Hukuk Muhakemeleri Kanunu Madde 1

Hukuk Muhakemeleri Kanunu Madde 1, mahkemelerin görev ve yetkilerinin yalnızca kanunla belirlenebileceğini vurgulayan temel bir düzenlemedir. Bu madde, mahkemelerin görevine ilişkin kuralların kamu düzenine ait olduğunu ve dolayısıyla değiştirilmez nitelikte olduğunu belirtir. Bu düzenlemenin, yargı sisteminin işleyişinde hukukun üstünlüğünü ve adil yargılama ilkesini güvence altına aldığını söyleyebiliriz. Mahkemelerin görev sınırlarını netleştiren, davanın niteliğine göre doğru mahkemede açılmasını emreden bu kural, hukuk uygulayıcıları ve vatandaşlar için kritik bir referans noktası oluşturur.

Sayfa içeriği:

  3 Dakikalık Okuma

HMK 1. Madde

Hukuk Muhakemeleri Kanunumuzun 1. maddesinin tam metni şu şekildedir:

HMK Madde 1:Mahkemelerde Görev – Görevin belirlenmesi ve niteliği

Mahkemelerin görevi, ancak kanunla düzenlenir. Göreve ilişkin kurallar, kamu düzenindendir.

Maddenin bağlı bulunduğu başlıklar şu şekildedir:

Birinci Kısım:Genel Hükümler
Birinci Bölüm:Görev, yetki ve yargı yeri belirlenmesi
Birinci Ayırım:Görev
Madde başlığı:Görevin belirlenmesi ve niteliği

Madde Gerekçesi

Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 1. maddesinin meclis görüşmeleri esnasında okunan gerekçesi şu şekildedir:

Anayasanın 142. maddesi uyarınca mahkemelerin görevleri ancak kanunla tayin edilebilir; idare, düzenleyici idari işlemleri aracılığıyla göreve yönelik herhangi bir belirleme yapamaz. Maddenin birinci cümlesinde yer alan düzenlemede, anılan Anayasa kuralı yasal planda bir kez daha ifade edilmiştir. Şüphesiz, kanunla yapılacak olan göreve ilişkin belirlemenin, Anayasanın 37. maddesinde güvence altına alınmış bulunan tabii hakim ilkesine de uygunluk arz etmesi gerekir. Yine bu yasal düzenlemede, görev kurallarının niteliğine ilişkin bir belirleme de yapılmıştır. Bu belirleme ve görevin dava şartı haline getirilmiş bulunması sebebiyle 18/6/1927 tarihli ve 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 7. maddesindeki düzenleme tümüyle yürürlükten kaldırılmıştır. Bu tercih yapılırken 1086 sayılı Kanunun 7. maddesinin üçüncü fıkrasında yer alan düzenleme de bilinçli olarak göz ardı edilmiştir. Bu durum her şeyden önce görev kurallarının yargı erkinin işleyişiyle ilgili olması sebebiyle kamu düzeninden sayılmasının ve ayrıca Tasarının 119 uncu maddesinin birinci fıkrasının (c) bendinde açıkça dava şartı olarak nitelenmiş bulunmasının doğal bir sonucudur. Öte yandan 7. maddenin üçüncü fıkrasında öngörülen düzenleme sulh hukuk mahkemelerinin tek hakimli, asliye hukuk mahkemelerinin ise 469 sayılı Kanunun yürürlükte olduğu dönemde toplu mahkeme olarak öngörülmüş bulunmasını temel almaktadır. Bugün 08/04/1924 tarihli ve 469 Sayılı Mehakimi Şer’iyenin İlgasına Ve Mehakim Teşkilatına Ait Ahkamı Muaddil Kanun yürürlükten kalkıp yerini 5235 sayılı Adli Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkında Kanun alıp, bu Kanunda da açıkça asliye hukuk mahkemeleri tek hakimli mahkeme olarak öngörüldüğü için, 1086 sayılı Kanunun 7 nci maddesinin üçüncü fıkrasındaki düzenlemenin temelindeki gerekçe tümüyle ortadan kalkmıştır. Yani bugün için hem sulh hukuk mahkemeleri hem de asliye hukuk mahkemeleri tek hakimli konumdadır. Sulh hukuk mahkemeleriyle asliye hukuk mahkemeleri arasında herhangi bir derecelendirme ilişkisi de yoktur. Dolayısıyla sulh hukuk mahkemeleri ve asliye hukuk mahkemeleri arasındaki görev ilişkisi ile bu mahkemelerle özel mahkemeler arasında kurulmuş bulunan görev ilişkisi ve sonuçları arasında herhangi bir ayırım gözetilemez.

Görevin kamu düzenine ilişkin bulunmasının doğal sonucu, bu alanın tarafların üzerinde serbestçe tasarruf edebileceği bir alan konumunda bulunmamasıdır. Yani taraflar anlaşmak suretiyle, bir başka ifadeyle görev sözleşmesi yaparak, somut uyuşmazlık bağlamında görevli olmayan bir yargı yerini görevli hale getiremezler. Diğer yandan, 1086 sayılı Kanunun 1. maddesinin birinci fıkrası, aynen bu maddeye alınmıştır.


Not: Bu sayfada yer alan “Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 1. maddesi” direkt olarak “mevzuat.gov.tr” isimli Türkiye Cumhuriyeti kanunlarının paylaşıldığı resmi web sitesinde yer aldığı gibi aynen paylaşılmaktadır. Maddeyi etkileyen kanun değişiklikleri takip edilmekte ve tarafımızca güncellenmektedir.

    • Türk Mevzuat Bilgi Sistemi: mevzuat.gov.tr

Meclis Kabul Metni

Birinci bölümün görüşmelerine başlıyoruz.

Birinci bölüm 1 ila 30. maddeleri kapsamaktadır.

Birinci bölüm üzerine Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Mersin Milletvekili Ali Rıza Öztürk konuşacaktır. (CHP sıralarından alkışlar)

Buyurunuz Sayın Öztürk.

CHP GRUBU ADINA ALİ RIZA ÖZTÜRK (Mersin) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Hukuk Muhakemeleri Kanunu Tasarısı’nın birinci bölümü üzerine Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz aldım. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, görüşmekte olduğumuz kanun tasarısı adli yargıda, hukuk mahkeme-lerinde yargılama yapılırken uygulanacak yöntemlerin esaslarını, kurallarını öngören bir kanun tasarısıdır.

Usul, hukukta çok önemlidir. Usul keyfîliği önler ve esası belirler. Usulde yapılacak hata esası yok eder. Hukuk fakültelerinde sorulan sorularda, mahkemelerin görev ve yetki alanı bilinmediği takdirde, ondan sonra gelen soruların yanıtları doğru bile olsa o öğrenciyi sınıftan geçirmez genellikle usul hocaları. Bu, hukukta usulün ne kadar önemli olduğunu gösterir. Usul, hukuk kurallarının uygulanmasının özünü oluşturur, adaletin de tecellisinin sağlanmasında önemli bir fonksiyon ifa eder.

Hukuk ve demokrasiyi bir bütün olarak ele almak lazım. Birbirlerinden parçalayarak, birbirlerinden ayırarak hukuk ve demokrasinin özü hakkında bir şeyler söyleyemeyiz. Hukuku azaltarak demokrasiyi çoğaltamazsınız ya da hukuku çürüterek demokrasiyi sağlıklı kılamazsınız, sağlıklı işler hâlde tutamazsınız, hukuku azaltarak demokrasiyi ve hukuk devletini güçlendiremezsiniz. Eğer bir ülkede demokrasinin ve hukuk devletinin gerçekten tüm kurum ve kurallarıyla işlemesini istiyorsanız hukuku işletmeniz lazım, hukukun tüm kurum ve kurallarıyla herkes açısından uygulanabilir olmasını sağlamak lazım. Bu görüştüğümüz kanun tasarısı bu yönüyle önemlidir.

Bu kanunlar yapılırken -özellikle usul kanunları- yargılama yükü, yargının yükü, yargılama hızı kavramlarını da açıklamak gerekiyor. Çünkü usulde bir yavaşlık, usuldeki hatalar, usul kanunlarında yapılacak hatalar yargı yükünün artmasına, yargılamanın hızının yavaşlamasına neden olacaktır. Nitekim geçmişte yaşadığımız Ceza Muhakemeleri Kanunu’nda ve Ceza Kanunu’nda yapılan hatalar, gösterilen özensizlikler, bugün yargının tıkanmasına ve yargının işlemez hâle gelmesine neden olmuştur. Yargının tıkanmasının ve yargının işlemez hâle gelmesinin nedeni, yargı kuralları ve hukuk kurallarını önüne gelen olaylara uygulamakla görevli olan mahkemelerden daha öte, yasa koyucunun da burada çok ciddi sorumlulukları olduğunu ben düşünmekteyim.

Değerli milletvekilleri, geçmişte Ceza Muhakemeleri Kanunu yapılırken yapılan özensizliklerin doğurduğu sonuçlar bugün kamuoyunda tartışılmaktadır. Herkes hataları birbirine yüklemektedir ve yargılamanın hızının artırılmaması konusunda hiçbir eylem ve işlemde bulunmayan sekiz yıllık iktidar döneminde siyasi iktidar bu yükü mahkemelere ya da Yargıtaya yüklemek suretiyle sorumluluktan kurtulma yolunu seçmektedir.

Gerek Sayın Bakanın gerekse Hükûmet sözcülerinin televizyon ve basında verdiği demeçlerde daireler arasında örnek verilmekte “Efendim, falan dairede şu kadar iş yapılmış da filan dairede niye bunlar yapılmamış?” gibi. Bu sözleri söyleyenler gerçekten hukukçu olmasa, köylerdeki Mehmet Ağa ya da Hüseyin Ağa bu sözleri söylediği zaman bunu anlamak, anlayışla karşılamak mümkündür ama bunu bir hukukçunun söylemesi, hele hele Türkiye’de adaletin tecelli etmesiyle görevli Adalet Bakanının ekranlar karşısında bunu söylemesi gerçekten tüyler ürpertici bir durumdur.

Değerli milletvekilleri, bir kere her mahkemedeki davaların vasfı ve niteliği aynı olmadığı gibi, her davanın içeriği birbirinden farklıdır. Yine, Yargıtaydaki gerek ceza davalarının gerekse hukuk bölümündeki dairelerde her dairenin gördüğü davaların niteliği birbirinden farklıdır. O yıl içerisinde oraya gelen dosya sayısı da daireden daireye değişmektedir. Bunu bir adalet bakanının, bir hukukçunun bilmemesi mümkün değildir.

Bakın, benim elimde Yargıtay ceza ve hukuk dairelerinin 2010 yılına ait iş durumu var. Tablo bu. Şimdi, bu tabloda, örneğin 1. Ceza Dairesinde 2009 yılında 7.570 dosya gelmiş, bu 7.570 dosya devirle birlikte 17.613 olmuş, 2011 yılına devir 9.067, görülen dosya sayısı burada 8.586. Yani 1. Ceza Dairesinde 8.586 dosya sonuçlandırılmış.

Ben tipik örnekler vermek istiyorum: 6. Cezada 32.090 dosya gelmiş ve bunlardan 21.689’u karara bağlanmış, 69.296 dosya devretmiş. Yine, devam edelim: 9. Cezada -yani şu suçlanan ceza dairesi- 18.653 dosya gelmiş, bunlardan 13.652 karara bağlanmış, 28.457 devretmiş.

Hukukta da keza böyle değerli arkadaşlarım. Örneğin, hukuk dairelerinde, 52 bin dosya gelmiş 9. Hukuk Dairesine, 9. Hukuk Dairesi bunların 42 bininde karar çıkartmış, 44 bin devir yapmış ama buna karşılık, örneğin 8. Hukuk Dairesine 7.233 dosya gelmiş 2010 yılında ve bunlardan 6.451 dosya karara bağlanmış, 2.697 dosya devretmiş.

Yani söylemek istediğim konu şudur: Her daireye o yıl için gelen dosya sayısı, o dairenin bakmakla görevli olduğu olaylarla ilgilidir. Ama değerli arkadaşlarım, burada çok ciddi bir hata var. Aslında yargılamayı tıkayan Yargıtayın ya da yerel mahkemelerin kendisi değil, yargılamayı tıkayan siyasi iktidarın kendisi. Bu olayların sorumlusu, “Hadi Yargıtayda tutuklu dosyalar öne alınsın, arkaya alınsın.” Tartışması. Sanki öne alınmıyormuş gibi tutuklu şeyler… Televizyonlardan izlediğiniz zaman tutuklu dosyalar öne alınmıyormuş gibi bir olay var.

Bu, en son çok tartışma konusu olan Hizbullah davasının terör örgütü mensuplarıyla ilgili davanın Diyarbakır 6. Ceza Dairesi 2010/15387 esasıyla 21/9, yani Eylül ayının 21’inde Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına gelmiş, bir ay içerisinde, 26/10/2010’da Yargıtay 9. Ceza Dairesine gitmiş. Yani, bakın, bir ay içinde Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı tebliğnamesini hazırlamış, tebliğ etmiş ve oraya göndermiş. Şimdi, duruşma günü de verilmiş. Yani bu dosya duruşma günü olan bir dosya. 26/10/2010’u da duruşma günü vermiş. Burada uyulması gereken… Yani burada tartıştığımız konu zaten usul. Usulde uyulması gereken kurallar var. Bu kuralları yargılama yapan makamın atlayarak ya da bu kuralları ihlal ederek veya “Canım, bu kurallara uymayıverin, bu kuralları atlayarak yargılama yapın.” demek adaletin tecellisini savunmamak demektir. Hepimiz biliyoruz ki Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi tebliğnamenin sanığa tebliğ edilmemesinden dolayı Türkiye’yi tazminata mahkûm etti. Söylemek istediğim konu şudur: Burada yapılacak şey, gerçekten yasama organının usul hukukunun önünü tıkayan olayları önlemesi lazım, yargının hızlandırılması için tedbir alması lazım.

Şimdi ben soruyorum: Yani, yargıya bunu yıkmaya çalışan Sayın Bakan dokuz yıllık iktidar süresi içerisinde yargının hızlandırılması için hangi somut adımı atmıştır? Parlamentodaki çoğunluk sayısına dayanarak istediği kanunları istediği şekilde geçirebilen bir siyasi iktidar gerçekten yargının bu tıkanan sorunları karşısında hangi somut ciddi adımı atmıştır?

Yani, değerli arkadaşlarım, buradaki mesele şudur: Yani, sorunları çözme makamında olan, özellikle adaletin tecellisinin önündeki engelleri kaldırmak durumunda olan Adalet Bakanıdır. Şimdi, bu kürsüde defalarca söyledik, “yargı reformu” adı altında yapılmak istenenin aslında köylünün, işçinin, vatandaşın, esnafın hukukla, adliyeyle olan sorunları çözmek olmadığını söyledik. Ben anayasa değişikliklerine ilişkin, Hâkimler Savcılar Kurulu yasa tasarısının değişikliğine ilişkin bu görüşmelerde, bu kürsüde, bu yapılan değişikliklerin…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Lütfen sözlerinizi tamamlayınız.

Buyurunuz.

ALİ RIZA ÖZTÜRK (Devamla) – …vatandaşın sorunlarını çözmeye yönelik olmadığını söyledim. Türkiye’de yargıda bir reforma değil, gerçekten halkın ihtiyaçlarını çözecek bir devrime ihtiyaç vardır ama gerçekten siyasi iktidarın bu konuda suçu sağa sola atarak bu sorunu çözemeyeceği çok açıktır.

Ben Adalet Bakanlığına buradan bir çağrıda bulunmak istiyorum. Çok basit bir şey. Bugün Türkiye’de cumhuriyet başsavcılıklarından Yargıtaya gelen tutuklu ve tutuksuz iş dosyaları aynı torbalarda karışık olarak geliyor ve bunların ayrılması burada zaman alıyor. Ben bunu araştırdım, inceledim. Sayın Bakan da araştırsın. Şimdi, bir genelgeyle veya cumhuriyet başsavcılıklarına verilecek sözlü ya da yazılı bir genelgeyle tutuklu ya da tutuksuz iş dosyalarının ayrı ayrı gönderilerek burada raflarda bekletilmeksizin, zaman kaybı olmaksızın… Üç dört ay, belki de beş ay, bilemiyorum çünkü günde 1.500-2.000 dosyanın Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına geldiği söyleniliyor.

Değerli arkadaşlarım, 2005 yılındaki Yargıtayın yükü ile 2011’deki Yargıtayın yükünde -grafikleri burada- yüzde 250’lere varan bir artış var. Bunlar, bu rakamlar korkutucu rakamlar. Biz bunların tedbirlerini almak durumundayız.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Öztürk, lütfen Genel Kurulu selamlayınız.

Buyurunuz.

ALİ RIZA ÖZTÜRK (Devamla) – Biz bunların gerçekten tedbirlerini almak durumundayız ama burada çıkıp Yargıtay şöyle dedi, şu böyle dedi diyerek sorunları çözersek bunun sonucunu alamayız.

Son cümle şunu söylemek istiyorum: Bu dosya adli tıpta beş yıl durdu ama ben bu kürsüde adli tıbbın masaya yatırılması ve sorunların çözülmesi için Meclis araştırma komisyonu önergesi getirdim. Adalet Bakanımız Sayın Sadullah Ergin’in döneminde, o burada reddedildi. Bunun anlamı şu demektir: Adli tıp doğru çalışıyor demektir. O da beş yılda dosya ancak göndermiş.

Hepinize saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Öztürk.

Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Ordu Milletvekili Rıdvan Yalçın. (MHP sıralarından alkışlar)

Buyurunuz Sayın Yalçın.

MHP GRUBU ADINA RIDVAN YALÇIN (Ordu) – Çok teşekkür ederim Sayın Başkanım.

Değerli milletvekilleri, görüşülen Hukuk Muhakemeleri Kanun Tasarısı’nın birinci bölümü üzerinde Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum. Konuşmamın başında yüce Meclisin değerli üyelerini saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, dün de bir başka kanun vesilesiyle ifade etmiştim. Bugünkü konuşmacılar da ara ara aynı konuya değindiler, ben de tekrar aynı konuya ilişkin değerlendirme yapma ihtiyacı içerisinde olduğumu anlıyorum. Bugünkü gazetelerde, tutuklu bulunan Mehmet Haberal’ın, doktor olan bir profesörün bir raporu sakladığından bahisle tutuklandığına ilişkin haberler yer aldı.

Şimdi, Sayın Bakanım, değerli arkadaşlar; özellikle hukuk eğitimi almış arkadaşlara sesleniyorum. Biz Milliyetçi Hareket Partisi olarak, kim suç işlemiş ise onun karşılığını görmesinden tarafız, hiç kimsenin kefili de değiliz. Elbette ki en doğru kararı yargı verecektir. Fakat burada şöyle bir çelişki yok mu? Bir yanda onlarca insanı vahşi yöntemlerle öldürmekten müebbet hapislere mahkûm edilmiş insanların salıverildiği bir ortamda, bir rapor usulsüzlüğünden bahisle bir profesörü, yani işi, ikametgâhı belli olan, ülkeye mal olmuş insanların tutuklanmasına seyirci kalıyoruz ya da buna tanık oluyoruz. Bu husus, kamu vicdanında, bana göre hiç arzu edilmeyen bir yerde yer alıyor.

Özellikle, Sayın Bakanım, buradan şuraya varmak istiyorum: Şimdi, yine bugünkü gazetelerde, Ceza Muhakemesi Kanunu 102’yle ilişkili olarak tahliye edilen insanlar içerisinde… Biliyorsunuz bunlar adli kontrol karşılığı tahliye edilmişlerdi, şimdi ortada olmadıkları, adli kontrolü de yerine getirmedikleri gibi bir durumla karşı karşıyayız.

Şimdi şöyle bir hukuki problem ortaya doğdu: Bir yanda, bakıyorsunuz, yasanın emredici kuralında tutukluluk süresinin on yılı geçemeyeceği ifade edilirken bir yanda da adli kontrol karşılığı tahliye müessesesinin işletildiğini görüyoruz.

Şimdi, adli kontrol hükümlerini yerine getirmeyenler, sözgelimi imza atmaya gelmeyen ya da yurt dışına giden insanlar bakımından ne tür bir yaptırım olacak? Adli kontrolü ihlal ettin, gel seni tekrar tutuklayayım demek isteseniz, yasanın emredici hükmü buna cevaz vermiyor.

Peki, o zaman, on yıl geçtiği için bu şahısları da tutuklu tutamayacağınıza göre, tutukluluğunu sürdüremeyeceğinize göre adli kontrolün ne anlamı vardır o zaman? Demek ki adli kontrol kararı yanlıştır.

Sayın Bakan, değerli arkadaşlar; ortaya çıkan bu hazin hukuk skandalı karşısında dün söylediğimi bir kere daha söylüyorum. Dün grup toplantımızda Sayın Genel Başkanımız toplum vicdanını kanatan, toplumda infiale yol açan bu durum için Milliyetçi Hareket Partisinden ne tür bir katkı istenecekse bu katkıyı vermeye hazır olduğumuzu ifade etmişti. Bu konu daha fazla yaralayıcı olmadan, tahliye edilen insanlar ya da bundan sonra tahliye edilecek insanlar bakımından şu geldi imza attı, bu atmadı, o yurt dışına gitti, gitmedi gibi tartışmalar daha da yoğunlaşmadan bir an evvel bir yasal düzenleme ihtiyacının giderilmesi gerektiğini bir kez daha önem ve ısrarla tekrar ifade ediyorum.

Değerli milletvekilleri, üzerinde konuştuğumuz kanun tasarısı aslında safahatı itibarıyla defalarca gözden geçirilmiş, önemli ölçüde de rafine bir kanun, gerçekten de ciddi bir emek ürünü. Ben, öncelikle bu kanun tasarısına emek vermiş, hazırlamış, diğer modern memleketlerin kanunlarıyla mukayese oluşturmuş bilim heyetine ve bürokrasiye şükranlarımı sunuyorum, çok teşekkür ediyorum. Tabii, 1927 yılından bu yana uygulanan bir temel kanunu ve aslında cumhuriyetin sembol kanunlarından birini bugün tekrar görüşüyoruz ve değiştireceğiz. Gönül isterdi ki bu Kanun değişirken Medeni Kanun’da yapılan hata yapılmasın, bu Kanun’un 1086 olan kanun numarası ve 1927 tarihi muhafaza edilsin. En azından on yıl, yirmi yıl, otuz yıl ya da elli yıl sonra bu Kanun’u açıp bakan insanlar bir otuz yıllık kanun değil de yüz yıllık, yüz otuz yıllık bir kanuna baktığının kıymetini fark etsin isterdim ama maalesef bir yönetmelik bahane gösterilerek bu sistematik bilim heyeti tarafından uygun görülmedi.

Değerli milletvekilleri, bu Kanun’un aynı zamanda yenilenmesi bir mecburiyetti, tabii Medeni Kanun değiştirilince Medeni Kanun’la ilişkili olarak bütün özel hukukun da değiştirilmesi, istinafla ilgili düzenlemelere bu Kanun’un da uyumlu hâle getirilmesi gerekiyordu. Bu Kanun’un temel amacı olarak gerekçesinde de defalarca ifade edildiği üzere, hem dilinin günümüz koşullarına uyarlanması hem hızlı ve ucuz yargıya erişim imkânının getirilmesi, temel hedefler, temel gerekçeler olarak ifade ediliyor. Bir kanunda dil gerçekten önemlidir değerli arkadaşlar. Üniversitede okuduğumuzda, Ankara Hukukta, Ömer diye bir arkadaşımız, sınavda kanun metnine bakmak serbest olduğu hâlde, soruda “bilirkişi” olarak sorulduğu için, kanundaki “ehlivukuf” kelimesini “bilirkişi” olarak bilmediğinden arkadaşımız, ilgili maddeyi bulup cevaplandıramamıştı. Gerçekten de dil, bir kanun bakımından oldukça önemli olmaktadır.

Değerli milletvekilleri, bu kanun tasarısı, yanlışlarından çok eksikleriyle belki tartışılmalı diye düşünüyorum.

Her şeyden evvel, iki gündür sürdürdüğümüz çalışmaların sürati beni bir yandan sevindirirken bir yandan da aslında üzüntümü artırıyor. “Biz neden, Meclis olarak, siyasi partiler olarak aynı uzlaşmayı, aynı kültürü, aynı anlayışı Anayasa değişikliği meselesinde gösteremedik? Neden milletimizi, “evetçiler-hayırcılar”, “darbeciler-demokratlar” diye bir suni, sanal bir ayrışmaya ittik? Değer miydi?” diyorum. Bugünkü tabloyu gördüğümüzde, “Bir referandum sürecinde, devlet imkânlarının bu denli kullanılmasından, milletimiz içerisinde üretilen suni ayrışmalar içerisinde bir de Anayasa oylaması üzerinden getirilen ayrışmanın getirdiği riskleri taşımaya değdi mi acaba?” diye, bunu da iktidar grubuna ve Sayın Başbakana söylemekten kendimi alamıyorum.

Değerli milletvekilleri, tabii süremin önemli kısmını harcamış olduğum için, belki daha sonraki konuşmamda kanunun teferruatlarıyla ilgili konuşma imkânı bulacağım. Şimdi, arkadaşlar, bu kanunun amacı, temel amaçlarından birisi yargının hızlandırılmasıysa ki bu kanunda önemli yenilik ve müesseseler var, her şeyden evvel bir ön inceleme müessesesi getirilmiş, sürelerle ilgili müesseseler var, bunlar önemli şeyler fakat özellikle ve ısrarla bir şeyin üzerinde durmak istiyorum: Siz eğer hukukta, mahkemelerde bir ihtisaslaşmayı tamamlayamazsanız, ihtisaslaşmayı yaygınlaştıramazsanız, var olan ihtisaslaşmayı gerçekten hayata sunamazsanız, bugün olduğu gibi aynı hâkim sabah ticaret mahkemesi hâkimi sıfatıyla, öğleden sonra tüketici mahkemesi hâkimi sıfatıyla, akşama doğru fikrî sınai haklar hâkimi sıfatıyla bir mahkemeyi idare edecekse kâğıt üzerinde var olan ihtisaslaşmanın bir işe yaramadığını görürüz. Onun için ben özellikle Bakanlıktan istirham ediyorum. Bana göre Türk hukuku içerisinde, Türk mahkemeler sistemi içerisinde en önemli husus ihtisaslaşma meselesidir. Birçok hâkim “dosyanın incelemeye alınmasına” gibi komik, gayrihukuki gerekçelerle süreyi uzatmaktadır, hatta çok trajikomik kararlar verilmiştir, “incelemeye alınma kararının incelemeye alınmasına” gibi komik kararlarla yargının uzadığına şahit oluyoruz. Onun için bir hâkim öyle olmalıdır ki dosyasına vâkıf, konuya vâkıf, dosya bilirkişiye gittiğinde bilirkişiye ne soracağını bilen, bilirkişinin verdiği cevabı hukuki çerçeve içerisinde tahlil edip eksik kalan hususun tamamlattırılmasını sağlayabilen çerçevede bir ihtisaslaşmış hâkim, kendi konusuna vâkıf, kendi alanında birtakım şeyler, otomatikleşmiş bir sisteme bağlı bir düzen kurulabilirse ancak yargının hızlanması mümkün olabilir, yoksa bu Kanun’da yapılan önemli değişiklikler de bana göre bu ihtisaslaşma tamamlanamaz ise gerçekten gerçek bir ihtisaslaşma olarak hayata geçemezse çok da bir anlamı olmayacağı düşüncesindeyim.

Değerli milletvekilleri, bir siyasi karar elbette tartışılabilir. Siyasi kararların, siyasetçilerin sevenleri, taraftarları olduğu kadar sevmeyenleri de olacaktır, karşıtları da olacaktır ancak bir mahkeme kararı taraflı olmayanlar dışındaki, yani davanın tarafı olmayanlar dışındaki insanların vicdanında yani genel olarak kamu vicdanında ortak duyguya muhatap olmalıdır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Lütfen, sözlerinizi tamamlayınız.

Buyurunuz.

RIDVAN YALÇIN (Devamla) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Bir siyasi karardaki, bir siyasi tercihteki, toplum içerisindeki beğenenler-beğenmeyenler, destekleyenler-desteklemeyenler ayrımı yerine bir mahkeme kararı, o kararın tarafı olmayanlar, o karardan doğrudan etkilenmeyen insanlar dışındaki toplum vicdanında, kamu vicdanında doğru yer bulmalıdır. Eğer mahkeme kararları da toplum vicdanında ya da Türk toplumunda toplumun yarısı “Ne iyi oldu da tutuklandı.” yarısı “Ne kadar yazık oldu da tutuklandı.” ya da “Ne güzel şunun evini elinden aldılar.” ya da “Yazık oldu da evini elinden aldılar.” şeklinde tarif edilmeye başlanmışsa o ülkede hukuka olan güven, hukuka olan inanç sarsılmış demektir. Siyasetin getirdiği bölünmeler, ayrışmalar süreç içerisinde belki tamiri mümkün şeylerdir ama adalet üzerinden yapılan bu inançsızlığın tamiri on yıllarca mümkün olamayacaktır.

Ben, bu düşüncelerle kanunun hayırlara vesile olmasını diliyor, yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Yalçın.

Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına Düzce Milletvekili Celal Erbay.

Buyurunuz Sayın Erbay. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

ADALET VE KALKINMA PARTİSİ GRUBU ADINA CELAL ERBAY (Düzce) – Sayın Başkan, çok değerli milletvekili arkadaşlarım; hepinizi saygıyla selamlıyorum. 393 sıra sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu Tasarısı’nın birinci bölümü üzerine partim adına söz almış bulunmaktayım.

Öncelikle şu hususu belirtmek isterim ki: 73+11, bugün itibarıyla 84 yıllık geçmişi olan 1086 sayılı Usul Kanunu’nu bugüne uyarlamak, Türk yargı hayatının, Türk toplumunun ihtiyaçlarını karşılayacak tarzda onu yeniden inşa etmek üzere burada toplanmış bulunuyoruz. 4 Ekim 1927 tarihinde yürürlüğe giren 1086 sayılı Kanun, İsviçre’nin Neuchâtel Kantonunun 1925 tarihli Usul Kanunu’nun bir bakıma tercümesi mahiyetini taşıyordu ama bazı bölümleri için Fransız ve Alman hukukundan da yararlanılmıştı. Daha sonraları yeni bir medeni usul kanununun yapılması için çok kere teşebbüste bulunulmuş, 1986, 1952, 1955, 1967, 1971, 1993 yıllarında yeni bir usul kanunu yapmak için teşebbüste bulunmuş zamanın yasama organı ama tamamına erdirememişti.

28 Ocak 2004 tarihinde zamanın Adalet Bakanı Sayın Cemil Çiçek’in başkanlığında ilk toplantısını yapan, Türkiye hukuk fakültelerinden oluşan, yüksek yargıdan oluşan, Bakanlığın ilgili birimlerinin iştirakiyle oluşan heyet, işte şu anda görüşmekte olduğumuz tasarının üretim çalışmalarına başlamış ve -son toplantısını da 18 Mayıs 2006 tarihinde yapmak üzere- ortaya bu tasarıyı koymuş ve Hükûmet tarafından Meclise sunulmak üzere Adalet Bakanlığına teslim etmişti. Bugün nasip olursa bu çalışmalar tamamına erecek.

Ben, hassaten Uzlaşma Komisyonunda partim adına görev alan ve Uzlaşma Komisyonuna iştirak eden arkadaşlarımın Başkanlık vasfını lütfetmeleri sonrası Uzlaşma Komisyonu çalışmalarını yürüten bir arkadaşınız olarak bu noktaya gelen bu çalışmaların son derece hazzını duyuyorum.

Bu çalışmanın bu noktaya gelmesinde katkısı bulunan, ilmî ve profesyonel komisyon olarak çalışan hukuk fakülteleri mensuplarına, yargının temsilcilerine, Adalet Bakanlığının temsilcilerine ve hassaten ilim ehli olarak onları temsilen şu anda komisyon sıralarında oturan sayın hocalarıma, Komisyonumuzun değerli üyelerine ve Uzlaşma Komisyonunda üstün derecede bir iş üretmek için fedakârlıkta bulunan diğer partilerden iştirak eden arkadaşlarıma huzurunuzda teşekkür ediyorum.

Tasarının hazırlanmasında şu hususlar dikkatimizi çekmiştir: Çok etkin, seviyeli prensipler kabul edilmiş ve bu doğrultuda çalışmalar yapılmıştır. Elbette ki, 1086 sayılı Kanun bizim ülkemizde seksen yıl uygulanmıştır. Bu uygulama esnasında, gerek yargı pratiğinde bir tarz oluşmuş, içtihatlar gelişmiş ve belli bir noktaya doğru daha güzeli bulmaya yönelik yol alınmıştır ve yine, bu süre içerisinde hukuk fakültelerimizin medeni usul hukuku kürsüleri çalışmışlar, bizzat ilim üretmişler, doktora çalışmaları yaptırmışlar, tez yönetmişler ve makaleler üretmişler. Bütün bunlar, elbette ki bizde bir medeni usul hukuku kültürünün gelişmesine katkıda bulunmuş. Bu çalışmalarımız esnasında Komisyonumuz, bu kültür birikimini değerlendirmiş ve kanunun temel felsefesi korunarak, mevcut hükümleri değerlendirerek tasarının hazırlanması cihetine gidilmiştir.

Son hazırlanan tasarılarda önemli bir tartışma konusu olan sulh hukuk ve asliye hukuk mahkemesi ayrımı muhafaza edilmiştir.

Tasarıda güncel, akıcı bir dil kullanılması ilkesi benimsenmiş ancak özellikle hukuki kavramlar konusunda üzerinde tereddüt edilmeyen, yerleşmiş, herkesin anladığı kavram ve terimler aynen muhafaza edilmiştir. Dil itibarıyla, Medeni Kanun’un kullandığı dilin Usul Kanunu’nda da kullanılması hususunda özen gösterilmiştir.

Tasarı hazırlanırken 1086 sayılı Kanun’un madde numaraları maalesef muhafaza edilememiştir. Çünkü getirilen yeniliklere Kanun’dan çıkarılan seksen maddenin boşlukları içerisinde yer vermek ve böylece madde numaraları değişmeden düzenleme yapabilmek mümkün değildi.

Hazırlanan tasarıda ayrıntılı düzenlemeler yapılmasından kaçınılmıştır. Her kurumla ilgili temel esasların kanunda tereddütsüz yer alması ve uygulamada sorun oluşturacak hususların açığa kavuşturulması kabul edilmiştir. Mümkün mertebe kazuistik bir sistem izlemekten kaçınılmıştır.

Kanunun sistematiği bakımından yargılama akışına uygun, takip edilmesi kolay, mantıklı, sade ve basit bir sistematik anlayış benimsenmiştir ancak usul hukukunun ana amacı olan maddi hakikati ortaya çıkarma ilkesinden asla ödün verilmemiştir.

Tasarıda mahkeme dışı çözüm yolları ile sulh ve uzlaşmayı mümkün kılacak ve teşvik edecek bir altyapının oluşturulması benimsenmiştir.

Tasarıda yargılamanın niteliğiyle ters düşmediği ölçüde güncel, teknik gelişme ve kolaylıklardan yararlanılması, mesela ses ve görüntü kayıtlarının yargılamada kullanılması benimsenmiş, deliller bakımından teknik gelişmelerin gözetilmesi düşünülmüştür.

Tüm hükümlerin düzenlenmesinde tarafların ve ilgililerin hak arama özgürlüğünü genişleten, yargılama sırasındaki haklarını en iyi şekilde teminat altına alacak ve yargı organlarının yüceliği ve saygınlığını koruyacak ilkelere yer verilmiştir.

Bu ilkeler doğrultusunda tasarının birinci kısmına nazar ettiğimizde, baktığımızda, “Genel Hükümler” başlığı altındaki birinci bölümde “Görev, Yetki ve Yargı Yeri Belirlenmesi” ele alınmış ve incelenmiştir. Bu bölümün birinci ayrımında “Görev” düzenlenmiştir.

Yetki konusunda daha sistematik, daha açık bir düzenleme yapılmaya çalışılmıştır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Lütfen sözlerinizi tamamlayınız.

Buyurunuz.

CELAL ERBAY (Devamla) – Bu kısımda, yeni olarak, eskiden farklı olarak, yetki sözleşmelerinin sadece tacirler ve kamu tüzel kişileri arasında yapılması kabul edilmiştir. Usul hukukunun sosyal yönü, güçsüz olan kişileri yargılama sırasında korumayı gerektirmektedir. Bu nedenle, tasarıda, tacir olmayanlar bakımından yetki sözleşmesi yapılabilmesi imkânı ortadan kaldırılmıştır.

Yine, birinci kısmın üçüncü bölümünün ikinci ayrımında hâkimlerin sorumluluğu düzenlenmiş ve hâkimlerin fiillerinden dolayı devletin birinci derecede sorumluluğu kabul edilmiştir. Böylelikle, Anayasa’mızın 129’uncu maddesinin beşinci fıkrasına uygun bir düzenleme yapılmıştır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Lütfen sözünüzü tamamlayınız.

Buyurun.

CELAL ERBAY (Devamla) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ben de bu kürsüye çıkıp bu uzlaşmayı üreten, bu anlayış olgunluğunu sergileyen bütün arkadaşlarıma, Uzlaşma Komisyonunda yer alan arkadaşlarıma -alt komisyonda çalışan bir fert olarak- alt komisyonda gayretlerini esirgemeyen arkadaşlarıma, heyetinize, değerli Komisyonumuza, ilim ehlimize tekrar teşekkürlerimi sunuyor, bu kanunun Türk yargı hayatı açısından hayırlı olmasını temenni ediyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Erbay.

Barış ve Demokrasi Partisi Grubu adına Şırnak Milletvekili Hasip Kaplan.

Buyurunuz Sayın Kaplan.

BDP GRUBU ADINA HASİP KAPLAN (Şırnak) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Barış ve Demokrasi Partisi Grubu adına hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Burada, gerçekten, Meclisin -dört yıldır beraber çalışıyoruz- beraber ortaklaşa gerçekleştirdiği en önemli yasama çalışması bu temel kanunlar: Türk Ticaret Kanunu, Borçlar Kanunu, Hukuk Muhakemeleri Kanunu.

Şunu kabul etmek gerekir ki, dört gruptan birisinin ortaklaşmaması durumunda bu yasaların Mecliste çıkarılması üç senede dahi mümkün değildir. Bu gerçekliği kamuoyuyla paylaşmak istiyorum.

İkincisi, bu torba, temel kanunların yanında bir de torba kanun görüşmeleri de sürüyor bir yandan. Ancak, bundan -çok değil- bir ay kadar önce Meclis Başkanlık Divanında, benim de parti grubum adına hazır bulunduğum bir görüşmede, Meclis Başkanımıza muhalefet partilerinin bu öneriyi getirmesi ve bizim teşvik ve ısrarımız sonucu -o gün toplantıda bulunan Cumhuriyet Halk Partisi temsilcisi vardı, Sayın Şandır daha önce bu konuda görüş bildirmişti- ve bizim talebimiz üzerine, Meclis Başkanının, bir komisyon çağrısı yaparak bu çalışmaların organize edilmesi konusunda başlattığı çalışma ve bu çalışmalarda da grubumuz adına bulunarak, ben ve Sayın Hamit Geylani, bu çalışmaların bir an önce sonuçlandırılmasını, bunun Türkiye için, toplumumuz için yararlı olduğunu, yararlı olan konularda ortaklaşılması gerektiği düşüncemizi ortaya koyarak kanıtladık.

Uzlaşma ve ortaklaşma aslında demokrasilerin temel ilkelerinden birisidir. Eğer “Sayımız çoktur, çoğunluğuz.” derseniz ve muhalefeti dikkate almazsanız o zaman burada kaliteli yasa çıkarma şansının olmadığını herkesin bilmesi gerekiyor. Zaman zaman bu sıkıntıları yaşadık ve öyle sıkıntılar yaşadık ki gerilimli, hatta kavgalı oturumlara kadar giden Anayasa referandumu mini paketlerinin tartışmalarında Meclis sabahlamak durumunda kaldı. Oysaki anayasa metinleri bütün toplumun uzlaşması gereken metinler ve hiçbir partinin kendi çoğunluğuna dayanarak, “Ben çoğunluğum, çoğunluk görüşü demokrasidir.” anlayışıyla veya referandumda dikte ettirilmek şartıyla oluşmadığını bütün gelişmiş, çağdaş demokrasilerin işleyişinden biliyoruz. Aynı zamanda sadece bu değil, bize halk soruyor… Bence sormalıdır, hesabını da sormalıdır. Seçime gidiyoruz, sonuçta siyasi partiler sandıkta hesabını halka verirler. “Niye yeni bir anayasayı, 12 Eylül darbe Anayasası yerine bir bütün olarak yeni, sivil, demokratik bir anayasayı yapamadınız?”ın hesabını herkesten sorabilmeliler diye düşünüyorum.

Yine “Siyasi Partiler Kanunu’nu niye değiştiremiyorsunuz, Meclis niye bunu beceremiyor?” Bunu da sorabilmelidir. “Yüzde 10 seçim barajını niye kaldıramıyorsunuz, ortaklaşamıyorsunuz? Milletin özgür iradesinin önündeki engelleri niye kaldırmıyorsunuz?” Bunun hesabını sormalıdır. “Niye hazine yardımını partilere eşit olarak dağıtmıyorsunuz? Mecliste grubu olan partiler burada hazine yardımı almıyor?” Bunun sorulması gerekiyor halk tarafından. Bunları mutlaka çoğaltmak mümkün. Ancak, ben bunları çoğaltmanın üzerinde durmayacağım. Bugün ortaklaştığımız havanın, bugün bütün Meclis gruplarının bu en önemli, hatta önümüzdeki elli yıl Türkiye’nin ticaret hayatını, Borçlar Kanunu’yla eşya hukukundan alacak-verecek ilişkilerine kadar olan yaşamını, bunların işleyişini getiren Hukuk Muhakameleri Kanunu’yla çalışma tarzını belirleyecek çok önemli yasaları konuşuyoruz.

Türkiye 2010’da çok önemli mesafeler katetmiş durumda. Bir taraftan Avrupa Birliği serüvenimiz on birinci yılını dolduruyor. Yüzlerce uluslararası sözleşme imzaladık. Avrupa Birliği müktesebatından sadece yüzlerce, binlerce kanun, yönetmelik, genelge bizim iç mevzuatımızda yerleşti ve hâlâ küresel krizin getirdiği çalkantı ve risk ortamında dünya ticaret hayatını yeniden tanımlarken, şirketler yeniden belirlenirken, garantörlük, hakemlik müesseseleri getirilirken, uluslararası mahkemeler kurulurken, ekonominin uluslararası mahkemelerinin biri Avrupa Birliğinde Lüksemburg’da Adalet Divanında atarken, diğer taraftan Dünya Ticaret Merkezinin de içinde olduğu hakem heyetlerinin, yine denizcilik hukukundaki hakem heyetlerinin de çok etkin olarak işlev yaptığı dünyamızda, kabul edelim ki bazı yasalarımız seksen yıllık ömürleriyle oldukça eskimişti, sürece cevap vermiyordu.

Bunları niye yapmak zorundaydık? Bir kere, istinaf mahkemeleri gerçeğiyle karşılaştık. İstinaf mahkemeleri yalnız cezada değil, hukuk mahkemelerinde de var ve yargının, adaletin hızlandırılması konusunda 2007’de yürürlüğe girmesi gerekirken 2010’a ertelenen ve süreç içinde yeni bir yapılanma ihtiyacı duyulan bir ortamda hukuk usulünü yeniden belirlemek gerekiyordu.

Usul kanunidir, takdirî değildir. Onun için, yargıçlar bu “Kanunilik” prensibine son derece uymak zorundalar. Yeniden bilirkişiliğin düzenlenmesi, yeniden gelişen teknolojinin, bilişimin, İnternet’in, telif ve marka patent haklarının, uluslararası sektörde gelişen yeni kavramların, bütün bunların yeniden düzenlenmesi gerekiyordu.

Bütün bunları dikkate aldığımız zaman bu temel kanunları -Türk Ticaret Kanunu, Borçlar Kanunu, Hukuk Muhakemeleri Kanunu- bu dönemin çıkarmış olması elbette ki büyük bir başarıdır. Kabul edelim ki en çok Ticaret Kanunu’nda yüze yakın önerge çıktı. Bu önergelerle iki yıllık gecikmenin telafi edilmesi gerekiyor, düzenlemelerin yapılması gerekiyor. O konuda da yüzde 90’larda bir ortaklaşma sağlanmış durumdadır. Bu durumda muhtemelen onu da hayata geçireceğiz hep birlikte.

Evet, bunlar yetiyor mu tek başına? Bence, çok güzel yasaları da çıkarsanız, çok modern yasaları da koysanız eğer yargıç açığı varsa, personel açığı varsa, araç gereç açığı varsa, adaletin imkânları sınırlıysa, eğer adalet takside keşfe gidiyorsa, eğer adalet mekanizması davacı ile davalının tuttuğu araçlarla seyahat ediyorsa, eğer bilirkişilere verilen ücretler günün rayiç bedelleriyle doğru orantılı değilse, eğer bilirkişiler düzenli seçilmiyorsa, eğer adli tıptan tutun kriminolojiye kadar bütün uzmanlık alanları iyi çalışmıyorsa -ki bütün bunlar, bir bütündür mübaşirinden kâtibine, kâtibinden adliyedeki bütün personeline- eğer bu ihtiyacı tamamlayamıyorsanız yine adalet konusunda her şeyi tam yapmış sayılmayız.

Değerli arkadaşlar, biz Barış ve Demokrasi Partisi olarak bu yasaların bir an önce çıkmasının ve ortaklaşmanın ve birlikte hareket edebilmenin, birlikte bir şeyler yapabilmenin yapabileceklerimizin olduğunun işareti olarak görüyor ve önümüzdeki günlere bir başka umutla bakıyoruz. Ancak burada bir uyarıda bulunma gereğini duyuyorum: Bakın, biz, dört parti grubu bu uzlaşmayı sağlarken, bu yasaları çıkarırken -daha bu yasaları çıkarırken- yasaların torba kanun gibi görüşmelerle delindiğini görüyoruz.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Lütfen sözlerinizi tamamlayınız.

HASİP KAPLAN (Devamla) – Toparlıyorum efendim.

Şimdi, burada hukuk muhakemelerini konuşuyorsak eğer torba kanunda hukuk muhakemeleriyle ilgili teklif -madde olması- tasarı olması kabul edilir bir davranış değil arkadaşlar. Bu çelişkiye dikkatinizi çekmek istiyorum ve gerçekten bir sıkıntı. Burada büyük bir ortaklaşmayı zedeleyecek yaklaşımlardan iktidar partisinin özenle kaçınması gerektiğini düşünüyorum.

Ülkemize, halkımıza, Türkiye halkına, bu mevcut yasaların -önümüzdeki kırk yıl, elli yıl uzun bir süre muhtemel yürürlükte kalacaklar- hayırlı olmasını diliyor, Barış ve Demokrasi Partisi olarak bizim de katkımız olduğu için, bu süreç içinde, bundan mutluluk duyduğumuzu ifade etmek istiyorum.

Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Kaplan.

Adalet Bakanı Sadullah Ergin.

Buyurunuz Sayın Ergin.

ADALET BAKANI SADULLAH ERGİN (Hatay) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Hukuk Usulü Muhakemeleri Yasamızın görüşülmesi vesilesiyle Hükûmetimizin görüşlerini aktarmak üzere söz aldım. Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.

Malum olduğu üzere 1086 sayılı Usul Yasamız 1925 tarihli Neuchâtel kantonundan, İsviçre’nin, alınmış ve 4 Ekim 1927 tarihinde yürürlüğe girmiş bir yasa. Bu kanunda günümüze kadar 26 kez değişiklik yapılmış, kanunun gerek dilinde gerekse içeriğinde bu değişikliklerden kaynaklı çelişkiler de ortaya çıkmıştır. Aynı kelimeyle ifade edilmesi gereken bazı kavram ve kurumlar farklı kelimelerle ifade edilmekte, bunun yanında bazı ibareler de yanlış şekilde yer almış durumdadır.

1086 sayılı Yasa’nın yaklaşık seksen maddesi değişik zamanlarda yürürlükten kaldırılmış ve kaldırılan maddeler dikkate alınarak teselsül ettirilmediğinden yasanın şekil yönünden ele alınması zorunlu hâle gelmiştir.

Yasanın dili yazıldığı dönem itibarıyla mükemmel olmakla birlikte günümüz şartlarına göre oldukça eskimiş olup genç nesil, hatta hukukçular tarafından dahi anlaşılması zorlaşmıştır.

Adil yargılanma hakkının sağlanabilmesi açısından özellikle makul süre içinde yargılama yapılabilmesi için 1086 sayılı Yasa’da yer alan ve adil yargılanmaya engel teşkil eden hükümlerin bu düzenlemeyle değiştirilmesini öngörmekteyiz.

Kanun tasarısında şekil bakımından güncel bir Türkçe kullanılmasına özen gösterilmiş ancak hukuk çevrelerinde tereddütsüz şekilde kabul edilen terimler değiştirilmeksizin muhafaza edilmiştir.

Değerli milletvekilleri, getirilen yeni düzenlemeyle yargılama giderleri davanın başında taraflardan avans olarak alınacaktır. Yargılama giderlerinin zamanında yatırılmaması tek başına davaların gecikme sebebi olmamakla birlikte önemli etkenlerden bir tanesini teşkil ediyor. Davacı davasını açarken, davalı ise cevap dilekçesi ve delillerini sunarken yargılama giderlerini peşin olarak ödeyecektir.

Tasarıda yargılama süresini kısaltacak olan “Ön İnceleme” bölümü getirilmiştir ki bu önemli bir yeniliktir, değişikliktir. Bu düzenlemeyle deliller toplanmadan duruşmalara başlanması ve yargılamanın bu nedenle gecikmesi önemli ölçüde engellenecektir. Tasarıya göre deliller duruşmalara başlanmadan önce toplanacak, duruşmalarda ise daha önce toplanan delillerin değerlendirilmesi yapılacaktır. Böylece, tapu ve nüfus idaresine veya benzer kurumlara yazılması ya da bu kurumlardan gelmesi beklenen cevapların duruşma başlamadan önce hazır edilmesi sağlanmış olacaktır.

Hâkimlerin kusurlu davranışlarından dolayı ilk etapta hâkime karşı tazminat davası açılması ilkesinden vazgeçilmiş, öncelikle devlete karşı tazminat davası açılması esası kabul edilmiştir. Yine, bu tasarıda, çekişmesiz yargıyla ilgili ayrıntılı hükümlere yer verilmiştir.

Değerli milletvekilleri, bir kısım ilk itiraz sebepleri dava şartı hâline getirilmek suretiyle hâkim tarafından resen gözetilmesi de bu düzenlemeyle sağlanmaktadır. Gene bu yasa tasarısında, önceki 1086 sayılı Yasa’da beş gün, yedi gün, on beş gün gibi süreler yer alır iken bunların yorumlanmasında hatalar ortaya çıkmaktaydı. Bu süreler daha kolay hesaplanabilmesi amacıyla, bir hafta, iki hafta, bir ay gibi sürelere dönüştürülmüştür.

Yeni düzenlemeyle mahkemelerde ses ve görüntü nakli yoluyla ifade alınabilecektir. Talimatla alınan ifadeler ya da tanık beklenmesine ilişkin gecikmeler bu teknolojik imkânların kullanılmasıyla önemli ölçüde zaman tasarrufu sağlayabilecektir.

Sözlü ve seri yargılama usulleri kaldırılmıştır. Uygulamadaki sorunlar da göz önünde bulundurularak ihtiyati haciz, ihtiyati tedbir ve delil tespiti müesseseleri yeniden düzenlenmektedir.

Muhalefet sözcülerimizin de detaylara ilişkin çok değişik tespitleri var. Ben tekrara girmemek için kısaca bunlara değinmiş durumdayım.

Ama bunun dışında, değerli milletvekilleri, Türk yargısının genel problemlerine ilişkin değişik tespit ve eleştiriler yapılmıştır görüşmeler esnasında. Türk yargısının seksen yılı aşkın süredir biriktirdiği sorunların çözümü noktasında öncelikle bu sorunların kaynaklarının tespiti açısından sağlıklı birtakım tespitlere ihtiyaç vardır.

Bugün yargımızın içerisinde bulunduğu durum üç ana başlıkta sorunlar olarak toparlanabilir: Bunlardan bir tanesi, fiziki sorunlar, altyapı sorunları; bir diğeri, mevzuattan kaynaklı sorunlar ve yine bir diğer sorun, insan kaynaklarının yetersizliğinden kaynaklı sorunlar.

Bu açıdan, 2002-2011 arasında geçen süre içerisinde Türk yargı teşkilatının fiziki altyapı sorunlarının çözümü noktasında çok önemli mesafeler alındığını tekrar tekrar söylemeye gerek yok. Bu seksen yıllık süre içerisinde yapılan adliye saraylarının kapalı alan toplamının tam 5 katı tutarında bu son sekiz yılda fiziki mekân oluşturulmuş. Teknolojik altyapı, bilgisayar donanımı, UYAP sistemi, bütün bunlar yargılamada süreleri kısaltan tedbirler. Buralarda çok önemli gelişmeler sağlanmış, Avrupa Konseyi üyesi ülkeler arasında Türkiye, bilişim teknolojilerini yargıda kullanan ilk üç ülke arasında yer almıştır.

Mevzuattan kaynaklı problemlere gelince: Değerli milletvekilleri, gene bu sekiz yıllık süre içerisinde çok önemli çalışmalara imza atmıştır bu Parlamento. Ceza yargılamasına ilişkin olarak Uzlaşma Kurumu getirilmiş, 2005 yılında yürürlüğe konulmuş, daha sonra 2006’da yeniden revize edilmiş, daha etkin hâle getirilmeye çalışılmış, şu an Bakanlığımızın yaptığı çalışmayla, bu Kurumun daha da etkili hâle gelmesi için çalışmalarımız devam etmektedir.

Gene 5252 sayılı Türk Ceza Yasasının Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkında Yasa’da yapılan düzenlemelerle önemli değişiklikler getirilmek suretiyle yargılamayı hızlandırıcı tedbirler alınmıştır. Bunlardan Kabahatler Yasası ceza yargılamasında önemli ölçüde rahatlama sağlamıştır. Gene değişik kanunlarla uyum amacıyla getirilen 5278 sayılı Yasa da çok önemli kolaylıklar getirmiştir.

Ayrıca, Ceza Muhakemesi Yasamızın 36’ncı maddesinde mahkemelerin resmî kurumlarla yapacağı yazışmalarda savcılık üzerinden yazışma yapma zorunluluğu kaldırılmak suretiyle önemli bir zaman tasarrufu sağlandığını düşünüyorum. Ceza Muhakemesi Yasamızda getirilen adli kolluk uygulamaları da önemli imkânlar sağlamaktadır, sunmaktadır.

Gene savcılarımıza verilen yetkilerden kamu davasının açılmasının ertelenme yetkisinde, üst sınırı bir yıl ve daha az süreli hapis cezalarında ve şikâyete bağlı suçlarda savcı, yeterli şüphe varsa bile, belli bir süre davayı açmayı ertelemek suretiyle, bunu dava öncesi yöntemlerle çözme imkânına kavuşmuştur. İddianamenin iadesi kurumu getirilmiştir ki yeterli hazırlık yapılmadan hazırlanmış iddianameleri mahkeme kabul etmeden reddetmekte, dolayısıyla yargılama sürecini başlatmayıp daha donanımlı bir iddianamenin tanzimini sağlayabilme imkânına kavuşmuştur iddia makamı.

Gene hukuk yargılamasına ilişkin olarak bugün görüşmekte olduğumuz Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu, dün görüştüğümüz Tebligat Yasası, bütün bunlar yargılamadaki süreleri kısaltmaya dönük tedbirler.

Gene hukuk uyuşmazlıklarında ara buluculuk müessesesi… Şu anda Adalet Komisyonunda tasarımız beklemektedir. İlk fırsatta Adalet Komisyonunda ara buluculuk müessesesinin de Türk hukuk sistemine kazandırılması için çalışmalarımıza başlayacağız.

Değerli milletvekilleri, bununla beraber alternatif uyuşmazlık çözüm yolları noktasında kamu denetçiliğine ilişkin düzenleme Anayasa değişikliğinde yer almış, buna bağlı kuruluş yasası Parlamentoya sevk edilmiştir, şu anda komisyonlara havale edilmek durumundadır.

Gene yüksek mahkemelerin kapasitesinin güçlendirilmesine ait çalışmalarımız yakın tarihte Parlamentoya gelecektir.

Adli Tıp Kurumundaki aksaklıklar noktasında Devlet Denetleme Kurulunun yapmış olduğu inceleme sonuçlarına göre de ciddi bir reform çalışması hazırlığı Bakanlığımızda devam etmektedir.

Değerli milletvekilleri, istinaf mahkemelerinin kurulması gene bu dönemde olmuştur. Yürürlüğe girme tarihi 2007 olarak öngörülmüş idi ama HSYK’nın haklı olarak insan kaynaklarının, hâkim, savcı kaynaklarının güçlendirilmesinden sonra faaliyete girmesine ilişkin tavsiye kararı ve Yargıtayın da bu konudaki önerileri doğrultusunda hâkim ve savcı sayısının artırılmasına dönük çalışmalara hız verilmiştir. Bununla beraber, bu süreç içerisinde yaşadığımız birtakım sorunlar kamuoyuyla paylaşılmıştır, burada tekrar tekrar bunları ifade etmek istemiyorum. Ancak benden önce söz alan değerli muhalefet sözcülerinden Sayın Dibek, alınan hâkim, savcı sayısıyla ve idari personelle ilgili rakamlarda, bu dönemde çok sayıda hâkim, savcı ve idari memur, zabıt kâtibi alındığını ancak Hükûmetin yine şikâyetçi olduğunu ifade ettiler.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Lütfen sözlerinizi tamamlayınız.

ADALET BAKANI SADULLAH ERGİN (Devamla) – Bitiriyorum Sayın Başkanım.

Oysa Sayın Dibek, bir buçuk, iki yıllık, iki buçuk yıllık hükûmet etme sürelerine ilişkin sayılarla dokuz yıllık icraat dönemine ilişkin rakamları karşılaştırmıştır.

Kaldı ki istinaf mahkemelerinin kurulmasıyla beraber ilave en az bin kadar yetişmiş hâkim, savcının bu kadrolarda istihdam edilmesi gerekmektedir. Buralara bu kadroların aktarılabilmesi için rutin, normal zamanların öngördüğü ihtiyaçtan daha fazla hâkim, savcıyı mesleğe kazandırmamız gerekmektedir. Bu anlamda 2011 yılında en az dört yeni sınavla hâkim, savcı kadromuzun güçlendirilmesine dönük çalışmalar noktasında ÖSYM Başkanlığıyla tarihlerde mutabakat sağlanmıştır. Bugün yarın bu tarihleri kamuoyuyla paylaşacağımızı da ifade ediyorum.

Bu tasarının hazırlanmasında emeği geçen akademisyenlerimize, Komisyonda görev alan arkadaşlarımıza, Bakanlık çalışanlarına ve Parlamentoda görev yapan tüm milletvekillerimize, gruplarımıza teşekkür ediyor, yasamızın hayırlara vesile olmasını temenni ediyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Ergin.

Birinci bölüm üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.

Şimdi, birinci bölümde yer alan maddeleri, varsa o maddeler üzerindeki önerge işlemlerini yaptıktan sonra oylarınıza sunacağım.

Madde 1: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

İlgili Mahkeme Kararları

  • Yargıtay 9. HD 2017/17897 E, 2020/13824 K
  • Yargıtay 20. HD 2019/5666 E, 2019/6998 K
  • Yargıtay 10. HD 2017/1178 E, 2019/8016 K
  • Yargıtay 17. HD 2016/12586 E, 2019/5371 K
  • Yargıtay 11. HD 2019/1043 E, 2019/3053 K
  • Yargıtay 15. HD 2017/874 E, 2019/516 K


Kanunlar

  • Hukuk Muhakemeleri Kanunu
  • Türk Medeni Kanunu
  • Türk Borçlar Kanunu
  • İcra ve İflas Kanunu
  • Özel hukuka dair neredeyse tüm kanunlarla bağlantılıdır.

Yazar Hakkında: Avukat Saim İncekaş

Saim İncekaş, Adana Barosu'na kayıtlı bir avukattır. 2016 yılından bu yana Merkezi Adana'da bulunan ve kurucusu olduğu İncekaş Hukuk Bürosu'nda çalışmaktadır. Yüksek lisans derecesi ile hukuk eğitimini tamamladıktan sonra bu alanda birçok farklı çalışma yürütmüştür. Özellikle aile hukuku, boşanma, velayet davaları, çocuk hakları, ceza davaları, ticari uyuşmazlıklar, gayrimenkul, miras ve iş hukuku gibi alanlarda uzmandır. Saim İncekaş, sadece Adana Barosu'nda değil, aynı zamanda Avrupa Hukukçular Derneği, Türkiye Barolar Birliği ve Adil Yargılanma Hakkına Erişim gibi dernek ve kuruluşlarda da aktif olarak görev almaktadır. Bu sayede, hukukun evrenselliği konusundaki farkındalık ve hukuk sistemine olan güveni arttırmaya yönelik birçok çalışmada yer almaktadır. Randevu ve Ön Görüşme İçin WhatsApp Üzerinden Hemen İletişime Geçin

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir