YARGITAY İLGİLİ HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞI’NA
Gönderilmez üzere
ADANA BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ 7. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞI’NA
DOSYA NO:
TEMYİZ KANUN YOLUNA BAŞVURAN DAVACI:
VEKİLİ:
DAVALI:
VEKİLİ:
KONU: Adana Bölge Adliye Mahkemesi 7. Hukuk Dairesi’nin … Esas … Karar sayılı ve A tarihli yasalara aykırı kararının temyiz incelemesi neticesinde BOZULMASINA ve Tehiri İcraya karar verilmesi talebimizdir.
AÇIKLAMALAR
1-) Müvekkil 2008 yılında davalı banka ile 105.000 USD miktarlı 240 ay vadeli dövizli konut kredisi sözleşmesi imzalamıştır. Kredinin kullanıldığı tarihte döviz kuru 1,2415 TL’dir. Aylık 897 USD ödemektedir. Müvekkilin krediyi kullandığı tarih ile gelinen tarih arasında aşırı derecede kur farkı oluşmuş borç 5 katına çıkmıştır. Müvekkil bu nedenle kredi taksitlerini ödemede zor duruma düşmüştür. Borçlar Kanunu 138. Madde anlamında aşırı ifa güçlüğünün şartları oluşmuş olup tarafımızca sözleşmenin yeni şartlara uyarlanarak edimler arasındaki orantısızlığın giderilmesi talep edilmiştir. Ancak yerel mahkemece, sözleşmenin kurulmasından sonra meydana gelen ve öngörülemeyen değişiklikler kapsamında sözleşmenin uyarlanabilme şartlarından öngörülemezlik unsurunun gerçekleşmediğinden bahisle davamız reddedilmiştir. İstinaf mahkemesince de aynı sonuca varılmış ve hiçbir objektif kriteri ve normatif bir içeriği olmayan karar verilmiş ve davanın reddine karar verilmiştir.
2-) Hiç kuşkusuz ki hukukumuzda sözleşmeye bağlılık (Ahde Vefa-Pacta Sund Servanda) ve sözleşme serbestliği ilkeleri kabul edilmiştir. Bu ilkelere göre, sözleşme yapıldığı andaki gibi aynen uygulanmalıdır. Eş söyleyişle, sözleşme koşulları borçlu için sonradan ağırlaşmış, edimler dengesi sonradan çıkan olaylar nedeni ile değişmiş olsa bile, borçlu sözleşmedeki edimini aynen ifa etmelidir. Gerçekten de sözleşmeye bağlılık ilkesi, hukuki güvenlik, doğruluk, dürüstlük kuralının bir gereği olarak sözleşme hukukunun temel ilkesini oluşturmaktadır. Ancak bu ilke, özel hukukun diğer ilkeleriyle sınırlandırılmıştır.
Sözleşme yapıldığında karşılıklı edimler arasında mevcut olan denge sonradan şartların olağanüstü değişmesiyle büyük ölçüde tarafların biri aleyhine katlanılamayacak derecede bozulabilir. İşte bu durumda sözleşmeye bağlılık ve sözleşme adaleti ilkeleri arasında bir çelişki ortaya çıkar ve artık bu ilkeye sıkı sıkıya bağlı kalmak adalet, hakkaniyet ve objektif iyiniyet (M.K.Md.4,2) kurallarına aykırı bir durum yaratır hale gelir. Hukukta bu zıtlık (Clausula Rebüs Sic Stantibus-Beklenmeyen hal şartı-sözleşmenin değişen şartlara uydurulması) ilkesi ile giderilmeye çalışılmaktadır. Tarafların iradelerini etkileyip sözleşmeyi yapmalarına neden olan şartlar daha sonra çok önemli surette, çarpıcı ve öngörülemez biçimde adaletsizliğe yol açan olayların gerçekleşmesi ile değişmişse, taraflar artık o akitle bağlı tutulmazlar. Değişen bu koşullar karşısında M.K. 2.maddesinden yararlanılarak sözleşmenin yeniden düzenlenmesi zorunluluğu doğar.
Yukarıda da değinildiği gibi, şayet bir borcun ifası imkansızlaşmış olmamakla beraber, borçlunun sorumlu olmadığı sebeplerle aşırı derecede güçleşmiş ise, bu durumun borç ilişkisine ne gibi bir etki yapacağı hususunda 818 sayılı Borçlar Kanunu’nda bir hüküm bulunmamaktaydı. 01.07.2012 tarihinde yürürlüğe giren 6098 Sayılı Türk Borçlar Kanunu’nda ise bu hususta genel bir düzenleme yer almaktadır. TBK m. 138 hükmü, “Aşırı İfa Güçlüğü” kenar başlığı altında, sözleşmenin kurulmasından sonra ortaya çıkan bazı durumların sözleşmenin uyarlanması veya sona erdirilmesi sebebi oluşturacağını düzenlemiştir.
III. Aşırı ifa güçlüğü
MADDE 138-“özleşmenin yapıldığı sırada taraflarca öngörülmeyen ve öngörülmesi de beklenmeyen olağanüstü bir durum, borçludan kaynaklanmayan bir sebeple ortaya çıkar ve sözleşmenin yapıldığı sırada mevcut olguları, kendisinden ifanın istenmesini dürüstlük kurallarına aykırı düşecek derecede borçlu aleyhine değiştirir ve borçlu da borcunu henüz ifa etmemiş veya ifanın aşırı ölçüde güçleşmesinden doğan haklarını saklı tutarak ifa etmiş olursa borçlu, hâkimden sözleşmenin yeni koşullara uyarlanmasını isteme, bu mümkün olmadığı takdirde sözleşmeden dönme hakkına sahiptir. Sürekli edimli sözleşmelerde borçlu, kural olarak dönme hakkının yerine fesih hakkını kullanır.
Bu madde hükmü yabancı para borçlarında da uygulanır.”
Kanun maddesi açık olup,
TBK m. 138 hükmüne göre; sözleşme taraflarından birinin hakime yapacağı başvuru üzerine talep doğrultusunda bir karar verilebilmesi için aşağıdaki şartlar bulunmalıdır.
a) Sözleşme kurulduktan sonra, tarafların edimleri arasındaki denge, borçludan sonuçları yüklenmesi istenemeyecek kadar büyük ölçüde bozulmuş olmalıdır. Şayet aşırı ifa güçlüğü sözleşme kurulduğu sırada da mevcut olup sadece taraflarca bilinmiyorsa, bu TBK m. 138 hükümlerine değil, şartları varsa yanılma (TBK m. 30 vd.) hükümlerine göre iptale konu olabilir. Sonradan ortaya çıkan ifa güçlüğünün, mutlaka borçlunun ekonomik olarak mahvına veya ağır zararına yol açacak olması gerekmez. Maddede, “kendisinden ifanın istenmesinin dürüstlük kurallarına aykırı düşecek derecede borçlu aleyhine değiştirir” olması yeterli görülmüştür. Elbette bu değerlendirmede, karşı tarafın durumu da göz önüne alınacaktır.
b) Edimlerin dengesindeki değişiklik sözleşme yapılırken öngörülemeyen ve öngörülmesi de beklenmeyen (Savaş, ekonomik kriz, devalüasyon, tabii afetler, ithal ve ihraç konusunda getirilen yasak ve tahditler gibi) olağanüstü bir durumdan ileri gelmelidir. Bu husus da “Emprevizyon” olarak ifade edilebilir. Maddede her ne kadar “taraflarca öngörülmeyen” denmişse de, olağanüstü olgunun sözleşme kurulurken sadece aşırı ifa güçlüğüne düşen taraf açısından öngörülemez olması yeterli sayılmalıdır. Aşırı ifa güçlüğüne düşenin bu durumu sözleşme yapılırken öngörmediğini ispat etmesi yetmez, bu durum onun için “öngörülmesi beklenemez” olmalıdır. Kendi özensizliği veya dikkatsizliği sebebiyle bu olguyu öngörememişse, 138. maddeden yararlanamayacaktır.
c) Aşırı ifa güçlüğü yaratan olgu borçludan kaynaklanmamalıdır. Olgunun kendisinin borçludan kaynaklanmaması yanında, bunun aşırı ifa güçlüğü yaratması da borçludan kaynaklanmamalıdır.
d) Edimler henüz ifa edilmemiş olmalıdır.
Somut olayda tüm şartlar gerçekleşmişken yerel mahkeme ve bölge adliye mahkemesince kararlarında dayanılan tek olgu öngörülemezlik ilkesi olmuştur. Ve müvekkile ülkedeki ekonomik krizleri önceden öngörmesi gerektiği sorumluluğu yüklenmiştir. Gerekçe olarak ise “Ülkede zaman zaman ekonomik krizlerin vuku bulduğu ve bu bağlamda dövizle borçlanmanın risk taşıdığı, bunun da toplumun büyük bir çoğunluğu tarafından bilinen bir olgu olduğu” gösterilmiştir. Ancak bu sonuca varılırken, hangi objektif kriterlerin bulunduğu açıklanmamış sadece “zaman zaman ekonomik krizlerin var olduğu” belirtilmiştir. Hukuk teorisinde verilen kararın gerekçesi açıklanırken her açıklama somutlaştırılmalı ve kavramlara normatif bir içerik kazandırılmalıdır. Özellikle öngörülmezlik şartının somutlaştırılmasında her somut olay ayrıca değerlendirilmeliyken “zaman zaman ülkede
ekonomik krizlerin var olduğu ve bunu tüketicinin bilmesi gerektiği” gerekçesi hukuk mantığına sığmaz. Ülkeyi sürekli ekonomik krizde gören pesimist ve subjektif cümle ile hüküm kurulması tarafımızca ve doktrince kabul edilemez niteliktedir.
Kaldı ki; Edimlerin dengesindeki değişiklik sözleşme yapılırken öngörülemeyen ve öngörülmesi de beklenmeyen (Savaş, ekonomik kriz, devalüasyon, tabii afetler, ithal ve ihraç konusunda getirilen yasak ve tahditler gibi) olağanüstü bir durumdan ileri gelmesi Yargıtay ve doktrinde kabul edilmektedir. Yani TBK 138 anlamında sözleşmenin uyarlanmasında ekonomik krizlerin varlığı öngörülmezlik ilkesi için geçerli kabul edilmektedir. Ancak Bölge Adliye Mahkemesince verilen kararda “zaman zaman gerçekleşen ve tüketicinin bilmesi gereken ekonomik krizlerin varlığı” gerekçesi TBK 138’inci maddesini paralize etmekte ve bunun de etkisi olarak hükmün uygulama alanını daraltmaktadır. Hükmün uygulanmasını amaca aykırı olarak daraltarak hükmü sadece savaş ve tabii afetlerle uygulanır kılmaktadır. Oysa olağanüstü olay kavramı “olağanüstü olay teorisinin” yaratıldığı yandan bu yana hem tabii afetleri hem de sosyal afetleri kapsamaktadır. Sosyal afetler ise bireysel üstü, yani toplumun geneline olumsuz etki eden iktisadi değişikliklerdir. Yalnızca savaş, deprem, kasırga ile değil; para değerinin büyük ölçüde düşmesi ve artmasıyla da olağanüstü bir durum gerçekleşebilir.
Ayrıca ekonomi uzmanlarının bile tahmin edemeyeceği enflasyon oranlarının yaşandığı zamanlarda, sözleşme taraflarının bunu öngörebileceğini beklemek haksızlık olmaktadır. Hukuk düzeninin tacir için aramış olduğu öngörü kapasitesini bu şekilde kararlarla, şahsi veyahut ailevi ihtiyaçlarını gideren tüketici için de aramak ve tacir ile tüketiciyi aynı kefeye koymak haksızlık olmaktadır.
2016 yılında yaşanan darbe girişimi ile 2018 yılında yaşanan Rahip Branson olayı sonrası TL USD karşısında değer kaybı yaşamıştır. İşlem temeli çökmüş, geri ödeme miktarı artmıştır. Tüketici olan müvekkilin bu olayları öngöremeyeceği açıktır. Müvekkilin bu olayları öngöremeyeceği açıktır.
Müvekkilin bu olayları öngörebileceği ihtimalinde dahi, mezkur kredi sözleşmesini ya hiç yapmayacağı ya da farklı döviz seçeceği aşikardır.
Bu nedenle yerel mahkeme ve bölge adliye mahkemesince tüketiciye her ekonomik dalgalanmayı öngörmesi gerektiği iddiası ne hukukun ne de iktisadın hiçbir akımında temeli yoktur. Burada bilinçli veya bilinçsiz olarak banka gibi büyük sermaye odaklarının korunması söz konusu olmaktadır.
Halbuki öngörülmezlik ilkesi ile korunan hukuki menfaat, ekonomik kriz ortamlarında ahde vefanın olumsuz sonuçlarından bireyleri korumaktır. Ekonomik sistemin seçilmesinde, yönetilmesinde ve denetlenmesinde hiçbir katkısı olmayan tüketici müvekkilin bu sıra dışı iktisadi değişiklikler altında
ezilmekten kurtarmak amaçtır. Ancak bu amacın dışında tamamen soyut ve subjektif gerekçe ile işlem temelinin çökmediği kararı yerinde değildir.
3-) Yerel mahkeme ve bölge adliye mahkemesince delillerin değerlendirilmesinde hata yapılmıştır. 6098 sayılı Borçlar Kanunu’nun 138’inci maddesinin açık hükmü karşısında hakim, her somut olayda yabancı para borcundaki dönemsel artışın anılan yasa hükmünde koşulları belirtilen aşırı ifa güçlüğüne yol açıp açmadığını değerlendirmesi gerekir. Bunun için HMK’nun 266. maddesi uyarınca uzman bilirkişiden teknik görüş de almak suretiyle değerlendirme yapmalıdır. Ancak dosya kapsamında alınan bilirkişi raporuna bakıldığında teknik görüşün değil hukuki görüşün var olduğu gözükecektir. Örneğin davalı bankadan Avro, Amerikan Doları, Japon Yeni ve Türk Lirası olarak aynı tutar ve vade ile kredi alınmış olması halinde yapılacak ödemelere ait karşılaştırmalı tablolar hazırlanarak kapsamlı bir değerlendirme yapılması gerekirdi. Ancak bilirkişi tarafından hazırlanan rapor tamamen hukuki görüş üzerine kuruludur. Teknik anlamda bir rapor değildir. Bu nedenle uyarlama konusu borç miktarının aşırı ifa güçlüğüne yol açıp açmadığı taksit tutarlarına ve kişilerin ödeme güçlerine göre değişkenlik göstereceğinden somut olayda bilirkişi raporunda böyle bir değerlendirme yapılmamıştır. Dosyada delillerin değerlendirilmesinde eksik inceleme mevcuttur.
Aşağıda sunmuş olduğumuz Yargıtay kararında da görüleceği üzere dövizle borçlanmalarda uyarlama talebinin mümkün olabileceği ancak aşırı ifa güçlüğünün tespiti adına bilirkişi ve uzman görüşünün alınması gerektiği hükme bağlanmıştır. Somut olayda uyarlama şartlarının oluşup oluşmadığının değerlendirilmesi gerektiği bu Yargıtay kararında özellikle vurgulanmıştır.
Yargıtay 13. Hukuk Dairesi’nin 2012/8250 Esas 2013/2623 Karar 07.02.2013 Tarihli
AŞIRI İFA GÜÇLÜĞÜNÜN TESPİTİ
DÖVİZE BORÇLANMALARDA UYARLAMA TALEBİ
ÖZETİ: Talep halinde, sözleşme şartlarının bir taraf aleyhine, öngörülemez şekilde, aşırı derece değişmesi durumunda hakime sözleşmeye müdahale etme görevi yüklenmiştir. Bu nedenle hakim, bu koşulların bulunup bulunmadığını araştırmakla yükümlü olup, gerekirse bilirkişi incelemesi yapmalı ve uzman bilirkişilerden görüş almalıdır. Davacı, 09.05.2007 tarihinde İsviçre Frangı’na (CHF) endeksli konut finansman kredisi kullandığını, krediyi kullandığı tarih ile gelinen tarih arasında aşırı derece kur farkı oluştuğunu bu nedenle kredi taksitlerini ödemede zor duruma düştüğünü ileri sürerek öncelikle sözleşmenin geçerli olup olmadığının tespitini, şayet geçerli olduğu tespit olunur ise sözleşme şartlarının mevcut duruma uyarlanmasını istemiştir. 6101 Sayılı Türk Borçlar Kanununun Yürürlüğü ve Uygulama Şekli Hakkında Kanunun 7. maddesi uyarınca devam eden davalarda 6098 Sayılı Yasanın 138. maddesi uygulanabileceğinden temyiz aşamasında dövizle borçlanmalarda uyarlama istenebilmesi mümkün olduğundan, davanın reddi bozma sebebidir.
6098 Sayılı Türk Borçlar Kanunu henüz yürürlükte değil ise de, 6101 Sayılı Türk Borçlar Kanununun Yürürlüğü ve Uygulama Şekli Hakkında Kanunun 7. maddesi uyarınca devam eden davalarda da 6098 Sayılı Yasanın 138. maddesi uygulanabileceğinden temyiz aşamasında da bu hususun nazara alınması ve dövizle borçlanmalarda uyarlama istenebileceği gözetilmelidir. Temyiz aşamasında anılan yasa yürürlüktedir. Mahkemece, dövizle borçlanmalarda Türk Lirasının değer kaybettiğinin kolayca bilinebilecek ve öngörülebilecek bir husus olduğu vurgulanmıştır. Ancak, bu sonucu varılırken, hangi objektif kriterlerin bulunduğu açıklanmamış, sadece önceki krizler gösterilmiştir.
Yukarıda anlatılanlardan da anlaşılacağı üzere talep halinde, sözleşme şartlarının bir taraf aleyhine, öngörülemez şekilde, aşırı derece değişmesi durumunda hakime sözleşmeye müdahale etme görevi yüklenmiştir. Bu nedenle hakim, bu koşulların bulunup bulunmadığını araştırmakla yükümlü olup, gerekirse bilirkişi incelemesi yapmalı ve uzman bilirkişilerden görüş almalıdır.
ilişkin tüm deliller toplanıp, uzman bir bilirkişi veya bilirkişi kurulundan rapor alınarak, tüm dosya kapsamı belge ve kanıtlar birlikte değerlendirilmek suretiyle sonucuna göre bir karar vermekten ibarettir.
Mahkemece, sözleşmenin uyarlanmasına ilişkin açıklanan kural ve yöntemler gözetilmeden, eksik incelemeyle yazılı şekilde karar verilmesi usul ve yasaya aykırıdır.”
Yukarıda açıkladığımız tüm bu nedenlerle yerel mahkemece ve bölge adliye mahkemesince Borçlar Kanunu’nun 138’inci maddesinin uygulama şartlarından olan öngörülmezlik unsurunun olaya uygulanmasında gerekçelerin yerinde olmadığı açık olup borç miktarının aşırı ifa güçlüğüne yol açıp açmadığı hususunda bilirkişi raporunun elverişli olmadığı ortadadır.
NETİCE VE TALEP: Adana Bölge Adliye Mahkemesi 7. Hukuk Dairesi’nin A sayılı ve A tarihli usul ve yasalara aykırı kararının temyiz incelemesi neticesinde BOZULMASINI ve Tehiri İcraya karar verilmesini vekaleten arz ve talep ederiz.
Davacı Vekili