Muhtarın Görevden Uzaklaştırma Kararına İtiraz Dilekçesi Örneği

Adli Yardım Taleplidir!

Yürütmenin Durdurulması İstemlidir!

ADANA (NÖBETÇİ) İDARE MAHKEMESİ BAŞKANLIĞI’NA

DAVACI    : 

Adresi                     :

VEKİLİ                     :

Adresi                     :

DAVALI                  :

TEBLİĞ TARİHİ        :

DAVANIN KONUSU :  Adli yardım talebimizin kabulü ile , Seyhan Kaymakamlığının … tarih … Sayılı Görevden uzaklaştırma kararının iptali ile 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 27. maddesi uyarınca dava konusu işlemin uygulanması halinde telafisi güç ve imkansız zararlar doğacağından yürütmenin durdurulması istemidir.

OLAY VE HUKUKİ AÇIKLAMA:

Müvekkilimiz … tarihinden bu yana … ilçesi … Mahallesinde Muhtarlık görevini ifa etmektedir. Görevinin gereği olarak … yılından bu yana mahallesinde yaşanan içme suyu sorunları için, başta … Başkanlığı ve … Belediye Başkanlığı olmak üzere ilgili bütün kurum ve kuruluşlara başvuruda bulunmuş ancak sorunun çözülmesine dair olumlu bir netice alamamıştır.( EK-1)

Müvekkil müteaddit defalar sözlü ve yazılı olarak sorunu dillendirmiş, Mahallesinin en temel ihtiyaçlarından olan içme suyu sorununa çözüm bulamamıştır. Bu durum mahalle sakinlerince şikayet konusu olmuş ve muhataplık konusunda bütün sorunlar muhtar sıfatı ile müvekkil …’ya sirayet etmiştir.  … Mahallesi sakinleri  seslerini duyurmak, mahallelerindeki su sorununu gündemleştirmek ve konuya duyarsız kalan yetkililerin dikkatini çekmek için  yerel ve ulusal basına ulaşarak basın mensuplarını köye davet etmişlerdir. Ocak … tarihinde … mahallesine gelen basın kuruluşu mensupları her gün su ihtiyacı için yüzlerce metre yol yürüyerek evlerine vidonlar ile su taşıyan mahalle sakinleri ile görüşmüş ve görüntüler almıştır. Basın mensubu su sorunu ile ilgili müvekkil muhtar … ile görüşmek istemiş, müvekkil bu talebe kayıtsız kalmayarak basın mensubuna mahallesinin yaşamış olduğu su sorunları ile ilgili bilgi aktarmıştır. Akabinde Basın kuruluşu  ilgili konu, görüntü ve röportajları haberleştirerek … tarihinde ‘’ Validen bidonlarla su taşıyan mahalleliye: Daha önce su mu vardı?’’   Manşeti ile  yerel ve ulusal basına servis etmiştir. (EK-2)

Davalı kurum, haberin yayınlanması ile beraber … tarihinde, haber içeriğinde ‘valinin cevabı’ alt başlıklı ; ‘’İçişleri Bakanlığı tarafından … tarihinde … Büyükşehir Belediyesi’ne kayyım olarak atanan Vali …’in, geçtiğimiz ay …’ya gelerek bir toplantı gerçekleştirdiğini belirten …, “Vali beye dedim ki; … Mahallesi’nde … hane var. Her haneye … TL aylık fatura geliyor ve insanlar … bardak su içmiyor. Vali de ‘Daha önce evlerde su mu vardı’ dedi. Hadi gel de buna bir çözüm bul. Ne …’den ne diğer belediyelerden hizmet göremedik. Hiçbir evrakımıza, dilekçemize cevap vermiyorlar” açıklamanın,  Muhtar olan müvekkilimce yapılması iddiaları üzerine ‘’Görev ile ilgili konularda yöneticiler ile ilgili olarak gerçeği yansıtmayan açıklamalar yaparak vatandaşı kurum ve yöneticilere karşı olumsuz algılara sebep olduğu için’’ hakkında … tarih … sayılı kararları ile idari soruşturma yapılmasına ve yine görevden uzaklaştırılmasına karar verilmiştir. (EK-3)

İlgili Karar … tarihinde müvekkilimize tebliğ edilerek görevden uzaklaştırılmış, yerine  içişleri bakanlığının İller idaresi genel müdürlüğünün … tarih ve … sayılı genelgesi gereği … aza … vekaleten görevlendirilmiştir. Oysa ilgili genelge de böylesi bir görevlendirmenin yapılacağına ilişkin tek satır açıklama ve düzenleme bulunmamaktadır (EK-4)

Akabinde müvekkilimiz ile ilgili idari soruşturma başlatılmış, Davalı kurumca soruşturmacı görevlendirilmiş, Şüpheli sıfatı ile müvekkilimizin ifadesine başvurulmuştur.(EK-5)  Ve soruşturma halen devam etmektedir.

Aşağıda hukuka aykırılığını arz ve izah edeceğimiz bu işlemin iptaline yönelik olarak iş bu davayı açmak zarureti hâsıl olmuştur.

HUKUKA AYKIRILIK GEREKÇELERİ:

Anayasanın 2. maddesinde “Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde; insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devletidir,” hükmüne yer verilmektedir. Hukuk devleti, insan haklarına saygılı ve bu haklan koruyucu adaletli bir hukuk düzeni kuran bunu sürdürmekte kendini yükümlü sayan bütün eylem ve işlemleri yargı denetimine bağlı olan devlettir. Bu bağlamda kamu idarecilerinin, yürütme işlemleri sırasında  ki takdir yetkisi, sınırsız ve keyfi olmayıp, hukuk devleti ilkeleriyle sınırlıdır. Anayasa’nın 2. maddesinde yer alan hukuk devletinin temel ilkelerinden biri “belirlilik”tir. Bu ilkeye göre, kanun düzenlemelerinin hem kişiler hem de idare yönünden herhangi bir tereddüde ve şüpheye yer vermeyecek şekilde açık, net, anlaşılır ve uygulanabilir olması ayrıca kamu otoritelerinin keyfi uygulamalarına karşı koruyucu tedbirler içermesi de gereklidir. Belirlilik ilkesi, hukuki güvenlikle bağlantılı olup birey hangi somut eylem ve olguya hangi hukuki müeyyidenin veya neticenin bağlandığını, bunların idareye hangi müdahale yetkisini doğurduğunu bilmelidir. Birey ancak bu durumda kendisine düşen yükümlülükleri öngörebilir ve davranışlarını belirler. Hukuk güvenliği, normların öngörülebilir olmasını, bireylerin tüm eylem ve işlemlerinde devlete güven duyabilmesini, devletin de yasal düzenlemelerde bu güven duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını gerekli kılar. (Anayasa Mahkemesi 26.12.2013 gün ve E.2013/67, K2013/164) Hukuk devletinin unsurları, doktorinde de belirlenmiş olup, bunlardan konuyla ilgili iki tanesi “hukuki güvenlik” ve “belirlilik” ilkeleridir. Bireyin devlete güven duyması, ancak hukuki güveliğin sağlandığı bir hukuk devleti düzeninde mümkün olabilecektir. Anayasada öngörülen temel ve hürriyetlerin kullanılması ve insan haklarının insan hayatına egemen kılması için Devlet, bireylerin hukuka olan inançlarını ve güvenlerini korumakla yükümlüdür.

Doktrinde hukuki güvenlik ilkesinin gerekleri de şu şekilde sıralanmıştır.

a) Devlet faaliyetleri, önceden öngörülebilir, tahmin edilebilir olmalıdır.

b) Devlet faaliyeti, önceden hukuk kurallarıyla düzenlenmiştir.

c) Hukuk düzeninde mümkün olduğunca hukuki istikrar sağlanmalıdır.

d) İdarenin tek yanlı işlem yapma üstünlüğüne karşı, güvece niteliğindeki kurallarla (bireylere katılma, dinleme ve savunma hakkı gibi haklar tanınarak) birey ile idare arasında denge sağlanmalıdır.

e) İdare, bireyin haklı beklentilerine uygun davranmalıdır.

f) Yasal düzenlemelerde hukuka ve devlete olan güveni zedeleyici hususlardan kaçınılmalıdır.

g)Devlet kişinin maddi ve manevi varlığını geliştirilebilmesi için hukuk güvenliğinin sağlandığı bir hukuk devleti yaratmalıdır. (Prof Dr. Bahtiyar Akyılmaz, Prof. Dr. Murat Sezginer, Doç. Dr. Cemil Kaya- Türk İdare Hukuku – Ankara 2009, 5.130.131)

Buna göre ve Anayasa Mahkemesi kararında da ifade edildiği gibi, hukuk devletinin unsurlarından olan “hukuki güvenlik” ilkesi gereği devlet faaliyetlerinin önceden tahmin edilebilir, öngörülebilir olması gerekmekte olup, takdir yetkisinini zorlayan ve keyfiliğe yol açacak kurallara yer vermemelidir. “Belirlilik” ilkesinin gereği ise, maddi hukuk ve usul kurallarının önceden öngörülebilir bir açıklıkta ve kişilerin haklı beklentilerini bariz şekilde berteraf etmeyecek düzenlemeler yapılmasını gerektirir. Aksi takdirde, verilen yetkilerin sınırlan belirsiz olup takdir keyfiliğe dönüşmesine neden olur ve yasanın verdiği ucu açık yetki kullanımıyla tesis edilen işlemlerin hukuki denetimi de yasa engeli sebebiyle gereği gibi yapılamaz.

Bu bağlamda somut olayımızda yapılan idari işlem değerlendirilecek olursak; … Kaymakamlığı’nın … tarih …  Sayılı idari işlemde “OLUR” ifadesi her  tür keyfiliğe cevaz veren ve hukuki denetimi yapılamayacak bir kriter, daha doğrusu keyfiliğe zemin hazırlayan bir kritersizliktir. Kaymakamlık makamı, hangi gerekçelere göre davacının görevden uzaklaştığına  “OLUR” verdiğini ve gerekçe ile somut olayın örtüştüğünü ortaya koymalıdır. İlgili işlemde davalı kurum davacının görevden uzaklaştırmasını, içişleri bakanlığının İller idaresi genel müdürlüğünün … tarih ve … sayılı genelgesine dayandırmıştır. Genelge de  4541 sayılı Şehir ve Kasabalarda Mahalle Muhtar ve İhtiyar Heyetleri Teşkiline Dair Kanunun 18. Maddesinde; Mahalle muhtar ve ihtiyar heyetleri vazifelerini ifada ihmal ve terahi gösterdikleri takdirde vali veya kaymakamlar kendilerine yazılı ihtarda bulunurlar. Bu ihtara rağmen temerrüt edenlerin işten eli çektirilir ve idare heyeti kararıyla vazifelerine nihayet verilir.denilmek suretiyle, vazifeyi ifada ihmal halinde görevden uzaklaştırılma ve göreve son verme hali düzenlenmiştir.

Şehir ve Kasabalarda Mahalle Muhtar ve İhtiyar Heyetleri Teşkiline Dair Kanunun 18 inci maddesinde, “Mahalle muhtar ve ihtiyar heyetleri vazifelerini ifada ihmal ve terâhi gösterdikleri takdirde vali veya kaymakamlar kendilerine yazılı ihtarda bulunurlar. Bu ihtara rağmen temerrüt edenler işten eli çektirilir ve idare heyeti kararıyla vazifelerine nihayet verilir.” kuralına yer verilmiştir. Bu maddede belirtilen işten el çektirmenin amacının, soruşturmanın/kovuşturmanın esenliğini ve selâmetini sağlamakla ilgisi bulunmamaktadır. Bu madde, vazifesini savsaklayan, işlerini geciktiren, işleri baştan savan, işlerinde gevşeklik gösteren mahalle muhtarının muhtarlık görevi ile ilişkisini tamamen kesmeyi, muhtarlık görevinin sonlandırılmasını düzenlemektedir. Anılan Kanun hükmü, “işten el çektirme”yi ihtiva etmektedir.

Mahalle muhtarına çeşitli mevzuatlar ile verilen işlerin yerine getirilmesinde muhtarın aksaklık gösterilmesi, işlerin savsaklanması, baştan savılarak iş yapılması yahut da işlerin ihmal edildiği gibi hususların bir şekilde valiliğe veya kaymakamlığa intikâl ettirilmesi durumunda, evvelâ mülkî amirin mahalle muhtarına yazılı ihtarda bulunması gerekmektedir. Mülkî amirin bu ihtar kapsamında mahalle muhtarına, ikaza/ihtara konu işlerde aksamalar olduğunu bildirerek, ikaza konu işleri savsaklamadan vazifesini tam olarak yapması gerektiğini ihtar etmesi gerekmektedir. Bu yazılı ihtara rağmen, ihtara konu işleri muhtarın yine aynı gevşeklikle, özensiz şekilde, savsaklayarak ve vazifesini gereği gibi (tam olarak) yapmayarak yürütmeye devam etmesi halinde, ilgili mülkî amir tarafından mahalle muhtarı işten el çektirilecektir. İşten el çektirmeyi müteakiben konunun mülkî amirlik tarafından il idare kuruluna intikâl ettirilmesi, il idare kurulu tarafından mahalle muhtarının mahalle muhtarlığı görevine son verilmesi gerekmektedir.

Nitekim, Kanunda “(…) ihtara rağmen temerrüt edenler işten eli çektirilir ve idare heyeti kararıyla vazifelerine nihayet verilirdenilmiştir. Kanun koyucu “ve vazifelerine nihayet ‘verilebilir’ değil, ve vazifelerine nihayet ‘verilir’” ifadesini kullanarak, idareye adetâ emir vermiş, idareyi vazifeye son verme hususunda bağlı yetkili kılmış; vazifenin nihayete erdirilip erdirilmemesi hususunda idareye herhangi bir takdir yetkisi tanımamıştır.

Muhtarların Mevzuattan Kaynaklanan Görev, Yetki, Hak ve Sorumlulukları, Anayasa ,ilgili kanunlar, yönetmelik ve genelgelerde tanımlanmıştır. Doğrudan somut olayımızı dava konumuzu ilgilendirmesi sebebi ile 5393 Sayılı Belediye  kanunu 9.maddesinde de ’Muhtar, mahalle sakinlerinin gönüllü katılımıyla ortak ihtiyaçları belirlemek, mahallenin yaşam kalitesini geliştirmek, belediye ve diğer kamu kurum ve kuruluşlarıyla ilişkilerini yürütmek, mahalle ile ilgili konularda görüş bildirmek, diğer kurumlarla iş birliği yapmak ve kanunlarla verilen diğer görevleri yapmakla yükümlüdür. Belediye, mahallenin ve muhtarlığın ihtiyaçlarının karşılanması ve sorunlarının çözümü için bütçe imkânları ölçüsünde gerekli ayni yardım ve desteği sağlar; kararlarında mahallelinin ortak isteklerini göz önünde bulundurur ve hizmetlerin mahallenin ihtiyaçlarına uygun biçimde yürütülmesini sağlamaya çalışır.’’ düzenlemesine yer vermiştir. Dolayısı ile davacı müvekkil Şeref Balkan’ın Muhtarı olduğu Karşıyaka mahallesinin içme suyu probleminin çözüme yönelik girişim ve açıklamalarının görev suçu oluşturmayacağı bilakis soruna kayıtsız kalması durumunda sağlıksız içme suyu  probleminden kaynaklı  köy sakinlerinin olası bir bulaşıcı ve salgın hastalığa yakalanması durumunda eleştirinin ve sorumluluğun ilk adresi olacağı açıktır. Bilakis davacı müvekkilin mahallenin içme suyu problemine karşı kayıtsız, duyarsız  ve ilgisiz kalması görev suçunu oluşturacaktır.

Davacı müvekkilin yaptığı basın açıklamasının muhatabı VALİLİK makamı değildir. … Belediye Başkanlığı ve ilgili yetkili idari kurullardır. 12 Kasım 2012 tarih ve 6360 sayılı Büyükşehir Belediye Kanunun 1’nci maddesinin üçüncü fıkrasıyla, bu Kanunun birinci ve ikinci fıkrada sayılan 27 ilde yer alan köylerin tüzel kişiliği kaldırılmış ve bunlar mahalle olarak bağlı bulundukları ilçenin belediyesine katılmıştır. … ili de bu kanun kapsamında Büyük Şehir statüsüne kavuşturulan illerden biridir. haliyle bu kanunun yürürlüğe girmesinden sonra  il özel idareleri ve köy hizmetleri kanununda değişikliğe gidilmiştir. Büyük şehir Belediye sınırları içerisin de olan köylerin mahalle statüsüne dönüştüğü , hizmetler konusunda görev ve yetki ilçe ve  Büyükşehir Belediyelerine devredilmiştir.  Bu yönüyle de davaya ve işleme konu olan Karşıyaka mahallesinin ‘Su ve alt yapı sorunlarının ‘ Valilik makamının görev alanına girmediği sabittir. Görev alanına girilmeyen bir konuda davacı müvekkilin Vali ile ilgili yapmış olduğu açıklamaya Valilik makamının  içerlemesi ve kendini muhatap adletmesi de manidardır. Ancak ne var ki içişleri bakanlığı … yılında … Valisi …’i … B.Şehir Belediyesi Başkan vekili olarak atamıştır. Dolayısı ile … B.Şehir Belediyesinin temsil yetkisi kendisinde olmak ile beraber B.Şehir Belediye başkanlığı sıfatına da haizdir. Özet ile … valisi, … B.Şehir Belediye Başkanlığı sıfatı ile mahalle sorunlarının ve hizmet taleplerinin muhatabıdır. Ve davacı bu sıfat ile hizmet talebinde bulunmuş ve eleştirilmiş ise Sn. Valiyi Belediye başkanlığı sıfatı ile eleştirmiştir. Belediye başkanlarının da köy muhtarları ile yasalarca düzenlenmiş bir hiyerarşik bağı bulunmamaktadır. Belediye Başkanlığı  sıfatı ile idari soruşturma yürütemezler, görevden uzaklaştırma işlemi tesis edemezler.

Görev suçu oluşmamıştır. İşlem görev suçu  ile ilgili tesis edilmemiştir. Kamu idarecisinin, eleştiriye karşı tahammülsüzlüğünden ve keyfiyetinden tesis edilmiştir. Basın açıklaması suç olarak nitelendirilmiştir.

Müvekkil, görevi ile ilgili bir suç işlememiştir. Tam aksine  Muhtarı olduğu mahallesinin en temel ihtiyacı olan ‘SU’ sorununun çözülmesi için yetkili birimlere müracaat etmiştir. Ve sorunun giderilmesi konusunda yetkili birimlerden yardım talep etmiştir. Bura da hukuki işleme konu olay , Muhtarın görevi ile ilgili  eyleminden kaynaklanmayıp görevlerinin gereklerini yerine getirmeye çalışırken  ‘’SİTEM ve ŞİKAYET’’ içerikli basın yolu ile vermiş olduğu demeçtir. Dolayısıyla soruşturmaya konu işlem sakattır. Müvekkilimizin açığa ayrılma işlemin de  irdelenmesi ve yargılanması gereken husus şudur; Muhtarın açığa alınmasına konu olan eylemi görevi ile ilgili olmadığı İlgili mevzat ve hukuki yorumlardan açıktır. Muhtar’ın açığa alınmasına sebep gösterilen olay ‘’Muhtar’ın basın yolu ile yapmış olduğu açıklamadır.’’ Nitekim açığa alınma kararında yeterli gerekçe gösterilmemiş sadece muhtarların açığa alınmasına yönelik genelgeye atıf yapılmıştır. Oysa hiçbir idari işlem sebepsiz ve gerekçesiz olamaz. Muhtar’ın idari soruşturma kapsamında alınan beyanları ve sorulan sorular gözetildiğinde bu maksat açıkça ortaya konulmuştur. İlgili soruşturma da görev ile ilgili tek soru dahi sorulmamıştır.

Davalı kamu idarecisinin, Muhtar’ın basın yolu ile kendisi hakkında yapmış olduğu açıklamalardan rahatsızlıktan kaynaklı ‘Açığa ayrılma işleminin yapıldığı’ ve ‘soruşturmanın yürütüldüğü’ aşikardır. Bu niyet, ilgili soruşturmada davalı müvekkile yöneltilen sorulardan açıkça anlaşılmaktadır. Ayrıca Muhtarın basın yolu ile bu sorunları dile getirmesi davalı müvekkile SUÇ OLARAK TELAKKİ EDİLMİŞTİR. Yani açıkçası müvekkilimize Basın açıklaması suçtur. Denilmektedir

Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 25’inci maddesinde ‘kişinin hakları ve ödevleri’ ve 26’ncı maddesinde de ‘düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti’ düzenlenmiştir. Anayasa’nın 26. maddesine göre; ‘Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir.’

Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 10. maddesinde ‘ifade özgürlüğü’ geniş bir anlatımla; herkesin görüşlerini açıklama ve anlatım özgürlüğüne sahip olduğu, görev ve sorumluluklar da yükleyen bu özgürlüğün kullanılmasının, yasayla öngörülen ve demokratik bir toplumda, ulusal güvenliğin, toprak bütünlüğünün veya kamu emniyetinin korunması, kamu düzeninin sağlanması ve suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın, başkalarının şöhret ve haklarının korunması, gizli bilgilerin yayılmasının önlenmesi veya yargı erkinin yetki ve tarafsızlığının güvence altına alınması için bazı biçim koşullarına, sınırlamalara ve yaptırımlara bağlanabileceğini öngörmektedir.

Anayasa’da güvence altına alınan diğer hak ve özgürlüklerden biri olan ifade özgürlüğü, görsel ve yazılı medya araçları yoluyla fikir, düşünce ve haberlerin yayılmasını güvence altına alan basın özgürlüğü de düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğünün kullanılma aracı olarak kabul edilmektedir.
İfade özgürlüğü, çoğulculuğun, hoşgörünün ve açık fikirliliğin temeli olup, bundan yoksunluk halinde, ‘demokratik toplum ve insan temel hak ve özgürlüklerinden’ söz edilemez.
Anayasa Mahkemesinin 02.04.2014 tarih ve E/K. 2014/3986 sayılı kararı özet metni şöyledir; ‘İnternet modern demokrasilerde başta ifade özgürlüğü olmak üzere temel hak ve özgürlüklerin kullanılması bakımından önemli bir araçsal değere sahip bulunmaktadır. İnternetin sağladığı sosyal medya zemini kişilerin bilgi ve düşüncelerini açıklama, karşılıklı paylaşma ve yaymaları için vazgeçilmez niteliktedir. Bu nedenle düşünceyi açıklamanın günümüzde en etkili ve yaygın yöntemlerinden biri haline gelen internet ve sosyal medya araçları konusunda yapılacak düzenleme ve uygulamalarda devletin ve idari makamların çok hassas davranmaları gerektiği açıktır.(…) Düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğü mutlak ve sınırsız değildir.’
Sosyal paylaşım sitelerinde yer alan paylaşımlarda, duygu ve düşüncelerin ifade etme niteliğinde olduğu, bu paylaşımlarda somut ve belli bir kişiye yönelik kişisel bilgilere yer verilmediği, üstlerinin kişiliklerine ve işlemlerine yönelik kişisel nitelikte paylaşımlar olmadığı taktirde, bunların ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirilmesi gerektiği inancındayız. Özellikle, ağır eleştiri seviyesine varmayan ifadelerin, haber verme ve ifade özgürlüğü sınırları kapsamında kalacağı duraksama konusu olmasa gerekir.

Bireyin manevi varlığını oluşturan “şeref”, “saygınlık”, “onur” gibi kişisel değerlerini hiçe sayan, şahsa matuf eleştiriden öte, “taciz” boyutuna varan, suç isnadı içeren, provokasyon amacı taşıyan, toplum nazarında küçük düşürüp rencide etmek isteğiyle ortaya atılan asılsız beyanlar, ifade hürriyetine tanınan hukuki korumadan faydalanamaz. Ancak politikacılar ve kamuya mal olmuş kişilerin; kamu menfaatini ilgilendiren sorunların serbestçe tartışılmasında öncü nitelik taşıdığı kabul edilen, demokratik çoğulculuk açısından tahammül edilmesi gereken ağır eleştirilere, rahatsız edici olsa bile katlanma yükümlülüğü vardır. Siyasetçilerin kullandıkları yetkilerle ilgili konularda kendilerine yöneltilen sert eleştirilere tahammül sınırının, sade vatandaşa göre daha yüksek olduğu kabul edilmiştir. Çünkü siyasilere ilişkin yapılan bilgilendirme ve eleştirilerin cezalandırılması “caydırıcı etki” doğurarak, toplum ve kamuoyunda farklı seslerin susturulmasına yol açabilecek ve cezalandırılma korkusu çoğulcu toplumun sürdürülebilmesine engel olabilecektir.

Bilindiği üzere 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun devlet memurlarının ödev ve sorumluluklarının açıklandığı 2. Bölümde yer alan Basına bilgi veya demeç verme başlıklı 15. maddesinde   “Devlet Memurları, kamu görevleri hakkında basına, haber ajanslarına veya radyo ve televizyon kurumlarına bilgi veya demeç veremezler. Bu konuda gerekli bilgi ancak bakanın yetkili kılacağı görevli illerde valiler veya yetkili kılacağı görevli tarafından verilebilir” hükmü yer almaktadır. İlgili maddeden de anlaşılacağı üzere devlet memurlarının  yürütmüş oldukları kamu görevleri  ile alakalı basına bilgi vermeleri yetkili amirlerden izin almalarına bağlanmıştır. İlgili kanunun 15. maddesinde yer alan hususlara aykırı hareket eden memurlara ise yine aynı kanunun 125. maddesinin (m) bendinde , “Yetkili olmadığı halde basına, haber ajanslarına veya radyo ve televizyon kurumlarına bilgi veya demeç vermek…” fiili kınama cezasını gerektiren fiil ve haller arasında sayılmıştır.

Köy ve mahalle muhtarlıklarını yürüten kişilerin kamu görevlisi sayılıp sayılamayacağı hususu da tartışma konusudur.

Kamu görevlisi kavramının genel mevzuat çerçevesinde muhtelif şekillerde ifade edildiği görülmekle birlikte, Anayasanın 128 inci maddesinde yer alan devletin, kamu iktisadi teşebbüsleri ve diğer kamu tüzelkişilerinin genel idare esaslarına göre yürütmekle yükümlü oldukları kamu hizmetlerinin gerektirdiği asli ve sürekli görevlerin, memurlar ve diğer kamu görevlileri eliyle görüleceği hususundaki amir hüküm göz önüne alındığında genel bir tanımlama yapılarak kamu hizmeti ifasına vurgu yapıldığı anlaşılmaktadır.

Diğer taraftan gerek 442 sayılı Köy Kanununda, gerekse 4541 sayılı Şehir ve Kasabalarda Mahalle Muhtar ve İhtiyar Heyetleri Teşkiline Dair Kanunda muhtarların kamu görevlisi olduğu hususunda herhangi bir hüküm yer almamakla birlikte, bunların yürütmekle yükümlü oldukları hizmetlerin kamu hizmeti niteliğine haiz olduğu aşikardır.

Ayrıca, Yargıtay 4 üncü Hukuk Dairesinin 19/12/1985 tarihli ve 1985/9147 Esas no.lu kararında köy muhtarının kamu görevlisi olduğu belirtilmekte ve memurlar ve diğer kamu görevlilerinin görevleri sebebiyle işledikleri suçlardan dolayı yargılanabilmeleri için izin vermeye yetkili mercileri ve izlenecek usulü belirleyen 4483 sayılı Memurlar ve Diğer Kamu Görevlilerinin Yargılanması Hakkında Kanun ile 5237 sayılı Türk Ceza Kanununda da köy ve mahalle muhtarlarının kamu görevlisi olarak zikredildiği görülmektedir.

Bu itibarla köy ve mahalle muhtarlarının, yukarıda yer verilen kanunlar uyarınca kamu görevlisi olarak değerlendirilebilecekleri, ancak gerek 657 sayılı Devlet Memuru Kanunu gerekse diğer kamu personel mevzuatı açısından kamu görevlisi olarak değerlendirilmelerinin mümkün bulunmadığı mütalaa edilmektedir.

Anayasa da tanımlanan Kanunî hâkim güvencesi hakkı ihlal edilmiştir.Anayasa 36.maddesinde  Hiç kimse kanunen tabî olduğu mahkemeden başka bir merci önüne çıkarılamaz.Bir kimseyi kanunen tabî olduğu mahkemeden başka bir merci önüne çıkarma sonucunu doğuran yargı yetkisine sahip olağanüstü merciler kurulamaz. Bir idari soruşturmada kamu görevlisinin Şüpheli sıfatı ile ifadesi alınamaz. CMK 147 İfade alma, sadece jandarma, polis gibi kolluk görevlileri veya savcılık tarafından yerine getirilir. Soruşturma aşamasında yapılan ifade alma işlemi kanunda belirtilen bu görevlilerden başka kişiler tarafından yerine getirilemez. İdari soruşturmayı yürütmek ile görevlendirilen soruşturmacı kendini adli soruşturma ile yetkili kimselerin yerine koyarak kimseyi sorgulayamaz ve ifade alamaz.

Suç ve cezalarda kanunilik ilkesi ihlal edilmiştir. Anayasamızda suç ve cezalara ilişkin esaslar başlıklı 38 maddesinde; Kimse, işlendiği zaman yürürlükte bulunan kanunun suç saymadığı bir fiilden dolayı cezalandırılamaz. Adli ve İdari hukukumuzda ’Görev ile ilgili konularda yöneticiler ile ilgili olarak gerçeği yansıtmayan açıklamalar yaparak vatandaşı kurum ve yöneticilere karşı olumsuz algılara sebep olmak’’ gibi bir suça yer vermemiştir.

İdari işlem   Yetki,  Sebep, Konu ve Maksat yönlerinden hukuka aykırı olması ile iptali gerekmektedir.

A-YETKİ:Yetkinin mutlaka Anayasa veya kanun ile verilmesi gerekir, bu durumun temel mantığı ise yapılacak olan idari işlem ile ilgililerin haklarına müdahale edilecektir dolayısıyla kanuni olarak yetkilendirilmeyen makam veya organın, kişilerin haklarına müdahale edememesi gerekir. Genelge de  4541 sayılı Şehir ve Kasabalarda Mahalle Muhtar ve İhtiyar Heyetleri Teşkiline Dair Kanunun 18. Maddesinde; Mahalle muhtar ve ihtiyar heyetleri vazifelerini ifada ihmal ve terahi gösterdikleri takdirde vali veya kaymakamlar kendilerine yazılı ihtarda bulunurlar. Bu ihtara rağmen temerrüt edenlerin işten eli çektirilir ve idare heyeti kararıyla vazifelerine nihayet verilir.İdari işlem kararı  Yetki Yönünden sakattır. İlgili yasal düzenlemelerde Muhtarların il idare kurulu kararı ile görevden uzaklaştırılabileceklerini açıkça düzenlemektedir. İlgili idari işlemin Kaymakamlık Oluru ile yapıldığı açıktır. Ayrıca soruşturmaya konu basın açıklamasının Valiliğe yönelik olduğu Valilik makamının  suç unsuru olarak gördüğü demeç ile ilgili soruşturmanın başlatılması ve yürütülmesine ilişkin Çatak Kaymakamlığına yazılı emir veya talimat verildiği hususunda da bir açıklık söz konusu değildir.

B-SEBEP: Müvekkilin görevi ile ilgili bir konuda açıklama yapması ile ‘görevini ihmal ve geciktirme ‘ yani görev suçu işleme arasında herhangi bir ilgi, sebep-sonuç ilişkisi bulunmamaktadır. Davaya konu işlem , davacı müvekkilin basına demeç vermesi üzerine yapılmıştır. İşleme dair karar,   basına demeç vermenin görev suçu yönünden nasıl bir sakınca oluşturduğu konusunda somut herhangi bîr tespit yapılmaksızın alınmıştır. Bu yönüyle davaya konu işlem sebep unsuru bakımından sakattır.

C-KONU: İdarenin kanuniliği ilkesi gereği konu unsuru, mevzuat ile mutlaka belirlenmelidir. Yapılan işlemin konusu, mevzuatta belirtilen konuya uygun olmalı, mevzuattaki konu doğru şekilde yorumlanmalı, hukuka uygun olmalı, mümkün ve meşru olmalıdır. Görevden uzaklaştırma dayanağı  gösterilen genelge de ‘’Görev ile ilgili konularda yöneticiler ile ilgili olarak gerçeği yansıtmayan açıklamalar yaparak vatandaşı kurum ve yöneticilere karşı olumsuz algılara sebep olmak’’, ‘’ Kamu görevlilerinin Basın açıklaması yapma yasağı’’ , ‘’Görevden uzaklaştırılan muhtarların yerine 3.Azanın görevlendirilmesi’ hususlarına ilişkin tek satır düzenleme mevcut değildir. İşlem Konu unsuru yönü ile de sakattır.

D-AMAÇ:İdarenin, işlem yaparken, o işlemden beklediği sonuca “amaç” denir. İdarenin her işleminin mutlak ve nihai amacı “kamu yararı”dır. İdarenin kamu yararı amacının kanun ile gösterilmesine gerek yoktur. Çünkü idari işlemleri ile kamu düzeninin sağlanması temel amaçtır. Görev suçu oluşmayan bir konuda kamu idarecisisin keyfi işlem yetkisinde ‘kamu yararı’ aksine ‘kamu zararı’ oluşturmaktadır. Hukuka aykırı işlemler kamu düzenine olan itibarı ve güveni zedeler bu sebep ile de işlem  amaç unsuru ile de sakattır.

YÜRÜTMENİN DURDURULMASI TALEBİMİZİN GEREKÇELERİ:

Davaya konu işlemin yürütülmesinin durdurulması bakımından 2577 sayılı İdari Yargılama

Usulü Kanununun 27. maddesinde belirtilen her iki şart da gerçekleşmiştir.

1- Yukarıda arz ve izah olunduğu üzere davaya konu işlem açık bir şekilde hukuka aykırıdır.

2- Davaya konu işlemin yürütülmesine devam edilmesi halinde ,seçim yolu ile ve seçmen iradesi ile edindiği haklarından mahrum kalacak ,toplum içerisinde ki saygınlığını kaybederek itibarı zedelenecektir. Kendi seçmeni ve toplum önünde suçlu, işini yapamayan, görevlerini yerine getiremeyen biri olarak anılacaktır.

3-Ayrıca bu tip hukuk dışı ve keyfi işlemlere karşı, kamu idarecileri cesaretlenecek ve yeni ihlallerin oluşmasında kötü örnek teşkil edecektir.

Dolayısıyla davaya konu işlemin yürütülmesinin durdurulmaması halinde gerek kamu yararı

gerekse müvekkilimizin hak ve menfaatlerinin korunması bakımından telafisi güç veya  imkânsız zararların ortaya çıkacağı açıktır.

ADLİ YARDIM TALEBİMİZ HAKKINDA :

Müvekkil çalışmamakta olup her hangi bir geliri bulunmamaktadır. Adına kayıtlı herhangi bir malvarlığı bulunmamaktadır. Muhtarlıktan aldığımız Fakirlik belgesini de (EK-7) sunuyoruz. Müvekkilin Adalete erişim hakkının kısıtlanmaması için bu talebimizin sayın mahkemenizce kabul görülmesini dileriz.

SONUÇ ve TALEP: Yukarıda arz ve izah olunan ve Sayın Mahkemenizce resen dikkate

alınacak gerekçelerle,

  1. Öncelik ile Adli yardım talebimizin kabulüne,
  2. ………………………..116 Sayılı Görevden uzaklaştırma kararının iptali ile  2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 27. maddesi uyarınca dava konusu işlemin uygulanması halinde telafisi güç ve imkansız zararlar doğacağından yürütmenin öncelik ile ve ivedilikle  durdurulmasına,
  3. Sonrasında iptaline,
  4. Davalı İdare’nin cevap süresinin kısaltılmasına,
  5. Her türlü yargılama giderinin davalı İdare üzerinde bırakılmasına

Karar verilmesini saygılarımızla arz ve talep ederiz. 01.03.2021

Davacı

EKLER:

(1) Dilekçe örnekleri

(2) Basın haber örneği

(3) Görevden uzaklaştırma karar örneği

(4) Tebliğ örneği

(5) Soruşturma ifade örnekleri

(6) Fakirlik Belgesi

(7) Vekâlet Sureti

Yazar Hakkında: Avukat Saim İncekaş

Saim İncekaş, Adana Barosu'na kayıtlı bir avukattır. 2016 yılından bu yana Merkezi Adana'da bulunan ve kurucusu olduğu İncekaş Hukuk Bürosu'nda çalışmaktadır. Yüksek lisans derecesi ile hukuk eğitimini tamamladıktan sonra bu alanda birçok farklı çalışma yürütmüştür. Özellikle aile hukuku, boşanma, velayet davaları, çocuk hakları, ceza davaları, ticari uyuşmazlıklar, gayrimenkul, miras ve iş hukuku gibi alanlarda uzmandır. Saim İncekaş, sadece Adana Barosu'nda değil, aynı zamanda Avrupa Hukukçular Derneği, Türkiye Barolar Birliği ve Adil Yargılanma Hakkına Erişim gibi dernek ve kuruluşlarda da aktif olarak görev almaktadır. Bu sayede, hukukun evrenselliği konusundaki farkındalık ve hukuk sistemine olan güveni arttırmaya yönelik birçok çalışmada yer almaktadır. Randevu ve Ön Görüşme İçin WhatsApp Üzerinden Hemen İletişime Geçin