Milletlerarası Özel Hukuk Ve Usul Hukuku Hakkında Kanun (Tam Metni)

5718 sayılı Milletlerarası Özel Hukuk Ve Usul Hukuku Hakkında Kanun, uluslararası özel hukuk alanındaki uyuşmazlıkların çözümlenmesinde uygulanacak hukuku belirleme amacıyla 27 Kasım 2007’de kanunlaştırılmıştır.

Kanunun amacı, Türkiye’deki mahkemelerin yargı yetkisi kapsamında kalanlar da dahil olmak üzere yabancılık unsuru taşıyan özel hukuk ilişkilerinden doğan hukuki uyuşmazlıkların çözümlenmesinde uygulanacak hukuku belirlemek ve bu konudaki usul kurallarını düzenlemektir. Böylece uluslararası özel hukuk alanındaki dağınıklığın giderilmesi ve konuya ilişkin temel kuralların bir kanunda toplanması amaçlanmıştır.

Kanun, Türkiye’deki mahkemelerin yargı yetkisi içinde bulunan tüm yabancılık unsuru taşıyan özel hukuk ilişkilerine uygulanır. Aşağıda kanunun tam metnini ve madde incelemelerini bulacaksınız.

Bu sayfada yer alan Milletlerarası Özel Hukuk Ve Usul Hukuku Hakkında Kanun (MÖHUK), resmi mevzuat yayım sitesi olan “mevzuat.gov.tr” sitesinde yer aldığı şekliyle paylaşılmaktadır. Kanun değişikliğine yol açan gelişmeler takip edilmekte ve bu sayfa güncellenmektedir.

Milletlerarası Özel Hukuk ve Usul Hukuku Hakkında Kanun (MÖHUK)

BİRİNCİ KISIM – Milletlerarası Özel Hukuk

BİRİNCİ BÖLÜM – Genel Hükümler

Kapsam

MADDE 1 – Yabancılık unsuru taşıyan özel hukuka ilişkin işlem ve ilişkilerde uygulanacak hukuk, Türk mahkemelerinin milletlerarası yetkisi, yabancı kararların tanınması ve tenfizi bu Kanunla düzenlenmiştir.

Türkiye Cumhuriyetinin taraf olduğu milletlerarası sözleşme hükümleri saklıdır.

Yabancı hukukun uygulanması

MADDE 2 – Hâkim, Türk kanunlar ihtilâfı kurallarını ve bu kurallara göre yetkili olan yabancı hukuku re’sen uygular. Hâkim, yetkili yabancı hukukun muhtevasının tespitinde tarafların yardımını isteyebilir.

Yabancı hukukun olaya ilişkin hükümlerinin tüm araştırmalara rağmen tespit edilememesi hâlinde, Türk hukuku uygulanır.

Uygulanacak yabancı hukukun kanunlar ihtilâfı kurallarının başka bir hukuku yetkili kılması, sadece kişinin hukuku ve aile hukukuna ilişkin ihtilâflarda dikkate alınır ve bu hukukun maddî hukuk hükümleri uygulanır.

Uygulanacak hukuku seçme imkânı verilen hâllerde, taraflarca aksi açıkça kararlaştırılmadıkça seçilen hukukun maddî hukuk hükümleri uygulanır.

Hukuku uygulanacak devlet iki veya daha çok bölgesel birime ve bu birimler de değişik hukuk düzenlerine sahipse, hangi bölge hukukunun uygulanacağı o devletin hukukuna göre belirlenir. O devlet hukukunda belirleyici bir hükmün yokluğu hâlinde ihtilâfla en sıkı ilişkili bölge hukuku uygulanır.

Değişken ihtilâflar

MADDE 3 – Yetkili hukukun vatandaşlık, yerleşim yeri veya mutad mesken esaslarına göre tayin edildiği hâllerde, aksine hüküm olmadıkça, dava tarihindeki vatandaşlık, yerleşim yeri veya mutad mesken esas alınır.

Vatandaşlık esasına göre yetkili hukuk

MADDE 4 – Bu Kanun hükümleri uyarınca yetkili olan hukukun vatandaşlık esasına göre tayin edildiği hâllerde, bu Kanunda aksi öngörülmedikçe;

a) Vatansızlar ve mülteciler hakkında yerleşim yeri, bulunmadığı hâllerde mutad mesken, o da yok ise dava tarihinde bulunduğu ülke hukuku,

b) Birden fazla devlet vatandaşlığına sahip olanlar hakkında, bunların aynı zamanda Türk vatandaşı olmaları hâlinde Türk hukuku,

c) Birden fazla devlet vatandaşlığına sahip olup, aynı zamanda Türk vatandaşı olmayanlar hakkında, daha sıkı ilişki hâlinde bulundukları devlet hukuku, uygulanır.

Kamu düzenine aykırılık

MADDE 5 – Yetkili yabancı hukukun belirli bir olaya uygulanan hükmünün Türk kamu düzenine açıkça aykırı olması hâlinde, bu hüküm uygulanmaz; gerekli görülen hâllerde, Türk hukuku uygulanır.

Türk hukukunun doğrudan uygulanan kuralları

MADDE 6 – Yetkili yabancı hukukun uygulandığı durumlarda, düzenleme amacı ve uygulama alanı bakımından Türk hukukunun doğrudan uygulanan kurallarının kapsamına giren hâllerde o kural uygulanır.

Hukukî işlemlerde şekil

MADDE 7 – Hukukî işlemler, yapıldıkları ülke hukukunun veya o hukukî işlemin esası hakkında yetkili olan hukukun maddî hukuk hükümlerinin öngördüğü şekle uygun olarak yapılabilir.

Zamanaşımı

MADDE 8 – (1) Zamanaşımı, hukukî işlem ve ilişkinin esasına uygulanan hukuka tâbidir.

İKİNCİ BÖLÜM – Kanunlar İhtilâfı Kuralları

Ehliyet

MADDE 9 – Hak ve fiil ehliyeti ilgilinin millî hukukuna tâbidir.

Millî hukukuna göre ehliyetsiz olan bir kişi, işlemin yapıldığı ülke hukukuna göre ehil ise yaptığı hukukî işlemle bağlıdır. Aile ve miras hukuku ile başka bir ülkedeki taşınmazlar üzerindeki aynî haklara ilişkin işlemler bu hükmün dışındadır.

Kişinin millî hukukuna göre kazandığı erginlik, vatandaşlığının değişmesi ile sona ermez.

Tüzel kişilerin veya kişi veya mal topluluklarının hak ve fiil ehliyetleri, statülerindeki idare merkezi hukukuna tâbidir. Ancak fiilî idare merkezinin Türkiye’de olması hâlinde Türk hukuku uygulanabilir.

Statüsü bulunmayan tüzel kişiler ile tüzel kişiliği bulunmayan kişi veya mal topluluklarının ehliyeti, fiilî idare merkezi hukukuna tâbidir.

Vesayet, kısıtlılık ve kayyımlık

MADDE 10 – Vesayet veya kısıtlılık kararı verilmesi veya sona erdirilmesi sebepleri, hakkında vesayet veya kısıtlılık kararının verilmesi veya sona erdirilmesi istenen kişinin millî hukukuna tâbidir.

Yabancının millî hukukuna göre vesayet veya kısıtlılık kararı verilmesi mümkün olmayan hâllerde bu kişinin mutad meskeni Türkiye’de ise Türk hukukuna göre vesayet veya kısıtlılık kararı verilebilir veya kaldırılabilir. Kişinin zorunlu olarak Türkiye’de bulunduğu hâllerde de Türk hukuku uygulanır.

Vesayet veya kısıtlılık kararı verilmesi veya sona erdirilmesi sebepleri dışında kalan bütün kısıtlılık veya vesayete ilişkin hususlar ve kayyımlık Türk hukukuna tâbidir.

Gaiplik veya ölmüş sayılma

MADDE 11 – Gaiplik veya ölmüş sayılma kararı, hakkında karar verilecek kişinin millî hukukuna tâbidir. Millî hukukuna göre hakkında gaiplik veya ölmüş sayılma kararı verilemeyen kişinin mallarının Türkiye’de bulunması veya eşinin veya mirasçılardan birinin Türk vatandaşı olması hâlinde, Türk hukukuna göre gaiplik veya ölmüş sayılma kararı verilir.

Nişanlılık

MADDE 12 – Nişanlanma ehliyeti ve şartları taraflardan her birinin nişanlanma anındaki millî hukukuna tâbidir.

Nişanlılığın hükümlerine ve sonuçlarına müşterek millî hukuk, taraflar ayrı vatandaşlıkta iseler Türk hukuku uygulanır.

Evlilik ve genel hükümleri

MADDE 13 – Evlenme ehliyeti ve şartları, taraflardan her birinin evlenme anındaki millî hukukuna tâbidir.

Evliliğin şekline yapıldığı ülke hukuku uygulanır.

Evliliğin genel hükümleri, eşlerin müşterek millî hukukuna tâbidir. Tarafların ayrı vatandaşlıkta olmaları hâlinde müşterek mutad mesken hukuku, bulunmadığı takdirde Türk hukuku uygulanır.

Boşanma ve ayrılık

MADDE 14 – Boşanma ve ayrılık sebepleri ve hükümleri, eşlerin müşterek millî hukukuna tâbidir. Tarafların ayrı vatandaşlıkta olmaları hâlinde müşterek mutad mesken hukuku, bulunmadığı takdirde Türk hukuku uygulanır.

Boşanmış eşler arasındaki nafaka talepleri hakkında birinci fıkra hükmü uygulanır. Bu hüküm ayrılık ve evlenmenin butlanı hâlinde de geçerlidir.

Boşanmada velâyet ve velâyete ilişkin sorunlar da birinci fıkra hükmüne tâbidir.

Geçici tedbir taleplerine Türk hukuku uygulanır.

Evlilik malları

MADDE 15 – Evlilik malları hakkında eşler evlenme anındaki mutad mesken veya millî hukuklarından birini açık olarak seçebilirler; böyle bir seçimin yapılmamış olması hâlinde evlilik malları hakkında eşlerin evlenme anındaki müşterek millî hukuku, bulunmaması hâlinde evlenme anındaki müşterek mutad mesken hukuku, bunun da bulunmaması hâlinde Türk hukuku uygulanır.

Malların tasfiyesinde, taşınmazlar için bulundukları ülke hukuku uygulanır.

Evlenmeden sonra yeni bir müşterek hukuka sahip olan eşler, üçüncü kişilerin hakları saklı kalmak üzere, bu yeni hukuka tâbi olabilirler.

Soybağının kurulması

MADDE 16 – Soybağının kuruluşu, çocuğun doğum anındaki millî hukukuna, kurulamaması hâlinde çocuğun mutad meskeni hukukuna tâbidir. Soybağı bu hukuklara göre kurulamıyorsa, ananın veya babanın, çocuğun doğumu anındaki millî hukuklarına, bunlara göre kurulamaması hâlinde ana ve babanın, çocuğun doğumu anındaki müşterek mutad mesken hukukuna, buna göre de kurulamıyorsa çocuğun doğum yeri hukukuna  tâbi olarak kurulur.

Soybağı hangi hukuka göre kurulmuşsa iptali de o hukuka tâbidir.

Soybağının hükümleri

MADDE 17 – Soybağının hükümleri, soybağını kuran hukuka tâbidir. Ancak ana, baba ve çocuğun müşterek millî hukuku bulunuyorsa, soybağının hükümlerine o hukuk, bulunmadığı takdirde müşterek mutad mesken hukuku uygulanır.

Evlât edinme

MADDE 18 – Evlât edinme ehliyeti ve şartları, taraflardan her birinin evlât edinme anındaki millî hukukuna tâbidir.

Evlât edinmeye ve edinilmeye diğer eşin rızası konusunda eşlerin millî hukukları birlikte uygulanır.

Evlât edinmenin hükümleri evlât edinenin millî hukukuna, eşlerin birlikte evlât edinmesi hâlinde ise evlenmenin genel hükümlerini düzenleyen hukuka tâbidir.

Nafaka

MADDE 19 – Nafaka talepleri, nafaka alacaklısının mutad meskeni hukukuna tâbidir.

Miras

MADDE 20 – Miras ölenin millî hukukuna tâbidir. Türkiye’de bulunan taşınmazlar hakkında Türk hukuku uygulanır.

Mirasın açılması sebeplerine, iktisabına ve taksimine ilişkin hükümler terekenin bulunduğu ülke hukukuna tâbidir.

Türkiye’de bulunan mirasçısız tereke Devlete kalır.

Ölüme bağlı tasarrufun şekline 7. madde hükmü uygulanır. Ölenin millî hukukuna uygun şekilde yapılan ölüme bağlı tasarruflar da geçerlidir.

Ölüme bağlı tasarruf ehliyeti, tasarrufta bulunanın, tasarrufun yapıldığı andaki millî hukukuna tâbidir.

Aynî haklar

MADDE 21 – Taşınırlar ve taşınmazlar üzerindeki mülkiyet hakkı ve diğer aynî haklar, işlem anında malların bulunduğu ülke hukukuna tâbidir.

Taşınmakta olan mallar üzerindeki aynî haklara varma yeri hukuku uygulanır.

Yer değişikliği hâlinde henüz kazanılmamış aynî haklar malın son bulunduğu ülke hukukuna tâbidir.

Taşınmazlar üzerindeki aynî haklara ilişkin hukukî işlemlere şekil yönünden bu malların bulundukları ülke hukuku uygulanır.

Taşıma araçları

MADDE 22 – Hava, deniz ve raylı taşıma araçları üzerindeki aynî haklar, menşe ülke hukukuna tâbidir.

Menşe ülke, hava ve deniz taşıma araçlarında aynî hakların tescil edildiği sicil yeri, deniz taşıma araçlarında bu sicil yeri yoksa bağlama limanı, raylı taşıma araçlarında ruhsat yeridir.

Fikrî mülkiyete ilişkin haklara uygulanacak hukuk

MADDE 23 – Fikrî mülkiyete ilişkin haklar, hangi ülkenin hukukuna göre koruma talep ediliyorsa o hukuka tâbidir.

Taraflar, fikrî mülkiyet hakkının ihlâlinden doğan talepler hakkında, ihlâlden sonra mahkemenin hukukunun uygulanmasını kararlaştırabilirler.

Sözleşmeden doğan borç ilişkilerinde uygulanacak hukuk

MADDE 24 – Sözleşmeden doğan borç ilişkileri tarafların açık olarak seçtikleri hukuka tâbidir. Sözleşme hükümlerinden veya hâlin şartlarından tereddüde yer vermeyecek biçimde anlaşılabilen hukuk seçimi de geçerlidir.

Taraflar, seçilen hukukun sözleşmenin tamamına veya bir kısmına uygulanacağını kararlaştırabilirler.

Hukuk seçimi taraflarca her zaman yapılabilir veya değiştirilebilir. Sözleşmenin kurulmasından sonraki hukuk seçimi, üçüncü kişilerin hakları saklı kalmak kaydıyla, geriye etkili olarak geçerlidir.

Tarafların hukuk seçimi yapmamış olmaları hâlinde sözleşmeden doğan ilişkiye, o sözleşmeyle en sıkı ilişkili olan hukuk uygulanır. Bu hukuk, karakteristik edim borçlusunun, sözleşmenin kuruluşu sırasındaki mutad meskeni hukuku, ticarî veya meslekî faaliyetler gereği kurulan sözleşmelerde karakteristik edim borçlusunun işyeri, bulunmadığı takdirde yerleşim yeri hukuku, karakteristik edim borçlusunun birden çok işyeri varsa söz konusu sözleşmeyle en sıkı ilişki içinde bulunan işyeri hukuku olarak kabul edilir. Ancak hâlin bütün şartlarına göre sözleşmeyle daha sıkı ilişkili bir hukukun bulunması hâlinde sözleşme, bu hukuka tâbi olur.

Taşınmazlara ilişkin sözleşmeler

MADDE 25 – Taşınmazlara veya onların kullanımına ilişkin sözleşmeler taşınmazın bulunduğu ülke hukukuna tâbidir.

Tüketici sözleşmeleri

MADDE 26 – Meslekî veya ticarî olmayan amaçla mal veya hizmet ya da kredi sağlanmasına yönelik tüketici sözleşmeleri, tüketicinin mutad meskeni hukukunun emredici hükümleri uyarınca sahip olacağı asgarî koruma saklı kalmak kaydıyla, tarafların seçtikleri hukuka tâbidir.

Tarafların hukuk seçimi yapmamış olması hâlinde, tüketicinin mutad meskeni hukuku uygulanır. Tüketicinin mutad meskeni hukukunun uygulanabilmesi için;

a) Sözleşme, tüketicinin mutad meskeninin bulunduğu ülkede, ona gönderilen özel bir davet üzerine veya ilân sonucunda kurulmuş ve sözleşmenin kurulması için tüketici tarafından yapılması gerekli hukukî fiiller bu ülkede yapılmış veya

b) Diğer taraf veya onun temsilcisi, tüketicinin siparişini bu ülkede almış veya

c) İlişkinin bir satım sözleşmesi olması hâlinde, satıcı tüketiciyi satın almaya ikna etmek amacıyla bir gezi düzenlemiş ve tüketici de bu gezi ile bulunduğu ülkeden başka ülkeye gidip siparişini orada vermiş, olmalıdır.

İkinci fıkradaki şartlar altında yapılan tüketici sözleşmelerinin şekline, tüketicinin mutad meskeni hukuku uygulanır.

Bu madde, paket turlar hariç, taşıma sözleşmeleri ve tüketiciye hizmetin onun mutad meskeninin bulunduğu ülkeden başka bir ülkede sağlanması zorunlu olan sözleşmelere uygulanmaz.

İş sözleşmeleri

MADDE 27 – İş sözleşmeleri, işçinin mutad işyeri hukukunun emredici hükümleri uyarınca sahip olacağı asgarî koruma saklı kalmak kaydıyla, tarafların seçtikleri hukuka tâbidir.

Tarafların hukuk seçimi yapmamış olmaları hâlinde iş sözleşmesine, işçinin işini mutad olarak yaptığı işyeri hukuku uygulanır. İşçinin işini geçici olarak başka bir ülkede yapması hâlinde, bu işyeri mutad işyeri sayılmaz.

İşçinin işini belirli bir ülkede mutad olarak yapmayıp devamlı olarak birden fazla ülkede yapması hâlinde iş sözleşmesi, işverenin esas işyerinin bulunduğu ülke hukukuna tâbidir.

Ancak hâlin bütün şartlarına göre iş sözleşmesiyle daha sıkı ilişkili bir hukukun bulunması hâlinde sözleşmeye ikinci ve üçüncü fıkra hükümleri yerine bu hukuk uygulanabilir.

Fikrî mülkiyet haklarına ilişkin sözleşmeler

MADDE 28 – Fikrî mülkiyet haklarına ilişkin sözleşmeler, tarafların seçtikleri hukuka tâbidir.

Tarafların hukuk seçimi yapmamış olmaları hâlinde sözleşmeden doğan ilişkiye, fikrî mülkiyet hakkını veya onun kullanımını devreden tarafın sözleşmenin kuruluşu sırasındaki işyeri, bulunmadığı takdirde, mutad meskeni hukuku uygulanır. Ancak hâlin bütün şartlarına göre sözleşmeyle daha sıkı ilişkili bir hukukun bulunması hâlinde sözleşme bu hukuka tâbi olur.

İşçinin, işi kapsamında ve işinin ifası sırasında meydana getirdiği fikrî ürünler üzerindeki fikrî mülkiyet haklarıyla ilgili işçi ve işveren arasındaki sözleşmelere, iş sözleşmesinin tâbi olduğu hukuk uygulanır.

Eşyanın taşınmasına ilişkin sözleşmeler

MADDE 29 – Eşyanın taşınmasına ilişkin sözleşmeler tarafların seçtikleri hukuka tâbidir.

Tarafların hukuk seçimi yapmamış olmaları hâlinde, sözleşmenin kuruluşu sırasında taşıyıcının esas işyerinin bulunduğu ülke aynı zamanda yüklemenin veya boşaltmanın yapıldığı ülke veya gönderenin esas işyerinin bulunduğu ülke ise bu ülkenin sözleşmeyle en sıkı ilişkili olduğu kabul edilir ve sözleşmeye bu ülkenin hukuku uygulanır. Tek seferlik çarter sözleşmeleri ve esas konusu eşya taşıma olan diğer sözleşmeler de bu madde hükümlerine tâbidir.

Hâlin bütün şartlarına göre eşyanın taşınmasına ilişkin sözleşmeyle daha sıkı ilişkili bir hukukun bulunması hâlinde sözleşmeye bu hukuk uygulanır.

Temsil yetkisi

MADDE 30 – Temsilci ile temsil olunan arasındaki hukukî ilişkiden doğan temsil yetkisi, aralarındaki sözleşmeden doğan ilişkiye uygulanan hukuka tâbidir.

Temsilcinin bir fiilinin, temsil olunanı üçüncü kişiye karşı taahhüt altına sokabilmesi için aranan şartlara temsilcinin işyeri hukuku uygulanır. Temsilcinin işyeri bulunmadığı veya üçüncü kişi tarafından bilinemediği veya yetkinin işyeri dışında kullanıldığı durumlarda temsil yetkisi, yetkinin fiilen kullanıldığı ülke hukukuna tâbidir. Yetkisiz temsilde, temsilci ile üçüncü kişi arasındaki ilişkiye de bu fıkra hükmü uygulanır.

Temsilci ile temsil olunan arasında hizmet ilişkisi varsa ve temsilcinin bağımsız bir işyeri yoksa temsil yetkisi, temsil olunanın işyerinin bulunduğu ülke hukukuna tâbidir.

Doğrudan uygulanan kurallar

MADDE 31 – Sözleşmeden doğan ilişkinin tâbi olduğu hukuk uygulanırken, sözleşmeyle sıkı ilişkili olduğu takdirde üçüncü bir devletin hukukunun doğrudan uygulanan kurallarına etki tanınabilir. Söz konusu kurallara etki tanımak ve uygulayıp uygulamamak konusunda bu kuralların amacı, niteliği, muhtevası ve sonuçları dikkate alınır.

Sözleşmeden doğan ilişkinin varlığı ve maddî geçerliliği

MADDE 32 – Sözleşmeden doğan ilişkinin veya bir hükmünün varlığı ve maddî geçerliliği, sözleşmenin geçerli olması hâlinde hangi hukuk uygulanacaksa o hukuka tâbidir.

Taraflardan birinin davranışına hüküm tanımanın, uygulanacak hukuka tâbi kılınmasının hakkaniyete uygun olmayacağı hâlin şartlarından anlaşılırsa, irade beyanının varlığına, rızası olmadığını iddia eden tarafın mutad meskeninin bulunduğu ülke hukuku uygulanır.

İfanın gerçekleştirilme biçimi ve tedbirler

MADDE 33 – İfa sırasında gerçekleştirilen fiil ve işlemler ile malların korunmasına ilişkin tedbirler konusunda bu işlem veya fiillerin yapıldığı veya tedbirin alındığı ülke hukuku dikkate alınır.

Haksız fiiller

MADDE 34 – Haksız fiilden doğan borçlar haksız fiilin işlendiği ülke hukukuna tâbidir.

Haksız fiilin işlendiği yer ile zararın meydana geldiği yerin farklı ülkelerde olması hâlinde, zararın meydana geldiği ülke hukuku uygulanır.

Haksız fiilden doğan borç ilişkisinin başka bir ülke ile daha sıkı ilişkili olması hâlinde bu ülke hukuku uygulanır.

Haksız fiile veya sigorta sözleşmesine uygulanan hukuk imkân veriyorsa, zarar gören, talebini doğrudan doğruya sorumlunun sigortacısına karşı ileri sürebilir.

Taraflar, haksız fiilin meydana gelmesinden sonra uygulanacak hukuku açık olarak seçebilirler.

Kişilik haklarının ihlâlinde sorumluluk

MADDE 35 – Kişilik haklarının, basın, radyo, televizyon gibi medya yoluyla, internet veya diğer kitle iletişim araçları ile ihlâlinden doğan taleplere, zarar görenin seçimine göre;

a) Zarar veren, zararın bu ülkede meydana geleceğini bilecek durumda ise zarar görenin mutad meskeni hukuku,

b) Zarar verenin işyeri veya mutad meskeninin bulunduğu ülke hukuku veya

c) Zarar veren, zararın bu ülkede meydana geleceğini bilecek durumda ise zararın meydana geldiği ülke hukuku, uygulanır.

Kişilik haklarının ihlâlinde cevap hakkı, süreli yayınlarda, münhasıran baskının yapıldığı ya da programın yayınlandığı ülke hukukuna tâbidir.

Maddenin birinci fıkrası, kişisel verilerin işlenmesi veya kişisel veriler hakkında bilgi alma hakkının sınırlandırılması yolu ile kişiliğin ihlâl edilmesinden doğan taleplere de uygulanır.

İmalâtçının sözleşme dışı sorumluluğu

MADDE 36 – İmal edilen şeylerin sebep olduğu zarardan doğan sorumluluğa, zarar görenin seçimine göre, zarar verenin mutad meskeni veya işyeri hukuku ya da imal edilen şeyin iktisap edildiği ülke hukuku uygulanır. İktisap yeri hukukunun uygulanabilmesi için zarar verenin, mamulün o ülkeye rızası dışında sokulduğunu ispat edememiş olması gerekir.

Haksız rekabet

MADDE 37 – Haksız rekabetten doğan talepler, haksız rekabet sebebiyle piyasası doğrudan etkilenen ülke hukukuna tâbidir.

Haksız rekabet sonucunda zarar görenin münhasıran işletmesine ilişkin menfaatleri ihlâl edilmişse, söz konusu işletmenin işyerinin bulunduğu ülke hukuku uygulanır.

Rekabetin engellenmesi

MADDE 38 – Rekabetin engellenmesinden doğan talepler, bu engellemeden doğrudan etkilenen piyasanın bulunduğu ülkenin hukukuna tâbidir.

Türkiye’de rekabetin engellenmesine yabancı hukuk uygulanan hâllerde, Türk hukuku uygulansaydı verilecek tazminattan daha fazla tazminata hükmedilemez.

Sebepsiz zenginleşme

MADDE 39 – Sebepsiz zenginleşmeden doğan talepler, zenginleşmeye sebep olan mevcut veya mevcut olduğu iddia edilen hukukî ilişkiye uygulanan hukuka tâbidir. Diğer hâllerde sebepsiz zenginleşmeye, zenginleşmenin gerçekleştiği ülke hukuku uygulanır.

Taraflar, sebepsiz zenginleşmenin meydana gelmesinden sonra, uygulanacak hukuku açık olarak seçebilirler.

İKİNCİ KISIM – Milletlerarası Usul Hukuku

BİRİNCİ BÖLÜM – Türk Mahkemelerinin Milletlerarası Yetkisi

Milletlerarası yetki

MADDE 40 – Türk mahkemelerinin milletlerarası yetkisini, iç hukukun yer itibariyle yetki kuralları tayin eder.

Türklerin kişi hâllerine ilişkin davalar

MADDE 41 – Türk vatandaşlarının kişi hâllerine ilişkin davaları, yabancı ülke mahkemelerinde açılmadığı veya açılamadığı takdirde Türkiye’de yer itibariyle yetkili mahkemede, bulunmaması hâlinde ilgilinin sâkin olduğu yer, Türkiye’de sâkin değilse Türkiye’deki son yerleşim yeri mahkemesinde, o da bulunmadığı takdirde Ankara, İstanbul veya İzmir mahkemelerinden birinde görülür.

Yabancıların kişi hâllerine ilişkin bazı davalar

MADDE 42 – Türkiye’de yerleşim yeri bulunmayan yabancı hakkında vesâyet, kayyımlık, kısıtlılık, gaiplik ve ölmüş sayılma kararları ilgilinin Türkiye’de sâkin olduğu yer, sâkin değilse mallarının bulunduğu yer mahkemesince verilir.

Miras davaları

MADDE 43 – Mirasa ilişkin davalar ölenin Türkiye’deki son yerleşim yeri mahkemesinde, son yerleşim yerinin Türkiye’de olmaması hâlinde terekeye dâhil malların bulunduğu yer mahkemesinde görülür.

İş sözleşmesi ve iş ilişkisi davaları

MADDE 44 – Bireysel iş sözleşmesinden veya iş ilişkisinden doğan uyuşmazlıklarda işçinin işini mutaden yaptığı işyerinin Türkiye’de bulunduğu yer mahkemesi yetkilidir. İşçinin, işverene karşı açtığı davalarda işverenin yerleşim yeri, işçinin yerleşim yeri veya mutad meskeninin bulunduğu Türk mahkemeleri de yetkilidir.

Tüketici sözleşmesine ilişkin davalar

MADDE 45 – 26. maddede tanımlanan tüketici sözleşmelerinden doğan uyuşmazlıklarda, tüketicinin seçimine göre, tüketicinin yerleşim yeri veya mutad meskeni ya da karşı tarafın işyeri, yerleşim yeri veya mutad meskeninin bulunduğu Türk mahkemeleri yetkilidir.

Birinci fıkra uyarınca yapılan tüketici sözleşmeleri hakkında tüketiciye karşı açılacak davalarda yetkili mahkeme, tüketicinin Türkiye’deki mutad meskeni mahkemesidir.

Sigorta sözleşmesine ilişkin davalar

MADDE 46 – Sigorta sözleşmesinden doğan uyuşmazlıklarda, sigortacının esas işyeri veya sigorta sözleşmesini yapan şubesinin ya da acentasının Türkiye’de bulunduğu yer mahkemesi yetkilidir. Ancak sigorta ettirene, sigortalıya veya lehtara karşı açılacak davalarda yetkili mahkeme, onların Türkiye’deki yerleşim yeri veya mutad meskeni mahkemesidir.

Yetki anlaşması ve sınırları

MADDE 47 – Yer itibariyle yetkinin münhasır yetki esasına göre tayin edilmediği hâllerde, taraflar, aralarındaki yabancılık unsuru taşıyan ve borç ilişkilerinden doğan uyuşmazlığın yabancı bir devletin mahkemesinde görülmesi konusunda anlaşabilirler. Anlaşma, yazılı delille ispat edilmesi hâlinde geçerli olur. Dava, ancak yabancı mahkemenin kendisini yetkisiz sayması veya Türk mahkemelerinde yetki itirazında bulunulmaması hâlinde yetkili Türk mahkemesinde görülür.

44, 45 ve 46. maddelerde belirlenen mahkemelerin yetkisi tarafların anlaşmasıyla bertaraf edilemez.

Teminat

MADDE 48 – Türk mahkemesinde dava açan, davaya katılan veya icra takibinde bulunan yabancı gerçek ve tüzel kişiler, yargılama ve takip giderleriyle karşı tarafın zarar ve ziyanını karşılamak üzere mahkemenin belirleyeceği teminatı göstermek zorundadır.

Mahkeme, dava açanı, davaya katılanı veya icra takibi yapanı karşılıklılık esasına göre teminattan muaf tutar.

Yabancı devletin yargı muafiyetinden yararlanamayacağı hâller

MADDE 49 – Yabancı devlete, özel hukuk ilişkilerinden doğan hukukî uyuşmazlıklarda yargı muafiyeti tanınmaz.

Bu gibi uyuşmazlıklarda yabancı devletin diplomatik temsilcilerine tebligat yapılabilir.

İKİNCİ BÖLÜM – Yabancı Mahkeme ve Hakem Kararlarının Tenfizi ve Tanınması

Tenfiz kararı

MADDE 50 – Yabancı mahkemelerden hukuk davalarına ilişkin olarak verilmiş ve o devlet kanunlarına göre kesinleşmiş bulunan ilâmların Türkiye’de icra olunabilmesi yetkili Türk mahkemesi tarafından tenfiz kararı verilmesine bağlıdır.

Yabancı mahkemelerin ceza ilâmlarında yer alan kişisel haklarla ilgili hükümler hakkında da tenfiz kararı istenebilir.

Görev ve yetki

MADDE 51 – Tenfiz kararları hakkında görevli mahkeme asliye mahkemesidir.

Bu kararlar kendisine karşı tenfiz istenen kişinin Türkiye’deki yerleşim yeri, yoksa sâkin olduğu yer mahkemesinden, Türkiye’de yerleşim yeri veya sâkin olduğu bir yer mevcut değilse Ankara, İstanbul veya İzmir mahkemelerinden birinden istenebilir.

Tenfiz istemi

MADDE 52 – Kararın tenfiz edilmesinde hukukî yararı bulunan herkes tenfiz isteminde bulunabilir. Tenfiz istemi dilekçe ile olur. Dilekçeye karşı tarafın sayısı kadar örnek eklenir. Dilekçede aşağıdaki hususlar yer alır:

a) Tenfiz isteyenle, karşı tarafın ve varsa kanunî temsilci ve vekillerinin ad, soyad ve adresleri.

b) Tenfiz konusu hükmün hangi devlet mahkemesinden verilmiş olduğu ve mahkemenin adı ile ilâmın tarih ve numarası ve hükmün özeti.

c) Tenfiz, hükmün bir kısmı hakkında isteniyorsa bunun hangi kısım olduğu.

Dilekçeye eklenecek belgeler

MADDE 53 – Tenfiz dilekçesine aşağıdaki belgeler eklenir:

a) Yabancı mahkeme ilâmının o ülke makamlarınca usulen onanmış aslı veya ilâmı veren yargı organı tarafından onanmış örneği ve onanmış tercümesi.

b) İlâmın kesinleştiğini gösteren ve o ülke makamlarınca usulen onanmış yazı veya belge ile onanmış tercümesi.

Tenfiz şartları

MADDE 54 – Yetkili mahkeme tenfiz kararını aşağıdaki şartlar dâhilinde verir:

a) Türkiye Cumhuriyeti ile ilâmın verildiği devlet arasında karşılıklılık esasına dayanan bir anlaşma yahut o devlette Türk mahkemelerinden verilmiş ilâmların tenfizini mümkün kılan bir kanun hükmünün veya fiilî uygulamanın bulunması.

b) İlâmın, Türk mahkemelerinin münhasır yetkisine girmeyen bir konuda verilmiş olması veya davalının itiraz etmesi şartıyla ilâmın, dava konusu veya taraflarla gerçek bir ilişkisi bulunmadığı hâlde kendisine yetki tanıyan bir devlet mahkemesince verilmiş olmaması.

c) Hükmün kamu düzenine açıkça aykırı bulunmaması.

ç) O yer kanunları uyarınca, kendisine karşı tenfiz istenen kişinin hükmü veren mahkemeye usulüne uygun bir şekilde çağrılmamış veya o mahkemede temsil edilmemiş yahut bu kanunlara aykırı bir şekilde gıyabında veya yokluğunda hüküm verilmiş ve bu kişinin yukarıdaki hususlardan birine dayanarak tenfiz istemine karşı Türk mahkemesine itiraz etmemiş olması.

Tebliğ ve itiraz

MADDE 55 – Tenfiz istemine ilişkin dilekçe, duruşma günü ile birlikte karşı tarafa tebliğ edilir. İhtilafsız kaza kararlarının tanınması ve tenfizi de aynı hükme tâbidir. Hasımsız ihtilafsız kaza kararlarında tebliğ hükmü uygulanmaz. İstem, basit yargılama usulü hükümlerine göre incelenerek karara bağlanır.

Karşı taraf ancak bu bölüm hükümlerine göre tenfiz şartlarının bulunmadığını veya yabancı mahkeme ilâmının kısmen veya tamamen yerine getirilmiş yahut yerine getirilmesine engel bir sebep ortaya çıkmış olduğunu öne sürerek itiraz edebilir.

Karar

MADDE 56 – Mahkemece ilâmın kısmen veya tamamen tenfizine veya istemin reddine karar verilebilir. Bu karar yabancı mahkeme ilâmının altına yazılır ve hâkim tarafından mühürlenip imzalanır.

Yerine getirme ve temyiz yolu

MADDE 57 – Tenfizine karar verilen yabancı ilâmlar Türk mahkemelerinden verilmiş ilâmlar gibi icra olunur.

Tenfiz isteminin kabul veya reddi hususunda verilen kararların temyizi genel hükümlere tâbidir. Temyiz, yerine getirmeyi durdurur.

Tanıma

MADDE 58 – Yabancı mahkeme ilâmının kesin delil veya kesin hüküm olarak kabul edilebilmesi yabancı ilâmın tenfiz şartlarını taşıdığının mahkemece tespitine bağlıdır. Tanımada 54. maddenin birinci fıkrasının (a) bendi uygulanmaz.

İhtilafsız kaza kararlarının tanınması da aynı hükme tâbidir

Yabancı mahkeme ilâmına dayanılarak Türkiye’de idarî bir işlemin yapılmasında da aynı usul uygulanır.

Kesin hüküm ve kesin delil etkisi

MADDE 59 – Yabancı ilâmın kesin hüküm veya kesin delil etkisi yabancı mahkeme kararının kesinleştiği andan itibaren hüküm ifade eder.

Yabancı hakem kararlarının tenfizi

MADDE 60 – Kesinleşmiş ve icra kabiliyeti kazanmış veya taraflar için bağlayıcı olan yabancı hakem kararları tenfiz edilebilir.

Yabancı hakem kararlarının tenfizi, tarafların yazılı olarak kararlaştırdıkları yer asliye mahkemesinden dilekçeyle istenir. Taraflar arasında böyle bir anlaşma olmadığı takdirde, aleyhine karar verilen tarafın Türkiye’deki yerleşim yeri, yoksa sâkin olduğu, bu da yoksa icraya konu teşkil edebilecek malların bulunduğu yer mahkemesi yetkili sayılır.

Dilekçe ve inceleme usulü

MADDE 61 – Yabancı bir hakem kararının tenfizini isteyen taraf, dilekçesine aşağıda yazılı belgeleri, karşı tarafın sayısı kadar örnekleriyle birlikte ekler:

a) Tahkim sözleşmesi veya şartının, aslı yahut usulüne göre onanmış örneği.

b) Hakem kararının usulen kesinleşmiş ve icra kabiliyeti kazanmış veya taraflar için bağlayıcılık kazanmış aslı veya usulüne göre onanmış örneği.

c) (a) ve (b) bentlerinde sayılan belgelerin tercüme edilmiş ve usulen onanmış örnekleri.

Mahkemece hakem kararlarının tenfizinde 55 inci, 56 ncı ve 57 nci madde hükümleri kıyas yoluyla uygulanır.

Ret sebepleri

MADDE 62 – Mahkeme,

a) Tahkim sözleşmesi yapılmamış veya esas sözleşmeye tahkim şartı konulmamış ise,

b) Hakem kararı genel ahlâka veya kamu düzenine aykırı ise,

c) Hakem kararına konu olan uyuşmazlığın Türk kanunlarına göre tahkim yoluyla çözümü mümkün değilse,

ç) Taraflardan biri hakemler önünde usulüne göre temsil edilmemiş ve yapılan işlemleri sonradan açıkça kabul etmemiş ise,

d) Hakkında hakem kararının tenfizi istenen taraf, hakem seçiminden usulen haberdar edilmemiş yahut iddia ve savunma imkânından yoksun bırakılmış ise,

e) Tahkim sözleşmesi veya şartı taraflarca tâbi kılındığı kanuna, bu konuda bir anlaşma yoksa hakem hükmünün verildiği ülke hukukuna göre hükümsüz ise,

f) Hakemlerin seçimi veya hakemlerin uyguladıkları usul, tarafların anlaşmasına, böyle bir anlaşma yok ise hakem hükmünün verildiği ülke hukukuna aykırı ise,

g) Hakem kararı, hakem sözleşmesinde veya şartında yer almayan bir hususa ilişkin ise veya sözleşme veya şartın sınırlarını aşıyor ise bu kısım hakkında,

h) Hakem kararı tâbi olduğu veya verildiği ülke hukuku hükümlerine veya tâbi olduğu usule göre kesinleşmemiş yahut icra kabiliyeti veya bağlayıcılık kazanmamış veya verildiği yerin yetkili mercii tarafından iptal edilmiş ise, yabancı hakem kararının tenfizi istemini reddeder.

Birinci fıkranın (ç), (d), (e), (f), (g) ve (h) bentlerinde yazılı hususların ispat yükü, hakkında tenfiz istenen tarafa aittir.

Yabancı hakem kararlarının tanınması

MADDE 63 – Yabancı hakem kararlarının tanınması da tenfizine ilişkin hükümlere tâbidir.

ÜÇÜNCÜ KISIM – Son Hükümler

Yürürlükten kaldırılan hükümler

MADDE 64 – (1) 20/5/1982 tarihli ve 2675 sayılı Milletlerarası Özel Hukuk ve Usul Hukuku Hakkında Kanun,

29/6/1956 tarihli ve 6762 sayılı Türk Ticaret Kanununun 866. maddesinin ikinci fıkrası,

5/12/1951 tarihli ve 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanununun 88. maddesi, yürürlükten kaldırılmıştır.

Yürürlük

MADDE 65 – Bu Kanun yayımı tarihinde yürürlüğe girer.

Yürütme

MADDE 66 – Bu Kanun hükümlerini Bakanlar Kurulu yürütür.

Kanunun Gerekçesi

TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ BAŞKANLIĞINA

Adalet Bakanlığınca hazırlanan ve Başkanlığınıza arzı Bakanlar Kurulunca 5/6/2006 tarihinde kararlaştırılan “Milletlerarası Özel Hukuk ve Usul Hukuku Hakkında Kanun Tasarısı” ile gerekçesi ilişikte gönderilmiştir.

Gereğini arz ederim.

Recep Tayyip Erdoğan

Başbakan

GENEL GEREKÇE

1. 20/5/1982 tarihli ve 2675 sayılı Milletlerarası Özel Hukuk ve Usul Hukuku

Hakkında Kanunun Türk Hukukundaki Yeri

20/5/1982 tarihinde kabul edilip 1982 yılının Kasım ayında yürürlüğe giren 2675 sayılı “Milletlerarası Özel Hukuk ve Usul Hukuku Hakkında Kanun” özellikle sadece temel konuları esas alarak hazırlanmış bir kanundu. 2675 sayılı Kanun kanunlaştığında, o dönemde yürürlüğe giren Avusturya, İtalyan ve Alman Kanunlarıyla hemen hemen aynı kapsama ve ihtiyaçları karşıladığı kabul edilen bir düzeye sahipti.

2675 sayılı Kanun yürürlüğe girince sadece 5 maddeden ibaret ve bunlardan sadece 4 üncü maddesi kanunlar ihtilafına ait düzenleme getiren 23/3/1330 tarihli “Ecnebilerin Hak ve Vazifeleri Hakkında Muvakkat Kanun” yürürlükten kaldırıldı.

2675 sayılı Kanun, tek bir maddesi konuya ilişkin 5 maddelik bir Kanun olan Ecnebilerin Hak ve Vazifeleri Hakkında Muvakkat Kanun yerine, 46 maddeyle milletlerarası özel hukuk ilişkilerini, Türk mahkemelerinin milletlerarası yetkisini ve yabancı hakem ve mahkeme kararlarının tenfizini düzenliyordu. 2675 sayılı Kanun, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesinde Milletlerarası Hukuk ve Milletlerarası Münasebetler Araştırma ve Uygulama Merkezinde oluşturulan bir bilimsel komisyonun çalışmalarının 1976 yılında İstanbul’da Öntasarı olarak bilimsel bir sempozyumda tartışılması ve daha sonra 1978 yılında Adalet Bakanlığınca temel alınarak bir Kanun Tasarısı hazırlanması sonucunda kabul edilmiştir. Anılan Kanun Tasarısı, 1978 yılında Ankara’da, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi, Siyasal Bilimler Fakültesi ve Adalet Bakanlığının hazırladığı tasarıların İstanbul Öntasarısı ile birlikte ele alınmasına ilişkin çalışmalar sonucu oluşmuştur. Bu çalışmalar nihai olarak İstanbul Öntasarısını esas alan Adalet Bakanlığı Tasarısının geliştirilmesi kararı ile sonuçlanmış ve 1980 yılında kanunlaşan metnin çoğu hükmünü içeren bir Kanun Tasarısı meydana getirilmiştir.

1981 yılında Bakanlar Kuruluna sevk edilen metin bazı küçük değişikliklerle 20/5/1982 tarihinde kabul edilmiştir.

1330 tarihli Ecnebilerin Hak ve Vazifeleri Hakkında Muvakkat Kanun, eski, yetersiz, gelişmeyi engelleyen ve gerçek kanunlar ihtilafı halinde ise konuya çözüm getirmeyen ve Türk hukukunda düzenlenmemiş olan kanunlar ihtilafı kurallarına atıf yapan bir Kanundu. 2675 sayılı Kanun, 1330 tarihli Kanunun yerini almıştır.

2. 2675 Sayılı Kanunun Değiştirilmesi İhtiyacı

1982 yılında kabul edilen ve aynı yıl yürürlüğe giren 2675 sayılı Kanunun, 20 yılı aşkın tatbikatında bazı ihtiyaçları karşılamakta yetersiz kaldığı görülmüştür. Söz konusu yetersizliğin giderilmesi, artan milletlerarası ilişkilerin yoğunluğu da gözönünde tutulduğunda, zorunlu hale gelmiştir.

2675 sayılı Kanun, sadece temel konularda hüküm getirdiğinden bu Kanundaki değişiklik ihtiyacının ana kaynağını hüküm getirilmeyen alanlar oluşturmaktadır. Yeterince düzenlenmemiş olan borçlar hukukuna ilişkin hükümler yanında 2001 yılında kabul edilip, 2002 yılında yürürlüğe giren 4721 sayılı yeni Türk Medeni Kanununun getirdiği bazı temel hukuki esaslar bu ihtiyacın diğer bir kaynağını teşkil etmektedir. Çünkü Türk Medeni Kanunu, 2675 sayılı Kanunun hükümlerini, sadece kullanılan farklı deyimlerle değil muhteva itibariyle de değiştirmişti. Kanun koyucu getirdiği yeni bazı müesseselerle, 2675 sayılı Kanunda ona paralel değişiklik yapma ihtiyacının artmasına sebep olmuştur. Diğer yandan, Kanunun yürürlüğe girmesinden hemen sonra onaylanan La Haye Nafaka Sözleşmesi gibi milletlerarası sözleşmeler, Kanunun bazı hükümlerini, baştan itibaren istisnai hale sokmuş yani ana kural olmaktan çıkarmış veya uygulanmaz hale getirmiştir. Çünkü, söz konusu sözleşmeler “yeknesak kanun” niteliğinde olup, onaylayan devletlerce karşılıklılık aranmadan konularıyla ilgili alanlardaki her ilişkiye uygulanma özelliği gösteren (erga omnes) sözleşmelerdendir.

Bunlara ek olarak Türkiye Avrupa Birliğine girmek ve tam üye olmak yolundadır. Avrupa Birliğine üye devletler arasında uygulanmak üzere yapılmış çeşitli sözleşmeler vardır. Bunlar arasında milletlerarası özel hukukta çok önemli bir yeri olan “Avrupa Topluluğunda Borç Sözleşmelerine Uygulanacak Hukuk Hakkında Sözleşme” ile “Mahkemelerin Yetkisi ve Mahkeme Kararlarının Tanınması ve Tenfizine İlişkin Sözleşme” de bulunmaktadır. Sözleşmelerden ikincisi Avrupa Topluluğu Tüzüğü haline getirilmiş, ilkinin de Avrupa Tüzüğü haline getirilmesine çalışılmaktadır. Özellikle borç sözleşmelerine uygulanacak hukuka ilişkin Roma Sözleşmesi (Roma I) diye de anılan Sözleşmenin hükümleri, üçüncü devlet vatandaşlarının Avrupa Birliği üyesi olan devlet vatandaşları ile ilişkilerinde de çoğu kez uygulanma alanı bulabilmektedir. Türkiye Avrupa Birliğine girdiği takdirde, o zamana kadar tüzük haline getirilecek olan sözleşme zaten müktesebata dahil olacaktır. Bu itibarla anılan hükümlerle uyumlu bir kanunun kabulü ile ona ilişkin tatbikatın gelişmesinin, bazı zorlukları aşmada yardımcı olacağı muhakkaktır.

Bu Kanun Tasarısı yukarıda anılan ihtiyaçlara, düzenlenen yeni maddelerle, madde değişiklikleriyle ve yeni yaklaşımlarla cevap vermek amacıyla hazırlanmıştır.

Bu Kanun Tasarısı hakkında Adalet Bakanlığında oluşturulan Komisyonda çalışmalar yapılırken, 2675 sayılı Kanunun sadece bazı maddelerinin değiştirilmesi ve bazı yeni maddeler ilavesine ilişkin bilimsel bir çalışma yapan İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi “Milletlerarası Hukuk ve Milletlerarası Münasebetler Araştırma ve Uygulama Merkezi” mensubu Devletler Özel Hukuku kürsüsü öğretim üyelerinin oluşturduğu ve 1976 tarihli Öntasarıyı hazırlayan bilimsel komisyon üyeleri yanında yeni yetişen bilim insanlarının katılımıyla meydana gelen bir komisyonun hazırladığı metin esas alınmıştır. Bu metin 2 yıllık bir çalışmayla hazırlanıp 2002 yılında İstanbul’da geniş katılımlı bir Sempozyumda tartışılmış ve üzerinde yapılan ek çalışmalarla bir “Öntasarı” metni haline getirilmiştir.

Bu çalışmada, uygulayıcılar bakımından ve yazılmış eserlerle yeni yazılacaklar açısından Kanunun madde numaralarının aynen korunması ve yeni maddelerinin (a), (b), (c) gibi harflerle ifade edilmesi düşünülmüştür. Ancak, Kanunun bölüm ve kısım sistemi değişmemekle beraber, yürürlük ve yürütme maddeleri hariç 46 maddesinden sadece 10 maddesinin aynen alınması, 29 maddesinin değiştirilmesi ve Kanuna 23 yeni madde eklenmesi karşısında duyulan tereddütler Tasarının yeni Kanun Tasarısı olarak takdimini zorunlu hale getirmiştir. Esas itibariyle eklenen yeni 23 madde dışında değişen 29 maddede sadece atıf, soybağı, nafaka, borç sözleşmeleri gibi dört temel noktada yaklaşım farkı yapılması ve ek maddelerin büyük kısmının borç sözleşmeleriyle ilgili olması anılan zorunluluğu ortadan kaldırmamıştır.

2675 sayılı Kanunda değişiklik yapan tasarı yerine yeni bir Kanun Tasarısı oluşturulmasının sonucu olarak madde numaralarının, 17 nci maddeden itibaren değişmesi kaçınılmaz olmuştur. Ancak böylece, yeni Kanun Tasarısında her maddede fıkralara numara verilmesi ve diğer bazı maddeler yanında özellikle borç sözleşmelerine ilişkin (a)’dan (i)’ye kadar harflerle ifade edilen yeni maddelerin de bağımsız olarak numaralandırılabilmesi imkanı doğmuştur.

3. Tasarı Düzenlenirken Esas Alınan Kaynaklara İlişkin Temel Yaklaşım

Bu Tasarıda değişiklik çalışmaları yapılırken kaynaklara ilişkin temel yaklaşım, birkaç ana noktada odaklanmaktadır. Bunlar: 1) milletlerarası özel hukuk alanındaki yeni görüşleri, teorileri ve uygulamaları ele almak; 2) yeni milletlerarası özel hukuk konularındaki gelişmeleri araştırmak; 3) Türkiye tarafından onaylanmış ve onaylanmamış milletlerarası sözleşmeleri dikkate almaktır. Bu ana noktalar ve bunların sonuçları değerlendirilirken “Milletlerarası Özel Hukuk ve Usul Hukuku Hakkında Kanun”un yabancı unsurlu olay ve ilişkilerde yer alan her devlete mensup kişilere ve kuruluşlara uygulanacağı düşünülmüştür. Başka bir ifade ile yabancı unsurlu olayın herhangi bir milletlerarası sözleşmeye taraf devlet veya onun vatandaşı ile ilgili olup olmadığına bakılmamıştır. Zaten Avrupa Birliği ülkelerinde bile üye devletler arasında pek çok alanda uyumlaştırma çabalarına rağmen, milli kanunlar ihtilafı kurallarının yürürlükte olduğu ve özellikle Brüksel I ve II’de yer alan mahkemelerin yetkisine ilişkin kuralların sadece Avrupa Birliği üyesi devletlere uygulandığı bilinmektedir.

Bu nedenle maddeler oluşturulurken, herhangi bir milletlerarası sözleşmenin kuralları kelime kelime tercüme edilmemiştir. 2675 sayılı Kanunun milletlerarası sözleşmelere ilişkin olup, Türkiye Cumhuriyetinin taraf olduğu milletlerarası sözleşme hükümlerini saklı tutan 1 inci maddesinin ikinci fıkrası aynen korunmuştur. Türkiye Cumhuriyetinin taraf olmadığı sözleşmeler açısından ise, sözleşmelerin genel kabul gören ilkelerinin ve bağlama kriterlerinin çeşitli açılardan değerlendirilmesi sonucunda, özellikle uygulanacak hukuka ilişkin olanların Tasarı metnine alınması yolu tercih edilmiştir.

4. Kanun Tasarısında Kullanılan Dil Konusunda Türk Medeni Kanununa Uyum

2002 yılında yürürlüğe giren 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu, öze ilişkin olanlar yanında, bazı kavram değişiklikleri de içermektedir. Kanun Tasarısı hazırlanırken gerekli olduğu ölçüde bu değişiklikler de dikkate alınmış ve Türk Medeni Kanununda kullanılan yeni kavramlarla paralellik sağlanmıştır. Bununla beraber, milletlerarası özel hukukta yerleşmiş bulunan ve yabancı dilde “domicile” kavramına karşılık olan “ikametgah” kavramının milletlerarası özel hukuk kurallarının işlevi gözönüne alınarak aynen muhafazası konusundaki güçlü istek, uzun tartışmalardan sonra bertaraf edilerek bu konuda da temel kanun olan Türk Medeni Kanunundaki “yerleşim yeri” kavramının benimsenmesi yoluna gidilmiştir. Ancak genel kavram olarak “ikametgah” yerine “yerleşim yeri” kavramı getirildiğinde ve özellikle Türk hukukunun milletlerarası planda değerlendirilmesi söz konusu olduğunda, yerleşim yeri kelimesinin, İngilizcede “establishment”, Fransızcada “établissement” olarak kullanılması, buna karşılık ikametgahın “domicile” diye ifade edilmesi karşısında pek çok çeviri ve yorum problemlerinin ortaya çıkması önlenemeyecektir. Milletlerarası özel hukuk araştırıcılarının ve yazarlarının özellikle hem bu problemin hem eski ve yeni metinlerdeki ifadelerin anlamı açısından çıkabilecek uyuşmazlıkların bilincinde olması şarttır.

5. Kanunda Kısım ve Bölüm İtibariyle Yapılan Değişikliklerdeki Genel Yaklaşım

2675 sayılı Kanunun “Genel Hükümler” diye anılan I. Bölümünde pek fazla değişiklik yapılmamıştır. Yalnızca, Türk milletlerarası özel hukukunda doktrin ve uygulamada tereddüt uyandıran “atıf” müessesesi üzerinde durulmuş ve uygulama alanının daraltılması konusunda çeşitli gerekçelere dayanan görüşler “Yabancı hukukun uygulanması” başlıklı 2 nci maddede değişiklik yapılırken dikkate alınmıştır.

Tasarıda ayrıca milletlerarası özel hukukta tarafların “uygulanacak hukuku seçme” imkanının daha yaygın uygulanması konusunda da çaba harcanmıştır. Bunun bir gereği olarak milletlerarası özel hukukta, bazı hukuki işlem ve ilişkilerde temel ilke haline gelen ve giderek uygulama alanı genişleyen tarafların uygulanacak hukuku seçme imkanına, bu durumu açıklığa kavuşturmak amacıyla genel kurallar arasında yer verilmiştir. Ancak, söz konusu imkanın sınırları varsa, bu sınırlar ilgili özel maddelerde belirtilmiştir.

Ayrıca 2 nci maddeye son bir fıkra eklenerek bölgesel hukuka sahip devletler açısından uygulanacak hukuka ilişkin açıklık getirilmiştir.

2675 sayılı Kanunun I. Kısmının II. Bölümünde düzenlenen ehliyet, aile hukuku ve miras konusunda da bazı değişiklikler yapılmıştır. Bunların bir kısmı soybağı, nafaka ve borç sözleşmeleri alanında olduğu gibi ilkesel değişiklik niteliği taşırken, diğer kısmı sadece bazı bağlama kriterlerinin kaldırılması, bazı fıkraların yerinin değiştirilmesi, bazı tekrarlardan kaçınılması yahut bazı kelimelerin değiştirilmesi şeklinde olmuştur.

2675 sayılı Kanunun II. Bölümünde yer alan ayni haklar alanındaki temel kural yeniden ele alınırken, 23 üncü maddesi yerine Tasarıda 20 nci madde numarası altında oluşturulan kural hemen hemen aynen muhafaza edilirken, taşıma araçları üzerindeki mülkiyet hakları ve fikri mülkiyet haklarına uygulanacak hukuk konularında uzun zamandan beri duyulan ihtiyaçları karşılayacak yeni maddeler düzenlenmiştir.

Sözleşmeden doğan borç ilişkileri hakkında 2575 sayılı Kanunun II. Bölümünde bulunan 24 üncü madde, 23 numaralı madde haline gelmek ve bazı ilavelerle muhafaza edilmekle beraber söz konusu eklemelerin bir kısmı eski metinden çok farklı bir yaklaşımın ifadesidir. Yeni metinde açık hukuk seçimi yanında açık olmamakla birlikte sözleşmenin hükümlerinden veya halin şartlarından “tereddüde yer vermeyecek” şekilde anlaşılan örtülü, yani zımni hukuk seçimine de milletlerarası tatbikatın ihtiyaçları doğrultusunda yer verilmektedir. Hukuk seçiminin taraflarca yapılmamış olması halinde ise eski metinden tamamen farklı olarak, zaman zaman yetersiz kalan “ağırlıklı edimin ifa yeri” kriteri terk edilmiş, genel anlamda “en sıkı ilişkili hukuk” kriteri esas alınmıştır. Maddede en sıkı ilişkili hukuku belirlemede yardımcı bazı objektif kıstaslar verilmektedir. Ancak, bu kıstasların somut olay adaletini karşılamaması halinde uygulanmak üzere “daha sıkı ilişkili hukuk” diye isimlendirilebilen bir istisna kuralına da yer verilerek sözleşmeden doğan borç ilişkilerine uygulanacak hukukun belirlenmesi için düzenlenen bağlama kuralı sistemi güçlendirilmektedir.

2675 sayılı Kanundaki sözleşmeden doğan borç ilişkileri alanında taşınmaz mülkiyeti, tüketici sözleşmeleri, iş sözleşmeleri, eşyanın taşınmasına ve fikri mülkiyet haklarına ilişkin sözleşmeler gibi özelliği olan bazı borç sözleşmeleri hakkındaki yeni bağlama kuralları ise, Kanunda daha önce düzenlenmemiş sözleşme tiplerini, milletlerarası özel hukuk ilişkileri açısından duyulan ihtiyaçlar ve gelişmelerle uyumlu olarak düzenleme amacını gerçekleştirmektedir.

Sözleşmeden doğan borç ilişkilerinde iradi temsile ve müdahaleci nitelikli emredici kurallara ilişkin hükümler de 2675 sayılı Kanunda daha önce düzenlenmemiş fakat genellikle yeni milletlerarası özel hukuk kanunlarında ve milletlerarası sözleşmelerde yer almış kurallardandır.

2675 sayılı Kanunun II. Bölümünde ele alınan haksız fiiller alanında mevcut genel hüküm niteliğindeki tek bağlama kuralı dışında ihtiyaç duyulan, kişilik haklarının ihlalinden doğan sorumluluk, imalatçının sorumluluğu, haksız rekabet ve rekabetin engellenmesi konularında uygulanacak hukuku gösteren yeni bağlama kuralları düzenlenmiştir.

2675 sayılı Kanunun II. Kısmını oluşturan Türk mahkemelerinin milletlerarası yetkisi ve yabancı mahkeme ve hakem kararlarının tanınması ve tenfizi alanında ise çok büyük değişiklikler yapılmamıştır.

Daha çok kanunlar ihtilafı kısmında getirilen yeni düzenlemelere paralel olarak ihtiyaç görülen konularda yetkili mahkemelere ilişkin yeni hükümler getirilmiştir.

Bununla beraber, tatbikatta duyulan bazı ihtiyaçları karşılayan, açıklık ve uygulama kolaylığı sağlayan nitelikte bazı yeni maddelere (m. 43, 44, 45, 58 ve 62) ve bazı maddelerde değişikliklere Tasarının İkinci Kısmının çeşitli maddelerinde yer verilmiştir. Özellikle yabancı hakem kararlarının tenfizinde önemli bir değişiklik yapılarak, kararın taraflar için “bağlayıcılık kazanması”nın da kararın tenfizi için yeterli olduğu madde metninde öngörülmüştür. Ayrıca yabancı hakem kararlarının tanınmasının da tenfizi şartlarına tabi olduğuna ilişkin bir hükümle bu konuda da açıklık sağlanmıştır.

Meclis Görüşmeleri

Milletlerarası Özel Hukuk ve Usul Hukuku Hakkında Kanun Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu (1/337) (S. Sayısı: 47) (xx)

BAŞKAN – Komisyon? Burada.

Hükûmet? Burada.

Komisyon raporu 47 sıra sayısıyla bastırılıp dağıtılmıştır.

Sayın milletvekilleri, alınan karar gereğince, bu tasarı, İç Tüzük’ün 91’inci maddesi kapsamında görüşülecektir. Bu nedenle, tasarı, tümü üzerindeki görüşmeler tamamlanıp maddelerine geçilmesi kabul edildikten sonra, bölümler hâlinde görüşülecek ve bölümlerde yer alan maddeler ayrı ayrı oylanacaktır.

Tasarının tümü üzerinde söz isteyen, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, Manisa Milletvekili Sayın Şahin Mengü.

Buyurun Sayın Mengü.

CHP GRUBU ADINA ŞAHİN MENGÜ (Manisa) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2675 sayılı Milletlerarası Özel Hukuk ve Usul Hukuku Hakkında Kanun’un değiştirilmesi yönündeki tasarı ve komisyon raporu hakkında Cumhuriyet Halk Partisinin görüşlerini sunmak üzere huzurlarınızdayım.

BAŞKAN – Sayın Mengü, bir saniye…

Sayın milletvekilleri, lütfen Hatibi dinler misiniz.

Buyurun Sayın Mengü.

ŞAHİN MENGÜ (Devamla) – Değerli arkadaşlarım, huzurunuzdaki tasarı, hukukun çok özel kısımlarını ilgilendiren bir yasa tasarısı. Bu nedenle, bunun bir temel yasa olarak dahi tartışılmaması, görüşülmemesi gerekirdi. Ancak, komisyondan böyle geçtiği için, bu tasarıya bir temel yasa gibi bakarak tartışacağız.

Toplumların gelişmesi, değişen ekonomik ve sosyal şartlar, zaman zaman yasaların değişmesi zaruretini yaratır.

Değerli milletvekilleri, 2675 sayılı Yasa, yani şu anda yürürlükte olan, kabul edeceğimiz tasarı, görüşeceğimiz tasarı kabul edildiği takdirde yürürlükten kalkacak olan tasarı, evvela 1976 yılında, İstanbul Üniversitesinde bir bilim bölümü tarafından üstünde çalışmalar yapılan, 1978’de bir sempozyumda tartışılan, akabinde Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi, Siyasal Bilgiler Fakültesi ve Adalet Bakanlığında da çalışmalar yapılarak gündeme getirilen, son şekli verilen İstanbul’daki tasarının, İstanbul tasarısının esas metin kabul edildiği ve bu nedenle ancak ta 2002 yılında kanunlaşabilen bir yasa tasarısıdır ve huzurlarımızda kanun olarak bulunmaktadır. Yani, bir yasa tasarısının hazırlanması, nereden bakarsanız bakın çok uzun süre almıştır.

Bütün bunlar, bu yasa tasarısının ellenmeyeceği anlamına gelmez. Elbette 2002’den günümüze kadar değişen sosyal ve ekonomik şartlar, hukuki şartlar, Türkiye’nin yaptığı ikili anlaşmalar, çok taraflı anlaşmalar zaman zaman kanunların değişmesi gerektiğini bize gösterir. İşte sözü edilen, huzurlarınızda tartışılan yasa tasarısı da bir değişiklik ihtiyacından doğduğu ileri sürülmektedir. Ancak, gerek bilim adamlarıyla yaptığımız konuşmalarda gerek bu işlerle uğraşan bir avukat meslekli arkadaşınız olarak ben, henüz, bu yasanın bir tıkanıklığa sebep olduğunu, mahkemelerin uzamasına neden olduğunu kesin olarak bizlere verecek verilerin ortaya çıkmadığı inancındayım. Maalesef, 2000’li yıllardan itibaren Türkiye’de yaygın bir yasalaşma olayında bazı insanların kanunlara adını verdirmek gibi bir özel çabaları oldu. Örneğin, dünyanın her tarafında temel yasalar bizdeki gibi tümden değiştirilip yeni bir kanun hâline getirilmezler. Örnek, biz Türk Medeni Kanunu’nu sil baştan yazdık. Türk Medeni Kanunu’nun eksik tarafı yok muydu? Elbette vardı. Ancak, 1800’lü yıllarda yürürlüğe giren Code Napolyon, Fransa’da hâlâ aynı Code Napolyon’dur. Fransa’da değişiklik ihtiyacı olmadı mı? Gayet tabii oldu. Ne yaptı Fransızlar? O maddelere zaman zaman A, B, C, D gibi harfler vererek ekler yaptılar. Biz böyle yapmıyoruz, biz kanunları olduğu gibi tümden değiştiriyoruz.

İşte, huzurunuza gelen kanun da İstanbul Üniversitesinden bazı bilim adamlarının –tabirimi mazur görsünler- kişisel kaprisleri, kişisel arzularıyla hazırlanmış bir yasadır. Şimdi, tabii, biliyorum, Sayın Komisyon Başkanı, Sayın Bakan hemen diyecekler ki: “Olur mu efendim? Adalet Bakanı sahiplendi.” Doğrudur, Adalet Bakanlığı sahiplenmiştir, çünkü tasarı hâline geldiğine göre. Ancak, herkesin bildiği, nitekim kendilerinin dahi dayanamayıp Komisyonda tartışırken birçok maddelerini değiştirdikleri bir tasarıdır. Hâlen bu tasarı -şu anda dışarıda onlarca değişiklik önergesi hazırlanmaktadır- yani, çok ciddi tartışılmadan, bir grup profesörün kendi arzularıyla yaptıkları bir yasa tasarısıdır. 2675 sayılı Yasa’da değişiklik ihtiyacı var mıdır? Vardır. Ama böyle, tümden yasayı atalım, yeni bir yasa yapalım denecek durumda değiliz. Öncelikle 2675 sayılı Yasa’nın –zaten bu tasarıda da öyle- ilk yirmi maddesinde bir değişiklik yok, yani maddenin sıralamasında yok. Akabinde gelen maddelerde değişiklik yapılmış.

Şimdi, yıllardır, çok özel bir kanun olduğu için, hâkimlerin bu kanuna dahi, 2675’e intibak etmeleri dahi çok uzun zaman aldı. Hâkimlerin yeni öğrendiği, yeni uygulamaya başladığı… Çünkü, bir yabancı hukukun uygulanması kanunu bu kanun. Bu, her mahkemenin, her ilçe mahkemesinin uyguladığı bir kanun değildir. Daha çok büyük kentlerdeki hâkimlerin uyguladığı bir yasadır. Bu nedenle uygulanması ancak oturmuş bir kanun tasarısıdır. Tüm yürürlük süresi yirmi beş senedir. Dünyanın her tarafında kanunlar eskidikçe kıymet kazanırlar. Bu, anayasalar için de böyledir, kanunlar için de böyledir. Çünkü, kanunun uygulanması uzadıkça, üstündeki tatbikat geliştikçe yorumlanması da günlük farklılıklar göstermeye başlar. Ancak, Bakanlık yeni bir tasarı hazırlanmasına karar vermiş, tasarı huzurlarımıza geldi.

Elbette, maddeler hakkında görüşmeler yapılacağı zaman her madde hakkında da birçok şey söylenecek. Ancak, bazı şeyleri çok kaba hatlarıyla söyleyerek geçmek istiyorum. Örneğin, bu yasanın temelini oluşturan yabancı kanunların Türkiye’de uygulanmasında 2’nci madde sadece kişinin hukukuyla aile hukukunun uygulanmasında yabancı yasanın uygulanacağını öngörmüş. Şimdi, yasanın gerekçesine baktığınız zaman, işte, Avrupa Birliğine uyum deniliyor, tıkanıklık deniliyor, Türkiye’nin ihtiyaçları deniliyor; arkasından da bir başka madde gerekçesinde hâkimlerin yabancı kanunlara ulaşabilmesindeki zorluktan bahsediliyor. Şimdi, bilişim teknolojilerinin bu kadar hızlı geliştiği, artık, evdeki çoluk çocuğun dahi bilgisayarlardan dünyanın her tarafındaki bilgiye ulaşabildiği bir dönemde bir mahkemenin –ki, bugün hemen hemen, bildiğim kadarıyla, bütün mahkemelerde bilgisayar ağı var- bir hâkimin herhangi bir yasaya ulaşamayacağını düşünmek mümkün değil.

Ayrıca, özel hukukta davanın, dosyanın tarafları var, davalısı var, davacısı var. Uygulanması gereken yasa maddesini zaten bunlar sizin önünüze getirecektir. Bu nedenle, bu yasa tasarısında sadece incelemeyi kişi hukukuna indirmek, aile hukukuna ilişkin yasalarda yabancı hukukun uygulanacağını, diğer işlemlerde uygulanmayacağını söylemek çok da makul gelmemekte.

Bu yasada beni çok rahatsız eden bir başka şey var. Eski kanunda, yani, şu anda yürürlükte olan kanunda açıkça bir kanun seçilirdi, uygulanacak kanun taraflarca açıkça tespit edilirdi. Bu kanuna baktığınız zaman üstü kapalı, örtülü de bir hukuk seçimi söz konusu. Aynen şu: Sözleşme hükümlerinden veya hâlin şartlarından tereddüde yer vermeyecek biçimde, anlaşılabilen hukuk seçimi de geçerlidir. Bu çok subjektif bir şey. Bana göre çok açık olan bir şey, bir başkasına göre çok müphem olabilir. Bu tip, yasayı ileride uygulayacak olan insanları sıkıntıya sokacak, davaları uzatacak birçok sakıncası var gibi geliyor.

Bir başka tehlikeli bölüm: Zaman zaman, çok uluslu şirketlerin kendi aralarında yaptığı sözleşmelerde görülen bir şey vardır; bu sözleşmenin şurasına İspanyol hukuku, burasına İsviçre hukuku uygulanır denir. Biz, her yurt dışında olan şeyin, sanki çok doğruymuşçasına, uygulamalarına bakmadan, kendimize adapte etmeye çalışıyoruz. Örneğin -bu söylediğim şey, tasarının 23’üncü madde, 2’nci fıkrası- “Taraflar, seçilen hukukun sözleşmenin tamamına veya bir kısmına uygulanacağını kararlaştırabilirler.” diyor. Özellikle, taraflar arasında yapılan sözleşmenin tüm maddeyle bütünlük arz ettiği durumlarda böyle bir bölünmenin çok ciddi sakıncalar yarattığını kabul etmek lazım.

Ayrıca arkadaşlar, bu yasanın dilinde de büyük sorunlar var. Öyle kelimeler kullanılmış ki, Türk hukukunda da bugün, daha henüz geçerli olmayan, yani uygulamada da kabul edildiği şüpheli olan, tam karşılığını bulamadığımız kelimeler var. Hatta o kadar var ki, tasarının gerekçesini incelerseniz, bir kelime var burada, tasarıda yazdığı için bunu kullanmak istiyorum, bizim hukukumuzda “ikametgâh” diye geçen -eski tabirle ikametgâh, yeni tabiriyle Medeni Kanun’da başka şey- kelimenin İngilizce dilindeki söylemi -sizlerden çok özür dileyerek söylüyorum- domicile. Ama biz bunu getirmişiz, o anlamdan, yani bu domicile’ın anlamından çıkartmış başka bir kelime koymuşuz. Bu konuyu teknik olarak bilen arkadaşlarım bilir, bizim kullandığımız, yani şu anda kanunda adapte edilen hüküm -gene özür dileyerek tasarıda olduğu için söylüyorum- “establishment“ kelimesinin karşılığı. Ama unutmayın ki bu yasayı sadece bizler uygulamayacağız, bu yasayı yabancılar da uygulayacak.

Şimdi, bu tür, böyle bir kelime sıkıntısı var. Onun dışında, işte -biraz evvel de tek tek çıkarttım bunları sizlere arz etmek üzere- birçok kelimeyi, Türkiye’de daha hukukumuzda yerleşmemiş kelimeleri biz bu yasa tasarısına adapte etmişiz

Şimdi, bütün bu sıkıntılar, bu yasa tasarısının çok alelacele getirildiğini… Arkadaşlar kusura bakmasınlar, çok çalışmışlar, bakarsanız da listeye, bir sürü ilim adamının adı geçiyor, ancak bu tasarı, Komisyonda -gene söylüyorum- benim partimin de katkılarıyla, bir temel kanun gibi -eskiden görüşülmüş- 77’nci maddeye göre getirilmiş, geçirilmiş, ama bu maddelerin oturulup tek tek tartışılarak yapılması lazım, tekrar Komisyona iadesi gerekiyor.

Şu anda dışarıda 2 tane arkadaşım -gelmişler herhâlde buraya- gerek Cumhuriyet Halk Partisinden bir arkadaşım gerekse Milliyetçi Hareket Partisinden arkadaşım, herhâlde on kadar değişiklik önergesi hazırladılar. Düşünebiliyor musunuz, kırk altı-elli maddelik bir yasa tasarısında en az on-on iki tane değişiklik önergesi vereceğiz. Böyle bir yasa tasarısı, baştan, çok ciddi sıkıntılar yaratır. Bence, Komisyonun yapması gereken, Bakanlığın yapması gereken, bu tasarıyı çekip evvela Komisyona iade edip, tekrar -bütün bu yaptığımız, aksaklıkları, birçok “aksaklık” diye getirdiğimiz ve önerge hazırlanan konular hakikaten ciddi konular- bu konuların aşılabilmesi, bunların tek tek tartışılarak, düzeltilerek geçirilmesi.

Bu kanun siyasi bir kanun değil; bu kanun, hiçbir siyasi partinin kendine bir siyasi prim yapacağı bir kanun değil. Bu, çok teknik bir kanun. Yarın, avukatıyla hâkimiyle uygulanacak bir kanun. Elbette, her kanunu hâkim, avukat uygular, tatbikatı böyledir ama bu kanun, yani, bir siyasi çıkarı olan, bir siyasi altyapısı olan, bir siyasi konuşmanın yapılabileceği bir kanun değil. Bu kanun, çok teknik, yabancı hukukun Türk mahkemeleri tarafından, yani Türk mahkemelerinin yetkisi açısından hazırlanan bir yasa tasarısı, usul kanunu gibi. O nedenle, bu yasa tasarısının, tekrar tekrar gözden geçirilerek uygulanması gerekir.

Örneğin, öyle tabirler var ki değerli arkadaşlarım, 47’nci maddede -hemen aklıma, şurada, önümde notumda gördüm de- “yabancı gerçek ve tüzel kişiler” diyor. Peki, yabancı olan gerçek ve tüzel kişilerin dışında, o ülkenin kamu kurumu, örnek, o ülkenin demir yolları kurumu, onu nasıl tarif edeceğiz? Eski kanunda da yanlıştı bu kelime, oraya “yabancılar” tabirini koyarsınız, “yabancı” dediğiniz zaman, bunun içine hepsi birden girer. Yani, buradaki kimseyi sıkıntıya sokmaz. Yarın herhangi bir davada yabancıların bazı şeylerden kurtulması için imkân sağlamamış oluruz. Bu nedenle bu yasa tasarısını baştan tekrar bir gözden geçirmemiz gerekiyor. Her kanun gibi –baştan da aynı şeyleri söyledim- çok temel bir kanun, ama temel kanun derken, bir Medeni Kanun, bir Borçlar Kanunu, bir Ticaret Kanunu değil, özelliği olan Türk mahkemelerinin uluslararası yetkisini tartıştığımız bir yasa tasarısı. Bu nedenle, hem kendi hükümranlık haklarımıza sahip çıkarak hem de bu yasayı uygulayacak insanların bu işi rahat uygulaması için gereken imkânı sağlayalım.

Yasa tasarısının tümüne bakarsanız -içinizde birçok çok değerli avukat arkadaşım var, onların da bu yasayı tatbik edenlerini biliyorum- geçtiğimiz, şu anda yürürlükte ki olan 2675 sayılı Yasa’yla ilgili hiçbirimizin bir derdi yok, kim “var” diyorsa olayı biraz abartıyor. Şimdi, burada, bunları hiç söylemek istemezdim ama, bir İstanbullu profesörün, ta Pakistan devletinin avukatı olarak Türkiye’de açtığı bir davadaki arzuları yönünde hazırlanmış bir tasarıdır. Sağ olsunlar, sonra o komisyonda bu tasarıdan o arzuları çıkartmışlar, ama tasarının temelinde yatan arzu, İstanbul Hukuk Fakültesinden bir profesörün kendi arzusuyla, kendi kaprisiyle huzurlarımıza getirdiği bir tasarı. Bu kadar teknik bir tasarıda, lütfetsinler, bu tasarıyı geri çekelim –yine söylüyorum siyasi bir tasarı değil, bu çok teknik bir tasarı- yarın üç günde bir yasa değiştirmek mecburiyetinde kalmayalım. Yarın, yine sıkışacağız –Sayın İyimaya da avukatlıktan gelme bir arkadaşımdır- defalarca yasa maddesi değiştirmeyelim, Türkiye bunu yaşadı. Bu 12 Eylül askerî rejimde de sabahleyin kanun çıkardı, üç gün sonra kötü olduğu anlaşılırdı. İşte, hep beraber yaşadık, şimdiki 301’le ilgili bir araştırma yaptım, bugüne kadar 12 kere mi,15 kere mi ne değişmiş. Neden değişmiş? Çünkü, biz hiçbir şeyi incelemeden, o günkü atmosfere göre, o günkü siyasal konjonktüre göre, rüzgâra göre yasa yapıyoruz. Şimdi, bu yasaları da –lütfen bu çok teknik bir konu- geriye çekelim, çünkü bu yasanın gecikmesinde hiçbirimizin ne menfaati var ne bundan bir kaybı var. Türk mahkemelerinin uluslararası yetkisini konuşuyorsak bunu çok sağlıklı ve sağlam yapalım. Eğer bunu sağlıklı yapmıyorsak yarın çok daha büyük sorunlara, mahkemeleri çok daha büyük tıkanıklıklara sebebiyet vereceğiz, Söylüyorum: Kanunda daha Türk hukukunda yerleşmemiş terimler kullanılıyor. Çok komik gelen bir kelime vardı bana, “en yakın hukuk” falan gibi, “en alakadar hukuk” gibi. Böyle bir kavram yok Türk hukukunda, hangisinin var olduğunu da söyleyemeyiz. Daha hâlâ hukukçuların tartıştığı kavramları yasa tasarısının içine koymuşuz. Bu kadar teknik bir yasanın bu kadar oldubittiye getirilmemesi lazım. Bakın, 2675 hazırlanırken altı yıl çalışılmış. “Altı yıl çalışalım.” demiyorum, ama en azından bir müddet daha, Komisyonda bunun maddelerini tek tek yapalım. Şimdi, burada hazırlanan önergeleri gündeme getir, her dakika konuş, her önergede önerge sahibi beş dakika konuşsun… Bunları yapacağımıza, yüce heyeti bununla işgal edeceğimize, hiç olmazsa Komisyonda oturalım, hep beraber dirsek dirseğe verelim, bu işi uygar ülkelerin uygar evlatları gibi, yüce Meclisin çatısına yakışan bir şekilde çözelim.

Bu nedenle, bu konudaki düşüncelerimi arz ettim. Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Mengü.

Gruplar adına başka söz talebi yoktur.

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Var efendim…

BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) – Var efendim, var…

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Biz bildirmiştik, Sayın Faruk Bal bizim grubumuz adına konuşacaklar.

BAŞKAN – Söz taleplerini diğer gruplar da lütfen yazılı olarak iletirlerse yanlış yapmayız.

Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Konya Milletvekili Sayın Faruk Bal. (MHP sıralarından alkışlar)

Buyurun Sayın Bal.

Yirmi dakika süreniz var.

MHP GRUBU ADINA FARUK BAL (Konya) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Milliyetçi Hareket Partisi adına görüşülmekte olan kanun tasarısıyla ilgili olmak üzere düşüncelerimizi açıklamak için söz almış bulunuyorum. Yüce heyeti saygıyla selamlıyorum.

Tabii, milletlerarası özel hukuk ve usul hukuku dediğimiz zaman, hızla gelişen bilginin ve teknolojinin küçülttüğü dünyanın yaratmış olduğu iç içe girmiş, beşerî, ticari, siyasi ve iktisadi olayların çözümüyle ilgili yargısal sorunları görüşüyor oluyoruz.

Böyle bir kapsamlı işte temenni edilirdi ki, bu kanun tasarısı komisyonlarda çok ciddi bir şekilde görüşülsün, tartışılsın; ülkemizin yabancı bir ülke mahkemesinde mütebessim yüz ile karşılaşılmadan, eleştirilmeden, vakur bir şekilde temsiline imkân sağlayan bir yasa hazırlayabilelim.

Bu kanun tasarısı, İç Tüzük’ün 77’nci maddesinde geçtiğimiz haziran ayı içerisinde yapılan bir değişiklik neticesinde Adalet Komisyonunda ciddi bir şekilde görüşülememiştir. İç Tüzük’ün 77’nci maddesinde yapılan değişikliğin sonunda, bir önceki dönemden kalan kanun tasarı ve teklifleri bütünüyle Komisyonda benimsenmek suretiyle Genel Kurula indirilebilir hâle gelmiştir. Dolayısıyla, Milliyetçi Hareket Partisi geçen dönemde Mecliste bulunmadığı için, bu kanun hakkındaki düşüncelerini maddeleri itibarıyla komisyonda değerlendirememiş durumdadır. O bakımdan, Genel Kurula geldikten sonra ayrıntılı bir inceleme ve netice itibarıyla bu kanunu değerlendirme imkânını bulabildik. Şimdi, sırasıyla bunları yüce heyetinize sunmaya çalışacağım.

Değerli milletvekilleri, sanayi toplumunu tarım toplumundan tevarüs eden dünya 21’nci yüzyılın başından itibaren de bilgi toplumuna geçmiştir. Aradaki tarım toplumunun, sanayi toplumunun dünya ülkeleri ve o ülkelerde yaşayan vatandaşların birbirleriyle münasebetleri açısından değerlendirdiğimizde, bu münasebetler çok daha girift, çok daha derin, çok daha geniş bir hâle gelmiştir. İnsanlar ve ülkeler arasındaki bu derin, girift ve geniş ilişkiler muhakkak ki ihtilaflara sebep olmuştur. Doğan ihtilafların çözüm yeri de hukukun üstünlüğü ilkesini kabul etmiş olan bütün ülkelerde olduğu gibi bizim ülkemizde de yargı yeridir. Fakat, bugün gündemimizde bulunan yargı yabancı unsur taşıyan ihtilaflarla ilgili bir yargıdır, dolayısıyla özelliği biraz daha farklıdır. Niçin farklıdır? Çünkü “yabancı unsur taşıyan ihtilafların çözümünde hangi kanun uygulanacaktır” sözünün cevabı, bizi, “kanunlar ihtilafı” dediğimiz çetrefilli bir meseleye götürür. Kanunlar ihtilafı, hukuk tarihi boyunca ülkeler arasında ve ülkelerin bilim adamları arasında tartışma mevzusu olmuştur. Bu tartışmalar belirli anlayışlara doğru yönelmiş ve neticesinde de uluslararası sözleşmeler doğmuştur.

Kanunların arasındaki ihtilafı bu sözleşmelerle halleden hukuk dünyası, daha sonra ikinci bir sorunla karşı karşıya kalmıştır. Bu ihtilafı hangi ülkede çözeceğiz, yani “ülkeler arası yetki” dediğimiz kavram karşılığında çıkmaktadır. “Ülkeler arası yetki” dediğimiz kavram da, yine ülkelerin menfaatleri ve o ülkelerin kendi vatandaşlarını ve kendi vatandaşlarının kurmuş olduğu hükmi şahsiyetleri koruma içgüdüsüyle davranmalarına neden olmuştur. Uzun süren hukuk tarihi boyunca tartışmaların neticesinde, yetki mevzusunda da uluslararası anlayışlar belirginleşmeye başlamış ve bu çerçeve içerisinde de uluslararası yetki kurallarını düzenleyen anlaşmalar gündeme gelmiş ve pek çok ikili ve çok taraflı anlaşmayla bunlar da, ülkemizin de taraf olduğu sözleşmelerle halledilebilmiştir.

Bu şekilde yetki ve kanunlar ihtilafını hallettikten sonra, ülkelerin kendi içlerinde bu sorunları hangi usul ve esaslara göre tanzim edecekleri ve hangi sözleşmelerin hangi hükümlerini kendi iç hukuklarına nasıl yansıtacakları sorusunun cevabına geliyoruz ki, önümüzdeki kanun da işte bunu düzenlemektedir.

Başından beri ifade ettiğim gibi, bu yasa tasarısında ciddi eksiklikler, ciddi yanlışlıklar bulunmakla beraber, bu yasa tasarısı, 21’inci yüzyıla giren Türkiye’de artık modern bir milletlerarası özel hukuk ve usul hukuku kanununa ihtiyacımızın bulunduğu gerçeğini gizlememektedir.

Bundan önce kısaca bilginize sunmak istiyorum: Gerek uluslararası yetki gerek kanunlar ihtilafı ve gerekse yabancı unsur taşıyan ihtilaflarda, 17’nci yüzyıla kadar kolonicilik anlayışına sahip olan ülkeler -başta İngiltere, Portekiz, İspanya, İtalya, Fransa, Hollanda, Belçika gibi ülkeler- benim dediğim dediktir diyerek, kendi usullerini diğer ülkelere kabul ettirmiştir. Ancak, 17’nci yüzyıldan sonra İngiltere’de “common law” dediğimiz “hâkimlerin hukuku” anlamına gelen yeni bir anlayış belirmiştir. Bu anlayış da İngiliz mahkemesi kararlarının diğer ülkelerde tanınmaması endişesinden kaynaklanan bir anlayıştır. Yani, İngiltere’deki bu anlayış o derecede kendi mahkemesine, kendi hâkiminin kararına inanıyor ve itibar ediyor ki, bunun bütün dünyada kabullenilmesi ve uygulanılması gerektiğine inanıyor. Bunun uygulanmamasının doğuracağı sonuçtan kurtulabilmek için yabancı mahkeme kararlarının da İngiltere’de tanınması ve tenfizi noktasına kadar gelebilecek bir yargı sürecini başlatmış bulunuyorlar. İşte, 17’nci yüzyılda İngiltere’de başlayan bu anlayış daha sonra diğer ülkeler tarafından da önce içtihatlar şeklinde, daha sonra da kanunlar ve uluslararası sözleşmeler şeklinde gelişmiştir.

Tarihimize baktığımız zaman, Osmanlı İmparatorluğu’nun böyle bir şansı olmamıştır. Çünkü Osmanlı İmparatorluğu kolonici ve sömürgeci bir anlayışa sahip olmadığı için ve hukuk düzeni itibarıyla da diğer ülkelere zorla kabul ettirebilecek bir anlayışı benimsemediği için bu hukukî gelişmelerin gerisinde kalmıştır. Tabii ki, bu boşluk mutlaka doldurulacaktı, nitekim doldurulmuştur. Nasıl 16, 17’nci yüzyıldan sonra gelişerek Osmanlı İmparatorluğunu önce duraklama, sonra gerileme, daha sonra çöküş seviyesine götüren kapitülasyonlar hasıl olmuş ise, hukuk sistemimizde de bu kapitülasyonlar kendisini göstermiştir.

Netice itibarıyla, Osmanlı, bağımsız bir devlet olmasına rağmen, üç kıtada altı yüz yıl hükümran olmasına rağmen, bu hukuk alanını geliştiremediği için bu hukuk alanındaki boşluklar sonuç itibarıyla konsolosluk mahkemeleriyle doldurulmuştur. Konsolosluk mahkemeleri öyle vahim neticelere ülkeyi götürmüştür ki, artık, Osmanlı vatandaşları bile yabancıların hukukuna ve adaletine sığınır hâle gelmişler, yabancıların konsolosluk mahkemelerindeki imtiyazlı durumlarından yararlanabilmek için Osmanlının tebaasından olan tacirler, tüccarlar, velhasıl yabancılarla ilişkili ticaret ve beşerî münasebet kurmuş olan kişiler de Osmanlı hukukundan uzaklaşmış ve bu ülkelerin, yani kapitülasyon sahibi olan ülkelerin hukuki himayesine sığınmak suretiyle konsolosluk mahkemelerinde dava açar hâle gelmişlerdir. Ne zamana kadar? 1330 yılına kadar. 1330 yılı 1914 yılına tekabül etmektedir. 1914 yılında Osmanlı, çöküşün bir nedeninin de bu olduğunu fark etmiş, işte Birinci Dünya Savaşı’nın başında bir Ecnebilerin Hak ve Vezaifine Mütedair Muvakkat Kanun adı altında beş maddelik kanun çıkarmıştır. İşte, o dönemdeki beş maddelik Kanun, kapitülasyonlara ve konsolosluk mahkemelerinin görevlerine bir ölçüde son verebilmiş ve bu Kanun, iki kutuplu dünyada da hükmünü cari kılarak 1982 yılına kadar yürürlükte kalmıştır. 1982 yılında, 2675 sayılı Kanun –ki, halen yürürlükte olan kanundur- çıkarılmıştır ve bu 2675 sayılı Kanun, daha önceki 1330 tarihli Kanunu Muvakkat’a göre daha etraflı, daha düzenli, daha çerçeveyi belirleyen bir anlayışla yürürlüğe konulmuş olmasına rağmen -sözlerimin başında ifade ettiğim- dünyanın gelişmesi, bir başka ifadeyle ilimde, teknolojideki gelişmelerin dünyayı küçültmesi neticesinde, beşerî münasebetlerin, ticari münasebetlerin, iktisadi münasebetlerin sıklaşması, mahiyetlerinin genişlemesi, ilişkilerin derinleşmesi neticesinde bugünkü milletlerarası özel hukuk ve hukuk usulüne ilişkin anlayışa cevap veremez hâle gelmiştir.

Elbette ki külliyen reddetmenin bir anlamı yoktur, mutlaka muhafaza edilecek olan hükümleri vardır, ancak yeni tasarının da 1982 yılından sonra gelişen uluslararası ilişkilerde ortaya çıkan sözleşmeler çerçevesi içerisinde yenilenmesi gerekmektedir. Yenilenirken, bu kanun hazırlanırken ciddi bir akademik destek alındığı bellidir, ciddi bir bürokratik destek alındığı bellidir, ancak bu belirliliği olan hususlara rağmen ciddi hataların ve eksikliklerin de varlığı bir gerçektir. Ben, izninizle, madde başlıkları hâlinde bunları yüce heyetin bilgisine sunmak ve bölümlere ilişkin görüşmelerde de buna ilişkin önergelerimizle bu eksiklikleri gidermek ve yanlışlıkları düzeltmek azmi içerisinde bulunduğumuzu ifade etmek istiyorum. Milliyetçi Hareket Partisi Grubu olarak amacımız bu kanunu mükemmelleştirmektir. Mükemmeli elde edemesek bile mükemmele yakın bir noktaya getirebilmektir.

Öncelikle, bu kanunda çok belirgin bir dil hatası bulunmaktadır. Bu dil hatası, ağırlıklı olarak eleştiri konusu olan “ikametgâh” kelimesinden kaynaklanmaktadır.

Değerli milletvekilleri, bu “ikametgâh” kelimesi, esasen tasarının gerekçesinde de yanlışlığı ifade edilmekte ve sanki tasarının gerekçesi bağıra bağıra beni buradan değiştirin diyor.

Ama ben size bu “ikametgâh” kelimesinin nereden nereye geldiğini izin verirseniz anlatmak istiyorum.

Medeni Kanun Tasarısı Adalet Bakanlığında tartışılır iken o zamanın Komisyon Başkanı Profesör Doktor Turgut Akıntürk idi. O zamanın heyeti teşkil edilirken Dil Kurumundan da bu heyetin içerisine birkaç tane uzman alınmıştı. Bu uzmanlar o tarihte nerede bir yabancı kelime diye ifade ettikleri Arapça veya Farsça’dan gelen kelime varsa, onun yerine buldukları bir kelimeyi ikame etmek üzere gayret içerisindedirler. Başka da bir, Medeni Kanun’un hazırlanmasına katkıları olmamıştır. Burada çok gülünç kelimeler de ifade edilmiş olmakla beraber “ikametgâh” kelimesi bu uygulamaya kurban edilmiş, netice itibarıyla “yerleşim yeri” olarak Medeni Kanun’a girmiştir.

Tasarının gerekçesinde açıklandığı üzere “yerleşim yeri” uluslararası hukuk terminolojisinde “establishment” diye İngilizce ifade edilen bir kelimeye tekabül etmektedir. Ancak uluslararası hukuk terminolojisinde “ikametgâh”ın karşılığı bu kelime değildir, onun karşılığı yine İngilizce ifadesiyle “domicile” denilen bir başka kelimedir.

İşte bu Kanun’da “ikametgâh” kelimesi kullanılması gerekir iken tasarıda Medeni Kanun’a uyum sağlayalım düşüncesi ile “yerleşim yeri” kabul edilmiştir. Medeni Kanun’da “yerleşim yeri” kabul edilmesi bir açıdan mazur görülebilir. Neden? Çünkü, yani bu, Türkiye’de uygulanan bir kanun filan denilebilir, burada anlaşılabilir denebilir, fakat bu kanunlar Türklerin ilişkili bulunduğu bir davada yabancı bir ülkeye tercüme edilirken “yerleşim yeri” biraz önce de ifade ettiğim “establishment” kelimesi olarak tercüme edilecektir ve o kelimenin doğurduğu hukuki sonuca göre bir çözüm bulunacaktır. Oysaki “ikamet” kelimesinin doğurduğu hukuki sonuç çok daha farklıdır. Bu kadar bariz bir hatanın bu tasarıda yer almamasını dilerdik, ancak yer almıştır, düzeltilmesi gerekir.

Muhtelif maddelerinde bu tekrarlanmaktadır. Her madde için gerekçeli önergemizi sunacağız. Bu önergelerin diğer parti gruplarınca da olumlu karşılanacağını ümit ediyorum.

Bir başka dil hatası, “ülke hukuku…” Kanunlar uygulanırken, kanun ihtilafları doğduğunda “ülke hukuku” tabiri kullanılması gerekir. Bazı maddelerde “ülke hukuku” tabiri kullanılmış olmakla beraber, başka maddelerde “yer hukuku” tabiri kullanılmıştır ki yer hukukunu yabancı bir ülkenin lisanına çevirdiğiniz zaman “ülke hukuku” tanımını ortaya koyabilecek bir kelime bulunmakta müşkülat çekilebilir.

Ayrıca kanunun dilinde birliğin olmaması da, bu kanunun başka bir zafiyet yönüdür.

Kanun tasarısında gereksiz tekrarlar bulunmaktadır değerli milletvekilleri. Bu, önergeler sırasında tartışılacaktır. Bize göre, kanun tasarısının 13/1 maddesinde Komisyon tarafından ilave edilen metin, 12’nci maddenin üçüncü fıkrasının aynen tekrarıdır. Bir madde üstündeki hükmün bir madde altında tekrar edilmesi, o kanunun bilimsel değerine bir zafiyet yükler ki yüce heyetten böyle bir değeri zafiyete uğramış kanunun çıkmasını beklemek mümkün değil. Aynı tekrar 14’üncü maddenin birinci fıkrasında da yapılmıştır.

Tasarının 20’nci maddesinde gayrimenkullere ilişkin yetki kuralı belirlenirken… “Gayrimenkulün bulunduğu yer mahkemesi yetkilidir” kuralı genel bir kural olarak bellidir. Fakat bu kural, mirasla ilgili 14’üncü maddeye aynen tekrar edilmek üzere alınmıştır.

Bir eksiklik, ki vahim bir eksikliktir bizde, bizim hukukumuzda koruyucu kurallar vardır. Kamu kuralları niteliğindedir bunlar, kamu düzenine ilişkindir. Kamu düzenine ilişkin kurallar resen hâkim tarafından uygulanır. Bu kamu düzenine ilişkin kurallar uygulanırken yabancı hukuk ne diyor ne demiyor ona bakılmaz, çünkü bu bizim kamu düzenimizle ilgilidir, bunu uygularız. İşte, bu kamu kurallarının yanında, kamu kuralları kadar hukuki güçte olmamakla beraber, hâkimin uyguladığı müdahaleci kurallar vardır. Bu müdahaleci kurallar da, kendisini, en ağırlıklı olarak, 6570 sayılı Gayrimenkul Kirası Hakkındaki Kanun’da göstermektedir. İşte, müdahaleci kurallar, bütün ülkelerin milletlerarası özel hukuk ve usul hukuku kurallarında yer almasına rağmen, bizim tasarımızda sadece 30’uncu maddede yer almıştır. Ancak 30’uncu maddede de üçüncü ülkelerin koruyucu kurallarının Türk hâkimi üzerindeki etkisi kararlaştırılmıştır. Türk koruyucu, müdahaleci kuralları bir madde hâlinde düzenlememiştir. Biz bunun, tasarının genel hükümler maddesine yeni bir madde olarak ilave edilmesini önereceğiz. Temenni ediyoruz ki, Türk hukukunun uygulamasında bir boşluk varsayılarak, o boşluğu hâkim kararıyla doldurmak gibi dolaylı bir yoldan giderek sonuca ulaşmak yerine, doğrudan kanunun içerisine Türk hukukunun müdahaleci kurallarını da koymak suretiyle tasarıyı olgun hâle getirebiliriz.

Bir diğer eksik olan husus ise, hukuktaki geçici himaye tedbirleri dediğimiz ama bilinen adıyla ihtiyati tedbir diye nitelediğimiz hususun, sadece 18’inci maddedeki nafaka ve 32’nci maddedeki borç ifasına ilişkin hususlarda yer almış olmasıdır. Halbuki geçici…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Bir dakika ekliyorum.

FARUK BAL (Devamla) – Teşekkür ederim Sayın Başkanım.

…himaye tedbirleri hukukun bütün alanlarını ilgilendirir. Dolayısıyla, bir genel hüküm olarak 8’inci madde şeklinde tasarıya ilave edilmesi gerekmektedir.

Değerli arkadaşlarım, tabii ki, bu sıralayacağım hususlar biraz liste olarak kabarık. Sanıyorum zamanımız yetmeyecek ama yettiği ölçüde ben bunları sizlere arz etmeye devam edeceğim.

Ama asıl üzerinde durmamız gereken… Sayın Başkanım, eğer birkaç saniye daha sözüme ilave edebiliyorsanız, önemli bir hususu açıklayacağım değerli milletvekillerine.

Değerli arkadaşlarım, tanıma, tenfiz ve yabancı unsurlu mahkeme kararları özel bir bilgiyi ve tecrübeyi gerektiren davalardır. Bizim şimdiye kadarki uygulamamızda Şemdinli’deki mahkeme, İpsala’daki mahkeme, Patnos’daki mahkeme, Anamur’daki mahkeme ve Ankara, İstanbul, İzmir’deki mahkemelerle eşit düzeyde kabul edilmiş ve bu mahkemelerdeki mesleğe daha yeni başlamış, bilgisi, tecrübesi yeterli olmayan hâkimlerimizin omuzuna ağır bir yük verilmiştir. Dolayısıyla, bu gibi yerlerdeki…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Lütfen tamamlayın.

FARUK BAL (Devamla) – …buralardaki ağır yükü Türk hâkiminin üzerinden almamız lazım. Bu, Türkiye’nin nevi şahsına münhasır bir düzenleme olmayacaktır. İngiltere gibi bir ülke, bu gibi davaları yüksek mahkemede tek mercide çözmektedir. O zaman, bizde -sanıyorum diğer partilerin grup başkan vekilleriyle de yapılan görüşmeler olumlu sonuç verecektir- bunu il düzeyindeki mahkemelere yansıtmak suretiyle, il düzeyindeki mahkemeleri görevli ve yetkili kılmak suretiyle bir düzenleme yapılması gerekmektedir.

Bu kadarlık açıklama sanıyorum yeterli olmayabilir, ama maddelerin görüşülmesi sırasında, bölümlerin görüşülmesi sırasında, bunları, ayrıntılı gerekçeleri yüce heyetinize sunmaktan mutluluk duyacağım. Ben Milliyetçi Hareket Partisi adına görüşmelerimizi sunduk, dinlediğiniz için teşekkür ediyorum.

Sayın Başkan, sabrınıza da teşekkür ediyorum, sağ olun efendim. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Bal.

Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına Bursa Milletvekili Sayın Mehmet Tunçak.

Buyurun Sayın Tunçak.(AK Parti sıralarından alkışlar)

Yirmi dakika süreniz var.

AK PARTİ GRUBU ADINA MEHMET TUNÇAK (Bursa) – Değerli Başkanım, değerli milletvekilleri; 47 sıra sayılı Milletlerarası Özel Hukuk ve Usul Hukuku Hakkında Kanun Tasarısı üzerinde AK Parti Grubu adına söz almış bulunuyorum. Yüce Meclisi, bu vesileyle, saygıyla selamlarım.

Milletlerarası özel hukuk ve usul hukuku alanında neden bir reform ihtiyacının olduğu, tasarının hedefleri ve içerik olarak da uluslararası standartlara uyan ilkeler, kurallar, milletlerarası sözleşmelerde görüş ve ilkelerin ana çekirdeği, çağdaş doktrin ve yaklaşımlara uygun düzenlemeler hakkında ve genel anlamda fevkalade önemli tasarı hakkında bazı bilgileri sizlerle paylaşmak isterim. Bizlerden önce konuşan değerli konuşmacıların değerlendirme ve katkılarına teşekkür ediyoruz.

Bazı maddeler hakkında tereddüt ifadelerine gereken cevapların maddeler sırasında verileceğini, terminoloji konusunda ve madde içerikleri konusunda Komisyonda ve akademisyenler arasında uzun tartışmalar neticesi uzlaşmalarla tasarının oluşturulduğunu, kanunların eskimesiyle kalitelerinin artmadığını, eksiklerin giderilmediğini, tam tersine uluslararası anlaşmalar ve gelişmelerin, uluslararası ilişkilerin güncellemeyi gerekli kıldığını belirterek, öncelikle, neden böyle bir reforma ihtiyaç duyulduğunu arz etmek istiyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hâlen yürürlükte bulunan 20/5/1982 tarih ve 2675 sayılı Milletlerarası Özel Hukuk ve Usul Hukuku Hakkında Kanun, Türkiye’de milletlerarası özel hukuk konusunu kodifiye eden ilk kanundur. Bu Kanun’dan önce, Türkiye’de milletlerarası özel hukukun tek kaynağı Osmanlı İmparatorluğu zamanında çıkarılmış, 1914-1915 tarihli beş maddelik Ecnebilerin Hak Ve Vazifeleri Hakkında Geçici Kanun’un 4’üncü maddesiydi. Söz konusu Geçici Kanun’un bu tek maddesinde, yabancı unsurlu uyuşmazlıklarda hem mahkemelerin yetkisine hem de uygulanacak hukuku tespit etmeye ilişkin kuralları belirlemeye yönelik temelleri bulmak gerekiyordu. Bu belirleme ve nitelendirme çalışması o tarihlerde bilim adamlarının ve uygulayıcıların zorlu bir uğraş alanıydı. Zamanla Yargıtayın emsal kararları ve özellikle akademisyenlerin yorumlarıyla gelişen bir milletlerarası özel hukuk doktrini doğdu ve uygulamaya yardımcı oldu. 1982 tarihli ve 2675 sayılı Milletlerarası Özel Hukuk Kanunu, bir taraftan bu birikimi kullanarak, diğer taraftan da Almanya, İsviçre, Fransa ve İtalya başta olmak üzere, çeşitli Avrupa ülkelerinin bu alandaki düzenlemeleri ile bazı sorunlu ve tartışmalı konularda genel kabul gören görüşlerden ve nihayet o yıllarda bu alanda hâkim olan bilimsel gelişmelerden yararlanarak hazırlanmıştır. Bu Kanun, milletlerarası özel hukukun sadece ana kurum ve konularını düzenleyen, menfaatler dengesini iyi bir şekilde kurmuş bulunan, nesnel adalet anlayışına dayalı ve teorik temelleriyle dogmatik yapısı birbiriyle uyumlu bir kanundur. Yirmi beş yıldan beri uygulanan bu Kanun, sistematiği, kullandığı dil, sağlam ve çağdaş yapısıyla Türk temel kanunları arasında saygın bir yere sahip olmuştur. Anılan Kanun bağlamında geniş bilimsel yayın yapılmış, özgün görüşler ileri sürülmüş ve sağlam öğretiler oluşturulmuştur. Ancak aradan geçen yirmiden fazla yıl içinde hem karşılanması gerekli bazı ihtiyaçlar ortaya çıkmış hem tüm uygar ülkelerde milletlerarası özel hukuk alanında önemli bilimsel açılımlar olmuş hem de ulusal ve uluslararası düzeyde aksiyon planları yayımlanmış ve boyut kazandırıcı açılımlar ile ilgili uluslararası sözleşmelerde yenileştirmeler yapılmıştır. Bu gelişmeler 2675 sayılı Kanun’un da reforma tabii tutulmasını gerekli hâle getirmiştir.

Söz konusu gelişmelere Avrupa Birliği bağlamında hemen hemen her hukuk branşında etkili olan, bu arada da milletlerarası özel hukuk alanında başlayan ve ilerleyen Avrupalılaşma akımını eklemek gerekir. Avrupalılaşma hâlen devam eden bir süreçtir.

Milletlerarası özel hukuk ile ilgili olarak bir taraftan Avrupa Birliği düzeyinde ortak hukuk yaratmak ve millî hukuklar arasındaki uyumlaşmayı sağlamak, diğer taraftan da çeşitli sorunların çözümünde uzlaşma metinleri ortaya koymak faaliyeti de hız kazanmıştır. Bu faaliyet de Türkiye’yi de yakından ilgilendirmiş ve etkilemiştir, çünkü Türkiye, Avrupa Birliğinin Helsinki Zirvesinde tam üye adaylığına kabul edilmiştir. Bu konumunun sonucu olarak, topluluk müktesebatı ile Türk hukukunun uyumlaştırılması bir gereklilik olmuş, tam üyelik müzakerelerinin başlaması da bu gerekliliği pekiştirmiştir.

Burada bir hususun açıklığa kavuşturulması gereklidir, o da Avrupa usul hukukunun bir parçası olan 1968 tarihli Brüksel Sözleşmesi. Bu Sözleşme 1978, 82, 89 ve 97 tarihlerinde gerçekleşen, topluluğa yeni üyelerin katılımı esnasında değişikliklere uğramış ve sonunda bir tüzük hâline gelmiştir. Bu önemli düzenlemenin hükümleriyle bunun son şekli dikkate alınmış olmalarına rağmen bunlar tasarıya doğrudan yansıtılmamıştır. Çünkü, özellikle mezkur sözleşmelerin, mahkemelerin yetkisine ilişkin hükümler iç hukukta yer almakla beraber devletlerin egemenlik haklarıyla ilişkilidir. Sözleşme hükümlerinin bu nitelikleri onların ancak üye devletler arasında uygulanmasına imkân vermektedir. Şu an Türkiye’nin bu hükümleri hukukuna aktarması mümkün değildir. Diğer taraftan, Türkiye Avrupa Birliğine tam üye olunca her türlü düzenlemelerin uygulanması zaten kendiliğinden gerçekleşecektir.

Bugün yürürlükte olan Kanun, uygulanmakta olduğu yirmi beş yıl içinde hiçbir değişikliğe uğramamıştır. Oysa, bu süre içinde dünyada, özel hukuk alanında, haksız rekabette, tüketicinin korunmasında, taşınma hukukuyla özel sigorta konularında yeni açılımlar olmuş, modern yaklaşımlar kabul edilmiş, her alanda değişiklikler gerçekleşmiştir. Bunlar milletlerarası özel hukuku zorunlu olarak ve bazen de esaslı şekilde etkilemiştir. Avrupa Birliği ülkeleri, milletlerarası özel hukuk ile usul hukukuna ilişkin ve kendi aralarında uyguladıkları sözleşmeler çerçevesinde kanunlarını ve hatta anılan sözleşmeleri değiştirmişler veya değişiklik için çalışmalar yapmışlardır. Avrupa Topluluğunun 1980 tarihli borç ilişkileri hakkındaki Roma-1 Sözleşmesinin tüzükleştirilmesine ilişkin çalışmalarla sözleşme dışı borçlara ilişkin AT tüzüğü tasarıları ve komisyonun çeşitli konulurla ilgili olarak hazırladığı green book’lar bunun en açık örnekleridir. Tüzük çalışmalarında sadece sözleşme dışı borçlara ilişkin düzenleme 11/07/2007’de onaylanmış olmakla beraber 2009 yılında yürürlüğe girecektir.

Mevcut Kanun’un uygulanmakta olduğu yirmi beş yıl içinde milletlerarası özel hukukla ilgili birçok milletlerarası sözleşme yürürlüğe girmiştir. Küreselleşmenin bir ürünü olan World Trade Organization’ın (Dünya Ticaret Örgütünün) bu alanı etkilediğinden şüphe edilmemelidir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; şimdi de tasarının hedefleri üzerinde kısaca durmak istiyorum.

Uluslararası standartlara uyan ilkeler ve kurallar açısından Türkiye’de yapılan son Anayasa değişikliklerinin hedefleri ile hazırlanan Türk Ticaret Kanunu Tasarısı’nın, Borçlar Kanunu Tasarısı’nın, Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu Tasarısı’nın, yani, başlıca temel kanunların tasarılarının hedefleri bu tasarıda da dikkate alınmıştır.

Ana hedef şudur: Türkiye, uluslararası toplumun güvenilir bir üyesi olarak, kanunlarında uluslararası standartlara, ilkelere, hükümlere ve mekanizmalara yer vermelidir. Çünkü, basit bir koruyuculuk anlayışı yerine tarafsızlığa ve nesnel adalete dayanan, insan ve hukuka saygılı evrensel bir yaklaşımın düzenlendiği kanunların hâkim kılınması Türk kanun koyucunun da vazgeçemeyeceği önceliklerdendir. Artık ulusal bir düzenleme, uluslararası standartlarla örtüştüğü oranda sürdürülebilir bir stratejik hedef ve amaç olabilir. Bu nedenle kanunda, kişinin ve ailenin korunmasından miras ve eşya hukukuna, ticari ve ekonomik ilişkilerden fikrî mülkiyet ilkelerine kadar her yeni kanunda yeni görüşlere ve açılımlara ilişkin düzenlemeler yapılması, öncelikli ve ağırlıklı hedefler arasında yer almıştır.

Milletlerarası sözleşmelerdeki görüş ve ilkelerin ana çekirdeği oluşturulması açısından kanunun ikinci hedefi, milletlerarası özel hukuk alanında, özellikle son yıllarda çıkarılmış bulunan milletlerarası sözleşmelerde hâkim olan ana felsefenin ve tercih edilen ilkelerin Türk hukukuna gereği gibi yansıtılmasıdır.

Bu bağlamda, diğerleri arasında tasarıya aktarılan şu sözleşmeleri sayabiliriz:

Nafakaya Uygulanacak Hukuk Hakkında Sözleşme: 02/10/1973 tarihli. 1982 tarihinde Türkiye tarafından onaylanmıştır.

Acentalık İlişkisine Uygulanan Hukuk Hakkında Sözleşme: 14/03/1978 tarihli.

Borç Sözleşmelerine Uygulanacak Hukuk Hakkında Avrupa Topluluğu Sözleşmesi (Roma I): 1980 tarihli. 1990’da yürürlüğe girmiştir.

Çocukların Korunmasına ve Ülkelerarası Evlat Edinme İşbirliğine Dair Sözleşme: 29/05/1993 tarihli. 2004 yılında Türkiye tarafından onaylanmıştır.

Söz konusu sözleşmeler, bir yandan Türkiye tarafından kabul edilmemiş olsalar bile, kolektif aklı yansıtmaları, genel olarak üzerinde uyum sağlanmış metinler olmaları ve başarılı bir ortak uygulamaya sahip bulunmaları sebebiyle yararlanmaya değer niteliktedirler. Diğer yandan, anılan milletlerarası sözleşmelerden Türkiye tarafından kabul edilmiş olanların tasarıya da yansıtılmış olmaları sebebiyle, iç ve dış kanunlar uyumunu sağlayarak olası çelişik mahkeme kararlarıyla karşılaşmak riskini minimuma indirecek, yani iç ve dış mahkeme kararları arasında uyumu sağlayacaktır.

Çağdaş doktrin ve yaklaşımlara uygun düzenlemelere yer verilmesi açısından da, özellikle bağlama sebeplerinin, görüşlerin ve sistemlerin ya farklı algılanmalarına veya tamamen değişmelerine sebep olmaktadır. Bu gelişim de kanunlarda reform yapılmasını zorunlu hâle getirmektedir. Yeni düzenleme de bu nitelikte olup, özellikle ilke ve anlayış değişikliklerine işaret edilmesi yararlı olacaktır diye düşünüyorum.

Aile hukuku ve yerleşim yeri kriterlerinin terk edilmesi bağlamında, özellikle aile hukuku alanında mevcut Kanun’da düzenlenen basamaklı bağlama kuralları sistemi yeni düzenlemede de aynen korunmuştur. Ancak, basamaklardan ikincisi olan yerleşim yeri bağlama kriterine yeni kanunda yer verilmemiştir. Çünkü, bu kriterin mutat mesken yanında, özellikle aile hukukunda fiilî duruma uymadığı, eşitlikçi ve gerçekçi bir uygulamayı önlediği fikri genel kabul görmüştür. Böylece, tasarıda, evlenmenin hükümlerine madde 12/3, boşanmada madde 13/1 ve 3, evlilik mallarında 14/1, soy bağında madde 15/1 ve nafakada madde 18… Yürürlükteki kanunda yer verilen “ikametgâh” -yani “yerleşim yeri” yeni tabiriyle- kavramı kanunda herhangi bir işleve haiz değildir. Açık bir ifadeyle, tasarıda müşterek millî hukukun ardından ikinci sırada müşterek millî hukuk yoksa, uygulanmak üzere gerçek ve fiilî durumla özdeşleşen müşterek, mutat mesken hukuku yer almıştır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; borçlar hukuku anlamında, özellikle de borç sözleşmeleri ve ifa yeri kriterinin terk edilmesi ve yeni düzenlemeleri içeren tasarıda borç sözleşmeleri on maddeyle düzenlenmiştir. Bu hükümler bir genel hüküm yanında özelliği olan bazı borç sözleşmeleri hakkında öngörülmüştür. Ayrıca, susmanın hukuki sonuçları, müdahaleci kurallar gibi bazı hukuki sorunlarla ilgili hükümler de sevk edilmiştir.

Borç sözleşmelerine ilişkin genel hüküm olan 23’üncü maddede bir konsept değişikliği yapılmıştır. Bu değişiklik Avrupa Topluluğunda üye devletler arasında 1990 tarihinden itibaren yürürlüğe girerek uygulanan borç sözleşmelerine dair Roma Sözleşmesi’nden esinlenerek tasarı kaleme alınmıştır. Roma I’in temel kriterler itibarıyla kanuna yansıdığına işaret edilmelidir. Türkiye henüz Avrupa Birliğine dâhil değildir ve Milletlerarası Özel Hukuk Kanunu, Avrupa Birliği üyesi devlet vatandaşı olsun olmasın tüm milletlerarası ilişkilerde uygulanacaktır.

Mevcut Kanun’umuzda yer almayan, bu nedenle uygulamada eksikliği duyulan ve doktrinde de eleştiri konusu yapılan birçok konu yeni kanunda düzenlemeye kavuşturulmuştur. Bu konuların başlıcalarını şöyle sıralayabiliriz: Taşıma araçlarının mülkiyeti, fikrî mülkiyete ilişkin haklar, taşınmazlara ilişkin borç sözleşmeleri, taşıma sözleşmeleri, tüketici sözleşmeleri, iş sözleşmeleri, temsil yetkisi, müdahaleci kurullar, kişilik haklarının ihlalinde sorumluluk, üreticinin sorumluluğu, haksız rekabet ve rekabetin korunması gibi.

Haksız fiillerle ilgili olarak da, mevcut Kanun’umuzda haksız fiiller tek bir madde ile düzenlenmişken, tasarıda bir genel madde yanında kişilik haklarının ihlali hâlinde sorumluluk, tüketicinin sözleşme dışı sorumluluğu, haksız rekabet ve rekabetin korunması konularında yeni hükümler ve bağlama kuralları getirilmiştir.

Milletlerarası usul hukuku ve yabancı mahkeme ve hakem kararlarının tanınması ve tenfizi ile ilgili olarak -özellikle milletlerarası usul hukukunda yetkili mahkemeler- tasarıda milletlerarası usul hukuku alanında büyük değişiklikler yapılmamıştır. Tatbikatın ihtiyaçları göz önünde tutularak yanlış anlaşılmaya elverişli bazı terimlerin ve kavramların yerine yenileri konulmuş, sorun yaratan ifadeler düzeltilmiş ve yorum güçlüklerine yol açan düzenlemelere açıklık getirilmiştir.

Milletlerarası usul hukukunda yetkili mahkemelerle ilgili olarak anılması gereken en önemli yenilik, tasarıda birinci kısım ikinci bölümde düzenlenen iş sözleşmelerine, tüketici sözleşmelerine, taşınmaz sözleşmelerine ve benzeri korunması gerekli kişilerle ilgili özellikli bazı sözleşmeler hakkında yetkili mahkemeleri belirleyen özel hükümler konulmuş olmasıdır.

Yabancı mahkeme ve hakem kararlarının tanınması ve tenfizi, özellikle mevcut Kanun’umuz uygulanırken zorluk doğuran konularda bazı değişiklikler yapılmıştır. Bunlara ilişkin bazı örnekleri şu şekliyle sayabiliriz: Tasarıda, mevcut Kanun’umuzda bulunmayan “ihtilafsız kaza” konusunda özel bir hüküm öngörülmüştür. Yeni hükme göre, ihtilafsız kaza kararları da tanıma ve tenfiz hükümlerine tabi olacaktır. Ancak hasımsız, ihtilafsız kaza kararlarında tebligata dair hükümler uygulanmayacaktır.

Tasarının 58’inci maddesinde, yabancı ilamın, hangi andan itibaren kesin hüküm ve kesin delil etkisi göstereceğine ilişkin yeni bir hükme de yer verilmiştir. Böylece tatbikatta duyulan tereddütler giderilmiş, tasarıya göre yabancı mahkeme kararı kendi hukukuna göre kesinleştiği andan itibaren kesin hüküm ve kesin delil yetkisine, etkisine sahip olacaktır.

Tasarının 59’uncu ve diğer madde hükümlerinde, kesinleşmiş ve icra kabiliyeti kazanmış hakem kararları yanında, taraflar için bağlayıcı olan hakem kararlarının da tenfiz edileceğine ilişkin yeni bir hükme yer verilmiştir. “Taraflar için bağlayıcı olan hakem kararı” terimi, Hakem Kararlarının Tenfizi Hakkındaki New York Sözleşmesi’nden beri kullanıldığı ve genel bir geçerliliği haiz bulunduğu hâlde, 2675 sayılı Kanun’da sadece “kesinleşmiş ve icra kabiliyeti kazanmış hakem kararları” terimiyle yer alıyordu. Bu terim de Türk hukuk tatbikatında değişik tereddütlere yol açmıştır.

Tasarının bu konudaki bir diğer yeniliği de, yabancı hakem kararlarının tanınmasına, hüküm bulunmayan mevcut Kanun’un bu boşluğunu doldurmuş bulunmasındadır. Yabancı hakem kararlarının tanınmasına da, tenfizine de ilişkin hükümler bu şekilde uygulanacaktır.

Sonuç olarak, tasarıyla özel hukuk alanında yakın insani ve ticari ilişkilerimiz bulunan ülkelerin kanunlarıyla, milletlerarası uygulamayla ve Avrupa Birliğiyle uyumu sağlayan, artan ihtiyaçlara cevap veren, modern açılımları içeren, bazı konularda duyulan tereddütleri ortadan kaldıran çağdaş bir düzenleme getirilmeye çalışılmaktadır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; sözlerimin sonunda, reform niteliğinde ve fevkalade önem taşıyan bu kanunun hazırlık çalışmalarında emeği geçen tüm akademisyenlere, özellikle Sayın Profesör Gülören Tekinalp Hanımefendi’ye, Adalet Bakanlığı ve Dışişleri Bakanlığı bürokrasisine, eski ve yeni dönem Adalet Komisyonu Başkan ve üyelerine teşekkürlerimizi bir borç biliyor, ülkemize ve hukuk sistemimize hayırlı olması temennisiyle yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Tunçak.

Şimdi, şahısları adına söz talepleri vardır.

Sayın Suat Kılıç, Samsun Milletvekili? Yok.

Sayın Azize Sibel Gönül, Kocaeli Milletvekili, buyurun. (AK Parti sıralarından alkışlar)

Süreniz beş dakika.

AZİZE SİBEL GÖNÜL (Kocaeli) – Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; 47 sıra sayılı Milletlerarası Özel Hukuk ve Usul Hukuku Hakkında Kanun Tasarısı üzerinde söz almış bulunmaktayım. Yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Sayın milletvekilleri, 1982 yılında kabul edilen ve aynı yıl yürürlüğe giren 2675 sayılı Milletlerarası Özel Hukuk ve Usul Hukuku Hakkında Kanun’un, yirmi yılı aşan tatbikatında bazı ihtiyaçları karşılamakta yetersiz kaldığı görülmüştür. Söz konusu yetersizliğin giderilmesinin, artan milletlerarası ilişkilerin yoğunluğu da göz önünde tutulduğunda, zorunlu hâle geldiği bir gerçektir.

Bunun yanı sıra, hazırlanan çalışmalarda, komisyonun çalışmalarında, başlangıcında uygulayıcılar bakımından ve yazılmış eserlerle ilgili, yeni yazılacaklar açısından Kanun’un madde numaralarının aynen korunması ve yeni maddelerinin a, b, c gibi harflerle ifade edilmesi düşünülmüş, ancak, Kanun’un bölüm ve kısım sistemi değişmemekle beraber, yürürlük ve yürütme maddeleri hariç, 46 maddesinden sadece 10 maddesinin aynen alınması, 29 maddesinin değiştirilmesi ve Kanun’a 23 yeni madde eklenmesi karşısında duyulan tereddütler, tasarının yeni bir kanun tasarısı olarak takdimini zorunlu hâle getirmiştir.

Bu manada, görüşmekte olduğumuz bu kanunun milletimize hayırlı olmasını temenni ediyorum.

Yüce heyetinize saygılar sunuyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Gönül.

İzmir Milletvekili Sayın Recai Birgün? Yok.

İstanbul Milletvekili Sayın Ufuk Uras? Yok.

Balıkesir Milletvekili Sayın Hüseyin Pazarcı, buyurun.

Beş dakika süreniz var.

HÜSEYİN PAZARCI (Balıkesir) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bu Milletlerarası Özel Hukuk ve Usul Hukuku Kanun Tasarısı hakkında söz almaya niyet ettiğimde çok geç öğrendim bunun gündeme geldiğini. Ayrıca AB Uyum Komisyonundayım. Bunun, tali komisyon olarak önceden, Adalet Komisyonundan önce bize gelmesi gerekirdi. AB uyumuyla ilgili çok büyük sorunlar söz konusu olmayacak bu kanun içeriği itibarıyla, ama yine de belki bizlere bazı görüşleri ifade etme olanağı tanınmış olacaktı, bu da gerçekleşmedi. Çünkü, Adalet Komisyonu kararını aldıktan sonra, bu, tali komisyonun önüne geldi ve tali komisyona -İç Tüzük’e aykırı bir şekilde- danışılmadan bu kanun tasarısı geçmiş oldu. Dolayısıyla, bu durumu bilgilerinize arz etmek istiyorum ve Sayın Komisyonumuzun biraz daha dikkat etmesini ve bu tür, son derece önemli yasaların gereği gibi incelendikten sonra Genel Kurulun önüne gelmesinin çok önemli olduğunu ifade etmek istiyorum.

Nitekim, benden önceki konuşmacılar, gerek Cumhuriyet Halk Partisi temsilcisi gerek Milliyetçi Hareket Partisi temsilcisi, eski yasanın bir hayli iyi yapıldığını, bazı noksanları olduğunu, bunun güncelleştirilmesinin, modernleştirilmesinin yararlı olacağını ifade ettiler, ama birtakım kusurların veyahut iyi incelenmeden verilmiş kararların bulunduğunu da belirttiler.

Bu çerçevede, ben, konunun genelinde bir noktaya dikkat çekmek istiyorum: Milletlerarası Özel Hukuk ve Usul Hukuku Hakkında Kanun, yabancılık unsuru içeren hukuk konularında -ceza davaları, ceza konuları bunun dışında- hangi devletin yasalarının uygulanacağını, özellikle kanunlar çatışması çerçevesinde düzenler. Bu açıdan da son derece önemlidir.

Şimdi, özellikle Milliyetçi Hareket Partisinin temsilcisi, devrinde bu usullerin oluşmasında sömürgeci dönemin devletlerinin kolonici, sömürgeci yaklaşımlarının da birtakım etkileri olduğunu ve bunları kendi vizyonları çerçevesinde etkilediklerini ifade ettiler.

Şimdi, bugün bu kanunla ilgili değerlendirmelerimizi yaparken modernleşeceğiz, güncelleşeceğiz, güncel dünyanın sorunlarını iyi inceleyeceğiz ve ona göre, hakikaten, mevzuatımızı oluşturacağız yaklaşımı doğrudur. Ama, bunu, politik vizyonu göz önünde bulundurarak yapmamız gerekmektedir. Dolayısıyla, sadece uzman hukukçuların değil, siyasetçinin de devreye girmesi gerektiği noktalar vardır.

Biliyorsunuz, günümüz küreselleşme dönemi. Küreselleşmeyle birlikte kişiler arasındaki ilişkilerde, devletlerin bir hukuk düzeni içinde kalma yerine, kendi ulusal devletlerinin hukuk düzeni içinde kalma yerine başka devletlerin ulusal hukuk düzenlerinin de uygulanmasına olanak verecek şekilde düzenlemeye gidilmektedir bu küreselleşme çerçevesinde. Bu küreselleşme çerçevesinde biz vatandaşımızın haklarını en iyi koruyabilecek şekilde bu milletlerarası özel hukuku ve usul hukukunu düzenlemek zorundayız. Birçok davada artık eskiden mahkemelerin yetkisi varken, bugün uluslararası hakemlik organlarının yetkisi tanınma yoluna girilmektedir ve bu bazen ekonomik olarak bazen de hukuk bilgisinin vatandaşımızda yeterince yerleşmemiş olmasına bağlı olarak bizim vatandaşımızı daha kaybeden konumuna getirebilmektedir. Dolayısıyla, bu hususa dikkatinizi çekmeyi ve bu yasada, eğer zaman olup daha iyi incelenseydi, çok daha olumlu bir değerlendirmeye gidilebileceğini dikkatlerinize bu vesileyle sunmak istiyorum.

Birtakım teknik konular var. Sadece birisiyle ilgili bir değişiklik önergesi verdim. O zaman göreceksiniz, hakemlikle ilgili örneğin, bir noksanını da -en azından benim anlayışıma göre- sizlere takdim edeceğim ve değerlendirmelerinize sunacağım.

Saygılarımı sunuyorum. (DSP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Pazarcı.

Tasarının tümü üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Karar yetersayısının aranmasını istiyorum.

BAŞKAN – Maddelerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum.

Karar yetersayısı arayacağım Sayın Genç.

Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir, karar yetersayısı…

KAMER GENÇ (Tunceli) – Karar yetersayısı yok Sayın Başkan.

BAŞKAN – Sayın Genç lütfen… Karar yetersayısı vardır.

Birleşime beş dakika ara veriyorum.

Kapanma Saati: 18.41

ÜÇÜNCÜ OTURUM

Açılma Saati: 18.50

BAŞKAN: Başkan Vekili Meral AKŞENER

KÂTİP ÜYELER : Fatoş GÜRKAN (Adana), Harun TÜFEKCİ (Konya)

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 24’üncü Birleşiminin Üçüncü Oturumunu açıyorum.

47 sıra sayılı tasarının görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.

Komisyon? Burada.

Hükûmet? Burada.

Şimdi birinci bölümün görüşmelerine başlıyoruz.

Birinci bölüm 1 ila 20’nci maddeleri kapsamaktadır.

Birinci bölüm üzerinde söz isteyen, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Afyonkarahisar Milletvekili Sayın Halil Ünlütepe.

Buyurun Sayın Ünlütepe.

RAHMİ GÜNER (Ordu) – Efendim, Sayın Halil Ünlütepe yerine ben konuşacağım.

BAŞKAN – Grup Başkan Vekiliniz burada mı?

RAHMİ GÜNER (Ordu) – Geliyor efendim.

BAŞKAN – Yetkilendirmeniz gerekiyor.

Diğer gruba söz verelim.

Gruplar adına ikinci söz, Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Konya Milletvekili Sayın Faruk Bal’da.

Buyurun Sayın Bal. (MHP sıralarından alkışlar)

MHP GRUBU ADINA FARUK BAL (Konya) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; yüce heyetinizi tekrar saygıyla selamlıyorum.

Görüşmekte olduğumuz Milletlerarası Özel Hukuk ve Usul Hukuku Hakkında Kanun Tasarısı’na ilişkin olmak üzere Milliyetçi Hareket Partisinin birinci bölümle ilgili düşüncelerini açıklamak üzere huzurlarınızdayım.

Kanunun geneli üzerine yaptığım konuşmada ifade ettiğim gibi, bu tasarı, Türkiye’nin dünyaya açılan penceresi olacaktır. Bu tasarı kanunlaştığı takdirde Türkiye’nin hukuk dünyasında muasır medeniyet seviyesine ulaşabilme hedefine bir adım olacaktır. Dolayısıyla, bu tasarının yüce Meclisin elinden geldiği çerçeve içerisinde mükemmel hâline getirilebilmesi için Milliyetçi Hareket Partisi olarak katkılarımızı sunacağız, eleştirilerimizi yapacağız.

Şimdi, bu çerçeve içerisinde dil meselesine tekrar dönmek istiyorum. “İkametgâh” yerine “yerleşim yeri” tabirinin kullanılmış olması, hukuk dünyasında, Türkiye’yi, tebessümle karşılanabilecek, alaylı sözlerle eleştirilebilecek bir noktaya götürebilir. Bu bakımdan, mutlaka bu dil meselesinin çözümlenmesi gerekmektedir. Bizim, burada, Medeni Kanun’a değil, uluslararası sözleşmelere ve uluslararası kabul görmüş tercümelere uygun bir kanun yapmamız gerekmektedir. Medeni Kanun’daki “ikametgâh” yerine kaim edilmiş olan “yerleşim yeri”nin düzeltilmesi de inşallah bu Meclise nasip olur ve bu şekilde de yapılmış bir hata düzeltilmiş olacaktır.

Değerli milletvekilleri, bu bölümde, yine ülke hukuku, yer hukuku, hukuk ve kanun gibi farklı farklı anlamlara gelebilecek, fakat aynı amaç için yazılmış olan, dil birliğinin sağlanması noktasında da katkılarımızı önergelerle sürdüreceğiz. Ancak, asıl olarak, bu bölüme, Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına, iki yeni maddenin eklenmesi için önerge vereceğiz, grupların buna desteğini talep ediyoruz.

Bunlardan bir tanesi: Türk hukukunun müdahaleci kurallarının, bu kanunun “Genel Hükümler” bölümüne uygulanabilir bir şekilde yerleştirilmesi gerekmektedir. Gerçekten, tasarının 30’uncu maddesinde üçüncü ülkelerin müdahaleci kurallarının, hâkimin, özellikle Türk hâkiminin yabancı unsurlu kararlarında dikkate alacağı yazılı olmasına rağmen, “Türk hukukun müdahaleci kuralları” yazılmış olmaması ileride sıkıntı yaratabilir. Kanunda bulunmayan bir hâlin uygulanması içtihada bırakılabilir, içtihatlar da zaman kaybına neden olur, o zaman içerisindeki hak kaybının vebali de bu Meclisin üzerinde olur. Müdahaleci kurallar, tabii ki kamu menfaatinin eş değerinde değildir, ama hâkimin müdahalesini gerektiren Türkiye’nin yüksek menfaatleri, ekonomik, sosyal ve siyasi açıdan dikkate alması gereken değerler olarak anılmaktadır ve bu değerlerin uluslararası ihtilaflarda göz ardı edilmemesi için genel hükümler çerçevesi içerisinde yeni bir maddenin tesisi gerekmektedir. Bu maddenin de diğer maddeler teselsül ettirilmek suretiyle kanun metninde yer alması için elimizden gelen gayreti gösterdik ve önergeler hâlinde sunuyoruz.

Bir diğer ilave edilmesi gereken madde ise geçici himaye tedbirleridir. Geçici himaye tedbirleri bu yasada iki maddede yer almıştır, nafakayla ilgili 18’inci maddede ve borç ifasına ilişkin 32’nci maddede yer almıştır. Yani geçici himaye tedbiri, bu iki maddede yer aldığına göre, genel hükümler içerisinde de yazılmamış olduğuna göre, ileride uygulayıcılar tarafından, kanun tarafından düzenlenmemiş bir husus olarak değerlendirilebilir ve uluslararası hukukla ilgili yabancı unsur taşıyan davalarda, ihtiyati tedbir konusunda hâkimler tereddüde düşebilir. Bu tereddüdün izale edilmesi gerekmektedir. İzale edilebilmesi için de kanunun tümünü kapsayan giriş bölümünde, umumi hükümler bölümünde geçici himaye tedbirlerinin yer alması gerekmektedir.

Bu bölümde bir diğer eksik ise mirasla ilgili 19’uncu maddenin ikinci fıkrasındadır. Mirasla ilgili 19’uncu maddenin ikinci fıkrası mirasın açılmasını, iktisabını düzenler iken usuli hükümleri hüküm altına, kanun hâline getirmektedir, fakat usuli hükümler kanun hâline getirilirken “hüküm” ifadesi ya da “kural” ifadesi kullanılmış. Onun başında usuli hüküm anlamına gelen bir sıfat, bir tanımlama yapılmadığı için usul hükmü, artı, maddi hukuku kapsar bir şekilde algılanabilir, anlaşılabilir. Bu, zaten eski Yasa’mızda da, yani şu anda yürürlükte olup da değiştirmek üzere bulunduğumuz Yasa’mızda da bu şekildedir. Bu şekilde olduğu içindir ki doktrinde büyük bir tartışma vardır. Bu tartışma halledilememiş durumdadır, işte hâl yeri burasıdır. Yüce Meclis bir tek kelimeyi, yani “usuli” kelimesini 19’uncu maddenin ikinci fıkrasına ilave etmek suretiyle doktrindeki tartışma ortadan kalkmış olacaktır, doktrindeki tartışmaya dayalı olarak farklı hukuki yorumlar ortadan kalkmış olacaktır ve buna dayalı olarak da farklı farklı mahkeme kararları, artık bir doğrudan hareket ederek, bir doğru kuraldan hareket ederek hakkı makul sürede teslim edebilecek bir hâle gelecektir.

Bu bölümle ilgili olmak üzere, benim yüce Meclise arz etmek istediğim hususlar bundan ibarettir. Yüce Meclise saygıyla teşekkürlerimi sunuyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Bal.

Gruplar adına ikinci söz, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Ordu Milletvekili Sayın Rahmi Güner’e aittir.

Buyurun.

HAKKI SUHA OKAY (Ankara) – Yok, konuşmayacağız Sayın Başkan.

BAŞKAN – Şahısları adına söz talepleri var.

Sayın Halil Ünlütepe, Afyonkarahisar Milletvekili…

Sayın Suat Kılıç, Samsun Milletvekili…

Sayın Azize Sibel Gönül, Kocaeli Milletvekili…

Sayın Faruk Bal, Konya Milletvekili…

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Yok efendim, konuşmayacağız.

BAŞKAN – Birinci Bölüm üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.

İlgili Kanun

  • Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu

İlgili Yönergeler

Nüfus ve Vatandaşlık İşleri Genel Müdürlüğü Tarafından

  • Mavi Kartlılar Kütüğü ve Beyan Edilen Nüfus Olaylarının Tutulması Hakkında Yönerge
  • Çok Uyruklu Vatandaşlarımızın Evlenme Olaylarının Tescili
  • Mülteciler ve Geçici Koruma Altına Alınanların Evlenme ve Çocuklarının Tanınması
  • Yabancı Ülke Adli veya İdari Makamlarınca Verilen Kararların Tescili
  • Yabancıların Adres Bildirimleri ve Kimlik Numarası

İlgili Genelgeler

Tapu ve Kadastro Müdürlüğü Tarafından

  • Yurt dışında düzenlenmiş Vekaletnameler Hakkında Genelge

Adalet Bakanlığı Tarafından

  • Noterliklerde Yapılan Vasiyetnameler, Mirastan Feragat ve Ölünceye Kadar Bakma Sözleşmeleri Hakkında

Eski Mevzuat

  • 2675 Sayılı Eski Milletlerarası Özel Hukuk ve Usul Hukuku Hakkında Kanun

Yazar Hakkında: Avukat Saim İncekaş

Saim İncekaş, Adana Barosu'na kayıtlı bir avukattır. 2016 yılından bu yana Merkezi Adana'da bulunan ve kurucusu olduğu İncekaş Hukuk Bürosu'nda çalışmaktadır. Yüksek lisans derecesi ile hukuk eğitimini tamamladıktan sonra bu alanda birçok farklı çalışma yürütmüştür. Özellikle aile hukuku, boşanma, velayet davaları, çocuk hakları, ceza davaları, ticari uyuşmazlıklar, gayrimenkul, miras ve iş hukuku gibi alanlarda uzmandır. Saim İncekaş, sadece Adana Barosu'nda değil, aynı zamanda Avrupa Hukukçular Derneği, Türkiye Barolar Birliği ve Adil Yargılanma Hakkına Erişim gibi dernek ve kuruluşlarda da aktif olarak görev almaktadır. Bu sayede, hukukun evrenselliği konusundaki farkındalık ve hukuk sistemine olan güveni arttırmaya yönelik birçok çalışmada yer almaktadır. Randevu ve Ön Görüşme İçin WhatsApp Üzerinden Hemen İletişime Geçin

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir