Feragatin İptali Davası

ADANA NÖBETÇİ ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ’NE

DAVACI                  :

VEKİLİ                     :

DAVALILAR            :

DAVA KONUSU       

AÇIKLAMALAR          :

Kısıtlı 15 tarihinde Adana 1. Asliye Hukuk Mahkemesi’nde 16 esas numaralı davayı ikame etmiştir. İşbu dava muvazaa davası olup, feragatle sonuçlanmıştır. Feragat HMK 311/1 ve TMK 410/2 nedeniyle geçersiz olduğundan feragatin feshini/iptalini talep etmekteyiz. HMK 311/1 gereğince MADDE 311- (1) Feragat ve kabul, kesin hüküm gibi hukuki sonuç doğurur. İrade bozukluğu hâllerinde, feragat ve kabulün iptali istenebilir. Kısıtlı, açıklayacağımız nedenlerle, hata, korkutma ve hileye düşmüş olup ayırt etme gücünden de yoksundur. TMK 410’a göre ‘’…Kısıtlama, iyiniyetli üçüncü kişileri ilândan önce etkilemez. Ayırt etme gücüne sahip olmamanın sonuçlarına ilişkin hükümler saklıdır.’’ Kısıtlının temyiz kudretindeki zayıflığa bağlı olarak hataya düştüğü, mevcut mal varlığının tamamını kaybetmekle korkutulduğu, davalıların feragat için vaat ettikleri barış ortamının sağlanmadığı, hakkından vazgeçirilerek hileye düşürüldüğü anlaşıldığından bu davayı açma zarureti hasıl olmuştur.

Nitekim YARGITAY 14.HD 20.01.2003 2002/9403 E. 2003/143 E. sayılı ilamında;

Feragat eden kişi; hata hile veya ikrah nedeniyle feragatin feshi için dava açabileceği gibi ayrı bir dava açmayıp feragatin geçersizliğini öne sürerek feragat ettiği davayı yeniden açabilir ve bu davada ön sorun olarak feragatin hata, hile ve ikrah nedeniyle geçersiz olup olmadığı incelenir. (Prof. Dr. Baki Kuru, Hukuk Muhakemeleri Usulu Cilt: IV s.3549 vd.) Somut olayda, davacı ve feragate yetkili vekili satış vaadi sözleşmesine dayanarak açtığı birinci tescil davasında dosyaya verdikleri 18.8.2000 günlü dilekçelerinde davalılar hakkındaki tescile icbar davasından feragat ettiklerini,  feragat nedeniyle davanın reddine karar verilmesini istediklerini bildirmişler, aynı gün tapuda davacıya 3 numaralı bağımsız bölümün ferağı verilmiş ise de sözleşmede belirtilen dava konusu 4 numaralı bağımsız bölüm için ferağda bulunulmamıştır. Feragat dilekçesinin okunduğu 17.10.2000 günlü oturumda davacı vekili biz dava konusu her iki parselin tapuda ferağını verecekleri için Tapu Müdürlüğü’nde davamızdan feragat etmiştik. Ancak tapuda 4 numaralı bağımsız bölüm için işlem yapılmadığından yeni dava açma hakkımızı saklı tutuyoruz şeklinde beyanda bulunmuştur. Mahkemece feragat nedeniyle önceki davanın reddine karar verilmiş, karar taraflara tebliğ edilmediğinden kesinleşmemiştir. Davacı ve vekilinin imzasını taşıyan feragat dilekçesi ile bunu açıklığa kavuşturan vekilin duruşmadaki beyanları karşısında feragatin, davalılar ile anlaşma ihtimali nedeniyle olduğu anlaşılmaktadır. Davacının ikinci davada iddia ettiği gibi tapu işleminin yapılacağı beyanı ve sözü üzerine bu vazgeçmenin vaki olması mümkündür. Feragatin hata, hile, ikrah ile yapıldığı iddiasının ikinci davada ileri sürülmesini engelleyen bir yasa hükmü de yoktur. Açılan ikinci tescil davası içinde feragatin geçersizliği isteği de bulunmaktadır. Bu nedenle olayda kesin hükmün varlığı söz konusu olmadığından işin esası incelenip taraf delilleri toplanarak varılacak sonuca göre bir karar verilmesi gerekirken yazılı nedenlerle davanın reddi doğru görülmediğinden hükmün bozulması gerekmiştir.’

Aynı doğrultuda YARGITAY 1. HD 2016/12798 E. 2017/223 K. Sayılı ilamında da;

‘’Ancak, feragatle ortaya çıkan sonucun buna sebep olan rızayı ifsat eden bir nedenle malul olduğu kanıtlanırsa, doğurduğu netice bakımından hileye, hataya maruz kalan kimseye talep hakkı bahşedeceği kuşkusuzdur.

Öte yandan; diğer maddi hukuk işlemlerinde olduğu gibi (BK. madde 23 vd ), hata, hile veya ikrah nedeniyle feragatın feshi (iptali) için dava açılabileceği gibi, bu husus aynı davada da savunma yoluyla ileri sürebilir.

Keza, 6100 sayılı HMK`nun 311. maddesi,
“feragat ve kabul kesin hüküm gibi sonuç doğurur. İrade bozukluğu hallerinde feragat ve kabulün iptali istenebilir.” hükmünü öngörmektedir davacıya irade bozukluğunun hangi nedenle meydana geldiği sorularak bu konudaki iddiasının hadise şeklinde (6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun 162. ve 163. maddeleri-önsorun) aynı dava içerisinde her türlü delille ispatının mümkün olduğu gözetilerek, bu yöndeki taraf delillerinin toplanması ile hasıl olacak sonuca göre bir karar verilmesi gerekirken yanlış değerlendirme ile bu husus ancak ayrı bir dava konusu yapılabileceğinden bahisle davanın reddi doğru değildir.’’ Şeklinde hüküm tesis edilmiştir.’’

Davacı kısıtlı… feragat anında akıl zayıflığı ve bunalım içerisindeydi. Feragatten bir süre sonra davacıya orta demans ve depresyon teşhisi konmuştur. Bu teşhisle beraber kısıtlının feragat anında iradesinin sakatlandığı anlaşılmaktadır. Buna istinaden 18.02.2018 tarihinde Sulh Hukuk Mahkemesi’nde vesayet davası açılmış, Yavuz Kaan ATEŞ kısıtlıya vasi olarak olarak tayin edilmiştir (ek1-ek2).Davacının duygusal buhranı süreç içerisinde davalılar tarafından yönlendirilerek feragat kararı alınmıştır. Davalılar tarafından, kısıtlının babasının sözlü olarak vasiyet ettiği mahsulü ve muvazaalı işlemle sadece oğluna devretmiş bulunduğu adadan hak talep edeceği endişesiyle kısıtlıyla ilişki kesilmiştir. Davalılar, ilişkileri çok yakın olan kısıtlının telefonlarına ve görüşme taleplerine nedensizce yanıt vermemeye başlamışlardır. Bu tavır kısıtlının depresyon ve kaygı sürecini tetiklemiştir. Davalılar, kısıtlıyı ve kısıtlının çocuklarını kardeş gibi bildikleri çocuklarının nişan, kına ve düğün merasimlerine dahi davet etmemişlerdir. Bu durum tanıklarla da sabittir. Feragat dilekçesinde de yer aldığı üzere aile bağlarına önem veren ve davalıları kendi çocukları gibi gören davalı üzerinde ilginin, ilişkinin kesilmesi ve bir nevi düşmanlığın başlatılması, aklı ve duygusal manipülasyona açık olduğu bilinen davacı üzerinde psikolojik baskı aracı olarak kullanılmıştır. Kısıtlı, davalılara ulaşamayacağını kabul edip muvazaa davasını ikame ettiğinde; kısıtlıya davalı taraf ve vekili tarafından ulaşılmış birkaç gün süren ikna çabaları olmuştur. Öncelikle ailelerin bir araya geleceği, tekrar dostluk tesis edileceği vaat edilmiş, düşmanlık doğuracak şekilde yaşanmaması gerektiği, hukuken aslı olmamasına rağmen kısıtlının bu davayı kaybedeceği ve avukat parası için kısıtlının tüm mal varlığını elinden alacakları söylenmiş ve  kısıtlının hakkı için 650.000,00(650bin)tl ödeme yapılacağı vaat edilmiştir. HMK 311 uyarınca davacının hastalığı ve cinsiyet eşitsizliği nedeniyle zaten sakatlanmış olan iradesi  hileyle yanıltılmıştır. Feragat dilekçesinde de geçtiği üzere, küslük yaşamak istemeyen bir kız çocuğunun aile büyüklerine duyduğu saygı istismar edilmiştir. Ayırt etme gücüne haiz hiç kimsenin değeri 10.000.000,00-15.000.000,00(10-15 milyon) tl’yi bulan payından ve babasının mahsul konusunda yerine getirilmemiş sözlü vasiyetinden vazgeçmesi mümkün değildir. Kısıtlı feragat anında 81 yaşında olup, yeğenlerinin isimlerini karıştırdığı akrabaları tarafından bilinmektedir. İşbu sağlık raporlarının ekleriyle ile birlikte ilgili kurumdan müzekkere ile celbini  talep ederiz.

Davalı tarafça, kısıtlıya hiçbir hukuki gerçekliği olmamasına rağmen davasından ve           hakkından vazgeçmediği halde, her yola başvurularak davanın kaybettirileceği, uzatılacağı ve bütün mal varlığını elinden alacakları söylenmiştir. Belirsiz Alacak davası olarak açılmış bir davada, karşı vekalet ücretlerinin belirli olduğu bir hukuk sisteminde hiçbir gerçekliği olmayan bu iddia, korku aracı edilmiştir. Geçtiğimiz günlerde bu söylemlerin ortak tanıdıklara da iletildiği ortaya çıkmış ve bu durum vasinin kulağına gelmiştir. Bunun üzerine ekonomik güçlük içinde olan kısıtlının, ailenin malvarlığını kaybetmekle korkutulduğu ortaya çıkmıştır. Bu husus tanıklarla sabittir.

Davalı tarafın vaat ettiği barış gerçekleşmediği gibi küslük sürdürülmüş olup, kısıtlının içinde bulunduğu psikolojik ve ekonomik güçlük perçinlenmiştir. Vasi ve kısıtlının diğer mirasçıları işbu dava tarihine kadar ailenin biraraya gelebileceğine inandırılmış ancak bu vaatte iyiniyet ve gerçeklik payı olmadığı anlaşılmıştır. Ayrıca çeşitli şartlar altında barış ve cüz’i miktarda para teklif edilerek gerçekleştirilen vazgeçme işlemi mahkeme önünde koşulsuz gösterilmiş olup, hukuken koşula bağlandığı için feragatin şartlarını taşımamaktadır. Kısıtlının akıl zayıflığından yararlanılarak iç ilişkide yapılan anlaşmanın örneği kısıtlıya verilmemiş, davalı tarafça imza alınarak kendisinde tutulmuştur. Hukukumuzda yargılama giderleri feragat eden tarafa yüklenmiş olmasına karşın, davalı tarafça ödenmesi de vazgeçmenin niteliğini etkilemektedir.

Yargıtay 9.HD 04.02.2013 tarihli 38167/4074 sayılı kararında;

‘’Davacı dava dilekçesinde feragatten bahsetmekle feragatin hileye dayalı olduğunu ileri sürmüştür. Davacının vasisi ise temyiz dilekçesinde davacının 2002 yılından beri akıl rahatsızlığının bulunduğunun ve cezai ehliyetinin bulunmadığının A 9.Asliye Ceza Mahkemesi 2011/316 E. Sayılı dosyasında tespit edildiğini, feragat tarihinde de hukuki ehliyetinin bulunmadığını ileri sürmüştür.Somut olayın yukarıda özetlenen biçimine göre, olayları anlatmak taraflara nitelemek hakime aittir ilkesi çerçevesinde 1086 sayılı kanun döneminde açılan davada, davacının istemini feragatin iptaline yönelik olarak değerlendirmek gerekir. HMK 311.maddesine göre: Feragat ve kabul kesin hüküm gibi sonuç doğurur, irade bozukluğu hallerinde, feragat ve kabulün iptali istenebilir.Daha önce usul  hukukunda yer almayan genel hükümler çerçevesinde açılabilen feshin iptali davasının, HMK 311. Maddesinde ayrıca bir yorumda bulunmaya gerek de kalmadan açılabileceğine tereddüt yoktur. İrade fesadı ileri sürülen her davanın kesin hüküm itirazı ile karşılaşılmadan görülebileceği açıktır.Davacının ileri sürdüğü irade fesadı doğrultusunda B.K. ve vekalete dair hükümler birlikte değerlendirilmesi gerekirken davanın kesin hüküm sebebiyle reddi hatalıdır.’’ Beyanlarımız doğrultusunda şeklinde hüküm tesis edilmiştir.

Kaldı ki YARGITAY 1. HD., E. 211/6962, K. 2011/7929 sayılı ilamında ehliyetsiz kişinin yaptığı işlemlere açıklık getirilmiştir;

‘’Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 11.4.1990 gün ve 1990/1-152- 1990/236 sayılı kararında da vurgulandığı üzere; davada dayanılan maddi olaylar bakımından birkaç hukuki nedenin bir arada gösterilmesinde ilke olarak usul ve yasaya aykırı bir yön yoktur. Somut olayda, miras bırakan tarafından yapılan temliklerin fikir ve elbirliği içinde hareket eden davalıların hileli davranışları sonucunda “kat karşılığı inşaat sözleşmesi yapmak isterken taşınmazın davalı Fikret Tak adına tescilinin sağlandığı” temlik tarihinde murisin hukuki ehliyetinin bulunmadığı ileri sürülerek eldeki dava açılmıştır. Ne var ki, mahkemece hukuki ehliyetsizlik iddiası konusunda bir araştırma yapılmamıştır. Bilindiği üzere; davranışlarının, eylem ve işlemlerinin sebep ve sonuçlarını anlayabilme, değerlendirebilme ve ayırt edebilme kudreti (gücü) bulunmayan bir kimsenin kendi iradesi ile hak 7 kurabilme, borç (yükümlü- lük) altına girebilme ehliyetinden söz edilemez. Nitekim Medeni Kanunun “fiil ehliyetine sahip olan kimse, kendi fiilleriyle hak edinebilir ve borç altına girebilir” biçimindeki 9. maddesi hükmüyle hak elde edebilmesi, borç (yükümlülük) altına girebilmesi, fiil ehliyetine bağlamış, 10. maddesinde de, “fiil ayırt etme gücüne sahip ve kısıtlı olmayan bir ergin kişinin fiil ehliyeti vardır.” hükmünü getirmiştir. “Ayırtım gücü” eylem ve işlem ehliyeti olarak da tarif edilerek aynı Yasanın 13. maddesinde “yaşının küçüklüğü yüzünden veya akıl hastalığı, akıl zayıflığı, sarhoşluk ya da bunlara benzer sebeplerden biriyle akla uygun biçimde davranma yeteneğinden yoksun olmayan herkes bu kanuna göre ayırt etme gücüne sahiptir.” denmek suretiyle açıklanmış, ayrıca ayırtım gücünü ortadan kaldıran önemli nedenlerden bazılarına değinilmiştir. Önemlilerinden dolayı bu ilkeler, söz konusu yasa ile öteki yasaların çeşitli hükümlerinde de yer almışlardır. Hemen belirtmek gerekir ki, Medeni Kanunun 15. maddesinde de ifade edildiği üzere, ayırtım gücü bulunmayan kimsenin geçerli bir iradesinin bulunmaması nedeniyle, kanunda gösterilen ayrık durumlar saklı kalmak üzere, yapacağı işlemlere sonuç bağlanamayacağından karşı tarafın iyi niyetli olması o işlemi geçerli kılmaz.

… 1.Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 2017/… esas numaralı dosyasında görülmekte olan muvazaa davası sürerken, kısıtlının yeğeni … …. öldürülerek acı bir şekilde yaşamını kaybetmiştir. Kısıtlının cinayet sonucu hayatını kaybeden yeğeni, hayatta olmayan kız kardeşinin oğlu olup, kız kardeşinin diğer mirasçıları gibi davalılara karşı muvazaa davası açmış, ailedeki acı kayıp küslük ortamında gerçekleşmiştir. Bu durum ve cenaze sürecinde yaşananlar kısıtlıyı derinden yaralamış, duygusal buhranını, hastalığını ve  aile içi barışın ve beraberliğin kaybolmasının doğurduğu kaygılarını perçinleyerek hataya düşürülmesine neden olmuştur.

HUKUKİ SEBEPLER    : HMK, TMK , BK ve tüm yasal mevzuat.

DELİLLER                          : Kısıtlıya ait sağlık raporları (ilerleyen aşamalarda eklenenler olacaktır), bilirkişi, isticvap, tanık (Tanık bilgileri yargılamanın ilerleyen aşamalarında bildirilecektir.), yemin ve yasal ikamesi mümkün her türlü delil.

TALEP SONUCU                : Yukarıda saydığımız nedenlerle, Genel Hukuk İlkeleri, ilgili Kanunlar ve Yargıtay kararları doğrultusunda feragatin iptali davamızın kabulünü saygılarımızla arz ve talep ederiz.

Ek:  Vekaletname

Ek1: … Sulh Hukuk Mahkemesi Vesayet Kararı

Ek2: Kısıtlıya ait resmi sağlık raporu

Ek3: Feragat Dilekçesi

Ek4: Yargıtay Kararları

EMSAL YARGITAY KARARLARI

T.C.

YARGITAY

14. HUKUK DAİRESİ

2002/9403

2003/143

20.1.2003

  • TAPU İPTALİ VE TESCİL ( Davadan Feragat – Feragat Edenin Hata Hile Veya İkrah Nedeniyle Feragatin Feshini İsteyebileceği/İkinci Davada İşin Esasının İncelenmesi Gereği )
  • DAVADAN FERAGAT ( Feragatin Hata Hile İkrah İle Yapıldığı İddiasının İkinci Davada Öne Sürülebileceği – Tapu İptali ve Tescil )
  • HATA HİLE İKRAH ( Davadan Feragat Edenin Bu Nedenlerle Feragatin Feshini İsteyebileceği – İkinci Davada İşin Esasının İncelenmesi Gereği )
  • FERAGATIN FESHİNİ TALEP ( Hata Hile Veya İkrah Nedeniyle/İkinci Davada İşin Esasının İncelenmesi Gereği – Tapu İptali ve Tescil )

1086/m.91,93

ÖZET : Feragat davayı esastan sona erdirdiğinden şarta bağlı olamaz. Feragat eden hata, hile veya ikrah nedeniyle feragatin feshini isteyebilir. Feragatin hata, hile, ikrah ile yapıldığı iddiasının ikinci davada öne sürülmesini engelleyen bir yasa hükmü de bulunmamaktadır. İkinci davada bu yönde istek de bulunduğundan işin esasının incelenmesi gerekir.

DAVA : Davacı vekili tarafından, davalılar aleyhine 18.9.2001 gününde verilen dilekçe ile tapu iptali ve tescil istenmesi üzerine yapılan duruşma sonunda; davanın reddine dair verilen 4.4.2002 günlü hükmün Yargıtay’ca incelenmesi davacı vekili tarafından istenilmekle süresinde olduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra dosya ve içerisindeki bütün kağıtlar incelenerek gereği düşünüldü:

KARAR : Davacı, arsa maliki olan davalı Uluer ile yüklenici T… İnşaat Anonim Şirketi arasında düzenlenen kat karşılığı inşaat sözleşmesi uyarınca, yükleniciye bırakılan 4 numaralı bağımsız bölümü satın aldığını belirterek tapusunun iptali ile adına tescili isteminde bulunmuştur.

Davalı malik davaya cevap vermemiş, davalı yüklenici vekili ise, daha önce davacı tarafından aynı bağımsız bölüm için tescil davası açıldığını davacının feragati nedeniyle reddedildiğini savunarak davanın reddini istemiştir.

Mahkemece, davacının eldeki davadan önce açtığı tescil davasından feragat ettiği, feragat nedeniyle davanın reddedildiği, feragatin hile sebebiyle geçersiz olduğu iddiasının eldeki davada kanıtlanmadığından bahisle davanın reddine karar verilmiştir.

Hükmü, davacı vekili temyize getirmiştir.

HUMK’nun 91. maddesine göre feragat iki taraftan birinin neticei talebinden vazgeçmesidir. Aynı yasanın 93. maddesine göre de feragat beyanı dilekçe ile veya yargılama sırasında sözlü olarak yapılır. Feragat, dava konusu edilen haktan vazgeçmedir. Kural olarak her davadan vazgeçme mümkündür. Vazgeçme nedeniyle davanın reddedilmesi halinde aynı hakka ilişkin yeniden dava açılamaz. Açılan davanın kesin hüküm nedeniyle reddedilmesi gerekir. Dava konusu haktan vazgeçildikten sonra dava derdest iken yeniden aynı konuda dava açılması da mümkün değildir. Davacının davasından feragat etmesinin sonucu bu nedenle önemli olduğundan, davacının beyanından, gerçek amacının açılan davadan feragat etmek olduğunun açıkça anlaşılması gerekir. Davadan feragat ile dava konusu uyuşmazlık esastan sona erdiğinden şarta bağlı feragat geçerli değildir. Yani şarta bağlı feragat ile dava sona ermez. Bu nedenle feragatin kayıtsız şartsız bir irade beyanını ortaya koyması gerekir. Feragat eden kişi; hata hile veya ikrah nedeniyle feragatin feshi için dava açabileceği gibi ayrı bir dava açmayıp feragatin geçersizliğini ileri sürerek, feragat ettiği davayı yeniden açabilir ve bu davada ön sorun olarak feragatin hata, hile veya ikrah nedeniyle geçersiz olup olmadığı incelenir. ( Prof. Dr. Baki Kuru – Hukuk Muhakemeleri Usulü Altıncı Baskı Cilt: IV, Sayfa 3549 vd. )Somut olayda, davacı ve feragate yetkili vekili satış vaadi sözleşmesine dayanarak açtığı birinci tescil davasında dosyaya verdikleri 18.8.2000 günlü dilekçelerinde davalılar hakkındaki tescile icbar davasından feragat ettiklerini, feragat nedeniyle davanın reddine karar verilmesini istediklerini bildirmişler, aynı gün tapuda davacıya 3 numaralı bağımsız bölümün ferağı verilmiş ise de sözleşmede belirtilen dava konusu 4 numaralı bağımsız bölüm için ferağda bulunulmamıştır. Feragat dilekçesinin okunduğu 17.10.2000 günlü oturumda davacı vekili biz dava konusu her iki parselin tapuda ferağını verecekleri için Tapu Müdürlüğü’nde davamızdan feragat etmiştik. Ancak tapuda 4 numaralı bağımsız bölüm için işlem yapılmadığından yeni dava açma hakkımızı saklı tutuyoruz şeklinde beyanda bulunmuştur. Mahkemece feragat nedeniyle önceki davanın reddine karar verilmiş, karar taraflara tebliğ edilmediğinden kesinleşmemiştir. Davacı ve vekilinin imzasını taşıyan feragat dilekçesi ile bunu açıklığa kavuşturan vekilin duruşmadaki beyanları karşısında feragatin, davalılar ile anlaşma ihtimali nedeniyle olduğu anlaşılmaktadır. Davacının ikinci davada iddia ettiği gibi tapu işleminin yapılacağı beyanı ve sözü üzerine bu vazgeçmenin vaki olması mümkündür. Feragatin hata, hile, ikrah ile yapıldığı iddiasının ikinci davada ileri sürülmesini engelleyen bir yasa hükmü de yoktur. Açılan ikinci tescil davası içinde feragatin geçersizliği isteği de bulunmaktadır. Bu nedenle olayda kesin hükmün varlığı söz konusu olmadığından işin esası incelenip taraf delilleri toplanarak varılacak sonuca göre bir karar verilmesi gerekirken yazılı nedenlerle davanın reddi doğru görülmediğinden hükmün bozulması gerekmiştir.

SONUÇ : Yukarıda açıklanan nedenlerle temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün ( BOZULMASINA ), temyiz harcının istek halinde yatırana geri verilmesine, 20.1.2003 gününde oybirliği ile karar verildi.

YARGITAY 1. HUKUK DAİRESİ

Esas : 2016/12798 Karar : 2017/223 Tarih : 16.01.201

Dosyanın Hâkimin İncelemesine Hazır Tutulması

Dava, yolsuz tescil (ketmi verese) hukuksal nedenine dayalı tapu iptal ve tescil isteğine ilişkindir.

Davacı, kök miras bırakan Ali Arslan`a ait dava konusu taşınmazlardaki payının davalılara intikalini sağlayan mirasçılık belgesinde kendisinin ketmedildiğini veraset ilamının iptali için açtığı davanın kabul edilerek kararın kesinleştiğini ileri sürerek tapu iptali ve tescil isteğinde bulunmuştur.

Davalılar, davanın reddini savunmuşlardır.

Mahkemece, davacının davasından feragat ettiği gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.

Dosya içeriğinden, yargılama devam etmekte iken davacının 04.05.2015 tarihli dilekçeyle davasından feragat ettiği, aynı günlü dilekçesi ile feragatin sehven yapıldığı iddiasına dayanarak feragatten vazgeçtiğini bildirdiği anlaşılmaktadır.

Hemen belirtilmektedir ki, davacının davasından feragat etmesi ile dava konusu uyuşmazlık sona erer, kesin hükmün hukuksal sonuçlarını doğurur.

Bu nedenle mahkeme henüz feragat nedeniyle davanın reddine karar vermemiş olsa bile davacı feragattan dönemez (rücu edemez); feragat ile bağlıdır.

Ancak, feragatle ortaya çıkan sonucun buna sebep olan rızayı ifsat eden bir nedenle malul olduğu kanıtlanırsa, doğurduğu netice bakımından hileye, hataya maruz kalan kimseye talep hakkı bahşedeceği kuşkusuzdur.

Öte yandan; diğer maddi hukuk işlemlerinde olduğu gibi (BK. madde 23 vd ), hata, hile veya ikrah nedeniyle feragatın feshi (iptali) için dava açılabileceği gibi, bu husus aynı davada da savunma yoluyla ileri sürebilir.

Keza, 6100 sayılı HMK`nun 311. maddesi,

“feragat ve kabul kesin hüküm gibi sonuç doğurur. İrade bozukluğu hallerinde feragat ve kabulün iptali istenebilir.” hükmünü öngörmektedir.

Hâl böyle olunca; mahkemece, davacının feragatini aynı günlü dilekçesi ile geri almış olması karşısında davacıya irade bozukluğunun hangi nedenle meydana geldiği sorularak bu konudaki iddiasının hadise şeklinde (6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun 162. ve 163. maddeleri-önsorun) aynı dava içerisinde her türlü delille ispatının mümkün olduğu gözetilerek, bu yöndeki taraf delillerinin toplanması ile hasıl olacak sonuca göre bir karar verilmesi gerekirken yanlış değerlendirme ile bu husus ancak ayrı bir dava konusu yapılabileceğinden bahisle davanın reddi doğru değildir.

Davacının bu yöne ilişkin temyiz itirazları yerindedir. Kabulüyle, hükmün(6100 sayılı Yasanın geçici 3.maddesi yollaması ile) 1086 sayılı HUMK`un 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 16.01.2017 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

I. HD.,

2013/12712,

2014/14677,

23.09.2014

EHLİYETSİZ KİŞİNİN İŞLEMİ • BİRBİRİNİ İZLEYEN TEMLİKLER

ÖZET: Ehliyetsiz kişinin yaptığı işlem geçersizdir. Bu duruma ara maliklerden önce ilk el durumunda olan kişinin iyiniyet iddiasında bulunması mümkün değildir. Ancak, ilk temlikten sonraki temlikler bakımından iyiniyet olgusunun mevcut olup olmadığı araştırılmalıdır.

Dava; ehliyetsizlik hukuksal nedenine dayalı tapu iptal ve tescil olmadığı taktirde tazminat istemine ilişkindir. Mahkemece; ehliyetsizlik hukuksal nedenine dayalı tapu iptal ve tescil istemi mutlak def’ilerden olup herkese karşı ileri sürülebileceği, taşınmaza malik olan 3. kişinin iyiniyet iddiasında bulunamayacağı, gerek temlik gerekse vekaletnamelerin düzenlendiği tarihlerde davacının hukuki ehliyetinin olmadığı ve bu tür davalarda zamanaşımının uygulanamayacağı gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiş, hüküm davalılar tarafından temyiz edilmiştir.

Dosya içeriğinden ve toplanan delillerden; davacı S.A.’ın Ankara Sulh 3. Hukuk Mahkemesinin, 19/09/2006 tarihli, 2006/436 Esas, 2006/878 Karar sayılı ilamı ile vesayet altına alınarak, damadı .M.’nun vasi tayin edildiği, vasi tarafından husumeti izin kararı alınarak açılan ehliyetsizlik hukuksal nedenine dayalı eldeki davada taraf teşkilinin sağlandığı, kısıtlının kayden maliki bulunduğu dava konusu kat mülkiyetini kurulu … ada, parselde yer alan 7 ve 8 nolu bağımsız bölümleri 28/01/1994 tarihli satış akdi ile oğlu olan davalı B.K.Ia temlik ettiği, B.K.’ın anılan bağımsız bölümleri vekil kıldığı H.S. aracılığıyla davalı V.K.’e, V.K.’nin 7 nolu bağımsız bölümü, davalı M.O.’a, 8 nolu bağımsız bölümü ise tekrar davacı- ya satış yoluyla devrettiği, 8 nolu bağımsız bölümü yeniden iktisap eden kısıtlının bu defa bizzat katıldığı14/07/1999 tarihli satış akdi ile çıplak mülkiyetini oğlu olan B.K.’a satış yoluyla devrettiği, diğer taraftan yine maliki bulunduğu … ada, parselde yer alan 2 nolu bağımsız bölümü, vekil kıldığı oğlu Birol aracılığıyla 12/07/1999 tarihli satış akdi ile V.K.’e onun da diğer davalı Y.S.’ya devrettiği, taşınmazların kısa sürede birkaç kez el değiştirdiği, gerek vekaletnamelerin düzenlendiği gerekse temliki işlemlerin yapıldığı tarihte davacının hukuki ehliyetinin olmadığının Adli Tıp Kurumu 4. İhtisas Dairesi’nin 20/03/2013 tarih, 970 nolu raporu ile saptandığı anlaşılmaktadır.

Yukarıda açıklanan olay ve olgular karşısında; çekişmeye konu … ada, parselde yer alan … nolu bağımsız bölüm bakımından davacının hukuki tasarruf yetkisinin bulunmadığı adli tıp raporu ile belgelendiğine göre, ehliyetsiz kişinin yaptığı tasarrufun geçerlilik taşımayacağı, başka bir ifadeyle ara maliklere rağmen ilk el konumunda olan davalı B.K.’a yapılan temliki işleme hukuki sonuç bağlanamayacağı, Türk Medeni Kanunu’nun 1023. maddesinin koruyuculuğundan yararlanamayacağı açıktır. O halde bu husus benimsenmek suretiyle davalı B.K. hakkındaki tapu iptal ve tescil davasının kabulüne karar verilmiş olmasında bir isabetsizlik bulunmamaktadır. Davalılar B.K. ve V.K.’in temyiz itirazları yerinde değildir. Reddine.

Diğer davalılar M.O., ve Y.S.’nın temyiz itirazlarına gelince; 

Hemen belirtmek gerekir ki; hukukumuzda, diğer çağdaş hukuk sistemlerinde olduğu gibi kişilerin huzur ve güven içerisinde alış verişte bulunmaları satın aldıkları şeylerin ilerde kendilerinden alınabileceği endişelerini taşımamaları, dolayısıyla toplum düzenini sağlamak düşüncesiyle, alan kişinin iyi niyetinin korunması ilkesi kabul edilmiştir. Bu amaçla 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun (TMK) 2. maddesinin genel hükmü yanında menkul mallarda 988 ve 989. tapulu taşınmazların el değiştirmesinde ise 1023. maddesinde özel hükümler getirilmiştir. Öte yandan bir Yargıtay Kararları 455 devleti oluşturan unsurlardan biri insan unsuru ise, bunun kadar önemli olan ötekisi topraktır. İşte bu nedenle Devlet, nüfus sicilleri gibi tapu sicillerinin de tutulmasını üstlenmiş, bunların aleniliğini (herkese açık olmasını) sağlamış, iyi ve doğru tutulmasından doğan sorumluluğu kabul etmiş, değinilen tüm bu sebeplerin doğal sonucunu olarak da tapuya itimat edip, taşınmaz mal edinenin kişinin iyiniyetini korumak zorunluluğunu duymuştur. Belirtilen ilke TMK.’nın 1023. maddesinde aynen “tapu kütüğündeki sicile iyiniyetle dayanarak mülkiyet veya başka bir ayni hak kazanan üçüncü kişinin bu kazanımı korunur” şeklinde yer almış, aynı ilke tamamlayıcı madde niteliğindeki 1024. maddenin 1. fikrasına göre “Bir aynı hak yolsuz olarak tescil edilmiş ise bunu bilen veya bilmesi gereken üçüncü kişi bu tescile dayanamaz” biçiminde öngörülmüştür.

Diğer taraftan; tapulu taşınmazların intikallerinde, huzur ve güveni koruma, toplum düzenini sağlama uğruna tapu kaydında ismi geçmeyen ama asıl malik olanın hakkı feda edildiğinden iktisapta bulunan kişinin, iyi niyetli olup olmadığının tam olarak tespiti büyük önem taşımaktadır. Gerçekten bir yanda tapu sicilinin doğruluğuna inanarak iktisapta bulunduğunu ileri süren kimse diğer yanda ise kendisi için maddi, hatta bazı hallerde manevi büyük değer taşıyan ayni hakkını yitirme tehlikesi ile karşı karşıya kalan önceki malik bulunmaktadır.

Bu nedenle yüzeysel ve şekilci bir araştırma ve yaklaşımının büyük mağduriyetlere yol açacağı, kişilerin Devlete ve adalete olan güven ve saygısını sarsacağı ve yasakoyucunun amacının ilk bakışta, şeklen iyi niyetli gözükeni değil, gerçekten iyineyetli olan kişiyi korumak olduğu hususlarının daima göz önünde tutulması, bu yönde tüm delillerin toplanıp derinliğine irdelenmesi ve değerlendirilmesi gerekmektedir.

Nitekim bu görüşten hareketle kötüniyet iddiasının def’i değil itiraz olduğu, iddia ve savunmanın genişletilmesi yasağına tabii olmaksızın her zaman ileri sürülebileceği ve mahkemece kendiliğinden (re’sen) nazara alınacağı ilkeleri 08/11/1991 tarihli, 1990/4 Esas 1991/3 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında kabul edilmiş, bilimsel görüşlerde aynı doğrultuda gelişmiştir.

Ne var ki; yukarıda açıklanan ilke ve yasal düzenlemeler birlikte değerlendirildiğinde, ada, parselde yer alan, 7 nolu bağımsız bölüm ve … ada, … parselde yer alan 2 nolu bağımsız bölüm bakımından hükme yeterli bir araştırma ve inceleme yapıldığını söyleyebilme olanağı yoktur.

Hal böyle olunca, davacının temliki işlemlerin ve vekaletnamelerin düzenlendiği tarih itibariyle ehliyetsiz olduğu sabit olduğuna göre ilk temlikten sonraki temlikler bakımından kayıt maliklerinin ehliyetsizlik olgusunu bilen ya da bilmesi gereken konumunda olup olmadıklarının, diğer bir değişle TMK.’nın 2. maddesi anlamında iyiniyetli sayılıp sayılmayacağının yukarıda açıklanan ilkeler gözetilmek suretiyle araştırılması tarafların bildirdikleri ve bildirecekleri tüm delillerin toplanması, toplanan ve toplanacak delillerin birlikte değerlendirilmesi ve son kayıt maliki olan davalılar M.O. ve Y.S’nın TMK’nın 1023. maddesinin koruyuculuğundan yararlanıp yararlanamayacağının duraksamaya yer bırakmayacak şekilde açıklığa kavuşturulması, hasıl olacak sonuca göre karar verilmesi gerekirken yanılgılı değerlendirme ile yazılı şekilde karar verilmesi doğru değildir. Davalılar .O. ve Y.S.’nın bu yöne değinen temyiz itirazları yerindedir. Kabulüyle hükmün açıklanan nedenlerden ötürü (6100 sayılı Yasanın geçici 3. maddesi yollaması ile) 1086 sayılı HUMK’un 428. maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 28.12.2013 tarihinde yürürlüğe giren Avukatlık Ücret Tarifesinin 14. maddesi gereğince gelen temyiz eden vekili için 1.100 TL duruşma avukatlık parasının temyiz edilenden alınmasına, 23.09.2014 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

9. Hukuk Dairesi 2012/38167 E. ,  2013/4074 K.

“İçtihat Metni”

MAHKEMESİ :İŞ MAHKEMESİ

DAVA : Davacı, kıdem tazminatı ile maaş farklılığından kaynaklanan maddi zarar alacaklarının ödetilmesine karar verilmesini istemiştir.

Yerel mahkeme, isteğin reddine karar vermiştir.

Hüküm süresi içinde davacı avukatı tarafından temyiz edilmiş olmakla, dava dosyası için Tetkik Hakimi … tarafından düzenlenen rapor dinlendikten sonra dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü:

A) Davacı İsteminin Özeti:

Davacı, iş sözleşmesinin işverence haksız feshedildiğini ileri sürerek, kıdem tazminatı ve maddi tazminat taleplerinin hüküm altına alınmasını istemiştir.

B) Davalı Cevabının Özeti:

Davalı, kesin hüküm nedeniyle davanın reddini istemiştir.

C) Yerel Mahkeme Kararının Özeti:

Mahkemece, davacının daha önce aynı talepler hakkında açtığı davadan feragat ettiğinden kesin hüküm nedeniyle davanın reddine karar verilmiştir.

D) Temyiz:

Kararı davacı temyiz etmiştir.

E) Gerekçe:

Dava tarihinde yürürlükte bulunan 1086 sayılı HUMK.nun 91. maddesine göre feragat iki taraftan birinin neticei talebinden vazgeçmesidir. 6100 sayılı HMK 307.maddesinde feragat, davacının, talep sonucundan kısmen veya tamamen vazgeçmesidir şeklinde düzenlenmiştir.

HUMK madde 95/1 ve HMK 311.maddelerine göre feragat kesin hüküm gibi hukuki sonuç doğurur. Yani feragat nedeniyle reddedilen dava, aynı konuda aynı taraflar arasında ve aynı dava sebebine dayanarak yeniden açılamaz; açılırsa kesin hüküm nedeniyle reddedilir. Mahkemece de bu düzenleme doğrultusunda kesin hüküm nedeniyle davanın reddine karar verilmiştir.

Ancak, davanın açıldığı 1086 sayılı HUMK döneminde feragate tanınan bu maddi anlamda kesin hükme karşı feragatin feshinin yani iptalinin dava edilebilmesi mümkündür. Davacı dava dilekçesinde feragatten bahsetmekle feragatin hileye dayalı olduğu iddiasını ileri sürmüştür.

Davacının vasisi ise temyiz dilekçesinde davacının 2005 yılından beri akıl rahatsızlığı bulunduğunun ve cezai ehliyetinin bulunmadığının … 9. Asliye Ceza Mahkemesi 2011/316 E. sayılı dosyasında tespit edildiğini, feragat tarihinde de hukuki ehliyetinin bulunmadığını ileri sürmüştür.

Somut olayın yukarıda özetlenen biçimine göre, olayları anlatmak taraflara, nitelemek hakime aittir ilkesi çerçevesinde 1086 SK. döneminde açılan davada davacının isteminin feragatın iptaline yönelik değerlendirmek gerekir.

6100 Sayılı HMK 311 maddesine göre: “ (1) Feragat ve kabul, kesin hüküm gibi hukuki sonuç doğurur. İrade bozukluğu hâllerinde, feragat ve kabulün iptali istenebilir.”

Daha önce usül hukukunda yer almayan genel hükümler çerçevesinde açılabilen feshin iptali davasının, HMK 311.maddesinde açıkça düzenlenmekle ayrıca bir yorumda bulunmaya gerek de kalmadan açılabileceğinde tereddüt yoktur. İrade fesadı ileri sürülen her davanın kesin hüküm itirazı ile karşılaşılmadan görülebileceği açıktır.

Davacının ileri sürdüğü irade fesadı doğrultusunda Borçlar Kanunu ve vekalete ilişkin hükümler birlikte değerlendirilmek suretiyle bir karar verilmesi gerekirken davanın kesin hüküm nedeniyle reddi hatalıdır.

F) Sonuç:

Temyiz olunan kararın, yukarıda yazılı sebepten dolayı BOZULMASINA, peşin alınan temyiz harcının istek halinde ilgiliye iadesine 04.02.2013 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

Yazar Hakkında: Avukat Saim İncekaş

Saim İncekaş, Adana Barosu'na kayıtlı bir avukattır. 2016 yılından bu yana Merkezi Adana'da bulunan ve kurucusu olduğu İncekaş Hukuk Bürosu'nda çalışmaktadır. Yüksek lisans derecesi ile hukuk eğitimini tamamladıktan sonra bu alanda birçok farklı çalışma yürütmüştür. Özellikle aile hukuku, boşanma, velayet davaları, çocuk hakları, ceza davaları, ticari uyuşmazlıklar, gayrimenkul, miras ve iş hukuku gibi alanlarda uzmandır. Saim İncekaş, sadece Adana Barosu'nda değil, aynı zamanda Avrupa Hukukçular Derneği, Türkiye Barolar Birliği ve Adil Yargılanma Hakkına Erişim gibi dernek ve kuruluşlarda da aktif olarak görev almaktadır. Bu sayede, hukukun evrenselliği konusundaki farkındalık ve hukuk sistemine olan güveni arttırmaya yönelik birçok çalışmada yer almaktadır. Randevu ve Ön Görüşme İçin WhatsApp Üzerinden Hemen İletişime Geçin

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir