Türk Borçlar Kanunu Madde 37

TBK 37. Madde

Türk Borçlar Kanunumuzun 37. maddesi şu şekildedir:

Sözleşme; İrade bozuklukları; Korkutma; Hükmü

Madde 37: Taraflardan biri, diğerinin veya üçüncü bir kişinin korkutması sonucu bir sözleşme yapmışsa, sözleşmeyle bağlı değildir.

Korkutan bir üçüncü kişi olup da diğer taraf korkutmayı bilmiyorsa veya bilecek durumda değilse, sözleşmeyle bağlı kalmak istemeyen korkutulan, hakkaniyet gerektiriyorsa, diğer tarafa tazminat ödemekle yükümlüdür.

Başlık

TBK’nın 37. maddesinin ait olduğu bölüm başlık ismi şu şekildedir: BİRİNCİ KISIM: Genel Hükümler – BİRİNCİ BÖLÜM: Borç İlişkisinin Kaynakları – BİRİNCİ AYIRIM: Sözleşmeden Doğan Borç İlişkileri

Madde başlığı şu şekildedir: Sözleşme; İrade bozuklukları; Korkutma; Hükmü

Gerekçe

Türk Borçlar Kanunu’nun 37. maddesinin gerekçesi şu şekildedir:

818 sayılı Borçlar Kanununun 29. maddesini karşılamaktadır.

Tasarının iki fıkradan oluşan 37. maddesinde, taraflardan birinin veya üçüncü kişinin korkutması sonucunda yapılan bir sözleşmenin hükmü düzenlenmektedir.

818 sayılı Borçlar Kanununun 29. maddesinin kenar başlığında kullanılan “III. İkrah / 1. Akdin inkızası” şeklindeki ibare, Tasarının 37. maddesinde, “III. Korkutma / 1. Hükmü” olarak değiştirilmiştir. Aynı maddenin birinci fıkrasında kullanılan “kendi hakkında lüzum ifade etmez” şeklindeki ibare yerine, Tasarıda “o sözleşmeyle bağlı değildir.” şeklinde, daha açık bir ibarenin kullanılması tercih edilmiştir.

Metninde yapılan arılaştırma dışında, maddede 818 sayılı Borçlar Kanununa göre bir hüküm değişikliği yoktur.

ADALET KOMİSYONU RAPORU

– Tasarının 36. maddesinin birinci ve ikinci, 37. maddesinin ise birinci fıkrasında yer alan “o” ibareleri, gereksiz görüldüğünden redaksiyon yetkisi kapsamında fıkra metinlerinden çıkartılarak maddeler kabul edilmiştir.

TBMM Tartışma ve Kabul Metni

37. maddenin başlığını okutuyorum:

III. Korkutma

1. Hükmü

MADDE 37-

BAŞKAN – Madde üzerinde iki adet önerge vardır.

Önergeleri okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan “Türk Borçlar Kanunu Tasarısı”nın 37. Madde başlığına “Korkutma” kelimesinin yerine “Korku” kelimesinin yazılmasını,

Madde metninin aşağıdaki şekilde değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.

“Sözleşme, taraflardan birinin veya üçüncü bir kişinin sebep olduğu bir korkunun etkisi altında yapılmışsa, korkutulan taraf bu sözleşmeyle bağlı değildir.

Korkutan bir üçüncü kişi olup da, sözleşmenin karşı tarafı, bu durumu bilmiyor ve bilebilecek durumda değilse, sözleşmenin hükümsüz kılınması sebebiyle uğradığı zararı korkutandan talep edebilir.”

Faruk Bal

Mehmet Şandır

İzzettin Yılmaz

Konya

Mersin

Hatay

Osman Ertuğrul

Beytullah Asil

Rıdvan Yalçın

Aksaray

Eskişehir

Ordu

Behiç Çelik

Mersin

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan Borçlar Kanunu Tasarısının 37. maddesinin,

“Madde 37- Sözleşmenin bir yanı, öteki yanın veya üçüncü bir kişinin korkutması sonucu yaptığı sözleşme ile bağlı olmaz.

