Bayilik Sözleşmesi Davasına Cevap ve Savunma

Bayilik sözleşmesine dayalı olarak açılan sözleşmenin feshi davasına cevap dilekçesi, savunması nasıl hazırlanır?

Bayilik sözleşmesinden kaynaklanan uyuşmazlıklara günümüzde sıkça rastlanmaktadır. Sözleşmeye aykırılık söz konusu olduğunda taraflar bayilik sözleşmesini fesih etmek isterler. Bu yazımızda tam da bu konuya değinerek, bayilik sözleşmesi feshine karşı ne şekilde savunma yapılabileceği, cevap verilebileceği Avukat Saim İNCEKAŞ’ın katkılarıyla kaleme alınmıştır.

ADANA … ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ

SAYIN HAKİMLİĞİ’NE,

DOSYA NO:

DAVALI:

VEKİLİ:

DAVACI: 

VEKİLİ:

KONU: Huzurdaki davaya ilişkin cevaplarımızın, delil listemizin ve delillerimizin sunulmasından ibarettir.

AÇIKLAMALAR

OLAYIN SEYRİNE İLİŞKİN AÇIKLAMALARIMIZ

Davacı … ile Müvekkil şirketler arasında … tarihinde Bayilik Sözleşmesi (“Sözleşme”) imzalanmıştır (EK-1’de ilgili sözleşme sunulmaktadır). Taraflar arasındaki hukuki ilişkiye uygulanması gereken sözleşme de dilekçemiz ekinde sunduğumuz Sözleşme ve ekleridir. Sözleşme kapsamında, Müvekkil şirketler tarafından davacı şirkete, elektronik haberleşme hizmeti kapsamında sunulan ürün ve hizmetlerin belirlenen usul ve esaslar çerçevesinde, “TÜRK TELEKOM”, “TTNET” ve “TTMOBİL” (eski ismi ile “AVEA”) markaları altında satış, dağıtım ve pazarlamasının yapılması hakkı verilmiştir.

Müvekkil şirketler tarafından … Noterliği aracılığıyla gönderilen … tarihli … ve … yevmiye numaralı ihtarnameler ile Sözleşme, Sözleşme’nin 6.2. maddesinde düzenlenen “Sözleşme konusu faaliyetleri sürekli ve kesintisiz olarak ifa etme” yükümlülüğünün ihlal edilmesi sebebiyle haklı sebebe dayanılarak feshedilmiştir (EK-2’de ilgili ihtarnameler sunulmaktadır).

Davacı tarafından ikame edilen huzurdaki dava ile; Sözleşme’nin haksız feshedildiğinin tespiti, haksız fesih sebebiyle 29.119,61-TL yoksun kalınan kar, 14.659,80-TL ödenmeyen hak ediş, 28.556,81-TL işçilerin işten çıkarılması sebebiyle ödenecek tazminat, 100,00-TL portföy tazminatı olmak üzere toplam 72.446,22-TL maddi ve 50.000,00-TL manevi tazminat talep edilmektedir.

Huzurdaki haksız ve mesnetsiz davaya karşı yasal süresi içerisinde işbu dilekçemiz ile cevaplarımızı Sayın Mahkemeniz bilgilerine sunmaktayız.

USULE İLİŞKİN İTİRAZLARIMIZ

TEBLİĞ EDİLMEYEN DAVA DİLEKÇESİNİN EKLERİ İLE İLGİLİ OLARAK BEYANDA BULUNMA HAKKIMIZI SAKLI TUTARIZ.

6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu 121. maddesi gereği dava dilekçesinin ekleri ile birlikte davalıya tebliğ edilmesi gerekirken, tarafımıza dava dilekçesinin ekleri tebliğ edilmemiştir. Bu nedenle, tebliğ edilmeyen ekler ile ilgili olarak beyanda bulunma hakkımızı saklı tuttuğumuzu, eklerin tamamına ve içeriğine itiraz ettiğimizi Sayın Mahkemenize önemle belirtmek isteriz.

İŞBU UYUŞMAZLIĞIN ÇÖZÜMÜ BAKIMINDAN SAYIN MAHKEMENİZİN YETKİSİ BULUNMAYIP, İSTANBUL MAHKEMELERİ YETKİLİDİR.

6100 sayılı HMK’nın 17. maddesi uyarınca;

“Tacirler veya kamu tüzel kişileri, aralarında doğmuş veya doğabilecek bir uyuşmazlık hakkında, bir veya birden fazla mahkemeyi sözleşmeyle yetkili kılabilirler. Taraflarca aksi kararlaştırılmadıkça dava sadece sözleşmeyle belirlenen bu mahkemelerde açılır” denmektedir.

Somut olayda tacir sıfatı taşıyan taraflar düzenledikleri Sözleşme’nin 29. maddesi ile;

Sözleşme’nin ifasından veya yorumundan doğabilecek her türlü uyuşmazlık Türk Hukuku’na tabidir ve uyuşmazlıkların çözümünde İstanbul Merkez (Çağlayan) Mahkemeleri ile İcra ve İflas Daireleri yetkilidir” diyerek aralarında çıkacak uyuşmazlıklar açısından İstanbul Mahkemelerini yetkili kılmışlardır. HMK m.17’de açıkça belirtildiği üzere, taraflar aksini kararlaştırmadıkça yalnızca sözleşmede kararlaştırılan mahkemelerde dava açılabilecektir.

Davanın yetkisiz bir mahkemede açılması halinde, HMK m.19/2’de taraflara cevap dilekçesinde yetki itirazında bulunma hakkı tanınmıştır. Bu hüküm doğrultusunda, Sayın Mahkemenizin yetki itirazımızı kabul ederek yetkisizlik kararı verilmesini ve davanın taraflarca yetkili kılınan İstanbul Mahkemelerine iletilmesini talep ediyoruz.

ESASA İLİŞKİN İTİRAZLARIMIZ

DAVACI İLE AKDEDİLEN SÖZLEŞME, DAVACININ SÖZLEŞME’YE VE MEVZUATA AYKIRILIKLARI NEDENİYLE, HAKLI NEDENLE FESHEDİLMİŞTİR.

Davacı ile akdedilen Sözleşme, davacının Sözleşme’ye aykırı davranışlarının tespit edilmesi nedeniyle haklı olarak feshedilmiştir. Müvekkil şirketler tarafından; davacı bayinin bayilik faaliyetlerini sürdürdüğü söz konusu işyerine ait kira süresinin bittiği ve ayrıca kira bedelini düzenli olarak ödemediği gerekçesiyle, … Valiliği İl İdare Kurulu Müdürlüğü’nün 2886 sayılı Kanun’un 75. maddesi uyarınca, 30.04.2018 tarih ve 3020 sayılı kararı ile bayinin işyerinden tahliye edilmesi için süreci başlattığı tespit edilmiştir.

… Valiliği İl İdare Kurulu Müdürlüğü’nün işbu kararının tespiti üzerine; Müvekkil şirketler tarafından davacı tarafa Beşiktaş 6. Noterliğinin … tarih ve … yevmiye numarasında kayıtlı bulunan ihtarname gönderilerek, bayilik faaliyetlerinin yerine getirilmesi amacıyla yeni bir işyeri tesis edilmesi ve bu işyerinin şirketler onayına sunulması hususu ihtar edilmiştir (EK-3’te ilgili ihtarname sunulmaktadır).

Her ne kadar bayi tarafından işyeri olarak kullanabilecekleri farklı dükkanlar şirketler onayına sunulmuş ise de işbu dükkanlar mağaza lokasyonu ve kapalı alan ölçüsünün bayilik faaliyetlerine uygun olmaması gibi haklı sebeplere dayanılarak Müvekkil şirketlerce kabul edilmemiştir. Müvekkil şirketlerce gönderilen 23.05.2018 tarihli ihtarnameden Sözleşme’nin feshine kadar olan sürede bayilik faaliyetlerinin devam edebilmesi için uygun bir işyeri bulamayan davacı, işyerinden tahliye edildiği 30.11.2018 tarihinden tarafımızca Sözleşme’nin haklı olarak feshedildiği 15.01.2019 tarihine kadar Sözleşme’ye ilişkin hiçbir yükümlülüğünü yerine getirmemiştir.

Sözleşme’nin 6.2. maddesi uyarınca davacı; “…Sözleşme konusu faaliyetleri sürekli ve kesintisiz olarak ifa etmeyi”,

Sözleşme’nin 8.2. maddesi uyarınca; “Şirketler tarafından aksi belirtilmediği müddetçe Şirketler’in onayladığı ve belirlediği standartlara uygun olarak İşyeri kurmak için kiralanan taşınmazın malikleriyle/hak sahipleriyle bayilik faaliyetlerine uygun nitelik ve süredeki kira sözleşmesini namına ve hesabına akdetmeyi…”

Sözleşme’nin 8.11. maddesi uyarınca ise; “Şirketler tarafından bayilik faaliyetinin ticarete daha elverişli bir başka lokasyonda yapılmasının istenmesi ve/veya kendisinin talep etmesi halinde, İşyeri/Şubelerini bildirecek olan esaslara uygun olmak ve Şirketlerden izin/onay almak kaydıyla yeni bir yere taşımayı…” beyan, kabul ve taahhüt etmiştir.

Ancak; Sözleşme’ye ilişkin tüm bu beyan, kabul ve taahhütlerini hiçe saymak suretiyle 9 aya aşkın süre boyunca, kira sözleşmesinin sona ermesine az kaldığının farkında olmasına rağmen bayilik faaliyetleri için elverişli bir işyeri belirlememiş, kira ödemelerini düzgün olarak gerçekleştirmemiş ve bu sebeplerle kiraladığı yerden tahliye edilerek 1,5 ay boyunca hiçbir bayilik faaliyetini yerine getirememiştir.

Sözleşme madde 26.2’de;

“Şirketler, kanundan ve Sözleşme’den kaynaklanan hakları saklı kalmak kaydıyla aşağıda ve/veya işbu Sözleşme’nin ilgili maddelerinde belirtilen nedenler ile Sözleşme’yi haklı nedenle, derhal ve tazminatsız olarak feshetme hakkına sahiptir” denmektedir. Dolayısıyla, taraflar arasında kararlaştırılan bu hüküm uyarınca haklı bir nedenin varlığı halinde Müvekkil şirketler Sözleşme’yi derhal ve tazminatsız olarak feshedebilecektir.

Sözleşme madde 26.2.6’da;

“Bayinin işbu Sözleşme ve Eki niteliğinde olan belgeler kapsamında belirlenmiş olan yükümlülüklerinden herhangi birini hiç, zamanında ya da gereği gibi yerine getirmeyerek Sözleşme’yi kısmen dahi olsa ihlal etmesi, sayılanlarla sınırlı olmamak üzere; Bayinin Şirketler tarafından belirlenen Ürün ve Hizmetleri Müşteriler/Abonelerin taleplerini karşılayacak düzeyde bulundurmaması ve sunmaması,…Şirketlerin İşyeri/Şubesinin bulunduğu yerin değiştirilmesini talep ettiği halde Bayinin yeni yer arayışına girmemesi, İşyeri/Şubesini değiştirmemesi…” denilerek hangi hallerde Sözleşme’nin gereği gibi yerine getirilmemesi sebebiyle haklı nedenle feshin mümkün olacağı tahdidi olmamak kaydıyla hükümde sayılmıştır.

Yukarıdaki Sözleşme hükmünden de açık bir şekilde anlaşılacağı üzere davacı, uzun süre boyunca bayilik faaliyetlerini yerine getirmeyerek, bunun yanı sıra ihtarname gönderilmek suretiyle yapılan uyarıya rağmen bayilik faaliyetini devam ettirebileceği uygun bir işyeri bulmayarak Sözleşme’de yer alan yükümlülüklerini ihlal etmiştir.

Sözleşme’nin 26.2. maddesinde belirtildiği üzere bayinin yükümlülüklerine aykırı davrandığı hallerde şirketlerin derhal Sözleşme’yi feshetme hakkı olmasına rağmen Müvekkil şirketler sorunun giderilmesi için ihtarname göndererek yeni bir işyeri bulunması için makul bir süre beklemiştir. Ancak; münhasıran davacı bayiden kaynaklı olan sebeplerle neredeyse 1,5 ay boyunca bayilik faaliyetleri kesintiye uğramış ve davacı tarafından uygun bir işyerinin bulunduğuna yönelik hiçbir gelişme tarafımıza sunulmamıştır. Bu durum üzerine, daha fazla zarara mahal vermemek amacıyla Müvekkil şirket Sözleşme’yi haklı nedenle feshetmek durumunda kalmıştır.

Davacının; tabi bulunduğu Türk Ticaret Kanunu’nun ilgili hükümleri uyarınca basiretli bir tacir gibi davranmak suretiyle, bayilik faaliyetlerinin aksamaması için kira bedellerini kiralayana düzenli olarak ödemesi ve kira sözleşmesi bitim tarihini dikkate alarak uygun tarihte yeni bir işyeri bulması gerekmektedir.

Ne var ki; davacı TTK m.20/2’de ve Sözleşme m.6.4’te düzenlenen tacirin, somut olay açısından bayinin tüm faaliyetlerinde basiretli bir tacir gibi davranma mükellefiyetine aykırı gelerek kiralayan ile arasında düzenlenen kira sözleşmesinin süre ve ödeme konusundaki hükümlerini hiçe saymış, bu sebeple bayilik faaliyetlerinin uzun bir süre aksamasına sebebiyet vermiştir.

Davacı taraf; 19.08.2019 tarihli dava dilekçesinde, bayilik faaliyetlerinin tarafımızca e-maillere geri dönüşlerin geç yapılması sebebiyle aksadığını iddia etse de davacı tarafın tüm bu iddiaları soyut ve asılsızdır. Zira; Müvekkil şirketler tarafından davacı tarafa, bayilik faaliyetlerinin başka bir lokasyonda yapılması ve bu sebeple yeni bir işyeri tesis edilmesini bildirmek amacıyla 23.05.2018 tarihinde ihtarname gönderilmiştir. Müvekkil şirketlerce gönderilen bahse konu ihtarnameden de anlaşılacağı üzere, bayilik faaliyetlerinin kesintisiz bir şekilde devam etmesi yalnızca bayinin lehine değil aynı şekilde Müvekkil şirketlerin de lehine bir durumdur. Bu yüzden; Müvekkil şirketler karşılıklı olarak bir zarar doğmaması için yükümlülüklerini yerine getirmiştir. Davacı tarafça uygun bir işyerinin Müvekkil şirketlere sunulması halinde Müvekkil şirket tarafından derhal onay verilecek ve işlerin aksamaması için gerekli tüm destek bayiye sağlanacaktır. Ancak; bayi tarafından bayilik faaliyetlerinin gerçekleşmesi için lokasyon ve kapalı alan ölçüsü açısından uygun kriterleri taşıyan bir işyeri Müvekkil şirkete sunulmamıştır.

Davacı, basiretli bir tacir gibi davranmaksızın … Belediyesi ile aralarındaki kira sözleşmesi hükümlerine aykırı davranarak ve daha da önemlisi kira sözleşmesinin bittiği tarihi bilmesine rağmen bu tarihten önce bayinin faaliyetlerine uygun başka bir işyeri ayarlamayarak açık ve net bir şekilde yükümlülüklerine aykırı gelmiştir. Tüm bu hususlar dikkate alındığında; davacının dava dilekçesinde öne sürdüğü iddiaların gerçeği yansıtmadığı ve ispattan uzak olduğu anlaşılacaktır. Davacı taraf; ne yazık ki bayi faaliyetlerinin aksamasından Müvekkil şirketi sorumlu tutarak tazminat talep etmekte ve bu şekilde haksız kazanç sağlamaya çalışmaktadır. Müvekkil şirketler Sözleşme’nin 26.2 maddesi kapsamında, davacının Sözleşme’ye ve kanuna aykırı eylemleri nedeniyle Sözleşme’yi derhal, tazminatsız ve haklı olarak feshetmiştir.

DAVACININ YOKSUN KALINAN KAR KAYBI TALEBİNİN REDDİ GEREKMEKTEDİR.

Davacı şirket, Müvekkil şirketlerce Sözleşme’nin haksız olarak feshedildiğini, bu nedenle de Müvekkil şirketlerce yoksun kalınan kar tazminatı ödenmesi gerektiğini iddia etmektedir. Müvekkil şirketler tarafından davacı ile akdedilen Sözleşme, davacının Sözleşme’ye ve yürürlükteki mevzuata aykırılıkları nedeniyle feshedildiğinden, davacının asılsız yoksun kalınan kar talebinin reddi gerekmektedir. Şöyle ki;

2.1. Davacının Sözleşmesel ve Yasal Yükümlülüklerini İhlal Etmesi Sebebiyle Sözleşme Müvekkil Şirketlerce Haklı Nedenle Feshedildiğinden, Davacı Yoksun Kalınan Kar Talebinde Bulunamaz.

Yoksun kalınan kar (kar mahrumiyeti), malvarlığında umulan artışın sözleşmenin ihlali sonucunda meydana gelememesi olup, sözleşmeyi kusuruyla fesheden taraftan talep edilen tazminat türüdür. Dolayısıyla, Sözleşme haklı şekilde feshedilmiş olduğundan sözleşmeden dolayı artık yoksun kalınan kar talep edilemeyecektir.

Yargıtay 3. Hukuk Dairesi’nin 13.06.2017 tarihli 2017/308 E. ve 2017/9922 K. sayılı ilamında da yoksun kalınan karın, sözleşmeyi kusuruyla fesheden taraftan isteneceği açıkça ifade edilmiştir:

“Kâr kaybı, kârdan mahrum kalma karşılığı meydana gelen zarardır. Genelde sözleşmeyi kusuruyla fesheden taraftan istenir.”

Davacı ile akdedilen Sözleşme, davacının yukarıda detaylarıyla açıklanan ve ısrarla devam ettirdiği ihlali dolayısıyla haklı nedenle feshedilmiştir. Bu nedenlerle; Sözleşme’yi ihlal ederek feshe neden olan ve kusurlu olan taraf davacı olduğundan, yoksun kalınan kar talebinde bulunamayacağından davacının bu yöndeki taleplerinin reddini talep ederiz.

2.2 Yoksun kalınan kar hesabında, davacının ileri sürdüğü 1 yıl 3 ay 26 günlük sürenin dikkate alınması mümkün değildir.

Sözleşme Müvekkil şirketçe haklı nedenle feshedildiğinden, yoksun kalınan karın davacı tarafça talep edilemeyeceğinin kabulü ile birlikte, bir an için yoksun kalınan karın talep edilebileceği varsayılsa dahi hesaplamada 1 yıl 3 ay 26 günlük süre dikkate alınamayacaktır. Davacının Sözleşme’nin 11.05.2020 tarihine kadar devam edeceğine dair asılsız bir iddia öne sürmüştür. Oysaki, Sözleşme’nin süresi 4.2. maddesinde açık bir şekilde düzenlendiği üzere;

“İşbu Sözleşme’nin süresi, Sözleşme’nin imza edildiği tarihten itibaren 2 (iki) yıldır. Sözleşme süresi, Taraflar’dan herhangi birinin Sözleşme süresinin sona ermesinden 1 (bir) ay önce yazılı bildirimde bulunmadığı takdirde, bir yıl uzamış sayılacaktır. İşbu Sözleşme’nin süresinin bu şekilde ve devam eden yıllarda uzaması halinde, Sözleşme süresi hiçbir şekilde 5 (beş) yıldan fazla olamayacak ve Taraflar, 5 (beş) yılın sonunda Sözleşme konusu işe devam etmek istedikleri takdirde aralarında anlaşarak yeni bir sözleşme imzalayacaklardır.”

Taraflar özgür iradeleri ile Sözleşme’nin süresini, uzama şartını, periyotlarını ve ne kadar süre uzayabileceğini sözleşme serbestisi çerçevesinde belirlemişlerdir. Dolayısıyla da davacının tamamen haksız olarak ortaya attığı Sözleşme’nin 11.05.2020 tarihine kadar devam edeceği iddiası asılsızdır.

Sözleşme’de yer alan bu hüküm doğrultusunda; … tarihinde imzalanan işbu Sözleşme … tarihine kadar geçerlidir. Ancak taraflar Sözleşme’nin sona ermesinden 1 ay önce yazılı bildirimde bulunmadığı için Sözleşme 11.05.2018 tarihine kadar uzamış ve yine taraflar bu tarihin bitiminden 1 ay önce yazılı bildirimde bulunmadığı için Sözleşme 11.05.2019 tarihine kadar uzamıştır. Dolayısıyla; Sözleşme’nin Müvekkil şirket tarafından 25.01.2019 tarihinde feshedildiği gözetildiğinde, Sözleşme henüz 11.05.2020’ye kadar olan uzama periyoduna girmemiştir.

İşbu sebeple; yoksun kalınan kar hesabı yapılırken 25.01.2019 – 11.05.2019 tarihleri arasındaki yaklaşık 3 ay dikkate alınmalıdır. Zira; yoksun kalınan kar hesaplanırken, sözleşmenin davalı tarafından feshedilmediği halde davacı tarafından elde edilecek kar hesaplanacaktır. Bu durumda; Sözleşme feshedilmeseydi dahi, Sözleşme süresi ile ilgili 4.2. maddede yer alan açık hüküm nedeniyle, Sözleşme … tarihine kadar geçerliliğini koruyacaktır.

Bu açıklamaya ek olarak, her ne kadar davacının yoksun kalınan kar talep hakkı bulunmasa da bir an için yoksun kalınan karı talep edebileceği varsayılsa dahi, yoksun kalınan kar hesabında sözleşmenin bakiye süresinin değil benzer nitelikte bir işi bulması için gereken makul sürenin dikkate alınması gerekmektedir. Bu husus yerleşik Yargıtay içtihatları ile kabul edilmiştir.

Yargıtay 11. Hukuk Dairesi’nin 2015/462 E. ve 2015/10260 K. sayılı ilamında bu husus açıkça ortaya konmuştur:

“Sözleşmenin davalı tarafça haksız feshi halinde kural olarak davacının ifa menfaatine ilişkin kar kaybı zararı isteminde bulunma hakkı mevcut ise de mahkemece, hükme esas alınan bilirkişi raporunda taraflar arasındaki sözleşme devam etmiş olsaydı sözleşmenin sona ermesi gereken sürenin tamamı esas alınarak yoksun kalınan kâr hesaplanmıştır. Ancak, bu şekilde yapılan yoksun kalınan kar hesaplanması yerinde görülmemiştir. Davacı, davalı dışında başka bir firmayla benzer nitelikte sözleşme yapabilecektir. Dairemizin yerleşik içtihatlarında da benimsendiği üzere (Yargıtay 11. Hukuk Dairesi 23.01.2014 tarih 2012/10547 E. 2014/1508 K. sayılı ilamı) uğranılan zararın hesabında fesihten sonra kalan tüm sözleşme süresi değil, davacının bu haksız fesih sonrasında feshedilen sözleşme konusu iş ile aynı nitelikte bir işi bulması için gereken süre, bir başka anlatımla aynı nitelikteki bir işi hangi sürede bulacağı veya bulması gerektiği konusunda tespit edilecek “makul bir süre” göz önüne alınarak uğranılan kar kaybının hesaplanması gerekmektedir.”

Dolayısıyla davacının 1 yıl 3 ay 26 gün üzerinden hesaplama yaparak 29.119,61-TL yoksun kalınan kar talep etmesi, açıkça yerleşik Yargıtay içtihatlarına ve de hakkaniyete aykırıdır.

DAVACI BAYİNİN TALEP ETTİĞİ 659,80-TL BEDELİNDEKİ PRİM ALACAKLARININ HİÇBİR DAYANAĞI YOKTUR.

Müvekkil şirket, Bayilik Sözleşmesi kapsamında davacıya karşı tüm ödeme yükümlülüklerini eksiksiz, tam ve zamanında yerine getirmiştir. Bu durum Müvekkil şirketin defter ve kayıtları incelendiğinde ortaya çıkacaktır. Dolayısıyla, işbu haksız ve kötü niyetli talebin reddi gerekmektedir.

Her ne kadar Müvekkil şirketin davacı şirkete karşı Sözleşme kapsamında prime ilişkin olarak herhangi bir borcu bulunmasa da kabul anlamına gelmemek kaydıyla bir an için aksi durumun varsayımında dahi;

3.1. Müvekkil şirketler ve davacı arasında henüz hesap mutabakatı yapılmamıştır.

“Sözleşme’nin Sona Ermesinin Sonuçları” nı düzenleyen 27.9. maddesinde;

Sözleşme’nin herhangi bir sebeple feshi/sona ermesi durumunda, hesap mutabakatı yapılıncaya kadar Şirketler’in Bayi’nin primlerini, hak edişlerini, alacaklarını ödememe/durdurma ve/veya Teminatı’nı iade etmeme yetkisi bulunmaktadır.

Müvekkil şirketler ile davacı arasında henüz hesap mutabakatı yapılmamıştır. Bu nedenle, her ne kadar Müvekkil şirketin davacıya borcu bulunmasa ve davacı alacak kalemlerini somutlaştırmasa da yukarıda yer alan sözleşmenin ilgili hükmü ile hesap mutabakatının yapılmasının ödeme için şart koşulduğu açıktır.

Sözleşme’nin 19.5. maddesinde mahsup hakkı düzenlenmiştir;

“Bayi, Sözleşme ve Ekler’inde öngörülen biçimde hesaplanacak prim tutarları ve hakkedişlerinin, kendisinin Şirketler’e olan borçlarına (işbu Sözleşme uyarınca tahakkuk ettirilecek gecikme bedeli ve cezalar da dahil) takas ve mahsup edileceğini beyan, kabul ve taahhüt eder. İşbu Sözleşme’nin hiçbir hükmü Bayi’ye hak kazandığı primler karşılığında nakit ödeme yapılmasını ve/veya ilgili prim hakkediş ve ödeme planından önce avans ve/veya kısmi prim ödemesini talep hakkı vermez. Şirketler, işbu Sözleşme ve/veya Taraflar arasında akdedilmiş olan diğer sözleşmeler çerçevesinde Bayi nezdinde doğmuş veya doğacak herhangi bir alacağını, işbu Sözleşme ve/veya Taraflar arasında akdedilmiş olan diğer sözleşmeler çerçevesinde Bayi’ye olan herhangi bir borcuyla ve/veya Bayi’nin prim alacağıyla takas, mahsup edebilir veya Bayi’nin alacaklarına bloke uygulayarak tahsil edebilir”.

Sözleşme’nin 22.3. maddesinde;

“Bayi’nin, Şirketler’den herhangi bir alacağının doğması halinde, söz konusu alacağın öncelikle hangi borçtan mahsup edileceği ile yapılacak kısmi ödemelerin öncelikle faiz, ceza veya masraflara sayılıp sayılmayacağını belirleme yetkisi Şirketler’e ait olacaktırdenmektedir.

Yine Sözleşme’nin 22.6. maddesinde de;

“Şirketler, işbu Sözleşme’den ve/veya cari hesap ilişkisinden doğabilecek her türlü alacağını Sözleşme’nin devamında ve/veya sona ermesi halinde Bayi’nin gerek bu Sözleşme’den gerekse Taraflar arasındaki diğer hukuki ilişkilerden doğmuş/doğabilecek hak ve alacaklarından ayrıca mahsup edebilecektir. Bayi, Şirketler’den her birinin diğer Şirket/ler’in hak ve alacağını karşılamak amacıyla nezdinde doğan Bayi alacağının diğer Şirket/ler’e ödeyebileceğini ve/veya blokaj uygulayabileceğini bilmekte, kabul, beyan ve taahhüt etmektedir.” denmektedir.

Tüm bu hükümler doğrultusunda; Müvekkil şirketin davacı şirkete karşı herhangi bir borcu bulunmamasına rağmen, bir an için davacının alacak iddiası dikkate aldığı düşünülse dahi, Sözleşme kapsamında alacaklı olan tarafından Müvekkil şirket olması nedeniyle ödememe ve mahsup hakkının bulunduğunun dikkate alınması gerekmektedir.

3.2. Taraflar arasında cari hesap ilişkisi olduğundan prim alacakları tek başına talep edilemeyecektir.

6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu uyarınca “cari hesap sözleşmesi” ilişkisi bulunmaktadır ve Mahkemenizin de takdirinde olacağı üzere hesabı kat edilmemiş bir cari hesap ilişkisinde alacak iddiasında bulunmak hukuken mümkün değildir.

Mahkemenizce de bilindiği üzere Türk Ticaret Kanunu’nun 89. maddesi uyarınca cari hesap sözleşmesi, iki kişinin karşılıklı olarak alacaklarını tek tek istemek ve borçlarını tek tek ödemek yerine, belirli bir dönem sonunda çıkarılacak hesabın ardından kalan bakiyeyi isteyebileceklerine ilişkin bir sözleşmedir.

Cari hesap kaydı tutan şirketler arasında, hesabın kesilmesi, kapatılması veya karşılıklı teyit edilmesi aşamalarında hesap mutabakatı yaparak aralarındaki borç alacak durumunu tespit ederler. Davacı şirket ile müvekkil şirket arasındaki cari hesap ilişkisi uyarınca tek tek alacak kalemi talebinde bulunulamayacağı açıktır.

Türk Ticaret Kanunu’nun 89. maddesi uyarınca, cari hesap ilişkisinde, kalem kalem alacak ve borç miktarları kaydedilerek, hesabın kesilmesinden sonra ortaya çıkacak artan tutar talep edilebilecektir. Bu emredici hükme rağmen davacı şirket tarafından salt kendi alacak kalemleri üzerinden hesaplama yapılarak, faturalandırılmış alacağı bulunduğundan bahisle alacak talebinde bulunulması taraflar arasındaki cari hesap ilişkisi uyarınca kabul edilemezdir. Bu nedenle huzurdaki haksız, mesnetsiz ve 6102 Sayılı Türk Ticaret Kanunu’nun 89. madde hükmüne aykırı talepler ihtiva eden huzurdaki davanın reddi gerekmektedir.

Müvekkil şirketin cari hesap kayıtları uyarınca; hesap hareketleri 28.03.2019 tarihinde durmuştur ve bu tarih itibariyle Müvekkil şirketlerin bayiye yalnızca 274,31-TL borcu olduğu görülmektedir. Dolayısıyla; davacı bayinin kendisine gönderilen faturaları eksik işlemesi veya hiç işlememesinden dolayı kendi hesap kayıtları Müvekkil şirketlerden farklı ise Sözleşme’nin 22.4. maddesi uyarınca Müvekkil şirketlerin kayıtları esas alınacaktır. Şöyle ki;

Sözleşme’nin 22.4. maddesinde;

“Bayi, Şirketler’in talebi halinde ve her halükarda 6 (altı) ayda bir Şirketler ile hesap mutabakatı yapmakla yükümlüdür. Kayıtlar arasında farklılık olursa Şirketler’in kayıtları esas alınacaktır” denmektedir.

Karşılıklı olarak kabul edilen bu hüküm uyarınca; Müvekkil şirketlerin kayıtları esas alındığında, bayiye karşı herhangi bir prim borcu bulunmadığı görülecektir. Bu sebeple dayanaksız olan işbu talebin reddi gerekmektedir.

DAVACI TARAF KENDİ İŞÇİLERİNE AİT İŞÇİLİK ALACAKLARINI MÜVEKKİL ŞİRKETTEN TALEP EDEMEYECEKTİR.

Öncelikle belirtmek gerekir ki; Sözleşme’nin sona ermesinde kusuru bulunan davacı taraf uğradığı bu zarar sebebiyle haklı nedenle feshi gerçekleştiren Müvekkil şirketten tazminat talebinde bulunamayacak, bayisinde çalışan ve işlerine son verdiği işçilerin kıdem ve ihbar tazminatını kendisi karşılamak zorunda kalacaktır.

Ancak daha önemlisi, bayinin işçilerine ilişkin Müvekkil şirketlerin hiçbir sorumluluğu olmadığı hususu Sözleşme’de “Eğitim ve Personel” başlığı altında 13.6. maddede açık bir şekilde düzenlenmiştir;

İşbu Sözleşme dolayısıyla Şirketler ile Bayi ve/veya personeli arasında hiçbir şekilde alt – asıl işveren ilişkisi bulunmamaktadır. Bayi personeli ve şube personeli iş sözleşmesi, iş hukuku, sosyal güvenlik hukuku ve diğer ilgili mevzuat uyarınca Bayinin işçisi olup, Bayi personelinin her türlü akdi ve kanuni alacak ve haklarının iş sözleşmesi ve ilgili mevzuat kapsamında eksiksiz yerine getirilmesinden, iş sağlığı ve güvenliği ile iş disiplinine ilişkin kurallara uymaktan ve uyulmasını sağlamaktan, mevzuata göre alınması gerekli olan tüm tedbirleri almaktan bizzat sorumludur” denmiştir.

Sözleşme’de açıkça düzenlendiği üzere; davacı ve davalı arasında asıl – alt işveren ilişkisi bulunmamaktadır, dolayısıyla bayi çalışanı aynı zamanda Müvekkil şirketin de çalışanı değildir. Asıl – alt işveren ilişkisi İş Kanunu m.6’da düzenlenmiş olup, bu hüküm doğrultusunda asıl işveren, alt işverenin işçilerine karşı o işyeri ile ilgili olarak İş Kanunu’ndan, iş sözleşmesinden alt işveren ile birlikte sorumlu olacaktır. Somut olayda Müvekkil şirket ve bayi arasında bu tür bir iş ilişkisi yer almamaktadır. Bayi kendi adına ve hesabına hareket eden, sözleşme konusu malları kendi adına ve hesabına, rizikosu kendine ait olmak üzere satan, bayisi olduğu şirketin çalışanı niteliğinde olmayan bağımsız bir yapıdır. Dolayısıyla; kendine ait çalışanları, kendi çalışma saatleri, örgütlenme yapısı vardır.  Bu sebeple davacı bayi, kendi çalışanlarına ödemekle yükümlü olduğu işçilik alacaklarını Müvekkil şirketten talep edemeyecektir.

Taraflar arasında bayilik ilişkisi bulunan benzer bir davada Yargıtay 9. Hukuk Dairesi 26.03.2019 tarihli 2016/7535 E. 2019/6862 K. sayılı kararı ile;

“Uyuşmazlık, davacının işçilik alacaklarından davalı …nin sorumlu olup olmadığı noktasında toplanmaktadır. Davacı, davalılar arasında asıl-alt işverenlik ilişkisi bulunduğu ileri sürülerek, dava konusu alacaklardan her iki davalının birlikte sorumlu oldukları iddia etmiştir. Asıl-alt işverenlik ilişkisinden bahsedilebilmesi için işyerinde yürütülen mal veya hizmet üretimine ilişkin yardımcı işlerin veya asıl işin bir bölümünün başka bir işverene verilmesi ve işçinin de asıl işverenin işyerinde, alt işverenin işçisi olarak çalışması gerekmektedir. Dosyadaki bilgi ve belgeler ile tanık beyanlarından davalı A Dijital Elektrik Telekomünikasyon Uydu Sis. İnş. Dek. San. Tic. Ltd. Şti.nin diğer davalı …nin ürünlerinin satışı, kurulumunun yapılması ve teknik servis hizmetlerinin verilmesi işlerini yaptığı anlaşılmaktadır. Davalı A Dijital Elektrik Telekomünikasyon Uydu Sis. İnş. Dek. San. Tic. Ltd. Şti.nin faaliyetlerini kendi bağımsız organizasyonu ile gerçekleştirdiği, davacının da bu organizasyon içinde, A Dijital Elektrik Telekomünikasyon Uydu Sis. İnş. Dek. San. Tic. Ltd. Şti.ne ait işyerinde çalıştığı açıktır. Somut olayda, asıl-alt işverenlik ilişkisinin en önemli unsuru olan asıl işverene ait işyerinde çalışma olgusu da gerçekleşmemiştir. Tüm bu hususlar dikkate alındığında davalılar arasında asıl-alt işverenlik ilişkisi bulunmadığı anlaşılmakla, davalı Krea İçerik Hizmetleri ve Prodüksiyon A.Ş. yönünden açılan davanın husumet yokluğu nedeniyle reddine karar verilmesi gerekirken kabulü hatalı olup, bozmayı gerektirmiştir” diyerek davalıyı işçilik alacakları yönünden sorumlu bulmamıştır.

Yargıtay’ın işçilik alacaklarına ilişkin bu yöndeki kararı ve taraflarca Sözleşme’nin 13.6. maddesinde kararlaştırılmış hüküm ışığında; aralarında asıl – alt işveren ilişkisi değil bayilik ilişkisi bulunan taraflardan, bağımsız bir şekilde kendine ait işyerinde, kendine bağlı işçiler ile çalışan davacı bayinin, işçilerine ait kıdem ve ihbar tazminatlarını bayinin işçilerine yönelik hiçbir sorumluluk taşımayan Müvekkil şirketten talep etmesi mümkün değildir.

DAVACI, DENKLEŞTİRME TAZMİNATI TALEBİNDE BULUNAMAZ.

4.1 Müvekkil şirketler ile davacı arasındaki Sözleşme tekel hakkı veren bir sözleşme olmadığından denkleştirme tazminatına ilişkin hükümler uygulanmaz.

Sözleşme’nin “Yetkilendirme ve Kapsamı” başlığı altında düzenlenen 5.1. maddesinde açıkça, davacının tek yetkili olmadığı, kendisine teke hakkı tanınmadığı hükme bağlanmıştır;

“İşbu Sözleşme konusu faaliyetler kapsamında yer, bölge, zaman ve/veya satış faaliyetleri vb. hususlarda Bayi, tek yetkili değildir, kendisine tekel hakkı tanınmamıştır. Şirketler, Sözleşme ile Bayi’ye tanıdığı tüm hak ve yetkileri her zaman, kısmen veya tamamen dilediği yer veya bölgede Bayi’den başka kişilere veya kuruluşlara da tanıyabilecektir”

6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu’nun 122/5. maddesi hükmü de bu konuyu açık bir şekilde düzenlemiştir;

“Bu hüküm, hakkaniyete aykırı düşmedikçe, tek satıcılık ile benzeri diğer tekel hakkı veren sürekli sözleşme ilişkilerinin sona ermesi halinde de uygulanır.”

Bu hükümle, tek satıcılık gibi tekel hakkı doğuran sürekli borç ilişkisi doğuran bir sözleşmede de koşullar oluşmuş ise denkleştirme tazminatının kabul edilebileceği hüküm altına alınmıştır. Ancak kanunda önemli bir sınırlama getirilmiş ve denkleştirme tazminatının söz konusu olabilmesi için sözleşmenin tekel hakkı veriyor olması aranmıştır. Kanunun aradığı tekel hakkının ise üretici/dağıtıcı tarafından tanınan tekel hakkı olduğu düşünüldüğünde, davaya konu Sözleşme’nin davacı şirkete bu yönde bir tekel hakkı tanımadığı görülmektedir. Dolayısıyla davacı şirket, denkleştirme tazminatı talep edemeyecektir.

Yargıtay 19. Hukuk Dairesi’nin 22.11.2016 tarihli 2016/7823 E. ve 2016/15006 K. sayılı ilamı, bayilik sözleşmelerinde tekel hakkı verilmesi nedeniyle denkleştirme tazminatı talep edilemeyeceği yönünde karar veren yerel mahkeme kararını oybirliğiyle onamıştır:

“Mahkemece iddia, savunma, toplanan delillere ve bilirkişi raporlarına göre, davacının davalı şirketin ana dağıtım bayilerinden birisi olduğu, başkaca ana dağıtım bayilerinin varlığı karşısında davacının da tek satıcı olmadığının sabit olduğu, denkleştirme tazminatının bayilik sözleşmelerinde uygulanma imkanının olmadığı, bu sebeple davacının denkleştirme tazminatı isteyemeyeceği, sözleşmenin yenilenmemesi sonucu davacının nasıl bir kişilik haklarının ihlal edilmiş olduğu hususunu iddia ve ispat edemediği, bu sebeple manevi tazminat isteminin yerinde olmadığı gerekçesiyle davacının maddi ve manevi tazminat istemlerinin reddine karar verilmiş, hüküm davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Dosyadaki yazılara kararın dayandığı delillerle gerektirici sebeplere, delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre, davacı vekilinin yerinde görülmeyen bütün temyiz itirazlarının reddiyle usul ve kanuna uygun bulunan hükmün ONANMASINA,… oybirliğiyle karar verildi.”

Yargıtay tarafından da açıkça kabul edildiği üzere, bayilik sözleşmeleri nedeniyle denkleştirme tazminatı talep edilemez. Bu nedenle, davacının denkleştirme tazminatı talep hakkı bulunmamaktadır.

Müvekkil şirketler aleyhine bir başka bayi tarafından açılan İstanbul 15. Asliye Ticaret Mahkemesi’nin 2017/862 E. sayılı dava dosyasında … (Ticaret Hukuku Öğretim Üyesi) , …’den oluşan bilirkişi heyeti tarafından tanzim edilen 26.11.2018 tarihli raporunda da Yargıtay kararları doğrultusunda tekel hakkına haiz olmayan davacının denkleştirme tazminatını talep etme hakkının bulunmadığı kanaatine varmıştır:

“Yukarıdaki açıklamalardan ve Kanunun ilgili hükmünün ifadesinden anlaşıldığı üzere, denkleştirme tazminatına ilişkin hükmün tekel hakkı veren sözleşmelere uygulanabilmesi için acentelik sözleşmesinden farklı olarak, tekel hakkının bulunması gereklidir. Somut olayda ise, davacı vekilinin cevaba cevap dilekçesinde, müvekkil şirketin SDM kapsamında, Bağcılar, Bayrampaşa, Beşiktaş; kurulum işinde ise Eyüp, Güngören ve Bahçelievler bölgesinde; Proaktif Kurulum Bayiliğinde ise Eyüp, Güngören bölgesinde bu işin tekel olarak yapılmakta olduğunu belirttiği görülmüştür.

Bunun yanında Dağıtım Merkezi Sözleşmesi’nin yetkilendirme ve Kapsam başlıklı 5.1. maddesi, ‘Şirketler, Sözleşme konusu faaliyetleri yerine getirmek ve Sözleşme’de yer alan yetkileri kullanmak üzere, belirlenmiş bölge/lerde sınırlı olacak şekilde ve fakat münhasıran yetkili olmaksızın DM’yi yetkilendirmektedir. Şirketler, Sözleşme ile DM’ye tanıdığı tüm hak ve yetkileri her zaman, kısmen veya tamamen DM’den başka kişilere ve kuruluşlara da tanıyabileceği gibi, bizzat kendisi dahi kullanabilecektir.’ Denilmek suretiyle dağıtıcının münhasıran yetkili olmadığı belirtilmiştir. Aynı şekilde Proaktif iş ortağı sözleşmesi’nin yetkilendirme ve Kapsam başlıklı 5.1. maddesinde de ‘İşbu sözleşme konusu faaliyetler kapsamında yer, bölge, zaman ve/veya satış faaliyetleri vb. hususlarda iş ortağı, tek yetkili değildi, kendisine tekel hakkı tanınmamıştır’’ şeklinde hüküm tesis edilerek iş ortağının tekel hakkına sahip olmadığı açıkça ifade edilmiştir.

Açıklanan sebepler ile yukarıda belirtilen sözleşme hükümlerine göre tekel hakkını haiz olmayan Davacının, Kanun hükmünün açık ifadesi dolayısıyla denkleştirme talebinde bulunma hakkına sahip olmadığı kanaatine varılmıştır.”

4.2. Denkleştirme tazminatı talep edilebilmesi için gerekli şartlar oluşmamıştır.

Türk Ticaret Kanunu madde 122 hükmü denkleştirme tazminatı için gerekli şartları ortaya koymuştur:

“Sözleşme ilişkisinin sona ermesinden sonra;

a) Müvekkil, acentenin bulduğu yeni müşteriler sayesinde, sözleşme ilişkisinin sona ermesinden sonra da önemli menfaatler elde ediyorsa,

b) Acente, sözleşme ilişkisinin sona ermesinin sonucu olarak, onun tarafından işletmeye kazandırılmış müşterilerle yapılmış veya kısa bir süre içinde yapılacak olan işler dolayısıyla sözleşme ilişkisi devam etmiş olsaydı elde edeceği ücret isteme hakkını kaybediyorsa ve

c) Somut olayın özellik ve şartları değerlendirildiğinde, ödenmesi hakkaniyete uygun düşüyorsa,

acente müvekkilden uygun bir tazminat isteyebilir.”

Bu durumda, denkleştirme tazminatı talep edilebilmesi için Müvekkil şirkete yeni müşteriler kazandırılması ve sözleşme ilişkisinin sona ermesinden sonra Müvekkil şirketlerin halen bu kazanımlar nedeniyle önemli menfaat elde etmesi gerekmektedir. Davacının böyle bir iddiası var ise bunu iddia sahibi olarak ispatla mükelleftir.

Yargıtay 11. Hukuk Dairesi’nin 19.04.2017 tarihli 2016/3679 e. ve 2017/2275 K. sayılı ilamında, sözleşme ilişkisinin sona ermesinden sonra da kazandırılan müşteriler nedeniyle önemli menfaat elde edildiğinin tespit edilebilmesi için, davalı ile dava dışı müşteri arasındaki sözleşme ilişkisinin devam edip etmediğinin tespit edilmesi gerektiği ifade edilmektedir:

“Somut olayda davacı, davalı ile … bünyesindeki … şirketi arasındaki ticari ilişkinin kurulması ve yürütülmesinde faaliyette bulunmuş olup, taraflar arasındaki ilişki sona erdikten sonra davalının menfaat elde etmediği, davalı ile … arasındaki sözleşmenin … tarafından tek taraflı feshedildiği, taraflar arasındaki ilişkinin sona ermesinden sonra davacı tarafından kazandırıldığı bildirilen … ile hiçbir sözleşme yapılmadığı savunulmuştur. Dolayısıyla denkleştirme tazminatı talep edilebilme şartlarının değerlendirilmesi açısından taraflar arasındaki ilişkinin sona ermesinden sonra davalı ile dava dışı müşterisi arasındaki sözleşme ilişkisinin fesihle sona erip ermediği, davalının adı geçen müşterisiyle devam eden ticari ilişkisi varsa elde ettiği menfaatin tespiti açısından mahkemece dosyadaki mailler nazara alınmak suretiyle davalı ticari defterleri üzerinde bilirkişi incelemesi yaptırılarak sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken bu husus incelenmeksizin karar verilmesi doğru görülmemiştir.”

Kaldı ki kanunun öngördüğü sözleşme ilişkisinin sona ermesinden sonra da kazandırılan müşteriler nedeniyle önemli menfaat elde edildiğinin ispat yükü davacı tarafa aittir.

Yargıtay 11. Hukuk Dairesi’nin 18.04.2017 tarihli 2015/14094 E. ve 2017/2215 K. sayılı ilamında da bu husus ortaya konmuştur:

“Bunun yanında, öncelikle yeni müşteri çevresi yaratıldığını, var olan müşterilerle ilişkinin pekiştirilip genişletildiğini ve bu müşteriler sebebiyle müvekkilinin önemli menfaatler elde ettiğini ispat yükü acente üzerindedir.”

Dolayısıyla bu hususların davacı tarafından ispat edilemediği de dikkate alındığında, davacı tarafından gerek sözleşmenin niteliği gereği gerekse de Türk Ticaret Kanunu madde 122’de belirlenen şartlar oluşmadığından denkleştirme tazminatı talep edilemeyecektir.

Kaldı ki; Müvekkil şirket, faaliyet gösterdiği telekomünikasyon sektöründeki öncü, köklü şirketlerden biri olup, Türkiye’de milyonlarca aboneye sahip tanınmış marka niteliğine sahip bir şirkettir. Bu sebeple, davacı şirketin faaliyet gösterdiği lokasyondaki müşteri portföyü esas itibariyle Müvekkil Şirketin müşteri portföyü olup, bölgede abonelerin davacı şirketi tercihinin yegâne sebebi, davacı şirketin müvekkil şirketin ürün ve hizmetlerinin satışını yapıyor olmasıdır. Bu hususta Müvekkil Şirket tarafından her yıl yüksek miktarlarda yatırım yapılarak reklam faaliyetleri sürdürülmektedir. Bu nedenle, davacı ile sözleşme ilişkisinin sona ermesi akabinde, müvekkil şirketin davacı şirketin portföyünü kullanıyor olduğu iddiası abesle iştigal olmakla birlikte, gerçekte davacı şirketin müvekkil şirketin ticari itibari ve imajı ile faaliyetlerini sürdürdüğü izahtan varestedir. Yani davacı şirket, Müvekkil şirketin tanınmışlığından yararlanarak işlem yapabilmektedir. Dolayısıyla Müvekkil şirkete yeni müşteri portföyü kazandırmayan davacı, denkleştirme tazminatı talep edemez.

TİCARİ İTİBAR KAYDINDAN KAYNAKLANDIĞI İDDİA EDİLEN MANEVİ TAZMİNAT TALEP EDİLEMESİ MÜMKÜN DEĞİLDİR.

5.1. Manevi tazminatın talep edilebilmesi için gerekli şartlar oluşmamıştır.

Sayın Mahkemenizce de bilindiği üzere, manevi tazminat ancak kişilik hakları zarar görenin isteyebileceği tazminat türüdür. Kişilik haklarına saldırıda manevi tazminat istenebilmesi için belirtilen şartların gerçekleşmesi gerekmektedir. Bu şartlar ise kişilik haklarına saldırı olması, saldırının haksız olması, manevi zarara uğranılması, kusurlu olunması ve illiyet bağı bulunması gerekmektedir. Somut olayda manevi tazminat istenebilmesi için gerekli olan şartlar gerçekleşmemiştir.

Davacının manevi tazminat talebinde de herhangi bir yasal dayanak bulunmadığını söylememiz mümkündür. Zira somut olayda, müvekkil şirketler tarafından davacı şirketin ticari itibarına verilen herhangi bir zarar söz konusu değildir. Bu talebe ilişkin olarak da basiretli bir tacir olarak hareket etmesi gereken ve beklenen davacının, Sözleşmesel ilişkinin süresinin hüküm ve sonuçlarını bildiği, öngördüğü ve külfetini göze aldığı gerçeği karşısında, müvekkil Şirketlerin davacının çevresindeki saygınlığına halel getirecek bir haksız fiili de bulunmadığına göre, koşulları oluşmayan manevi tazminat talebinin reddi gerekir. 

Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 12.04.2017 tarihli, 2017/11-86E., 2017/717K. Sayılı kararında;

“Dava; manevi tazminat istemine ilişkindir. Mahkemece her ne kadar davacı yönünden manevi tazminata da hükmedilmişse de TBK’nın 49 ve TMK’nın 24. maddesi hükümlerine göre, sadece acentelik sözleşmesinin feshi yüzünden manevi tazminat koşullarının oluşmaması sebebiyle bu talebin reddine karar verilmesi gerekirken, yerinde görülmeyen gerekçeyle bu yoldaki istemin kabulüne karar verilmesi doğru görülmemiştir. Manevi tazminat koşullarının oluşmaması sebebiyle bu talebin reddine karar verilmesi gerekirken, acentelik sözleşmesinin feshi yüzünden yerinde görülmeyen gerekçeyle bu yoldaki istemin kabulüne karar verilmesi doğru görülmemiş, davalı vekilinin bu yöne dair temyiz itirazlarının kabulüyle hükmün bozulmasına karar verilmiştir.”

Yargıtay 11.Hukuk Dairesi’nin 25.12.2017 tarihli, 2016/4839E., 2017/7572K. sayılı kararında da;

“Dava, taraflar arasında akdedilen sözleşmenin ihlalinden kaynaklanan maddi ve manevi tazminat istemlerine ilişkin, olup mahkemece davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir. Ancak, manevi zarar, kişilik haklarına vaki tecavüz sebebiyle bir kimsenin duyduğu cismani ve manevi acı ve ızdırabı, elemi ve böylece yaşama zevkinde bir azalmayı ifade eder. 818 Sayılı Borçlar Kanunu’nun 49. (TBK 58) maddesine göre, şahsiyet hakkı hukuka aykırı bir şekilde tecavüze uğrayan kişi, uğradığı manevi zarara karşılık manevi tazminat namıyla bir miktar para ödenmesini dava edebilir denilmiştir. Şahsiyet haklarına saldırıda, manevi tazminat istenebilmesi için 818 Sayılı BK 49. (TBK 58) maddede belirtilen şartların gerçekleşmesi gerekir. Bu şartlar ise şahsiyet haklarına saldırı olması, saldırının haksız olması, manevi zarara uğranılması, kusurlu olunması ve illiyet bağı bulunmasıdır. (Prof Dr. Safa Reisoğlu, Borçlar Hukuku Genel Hükümler, yirminci baskı, S.202-208)

Somut olayda davacının, davalı tarafın sözleşmeyi ihlal etmesi sebebiyle manevi zarara uğradığı kabul edilmiş ise de bu durumun MK’nin 24 ve BK’nin 49. (TBK 58) maddeleri anlamında kişilik haklarının ihlaline neden olacağının kabulü mümkün değildir. Her sözleşmeye aykırılık manevi tazminat gerektirmeyeceği gibi, davacı tarafça da sözleşmenin ihlal edilmesi sebebiyle kişilik haklarının ihlal edildiği ispat edilememiştir. Bu itibarla, davacının kişilik haklarına saldırı bulunmadığı, BK’nin 49. (TBK 58) maddesinde öngörülen manevi tazminat şartlarının oluşmadığı gözetilmeksizin, davacı lehine manevi tazminata hükmedilmesi doğru görülmemiş, hükmün davalı yararına bozulması gerekmiştir.”

Zarar görene tanınmış olan manevi tazminat hakkı kişinin sosyal, fiziksel ve duygusal kişilik değerlerinin saldırıya uğraması durumunda öngörülen bir tazminat türüdür. Amacı ise kişinin, hukuka aykırı olan eylemden dolayı bozulan manevi dengesinin eski haline dönüşmesi, kişinin duygusal olarak tatmin edilmesi, zarar vereni bir daha böyle bir eylemde bulunmaktan alıkoyması gibi olguları karşıladığı bir gerçektir. Manevi tazminat, kişinin çekmiş olduğu fiziksel ve manevi acıları dindirmeyi, hafifletmeyi amaçlar. Bu tazminat bizzat yaşanan acı ve elemin karşılığıdır. Bu nedenle zarar gören kişi, öngördüğü miktarı bizzat kendisi belirleyerek istemde bulunabilir, bir başkası tarafından belirlenemez.  Sözleşme’nin haksız feshedildiği iddiası ile manevi tazminat talep edilmesi mümkün olmayıp, söz konusu tazminat talebinin şartlarının vuku bulmuş olması gerekir. Davacı bakımından şartları gerçekleşmeyen manevi tazminat talebinin reddi gerekmektedir.

5.2. Somut olayda davacı bayi açısından ticari itibar kaybı gerçekleşmemiştir.

Davacı tarafından huzurda ikame edilen dava ile 50.000,00- TL ticari itibar kaybı sebebiyle manevi tazminat talep edilmiştir. Hiçbir şekilde kabul anlamına gelmemek kaydıyla, ticari itibar kaybı zararın doğabilmesi için başka şartların doğmuş olması gereklir. Somut olayda davacının ticari itibar kaybının oluştuğu hiçbir şekilde kabul edilemez olup, sunmuş olduğu dava dilekçesi de bu iddiasını desteklemekten çok uzaktır.

Tacirin piyasa içerisinde sahip olduğu ticari itibarı, kişilik haklarının bir görünümünü oluşturmaktadır.  Ticaretle uğraşan tacirler bakımından faaaliyet gösterdikleri çevrede yaratmış oldukları ticari itibarları gerçek ve tüzel kişi tacirlerin şeref ve haysiyetinin bir görüntüsünü ifade etmektedir. Ticari itibar, tacirin ekonomik faaliyetlerini sürdürdüğü piyasa içerisinde kazandğı saygınlığı olarak tanımlanabilir. Ekonomik kişilikte yaşanan itibar kaybı ise, kişinin boykot edilmesi, rekabeti engelleyici davranışara maruz bırakılması, kazanç elde edilmesini engelleyici şekilde aleyhinde propoganda yapılması ya da olumsuz söylentilerin ortaya atılması gibi eylemler sonucunda oluşmaktadır.

Huzurdaki davaya konu sözleşme, davacının sözleşmeye aykırı şekilde hareket etmesi  neticesinde Müvekkil Şirketler’in kasten zarara uğratıldığı ve bu nedenle de taraflar arasındaki Sözleşme haklı şekilde feshedilmiş olduğundan, davacının manevi bir zarara uğramadığı açıktır.  Kaldı ki davacının ticari itibarinin zedelenmesi yönünde bir iddiası bulunması halinde öncelikle bu yöndeki zararını ispat etmesi gerekmektedir. Ayrıca davacı, enerji sektörüne geçiş yaptığını ikrar ettiği dikkate alındığında ne maddi ne de manevi herhangi bir zarara uğramadığı açıktır:

Yargıtay 11. Hukuk Dairesi’nin 19.01.2015 tarihli 2014/15397 E. ve 2015/620 K. sayılı ilamında da bu husus açıkça ortaya konmuştur:

Davalı vekili, müvekkili ile davacı arasında aracılık ve acentelik sözleşmesine dayalı ticari ilişki devam ederken… Sigorta Aracılık Hizmetlerinin şirket yetkilisinin iyi niyet kurallarına aykırı davranışı sebebiyle aleyhinde cezai takibat başlatılması amacıyla şikayette bulunulduğunu, davacının durumu müvekkiline bildirme yükümlülüğünü de yerine getirmediğini, bu sebeple davaya konu sözleşmelerin fesihlerinin haklı olduğunu, davacının fesihten hemen sonra başka bir şirketin acenteliğine başladığını, acenteliğe hiç ara vermediğinden fesihten kaynaklanan herhangi bir zararının bulunmadığını, asıl zarar görenin, müvekkili olduğunu savunarak, davanın reddini istemiştir.

Mahkemece, iddia, savunma ve tüm dosya kapsamına göre; dava dışı …ve …’ın … isimli sigorta şirketi ile bireysel sigorta sözleşmesi yapıp pirim ödedikleri, o tarihte … isimli sigorta şirketinde çalışan …’ın satış yöneticisi olarak bu sözleşmeleri düzenlediği, …’ın daha sonra …’dan ayrılarak davacı şirketi kurduğu, davacı şirketin ortaklarından olan …’ın sahibi olduğu … Aracılık Hizmetleri aracılığıyla bu kişilerin bireysel emeklilik sigortalarının davalı şirkete geçtiği, ancak yeni sözleşme yapılırken …ve …’a bireysel emeklilik sistemine ilk kez dahil olan kişiler gibi işlem yapılarak daha önce … da bulunan birikimlerini…’te sisteme yeni dahil olmuşlar gibi bir yıllık katkı payı ödemesi olarak kayıtlarının yapıldığı, davacının davalı şirketin muvafakati ile … Sigorta Aracılık Hizmetleri …’yi devralmış olması nedeniyle, sorumlu olduğu, bu sebeple davalının sözleşmelerin feshinde haklı olduğu ayrıca, davacı şirketin 30/03/2010 tarihinden itibaren….ve …. adına acentelik faaliyetine başladığı bu sebeple zarara uğramadığı gerekçesiyle, davanın reddine karar verilmiştir.

Kararı, davacı vekili temyiz etmiştir.

Dava dosyası içerisindeki bilgi ve belgelere, mahkeme kararının gerekçesinde dayanılan delillerin tartışılıp, değerlendirilmesinde usul ve yasaya aykırı bir yön bulunmamasına göre, davacı vekilinin tüm temyiz itirazları yerinde değildir.”

Müvekkil şirketlerin, haklı nedenle Sözleşmeyi feshetmesi, davacının ticari itibarini zedeleyen bir eylem olmadığı da açıktır. Bu nedenle, tamamen asılsız iddialarla ortaya atılan manevi tazminat talebinin reddi gerekmektedir.

TARAFLARCA İMZALANAN BAYİLİK SÖZLEŞMESİ VE EKİ NİTELİĞİNDEKİ DEKORASYON TAAHHÜTNAMESİ UYARINCA SÖZLEŞMEYİ HAKLI OLARAK FESHEDEN MÜVEKKİL ŞİRKETİN DEKORASYON BEDELLERİNİ TALEP HAKKI DOĞMUŞTUR.

Davacı dava dilekçesinin 13 numaralı maddesinde şirketleri aleyhine “Bayi İptal Dekorasyon Bedeli” adı altında borç yansıtıldığını, yaptırım niteliğindeki bu bakiye borcun haksız olduğunu öne sürmüştür. Ne var ki; karşı tarafa yansıtılan işbu borç taraflar arasında imzalanan Bayilik Sözleşmesine ve eki niteliğindeki  “Ortak Kanal Bayi Kurumsal Kimlik Dekorasyon Projesi Prosedürü ve Kurallarına İlişkin Taahhütnameye”  dayanan ve karşı taraftan haklı olarak talep edilen bir bedeldir (EK-4’te sunulmaktadır). Şöyle ki;

Sözleşme’nin 8.1. ve 8.5 maddelerinde davacı dekorasyon bedellerinden sorumlu olduğunu ve bu bedellerin talep edilmesi halinde şirketlerce uygun görülen ödeme planına göre kendisine kısmen veya tamamen yansıtılabileceği hususlarını kabul etmiştir. Buna ek olarak

Sözleşme’nin 27.3. maddesinde;

“Bayi böyle bir durumda fesih tarihinden itibaren 10 (on) gün içerisinde bahsi geçen tüm malzemeyi ve/veya iade edemediği/iadesi mümkün olmayan malzeme ve hizmetlerin iade tarihindeki bedellerini, kendi için yapılan tüm inşaat, dekorasyon, eğitim giderleri ve sair giderler de dahil olmak üzere Şirketler’e ödemek zorundadır. İade edilemeyen malzemelerin bedeli, malzemeleri üreten ve dekorasyonu yapan firmanın faturası ve Şirketler’in harcamaları da referans alınarak belirlenecektir  ifadeleriyle, davacı bayinin Sözleşme’nin sona ermesinin bir sonucu olarak şirketlerin bayi için yaptığı dekorasyon harcamalarından sorumlu olacağı ve bu bedelleri şirketlere iade etmek yükümlülüğünün bulunduğu davacı tarafından kabul edilmiştir.

Dekorasyon Taahhütnamesi’nin 8.2. maddesinde ise;

Şirketler tarafından/tarafımızca Sözleşme’nin herhangi bir nedenle feshedilmesi, sona ermesi durumlarında… dekorasyon tamamlanmış ise, dekorasyondan doğan tüm maliyeti, amortisman bedelini ve /veya devam eden amortisman süresinin varlığında kalan döneme ilişkin amortisman bedelini ödemekle yükümlü olduğumuzu, söz konusu bedelin; Şirketler’in düzenleyeceği fatura karşılığında nakden tahsil edilebileceğini, bu bedele ilişkin olarak Şirketler nezdinde hak edişlerimizden kesinti yapılabileceğini, bu bağlamda Şirketler nezdindeki hak edişlerimizin de Şirkeler arası takas-mahsup işlemine konu edilebileceğini ve/veya bu konuda teminat mektubumuza başvurulabileceğini kabul, beyan ve taahüt ederiz” ifadeleriyle, davacının Bayilik Sözleşmesi’nda kabul ettiği husus daha detaylı bir şekilde açıklanmış ve davacı tarafça kabul, beyan ve taahhüt edilmiştir.

Dolayısıyla; davacı bayi Bayilik Sözleşmesi ile eki niteliğindeki işbu Taahhütname ile Sözleşme’nin gerek Müvekkil şirketçe gerek kendileri tarafından feshedilmesi durumunda fesih zamanına kadar tamamlanmış olan dekorasyona ilişkin tüm maliyeti ödemekle yükümlü olduğunu kabul, beyan ve taahhüt etmiştir.  Her ne kadar dava dilekçesinde kendisine borç olarak yansıtılan bu bedelin bir yaptırım niteliğinde olduğunu söylese de bu nitelendirme hatalıdır. İşbu dekorasyon bedeli, Sözleşme’nin sona ermesi halinde Müvekkil şirketlerce karşılanan dekorasyon masraflarından dolayı hakkaniyetsiz bir durum oluşmaması adına, sözleşme her ne şekilde sona ererse ersin bayi tarafından karşılanacak bir bedeldir. Zira; basiretli bir tacir sıfatı taşıyan davacı bayi de Bayilik Sözleşmesi ile birlikte imzaladığı bu Taahhütname ile bu hususu anladığını ve kabul ettiğini Müvekkil şirkete yazılı olarak taahhüt etmiştir. Dolayısıyla davacıya borç olarak yansıtılan bu haklı bedel, yalnızca Müvekkil şirketin bayi işyerinin inşası sırasında karşıladığı dekorasyon bedellerinin kendisine iadesine ilişkindir, bu sebeple davacı tarafın dava dilekçesinde dile getirdiği itirazın reddi gerekmektedir.

HUKUKİ NEDENLER                   : TTK, TBK, TMK, HMK ve sair ilgili mevzuat.

HUKUKİ DELİLLER                    : Davacı şirketin sunacağı delillere karşı delil sunma hakkımız saklı kalmak ve delillerimizin hasrı anlamına gelmemek kaydıyla;

Davacı ile Müvekkil şirketler arasında imzalanan 11.05.2015 tarihli Bayilik Sözleşmesi ve eki niteliğindeki Ceza Sistematiği (EK-1 sunulmuştur);

Müvekkil şirketler tarafından Beşiktaş 6. Noterliği aracılığıyla gönderilen 15.01.2019 tarihli 1925 ve 1926 yevmiye numaralı ihtarnameler (EK-2 sunulmuştur);

Müvekkil şirketler tarafından davacı tarafa Beşiktaş 6. Noterliğinin 23.05.2018 tarih ve 18359 yevmiye numarasında kayıtlı bulunan ihtarname (EK-3 sunulmuştur);

Davacı tarafça imzalanan 11.05.2015 tarihli “Ortak Kanal Bayi Kurumsal Kimlik Dekorasyon Projesi Prosedürü ve Kurallarına İlişkin Taahhütname” (EK-4 sunulmuştur;

Davacı şirkete ait ticari defter ve kayıtlar (celbi gerekmektedir.)

Müvekkil şirketlere ve davacı şirkete ait cari hesap kayıtları (celbi gerekmektedir.)

Tanık (Bilahare sunulacaktır.)

Bilirkişi incelemesi, keşif, yemin ve davacı dellilerine karşı sunulabilecek her türlü delil ile sair yasal deliller.

NETİCE VE TALEP: Yukarıda arz ve izah edilen nedenlerle ve Sayın Mahkemece re’sen dikkate alınacak hususlara binaen;

  1. Huzurdaki haksız ve mesnetsiz davanın REDDİNE,
  2. Yargılama giderleri ve vekalet ücretinin davacı şirkete YÜKLETİLMESİNE, karar verilmesini vekâleten arz ve talep ederiz. tarih

Saygılarımızla,

Davalı Şirket Vekili

Yazar Hakkında: Avukat Saim İncekaş

Saim İncekaş, Adana Barosu'na kayıtlı bir avukattır. 2016 yılından bu yana Merkezi Adana'da bulunan ve kurucusu olduğu İncekaş Hukuk Bürosu'nda çalışmaktadır. Yüksek lisans derecesi ile hukuk eğitimini tamamladıktan sonra bu alanda birçok farklı çalışma yürütmüştür. Özellikle aile hukuku, boşanma, velayet davaları, çocuk hakları, ceza davaları, ticari uyuşmazlıklar, gayrimenkul, miras ve iş hukuku gibi alanlarda uzmandır. Saim İncekaş, sadece Adana Barosu'nda değil, aynı zamanda Avrupa Hukukçular Derneği, Türkiye Barolar Birliği ve Adil Yargılanma Hakkına Erişim gibi dernek ve kuruluşlarda da aktif olarak görev almaktadır. Bu sayede, hukukun evrenselliği konusundaki farkındalık ve hukuk sistemine olan güveni arttırmaya yönelik birçok çalışmada yer almaktadır. Randevu ve Ön Görüşme İçin WhatsApp Üzerinden Hemen İletişime Geçin

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir