YARGITAY … CEZA DAİRESİ BAŞKANLIĞI’NA
Sunulmak Üzere
ADANA BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ ….. CEZA DAİRESİ’NE
İLK DERECE
DOSYA NO: …../…. E. – …/…K.
İSTİNAF MAHKEMESİ
DOSYA NO: …./…. E. – …../…. K.
TEMYİZ YOLUNA
BAŞVURAN SANIK:
MÜDAFİİ:
MAĞDUR:
VEKİLİ:
KATILAN:
KATILAN: Aile Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı
VEKİLİ:
SUÇ: Çocuğun Cinsel İstismarı
KONU: Adana Bölge Adliye Mahkemesi .. Ceza Dairesi’nin …../….E – …./….K. sayılı kararına ilişkin müvekkil sanık hakkında verilen mahkumiyet hükmünün BOZULMASI yönündeki temyiz dilekçemizin sunulmasıdır.
AÇIKLAMALAR:
Müvekkil sanık hakkında Adana … Ağır Ceza Mahkemesinin … tarihli ilamı ile sanık aleyhine verilmiş mahkumiyet kararı tarafımızca istinaf edilmiştir. Adana Bölge Adliye Mahkemesi … Ceza Dairesi’nin …./…. E – …../….. K. Sayılı ve ……….. tarihli kararı, Süre Tutum Dilekçemiz akabinde tarafımıza …… tarihinde tebliğ edilmiştir. Sayın Mahkemenizin yukarıda numarası yazılı dosyasından verilen karar, usul ve yasaya aykırı olduğundan karara karşı yasal süresi içerisinde temyiz yoluna başvuruyoruz:
1-) Söz konusu suça ilişkin olarak mağdurun anlatımlarından ve olayı mağdurdan dinleyen tanıkların mağdurun anlatımlarını tekrarlar nitelikteki beyanlarından başkaca bir delil yoktur. Müvekkilin suçu işlediğine ilişkin şüpheye yer vermeyecek şekilde kanaat oluşturacak bir delil sunulamamıştır. Mağdurun fiziksel muayenesinde tespit edilen bir durum da mevcut değildir.
Katılanın davada bir taraf olduğu ve olayla ilgili tanıklığına da yeminsiz başvurulduğu dikkate alındığında, yalnızca katılan veya bir katılanın diğer katılanı destekleyen veya katılan olayı görmeyen, sırf katılanın ya da mağdurun anlatımına dayalı veren katılan yakınının beyanı ile iddiaya konu cinsel istismar veya cinsel saldırı suçunun şüpheyi yüzde yüz yenen delillerle kanıtlandığını söylemek doğru ve adaletli bir yaklaşım değildir.
Doktrinde Birtek Hoca Delil ve İspat adlı eserinde işbu konuya ilişkin değerlendirmelerde bulunmuştur; (Birtek, Delil ve İspat, s. 565, 566.)
“Mağdur veya şikâyetçinin beyanının sağlamlığı ve güvenilirliği var ise diğer delillerle bir bütün olarak değerlendirilmeli ve ispat kuvveti bu kapsamda serbestçe takdir ve tayin edilmelidir. Mağdur veya şikâyetçinin beyanı dışında başkaca delil bulunmaması halinde de beyanın kendi içerisindeki tutarlılığı, akıl ve mantık kuralları, emarelerle (maddi bulgularla) ve genel yaşam tecrübeleriyle bir bütün olarak değerlendirilmeli ve ispat gücü buna göre takdir edilmelidir…Mağdurun beyanı üstün tutularak, mahkûmiyet hüküm tesis edilmiş ise, mağdurun beyanını sanığın beyanına üstün tutulmasına ilişkin olarak, somut ve inandırıcı gerekçelerin gösterilmesi gerekmektedir.” denilmiştir.
Nitekim; somut olayımızda mağdurun beyanları üstün tutularak müvekkil sanık ………………hakkında mahkumiyet hükmü tesis edilmiş ise de mağdurun beyanının sanığın beyanına üstün tutulmasına ilişkin olarak, somut ve inandırıcı gerekçeler gösterilmemiştir. Bu itibarla istinaf mahkemesi kararının eksik olduğu apaçık ortada olup bozulması gerekmektedir.
Doktrinde bir diğer görüş olarak Ahmet ve Kader Hoca; (Bozdağ, Ahmet/ Sarıusta, Kader, Ceza Yargılamasında Mağdurun Beyanı ve Delil Değeri, İnönü Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, Cilt: 8 Sayı:2 Yıl 2017, s. 599.)
“Ceza muhakemesinde deliller arasında herhangi bir hiyerarşi olmadığından, mağdurun beyanı ile sanığın/şüphelinin beyanları arasında hukuki bir üstünlük tanınmamıştır. Bu nedenle, mağdurun beyanı ile sanığın beyanının çeliştiği durumlarda soyut varsayımlarla mağdurun beyanına üstünlük tanınamaz.” demişlerdir.
2-)Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 23.12.2008 tarih, 2010/5-147 E. ve 2010/200 K. sayılı emsal teşkil edecek kararıyla, cinsel hürriyeti ve vücut dokunulmazlığının ihlal edildiğini ileri süren kişinin, “namus ve iffetini ortaya koyarak bu şekilde iftirada bulunması hayatın olağan akışına aykırıdır” kabulünün mahkumiyet hükmü için tek başına yeterli olmayacağını, somut olaydaki mevcut delil ve sübjektif diğer ögelerin de birlikte değerlendirilmesi gerektiğini isabetli şekilde vurgulanmıştır. Sadece mağdur beyanını yeterli görüp, “mağdurun iftira için namusunu ortaya koyması hayatın olağan akışına aykırı olur” anlayışı ile müvekkilimize ceza verilmesi hukuka ve yasaya uygun değildir. Nitekim yukarıda bahsi geçen Yargıtay kararında da bunu destekleyici delillerin ve sübjektif olguların bulunması gerektiğini belirtmiştir.
Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 2013/9-610 E. ve 2014/512 K. 25.11.2014 tarihli kararında;
“Amacı, somut olayda maddi gerçeğe ulaşarak adaleti sağlamak, suçu işlediği sabit olan faili cezalandırmak, kamu düzeninin bozulmasını önlemek ve bozulan kamu düzenini yeniden tesis etmek olan ceza muhakemesinin en önemli ve evrensel nitelikteki ilkelerinden biri de, öğreti ve uygulamada; ‘suçsuzluk’ ya da ‘masumiyet karinesi’ olarak adlandırılan kuralın bir uzantısı olan ve Latince’de; ‘in dubio pro reo’ olarak ifade edilen ‘şüpheden sanık yararlanır’ ilkesidir. Bu ilkenin özü, ceza davasında sanığın mahkumiyetine karar verilebilmesi bakımından gözönünde bulundurulması gereken herhangi bir soruna ilişkin şüphenin, mutlaka sanık yararına değerlendirilmesidir.” denilmektedir.
Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 2020/184 E. – 2020/406 K. ve 08.10.2020 tarihli kararında ise;
“Sanığın bir suçtan cezalandırılmasına karar verilebilmesinin temel şartı, suçun hiçbir şüpheye mahal bırakmayacak kesinlikte ispat edilebilmesidir. Gerçekleşme şekli şüpheli veya tam olarak aydınlatılamamış olaylar ve iddialar sanığın aleyhine yorumlanarak mahkûmiyet hükmü kurulamaz. Ceza mahkûmiyeti; toplanan delillerin bir kısmına dayanılıp, diğer kısmı gözardı edilerek ulaşılan kanaate veya herhangi bir ihtimale değil, kesin ve açık bir ispata dayanmalı, bu ispat, hiçbir şüphe ya da başka türlü oluşa imkân vermemelidir. Yüksek de olsa bir ihtimale dayanılarak sanığı cezalandırmak, ceza muhakemesinin en önemli amacı olan gerçeğe ulaşmadan hüküm vermek anlamına gelecektir.” denilmiş olup ihtimallere dayalı olarak sanığın cezalandırılmasının ceza muhakemesinin temel amacına aykırı düşeceği vurgulanmıştır.
3-) Adana Bölge Adliye Mahkemesi … Ceza Dairesi’nin …../.… E – …./….K. sayılı ve ……. tarihli kararı ile ilk derece mahkemesinin 8 Yıl olan mahkumiyet hükmü TCK m.103/3-e maddesi gereğince yarı oranında arttırılarak 12 yıla çıkarılmıştır. İşbu karara Hizmet ilişkisi yönünden de itiraz ediyoruz. Şöyle ki;
Tüm dosya kapsamındaki ifadelerden anlaşılacağı üzere Mağdur, sanığın işletmeciliğini yaptığı işyerinde fiili olarak yarım gün bile çalışmamıştır. Bu itibarla, mağdur ile sanık arasında işçi işveren ilişkisi kurulmamış olup TCK m.103/3-e bendindeki nitelikli halin karara esas alınması usul ve yasaya aykırı olup bozulması gerekmektedir.
Açıklanan nedenlerle mağdurun beyanı dışında özellikle de olayın en yakın tanığı olan ……’in beyanlarında da bir suç unsuruna işaret eden ibare bulunmaması ve mağdur ile sanık arasında işçi işveren ilişkisi kurulmamış olduğundan usul ve yasaya aykırı olarak TCK m.103/3-e bendindeki nitelikli halin karara esas alınması neticesinde müvekkile 10 yıl hapis cezası verilmesini öngören kararın temyiz gerekçelerimiz sebebiyle BOZULMASINA müvekkilin BERAATİNE karar verilmesini talep etme zorunluluğu hasıl olmuştur.
SONUÇ VE İSTEM: Yukarıda açıklanan nedenlerle; Adana Bölge Adliye Mahkemesi … Ceza Dairesi’nin …../…. E – …./…5 K. Sayılı ve ……….. tarihli kararın temyiz talebimizin kabulü ile BOZULMASINA, Sanık ……………..’ın BERAATİNE karar verilmesini bilvekale saygıyla talep ederiz.
SANIK MÜDAFİİ