Üçüncü kişinin korkutması sonucu sözleşme yapan kişi, sözleşmenin öteki yanının, üçüncü kişinin yaptığı korkutmayı bilmemesi ya da bilebilecek durumda olmaması hâlinde sözleşme ile bağlı kalmak istemediği ve hakkaniyet gerektirdiği takdirde sözleşmenin öteki yanına ödence ödemekle yükümlüdür.” şeklinde değiştirilmesini teklif ederiz.

Ali Rıza Öztürk

Rahmi Güner

Ali İhsan Köktürk

Mersin

Ordu

Zonguldak

Tayfur Süner

Sacid Yıldız

Bilgin Paçarız

Antalya

İstanbul

Edirne

Bayram Ali Meral

İstanbul

BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor mu?

ADALET KOMİSYONU BAŞKANI AHMET İYİMAYA (Ankara) – Katılmıyoruz Sayın Başkanım.

BAŞKAN – Hükûmet?

ADALET BAKANI SADULLAH ERGİN (Hatay) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN – Sayın Köktürk, siz mi konuşacaksınız?

Buyurun efendim. (CHP sıralarından alkışlar)

ALİ İHSAN KÖKTÜRK (Zonguldak) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri, görüşmekte olduğumuz Türk Borçlar Kanunu Tasarısı’nın 37. maddesine yönelik değişiklik önergesi üzerine söz almış bulunuyorum. Öncelikle yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, görüşmekte olduğumuz Türk Borçlar Kanunu Tasarısı’nın, dili oldukça eskiyen, mevcut, yürürlükteki Borçlar Kanunu’nun dilini Türkçeleştirmeyi, arılaştırmayı hedeflediğini ve bu iddiada bulunduğunu daha önce ifade etmiştik. Ancak Türk Borçlar Kanunu Tasarısı değişikliği, maalesef çoğu maddelerde bu iddiasını gerçekleştirememiştir. Çoğu maddelerde de maalesef anlatım bozuklukları bulunmaktadır.

İşte, bu önergemiz, Türk Borçlar Kanunu Tasarısı’nın iddiasına uygun olarak bazı kelimelerin Türkçe, öz Türkçe karşılıklarıyla değiştirilerek ve yine anlatım bozukluklarının da bazı kelimelerin yerlerinin değiştirilmesi suretiyle ortadan kaldırılmasına yönelik bir önergedir.

Bu nedenle, Türk Borçlar Kanunu Tasarısı’nın 37. maddesine yönelik önergemizin kabulünü arz ve teklif ediyoruz.

Ancak, değerli arkadaşlar, burada Türk Borçlar Kanunu Tasarısı’nı görüşürken hukuk devleti ilkelerine, hukuk sistemine katkı sağlamaya, katkıda bulunmaya çalışıyoruz. Burada bir taraftan, Türk hukuk sistemine, hukuk devleti normlarına katkı sağlamaya çalışırken, maalesef, içinden geçtiğimiz süreçte hukuk devleti ilkeleriyle bağdaşmayan, siyasal iktidarın hiç ağzından düşürmediği “Demokrasi” sözcüğü ile bağdaşmayan gelişmelere de üzülerek tanıklık ediyoruz.

Bu gelişmelerden bir tanesi dün akşam Uğur Mumcu Araştırmacı Gazetecilik Vakfına karşı gerçekleştirildi. Hepimiz Uğur Mumcu’yu tanıyoruz. Uğur Mumcu araştırmacı, gazeteci, yazar ama bu özelliklerinin yanında “kalpaksız Kuvayımilliyeci” olarak anılan, ulusun tam bağımsızlığı için mücadele eden, ulusal çıkarları için, arabasına kalleşçe yerleştirilen bir bombayla yaşamını yitiren çok değerli bir aydın insan. İşte bu aydın insanın düşüncelerini, ilkelerini yaşatmak amacıyla ve aydın, ulus devletten yana, ulusun çıkarlarından yana genç gazeteciler yetiştirmek amacıyla kurulan Vakıf dün akşam maalesef hiç de hoş olmayan bir durumla karşı karşıya kaldı.

Hepimiz biliyoruz, Uğur Mumcu 24 Ocak tarihinde öldürülmüştü. Yine 31 Ocak tarihinde Türk Hukuk Kurumu eski başkanlarımızdan Sayın Muammer Aksoy öldürülmüştü. İşte bu iki tarih arası Türkiye’de “Demokrasi ve Adalet Haftası” olarak kutlanmaktaydı. Dün akşam Uğur Mumcu Vakfında bu haftanın hazırlıklarını yapmak üzere toplanan sivil toplum örgütlerinin görüşmeleri sırasında Ankara Emniyet Müdürlüğünün Araştırma ve Geliştirme Dairesinden geldiklerini söyleyen 2 polis memuru, orada bulunan sivil toplum örgütü temsilcilerine “Siz burada niye toplandınız, siz burada ne yapıyorsunuz?” diye sorgulama yapmışlar ve akabinde Sayın Güldal Mumcu İçişleri Bakanını aramış, Emniyet Müdürünü aramış, sabaha kadar da bu gelişmeler devam etmiş ancak tatmin edici, olayı aydınlatıcı bir bilgi alamamış.

Şimdi, ben bu olayın neye karşı, kime karşı gerçekleştirildiğini daha iyi anlamamız için Sevgili Uğur Mumcu’nun Cumhuriyet gazetesi 25/8/1975 tarihli bir yazısından bir pasaj okumak istiyorum: “Bağımsızlık Mustafa Kemal’den armağandı bize. Emperyalizmin ahtapot kollarına teslim edilen ülkemizin bağımsızlığı için kan döktük sokaklara. Mezar taşlarımıza basa basa, devleti yönetenler, gizli emellerle başlarımızı ezmek, kanlarımızı emmek istediler. Amerikan üsleri kaldırılsın dedik, ancak sokak ortasında sualsiz vurdular. Yirmi iki yaşlarındaydık öldürüldüğümüzde ey halkım, unutma bizi! Yabancı petrol şirketlerine karşı devletimizi savunduk, komünist dediler. Ülkemiz bağımsız değil dedik, kelepçeyle geldiler üstümüze. Kurtuluş Savaşı’nda emperyalizme karşı dalgalandırdığımız bayrağımızı daha dik tutabilmekti çabamız. Bir kez dinlemediler bizi, bir kez anlamak istemediler…”

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

ALİ İHSAN KÖKTÜRK (Devamla) – “…Vurulduk ey halkım, unutma bizi!” İşte Uğur Mumcu bu değerli milletvekilleri, Uğur Mumcu Vakfının amaçları da bu. Ben size soruyorum şimdi: Böyle bir vakfa, bu amaçları güden, tam bağımsızlık ilkeleri üzerinde şekillenen böyle bir vakfa yapılan bu emniyet sorgulamasının amacı ne olabilir?

Türkiye, birkaç aydan bu yana belli açılımlarla gündemi tutulan bir ülke. Bir taraftan Kürt açılımı, bir taraftan Ermeni açılımı, bir taraftan mayınlı arazilerdeki 540 kilometre uzunluğundaki toprak parçasının üçüncü bir dünya ülkesine peşkeş çekilmeye çalışılması; ama bir taraftan da, ulusun çıkarlarını savunan aydın, çağdaş, Atatürkçü, yurtsever vakıflara polis tarafından baskın yapılması. Bu mudur Türkiye’de sizin anladığınız demokrasi? Bu mudur sizin anladığınız insan hakları, barış?

Değerli milletvekilleri, bu tür gelişmelere, Türkiye Büyük Millet Meclisinin onurunu korumak için hep birlikte mücadele etmeliyiz.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

ALİ İHSAN KÖKTÜRK (Devamla) – Ulusun bağımsızlığını, ulus devletinin çıkarlarını korumak sadece Uğur Mumcu Vakfının değil, hepimizin görevidir.

Bu duygu ve düşüncelerle yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Köktürk.

Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul edilmemiştir.

Diğer önergeyi okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan “Türk Borçlar Kanunu Tasarısı”nın 37. madde başlığına “Korkutma” kelimesinin yerine “Korku” kelimesinin yazılmasını,

Madde metninin aşağıdaki şekilde değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.

“Sözleşme, taraflardan birinin veya üçüncü bir kişinin sebep olduğu bir korkunun etkisi altında yapılmışsa, korkutulan taraf bu sözleşmeyle bağlı değildir.

Korkutan bir üçüncü kişi olup da, sözleşmenin karşı tarafı, bu durumu bilmiyor ve bilebilecek durumda değilse, sözleşmenin hükümsüz kılınması sebebiyle uğradığı zararı korkutandan talep edebilir.”

Faruk Bal (Konya) ve arkadaşları

BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor mu?

ADALET KOMİSYONU BAŞKANI AHMET İYİMAYA (Ankara) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN – Hükûmet?

ADALET BAKANI SADULLAH ERGİN (Hatay) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN – Sayın Çelik, buyurun. (MHP sıralarından alkışlar)

BEHİÇ ÇELİK (Mersin) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; söz konusu, görüşülmekte olan 321 sıra sayılı Türk Borçlar Kanunu Tasarısı’nın 37. maddesi üzerinde söz almış bulunuyorum. Hepinize saygılar sunuyorum.

Öncelikle dünkü oturumlarda Sayın Başkanın ifade etmiş olduğu, Genel Kurula dönük, burada daha dikkatli konuşulması ve dışarıda baroların, hukukçuların bizi dinlediği yönünde uyarısına ben de katılıyorum ancak burada şunu da ifade etmek lazım: Burası milletin kürsüsü. Bu kürsüde saygıdeğer milletvekillerinin, gerek yöresel gerekse Türkiye’nin millî meselelerine dönük her konuyu dile getirmesi, bunu söz konusu kanun içerisinde de ele alması ve kanunun özel hukukun anayasası niteliğinde olan bir tasarı olması hasebiyle de her konuyu içerdiğini de buradan özellikle vurgulamak istiyorum.

37’nci madde “korkutma” şeklinde tanımlanmış. Eski, bizim, siyasalda okurken, rahmetli -yanılmıyorsam rahmete gitti- Safa Reisoğlu, Profesör, bu dersi bize vermişti. “İkrah” diye okumuştuk biz borçlar hukukunu, o şekilde hatırlıyoruz. Ancak burada tabii biz Milliyetçi Hareket Partisi Grubu olarak, bunu “korku” olarak, yani isim olarak düzeltilmesini önergeyle teklif ediyoruz.

Şimdi, “korku” derken, tabii, özellikle İktidarın, iktidar partisinin toplumu korkutma ameliyesine değinmeden geçemeyeceğim. Tabii, bu korkutma toplumun her kesimine yansımış; ekonomik hayata yansımış, medya dünyasına yansımış, ticarete yansımış, insanların özgür iradelerini ortaya koymalarına yansımış, bunun önüne engeller getirilmiş ve açılımla ilgili de en son öyle bir kamuoyu oluşturulmuş ki baskı yaparak ve bunun ilk ayağı Polis Akademisinde Kürt Çalıştayı’nın Başkanı Bakan Atalay’dı. “Bakanlı çalıştaya soruşturma açıldı.” diye bir haber çıkıyor.

Şimdi, bakınız saygıdeğer milletvekilleri, emniyet teşkilatının birinci ve asli görevi, ülkenin iç güvenliğine yasaların kendisine vermiş olduğu yetkiler çerçevesinde katkı sağlamak ve bu görevi yerine getirmek. Ancak burada, Polis Akademisi gibi fevkalade önemli, geleceğin emniyet, polis şeflerini yetiştiren, polis teşkilatına gerçekten deneyimli ve aydın polis şefleri yetiştiren böylesine önemli bir akademinin içerisinde böyle bir çalıştay düzenlemek abesle iştigaldir en hafifiyle. Çünkü bu devleti nasıl ayakta tutacaksınız, size soruyorum. Bu devletin çok yetkin bürokratlara ihtiyacı var ve bunlar var. Dışişleri bürokratları var, diğer bakanlıkların bürokratları var, kurumların, kuruluşların, tüzel kişiliği haiz genel müdürlüklerin bürokratları var, ordumuzun çok değerli komuta kademesi var ve bunlar devletten maaş alıyorlar, devletin maaşını alıyorlar ve geçimlerini sağlıyorlar. Ancak bu arkadaşların içerisinden, böyle çalıştaylar yaparak, farklı güya açılımlar yaparak, bunların içerisinden, ekmeğini yediği devletine karşı çıkan bir grup ortaya çıkabilir. Buna uygun zemin hazırlıyorsunuz bu şekilde yapmakla ve sonuçta ekmeğini yediği yere ihanet eden veya yanlış işler yapan insanlar ortaya çıkıyor. Buna niçin fırsat veriyoruz?

Bakınız, Habur olayı gerçekten yüz karası, seyyar mahkemeler kuruluyor çadırda ve bu çalıştaydan sonra gelen sürecin sonucudur bu ve Türk halkı korkutuluyor.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Buyurun efendim, konuşmanızı tamamlayınız.

BEHİÇ ÇELİK (Devamla) – Sayın Başkan, teşekkür ederim.

Biz “Türk milleti” diyoruz, “Türk halkı” diyoruz, burada biz toplumun bütününü ifade ederek konuşuyoruz, millî olarak söylüyoruz bunu, etnik olarak söylemiyoruz ki! Fakat işte bürokraside, kamu kurum ve kuruluşlarında kendi devletine ihanet edecek ölçüde birilerinin çıkmasına uygun zemin hazırlamayın diye sizleri burada uyarma görevini de bir MHP milletvekili olarak özellikle yapmak istiyorum.

Şimdi, değerli kardeşlerim, böyle devam ederse, ihanet oranı yüzde 1 ise yarın yüzde 5 olur, 10 olur ve Osmanlının son dönemi gibi Türkiye Cumhuriyeti’ni elimizden kaçırır ve kaybederiz. O zaman gemi batmaya başladığı zaman o suyun içerisinde CHP’li mi kalır, MHP’li mi kalır, AKP’li mi kalır, onu hiçbiriniz bilemezsiniz. Allah o günleri göstermesin. Gemiyi iyi yüzdürelim.

Teşekkür ederim. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul edilmemiştir.

Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

Yazar Hakkında: Avukat Saim İncekaş

Saim İncekaş, Adana Barosu'na kayıtlı bir avukattır. 2016 yılından bu yana Merkezi Adana'da bulunan ve kurucusu olduğu İncekaş Hukuk Bürosu'nda çalışmaktadır. Yüksek lisans derecesi ile hukuk eğitimini tamamladıktan sonra bu alanda birçok farklı çalışma yürütmüştür. Özellikle aile hukuku, boşanma, velayet davaları, çocuk hakları, ceza davaları, ticari uyuşmazlıklar, gayrimenkul, miras ve iş hukuku gibi alanlarda uzmandır. Saim İncekaş, sadece Adana Barosu'nda değil, aynı zamanda Avrupa Hukukçular Derneği, Türkiye Barolar Birliği ve Adil Yargılanma Hakkına Erişim gibi dernek ve kuruluşlarda da aktif olarak görev almaktadır. Bu sayede, hukukun evrenselliği konusundaki farkındalık ve hukuk sistemine olan güveni arttırmaya yönelik birçok çalışmada yer almaktadır. Randevu ve Ön Görüşme İçin WhatsApp Üzerinden Hemen İletişime Geçin

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir