Kesin Hüküm Nedeniyle Yargılamanın İadesi

Farklı zamanlarda tarafları ile dava nedeni ve konusu aynı olan muvazaa nedeniyle açılmış iki ayrı davada birbirine zıt hükümler verilmiş ve kesinleşmiş olabilir. Ortada birbirine aykırı kesinleşmiş iki hükmün bulunması halinde, birinci (önceki tarihli) hüküm lehine olan taraf kesin hükmün sonuçlarından yararlanır. Bu nedenle yargılamanın iadesi talebi üzerine ikinci hükmün iptaline karar verilir. Yoksa birinci hükmün iptaline karar verilemez. Nitekim ecrimisil davaları yönüyle Yargıtay 3. HD. 01.07.2008-10463/12256 sayılı kararında birbirine zıt kesinleşmiş iki hükümden ikincisi aleyhine yargılamanın iadesi yoluyla hükmün iptaline karar verilmesi gerektiği şu şekilde belirtilmiştir:

“Dosya kapsamından … açılan üç ecrimisil davasından birinci davanın mahkemece kabulüne, diğerleri yönünden davaların reddine karar verildiği ve kararların kesinleştiği anlaşılmaktadır. Yargılamanın iadesi, bazı ağır yargılama hatalarından ve noksanlarından dolayı, maddi anlamda kesin hükmün bertaraf edilmesini ve daha önce kesin hükme bağlanmış olan bir dava hakkında yeniden yargılama ve inceleme yapılmasını sağlayan fevkalade bir kanun yoludur. Yargılamanın iadesi sebepleri HUMK m. 445’te tahdidi olarak sayılmıştır. HUMK 445/10. maddesine göre tarafları, dava sebebi ve konusu aynı olan bir dava hakkında verilen hükme aykırı yeni bir hüküm verilmesine sebep olabilecek bir madde (kanuni dayanak) yokken, aynı mahkeme veya başka bir mahkeme tarafından önceki (birinci) hükme aykırı ikinci bir hüküm verilmiş bulunması, yargılamanın iadesi sebebidir. Ancak, tarafları, dava sebebi ve konusu aynı olan bir dava hakkında birbirine aykırı kesinleşmiş iki hüküm bulunması halinde, birinci hüküm lehine olan taraf HUMK 237. maddesinde açıklanan kesin hükmün sonuçlarından istifade etmektedir. Kesin hüküm nedeniyle önceki günlü kesinleşmiş karar HUMK 237. maddesi hükmünce tarafları bağlar. Bu nedenle yargılamanın iadesi talebi üzerine, ikinci hükmün iptaline karar verilir (m. 450/11). Bundan dolayı, sadece ikinci hükmün iptali için yargılamanın iadesi yoluna başvurulabilir, yoksa birinci hükmün iptali için yargılamanın iadesi istenemez. Mahkemece, belirtilen nedenlerle ilk hükme karşı ileri sürülen yargılamanın iadesi talebinin reddine karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde davanın kabulüne hükmedilmesi doğru görülmemiştir.” (YKD 2008/11 sf. 2131) 

Uygulamada tanıkların yalan söylediği gerekçesiyle kesinleşen hükümlere karşı yargılamanın yenilenmesi davalarının açıldığı gözlenmektedir. Yerel mahkemeler genellikle daha önce kurulan hükme dayanak yapılan tanıklar hak kında bir ceza mahkumiyet kararı bulunmadığı nedeniyle bu tür istekleri reddetmektedirler. Oysa HUMK 445 maddesine göre ceza kovuşturmasına başlanmamış veya karar verilmemiş ise, artık ceza mahkemesi kararı aranmaz. Bu durumda yargılamanın yenilenmesi nedenlerinin varlığının, yargılamanın iadesi davasında öncelikle kanıtlanması gerekir. Demek ki, tanıklar hakkında salt ceza kararının mutlaka aranacağı gibi bir zorunluluk bulunmamaktadır. Nitekim 1. HD. 21.11.2008-7241/12190 sayılı kararında da konu bu şekilde ifade edilmiş tir: “Dosya içeriğinden ve toplanan delillerden; çekişme konusu 4 parsel sayılı taşınmazdaki 5 ve 6 no.lu bölümlerle ilgili olarak eldeki davanın davalısı A.A tarafından yolsuz tescile dayalı olarak Zeytinburnu 1. asliye hukuk mahkeme sinde açılıp görülen tapu iptali ve tescili davasının, mahkemenin 12.4.1999 786/240 sayılı kararı ile kabulle sonuçlandığı, kesinleştiği anlaşılmaktadır. 

Yukarıda değinilen davanın davalısı olan kayıt maliki CŞK’nın, kesinleşen hükme esas alınan tanık beyanlarının yalan ve gerçeğe aykırı olduğunu ileri sürerek eldeki davayı açtığı görülmektedir. 

Dava dilekçesinin içeriğine ve iddianın ileri sürülüş biçimine göre; davanın HUMK 445/4. maddesine dayalı olarak açıldığı sabit olup, mahkemece, tanıklar hakkındaki ceza kovuşturması sonucu sanık olarak gösterilen kişiler hakkında isnat edilen fiil nedeniyle zamanaşımının dolduğundan bahisle “kamu adına takibata mahal olmadığına” karar verildiği, Bakırköy C. Başsavcılığının 8.2.2008-1943/5131 karar no.lu kararının kesinleştiği ve böylece tanıklar hak kinda ceza mahkumiyeti ile sonuçlanmış bir kararın bulunmadığı gerekçesiyle eldeki davanın reddine karar verildiği görülmektedir. 

Gerçekten de; HUMK 445. maddesine 16.7.1981-2494 sayılı yasa ile eklenen düzenlemede aynen “Birinci fıkranın 4, 5 ve 6. bentlerindeki hallerde yargılamanın iadesinin istenebilmesi, bu sebeplerin kesinleşmiş bir ceza mahkumiyet kararı ile belirlenmiş olması şartına bağlıdır” hükmünü öngörmüş iken devam eden düzenleme ile “Delil yokluğundan başka bir sebeple ceza kovuşturmasına başlanmamış veya karar verilmemiş ise, ceza mahkemesi kararı aranmaz. Bu takdirde yargılamanın iadesi sebeplerinin varlığının, yargılamanın iadesi davasında öncelikle ispat edilmesi gerekir” hükmüne yer verilmiştir. Somut olayda; tanıklar ile ilgili C.Başsavcılığınca yapılan soruşturma sonucunda zamanaşımı nedeniyle takipsizlik kararı verildiğine göre yukarıda değinilen düzenleme karşısında daha önceden kurulan hükme dayanak yapılan tanıkların beyanlarının gerçek dışı ve yalan şahitlik niteliğinde olup olmadığının yargılamanın yenilenmesi isteği ile ilgili eldeki dava içerisinde değerlendirilmesi sonucu elde edilecek verilere göre neticeye gidilmesi gerekeceği tartışmasızdır. Oysa mahkemece, yukarıda değinildiği şekilde bir soruşturma yapılmadan tanıklar hakkında bir ceza mahkumiyet kararı bulunmadığı gerekçesiyle yazılı olduğu şekilde dava reddedilmiştir. O hal de eksik tahkikatla yetinilerek karar verilmiş olması doğru değildir. Davacının temyiz itirazı yerindedir. Hükmün bozulmasına” (Terazi D. 2009/30 sf. 183) 

“Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin ihlal edilerek hüküm verildiğinin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kesinleşen kararı ile tespit edilmiş olması hali yargıla manın iadesi nedenidir. 1. HD. 28.10.2009-7871/10897 (YKD 2010/10 sf. 1792) 

“Kesin hüküm, kamu düzenine ilişkin, istek olmasa bile yargılamanın her aşamasında mahkemece resen gözetilmesi gerekli olumsuz dava koşuludur. Kural olarak, kesin hükmün varlığı halinde aynı taşınmaz ya da taşınmazlara ilişkin sonraki günlü uyuşmazlıkların önceki günlü kesin hükme göre çözümlenmesi zorunludur. Öte yandan kesin hükmün akdi ya da irsi halefleri de bağlayacağı kuşkusudur. 7. HD. 09.07.2007-2580/2536 (YKD 2008/7 sf. 1315); aynı mahiyette 7. HD. 04.05.2009-2295/1525 (YKD 2010/1 sf. 39) 

Yargısal Kararlarda yerleşmiş ortak görüşe göre; aralarında sebep birliği bu lunmadığı için taraf muvazaası davası, muris davası yönünden kesin hüküm teşkil etmez ve derdestlik itirazına da esas alınamaz. Çünkü taraf muvazaası ile muris muvazaası tamamen ayrı hukuki nedenlere dayanan, sonuç ve hükümleri ayrı olan dava türleridir. Örneğin miras bırakan tarafından taraf muvazaasına dayanılarak açılmış bulunan davanın onun ölümü üzerine davacı mirasçısı tara fından devam edilmesi, o davayı muris muvazaasi niteliğini kazandırmaz. 1. HD. 16.02.2000-1418/1558 sayılı kararında da bu türlü görüş belirtilmiştir. 

Miras bırakanın sağlığında açtığı muvazaaya dayalı tapu iptali davası red dedilmiş ve bu hüküm kesinleşmişse, artik mirasçılardan mal kaçırma amacı olmadığından mirasçıların açtığı muvazaa nedeniyle tapu iptali ve tescil davası nin da reddi gerekir. HGK 26.05.1993-1/98-200 s. kararı bu yöndedir. 

Ancak önce tenkis davası açılmış ve dava kabul edilerek kesinleşmişse, ay ni taşınmaza yönelik olarak aynı taraflar arasında sonradan açılmış muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı davanın dinlenemeyeceği yargı kararlarında belirtilmiştir. Başka bir deyişle tenkis davasında sözleşmenin geçerli olduğu olgusu kabul edilmiş ve verilen hüküm kesinleşmişse, aynı yanlar arasında görülen muvazaa davasında bu olgu tarafları bağlar ve artık temliki tasarrufun geçersizliği ileri sürülemez. Nitekim HGK 09.12.1998-1/860-894 sayılı kara rinda da benzer şekilde görüş ifade edilmiştir. Anılan karara göre, “Yargıtay 1. HD. 25.9.1997-10320/11103 sayılı ilamı ile, (…Dava, muris muvazaası hukuk sal nedenine dayalı iptal ve tescil isteğine ilişkindir. Gerçekten, 2.5.1987-4/5 s. İBK göre, bu tür davalarda iptal isteği ile birlikte kademeli olarak tenkis talebinde de bulunulabilir. Bunun yanı sıra ayrı bir tenkis davası açılmış ve henüz o dava sonuca bağlanmamış ise, daha kapsamlı olan iptal davası hükme bağlana bilir. Ne var ki, önceden açılmış davada, davacı mirasçıların hakları tenkis hükümlerine göre tanınmıştır ve buna ilişkin ilam da kesinleştiği takdirde kesinle şen tenkis ilamına rağmen iptale hükmedilmesine yasal olanak yoktur. Somut olayda davacıların açtıkları tenkis davasının eldeki davaya bakılırken sonuçlandırıldığı ve tenkis ilamının da kesinleştiği anlaşılmaktadır. Hal böyle olunca davanın reddine karar verilmesi gerekirken, yanılgılı değerlendirmeyle davanın kabulüne karar verilmesi doğru değildir…) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki karar da israr edilmiştir. Davalı vekilinin temyizi üzerine;…somut olayda önce tenkis davası açılmış, aynı taraflar arasında, aynı taşınmaz hakkında daha sonra açılan muvazaa davası görülmekte iken, temliki tasarrufun geçerliliği kabul edilmek suretiyle tenkise hükmedilmiş, temyiz üzerine “murisin davalı tarafından bakılıp gözetildiği, minnet duygusu altında temlikte bulunduğu, miras yoluyla kendisi ne intikal eden taşınmazları da davacılara verdiği, mahfuz hisseyi ihlal kasti bulunmadığı” gerekçesi ile verilen hüküm bozulmuş, bozmaya uyularak verilen davanın reddine ilişkin karar kesinleşmiştir. Açıklandığı üzere, tenkis davasında temliki tasarrufun geçerli olduğu, bozmadan sonra tenkise dahi karar verileme yeceği kabul edilip, dava reddedildiğine göre, kesin hükümle belirlenen bu olgu muvazaa davasında tarafları bağlar. Başka bir anlatımla, sözleşmenin geçerli olduğuna ilişkin belirlenen bu olgudan sonra temliki tasarrufun geçersizliği ileri sürülemez”.

Yazar Hakkında: Avukat Saim İncekaş

Saim İncekaş, Adana Barosu'na kayıtlı bir avukattır. 2016 yılından bu yana Merkezi Adana'da bulunan ve kurucusu olduğu İncekaş Hukuk Bürosu'nda çalışmaktadır. Yüksek lisans derecesi ile hukuk eğitimini tamamladıktan sonra bu alanda birçok farklı çalışma yürütmüştür. Özellikle aile hukuku, boşanma, velayet davaları, çocuk hakları, ceza davaları, ticari uyuşmazlıklar, gayrimenkul, miras ve iş hukuku gibi alanlarda uzmandır. Saim İncekaş, sadece Adana Barosu'nda değil, aynı zamanda Avrupa Hukukçular Derneği, Türkiye Barolar Birliği ve Adil Yargılanma Hakkına Erişim gibi dernek ve kuruluşlarda da aktif olarak görev almaktadır. Bu sayede, hukukun evrenselliği konusundaki farkındalık ve hukuk sistemine olan güveni arttırmaya yönelik birçok çalışmada yer almaktadır. Randevu ve Ön Görüşme İçin WhatsApp Üzerinden Hemen İletişime Geçin

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir