirip, davanın reddini savunmuştur.

Mahkemece, işlemin danışıklı olduğunun kanıtlanmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.

Karar, davacılar vekili tarafından… temyiz edilmiştir…

Dava, muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı tapu iptali ve tescil, olmazsa tenkis isteklerine ilişkindir.

Dosya içeriğinden, toplanan delillerden; tarafların ortak miras bırakanı Mehmet’in 94 parsel sayılı taşınmazın tamamına, 95 ve 96 parsel sayılı taşınmazların 12 payına malik iken, bu yerleri 14.03.1996 tarihinde Ramazan’a, onun da 04.02.2005 tarihinde öldüğü görülmektedir.

Bilindiği üzere; uygulamada ve öğretide “muris muvazaası” olarak tanımlanan muvazaa, niteliği itibariyle nispi (mevsuf-vasıflı) muvazaa türüdür. Söz konusu muvazaada miras bırakan gerçekten sözleşme yapmak ve tapulu taşınmazını devretmek istemektedir. Ancak, mirasçısını miras hakkından yoksun bırakmak için esas amacını gizleyerek, gerçekten bağışlamak istediği tapulu taşınmazını, tapuda yaptığı resmi sözleşmede iradesini satış veya ölünceye kadar bakma sözleşmesi doğrultusunda açıklamak suretiyle devretmektedir.

Bu durumda, yerleşmiş Yargıtay İçtihatlarında ve 01.04.1974 tarih ve 1/2 sayılı İnançları Birleştirme Kararında açıklandığı üzere, görünürdeki sözleşme tarafların gerçek iradelerine uymadığından, gizli bağış sözleşmesi de MK 706, BK 213 ve Tapu Kanununun 26. maddelerinde öngörülen şekil koşullarından yoksun bulunduğundan, saklı pay sahibi olsun veya olmasın miras hakkı çiğnenen tüm mirasçılar dava açarak resmi sözleşmenin muvazaa nedeni ile geçersizliğinin tespitini ve buna dayanılarak oluşturulan tapu kaydının iptalini isteyebilirler.

Hemen belirtmek gerekir ki, bu tür uyuşmazlıkların sağlıklı, adil ve doğru bir çözüme ulaştırılabilmesi, davalıya yapılan temlikin gerçek yönünün, diğer bir söyleyişle, miras bırakanın asıl irade ve amacının duraksamaya yer bırakmayacak biçimde ortaya çıkarılmasına bağlıdır. Bir iç sorun olan ve gizlenen gerçek irade ve amacın tespiti ve aydınlığa kavuşturulması genellikle zor olduğundan bu yöndeki delillerin eksiksiz toplanılması yanında, birlikte ve doğru şekilde değerlendirilmesi de büyük önem taşımaktadır. Bunun için de ülke ve yörenin gelenek ve görenekleri, toplumsal eğilimleri, olayların olağan akışı, miras bırakanın sözleşmeyi yapmakta haklı ve makul bir nedeninin bulunup bulunmadığı, davalı yanın alış gücünün olup olmadığı, satış bedeli ile sözleşme tarihindeki gerçek değer arasındaki fark, taraflar ile miras bırakan arasındaki beşeri ilişki gibi olgulardan yararlanılmasında zorunluluk vardır.

Somut olaya gelince; miras bırakan Mehmet’in ölünceye kadar 96 parsel üzerinde ki evde yaşadığı, davalının ve miras bırakanın tanıdığı bir kişi olan ara malik Ramazan’ın taşınmazı hiç tasarruf etmediği, devirlerin çok kısa aralıklarla yapıldığı, akitteki değer ile taşınmazların gerçek değeri arasında fahiş fark bulunduğu, miras bırakanın taşınmazı mal satmaya ihtiyacının olmadığı, davalının ise, alım gücünün bulunmadığı, dosya kapsamı ile sabittir. Belirlenen bu olgular, yukarıda açıklanan ilkelerle birlikte değerlendirildiğinde, miras bırakan Mehmet’in Ramazan’a yapmış olduğu temliklerin bedelsiz ve muvazaalı olduğunun kabulü gerekir. Son kayıt maliki davalının, miras bırakanın oğlu olup, muvazaalı işlemi bilen kişi konumunda bulunduğu, TMK 1023. madde koruyuculuğundan istifade edemeyeceği açıktır. Yapılan işlemlerle taşınmazların davalıya intikal ettirilmesi amacıyla aracı kullanıldığı anlaşılmaktadır. Hal böyle olunca; davanın kabulüne karar verilmesi gerekirken yanılgılı değerlendirme ile yazılı olduğu üzere hüküm kurulmuş olması doğru değildir. Davacıların temyiz itirazları yerindedir. Kabulüyle hükmün bozulmasına karar verildi.”(1. HD. 28.12.2006-11417/13293)

Yazar Hakkında: Avukat Saim İncekaş

Saim İncekaş, Adana Barosu'na kayıtlı bir avukattır. 2016 yılından bu yana Merkezi Adana'da bulunan ve kurucusu olduğu İncekaş Hukuk Bürosu'nda çalışmaktadır. Yüksek lisans derecesi ile hukuk eğitimini tamamladıktan sonra bu alanda birçok farklı çalışma yürütmüştür. Özellikle aile hukuku, boşanma, velayet davaları, çocuk hakları, ceza davaları, ticari uyuşmazlıklar, gayrimenkul, miras ve iş hukuku gibi alanlarda uzmandır. Saim İncekaş, sadece Adana Barosu'nda değil, aynı zamanda Avrupa Hukukçular Derneği, Türkiye Barolar Birliği ve Adil Yargılanma Hakkına Erişim gibi dernek ve kuruluşlarda da aktif olarak görev almaktadır. Bu sayede, hukukun evrenselliği konusundaki farkındalık ve hukuk sistemine olan güveni arttırmaya yönelik birçok çalışmada yer almaktadır. Randevu ve Ön Görüşme İçin WhatsApp Üzerinden Hemen İletişime Geçin

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir