CMK Madde 188
Ceza Muhakemesi Kanunumuzun 188. maddesi şu şekildedir:
Duruşmada hazır bulunacaklar
Madde 188 – (1) Duruşmada, hükme katılacak hakimler ve Cumhuriyet savcısı ile zabıt katibinin ve Kanunun zorunlu müdafiliği kabul ettiği hallerde müdafiin hazır bulunması şarttır. (Ek cümle: 03.10.2016 – 676 S.KHK/Madde 5) (676 S. KHK Kabul: 01.02.2018 – 7070 S.K/Madde 5) Müdafiin mazeretsiz olarak duruşmaya gelmemesi veya duruşmayı terk etmesi halinde duruşmaya devam edilebilir.
(2) (Mülga fıkra: 18.06.2014 – 6545 S.K/Madde 103)
(3) Bir oturumda bitmeyecek davada, herhangi bir nedenle bulunamayacak üyenin yerine geçmek ve oya katılmak üzere yedek üye bulundurulabilir.
Başlık
CMK’nın 188. maddesinin ait olduğu bölüm başlık ismi şu şekildedir: ÜÇÜNCÜ KİTAP: Kovuşturma Evresi – BİRİNCİ KISIM: Kamu Davasının Yürütülmesi – İKİNCİ BÖLÜM: Duruşma
Madde başlığı şu şekildedir: Duruşmada hazır bulunacaklar
Gerekçe
Ceza Muhakemesi Kanunumuzun 188. maddesinin gerekçesi şu şekildedir:
Maddenin birinci fıkrası duruşmada mutlaka bulunmaları zorunlu olan usul aktörlerini belirlemektedir. Tasarı, sulh ceza mahkemelerindeki duruşmalarda Cumhuriyet savcısının bulunmaması hakkındaki uygulamayı sürdürmektedir. Yabancı ülkelerin bazılarında bu tür basit ve hafif suçları yargılayan mahkemelerde polisin iddiacı olarak bulunması yeterli sayılmaktadır.
Maddenin son fıkrası, hukukumuz yönünden çok önemli bir konuyla ilgilidir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kararlarına ve adil yargılama ilkesine göre bütün kovuşturma evresinde aynı hakimlerin görev yapmaları ve hükmü vermeleri gerekir; doğru olan da budur. Ülkemizde uzun süren parçalı yargılama uygulaması, maalesef bir dava görülürken hakimlerin değişmesine neden olmaktadır. Bu gibi hallerde, yeni hakim huzurunda bütün usul işlemlerinin yenilenmesi adil yargılama gereğidir. Tasarı, davanın bir duruşmada ve bir günde görülmesini ilke olarak kabul etmiştir; dolayısıyla parçalı yargı uygulaması ortadan kalkacaktır. Bununla birlikte maddenin son fıkrası, bir duruşmada bitmeyecek davada, herhangi bir nedenle bulunamayacak üyenin yerini almak ve oya katılmak üzere yedek üye bulundurulabilmesini öngörmüştür. Personel sıkıntısı, bazı Batı ülkelerinde olduğu gibi bu hükmün zorunlu hale getirilmesini engellemiştir.
Yedek üyenin hazır bulunduğu tutanağa geçirilecektir. Yedek üye, duruşma sırasında herhangi bir müdahalede bulunamaz ve fakat duruşmaları dikkatle izler.
ADALET KOMİSYONU RAPORU
Tasarının 194 üncü maddesi, 188 inci madde olarak aynen kabul edilmiştir.
TBMM Kabul Metni
Kanun maddesi mecliste tartışılırken şu konuşmalar geçmiştir:
188 inci maddeyi okutuyorum:
Duruşmada hazır bulunacaklar
MADDE 188. – (1) Duruşmada, hükme katılacak hâkimler ve Cumhuriyet savcısı ile zabıt kâtibinin ve Kanunun zorunlu müdafiliği kabul ettiği hâllerde müdafiin hazır bulunması şarttır.
(2) Sulh ceza mahkemelerinde yapılan duruşmalarda Cumhuriyet savcısı bulunmaz.
(3) Bir oturumda bitmeyecek davada, herhangi bir nedenle bulunamayacak üyenin yerine geçmek ve oya katılmak üzere yedek üye bulundurulabilir.
BAŞKAN – Madde üzerinde, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, Malatya Milletvekili Sayın Muharrem Kılıç söz istemiştir; buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)
CHP GRUBU ADINA MUHARREM KILIÇ (Malatya) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; görüşülmekte olan Ceza Muhakemesi Kanunu Tasarısının 188 inci maddesi üzerinde, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, görüşlerimizi açıklamak üzere söz almış bulunuyorum; Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Bu madde duruşmada hazır bulunacakları düzenlemektedir ve “duruşmada, hükme katılacak hâkimler ve Cumhuriyet savcısı ile zabıt kâtibinin ve Kanunun zorunlu müdafiliği kabul ettiği hâllerde müdafiin hazır bulunması şarttır” denilmektedir.
Anayasamızın Üçüncü Bölümünde “Yargı” başlığı altında düzenlenen 138 inci, 139 uncu ve 140 ıncı maddelerinde, yargı mensubu olarak sadece hâkimler ve savcılardan bahsedilmektedir. Avukatlar ise, Anayasamızın 135 inci maddesinde, kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları kapsamında değerlendirilmektedir. Oysa, yargının üç aslî unsuru vardır; bunlar, savcı, avukat ve hâkimdir. Başka bir anlatımla, sav, savunma ve yargıdır. Bunlardan hâkim ve savcıyı yargının aslî anayasal unsuru sayıp, avukatı bu kapsamın dışında bırakmak, adil yargılanma ilkesiyle bağdaşır bir durum değildir.
Avukatlık mesleği, her ne kadar Anayasamızda yer almamışsa da, Avukatlık Kanununda yer almış ve Avukatlık Kanununun 1 inci maddesinde “avukatlık, kamu hizmeti ve serbest bir meslektir. Avukat, yargının kurucu unsurlarından olan bağımsız savunmayı serbestçe temsil eder” denilmektedir. Yani, hâkim ve savcı anayasal unsur, avukat ise yasal unsurdur. Avukatlar, kanunda açıkça yargının kurucu unsuru olarak gösterilmişse de, ne yazık ki, uygulamada ve özellikle duruşma salonlarındaki konumları itibariyle, yargının diğer unsurlarına göre daha önemsiz bir konumda gösterilmektedir.
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 6 ncı maddesinde söz edilen adil yargılanmanın sağlanması için “silahların eşitliği” yani “güçlerin eşitliği” prensibinin hayata geçirilmesi gerekir. Özellikle sav ve savunmanın yargıya aynı uzaklıkta olması için, duruşma salonunda savcı ve avukatın eşdeğer konumda bulunması gerekir. Biz, bu eşitliği talep ederken, cumhuriyet savcılarımızın bulundukları konumları hak etmedikleri iddiasında değiliz. Bunu, adil yargılanma ilkesinin bir gereği olduğu için talep etmekteyiz.
Uygulamada, ne yazık ki, savcılar ve avukatlar arasında bir eşitlik görünmemektedir. Bu durum, biraz da, ülkemizdeki yargı bağımsızlığının yeterince olmamasından kaynaklanmaktadır.
Anayasamızın 140/altıncı maddesinde, hâkim ve savcıların idarî görevleri yönünden Adalet Bakanına bağlı oldukları belirtilmektedir.
Yine, Anayasamızın 159 uncu maddesine göre,Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun başkanı Adalet Bakanı olup, Adalet Bakanlığı Müsteşarı ise Kurulun tabiî üyesidir.
Kurulun, kendine ait bütçesi, sekreteryası, binaları bulunmamaktadır. Hâkim ve savcıların mesleğe kabul edilmeleri, atama ve nakilleri, yükselme ve birinci sınıfa ayrılmaları, disiplin cezası verme işlemleri gibi pek çok yetki bu Kurula aittir. Hâkim ve savcıların denetimi, haklarında inceleme ve soruşturma yapılması, Anayasamızın 144 üncü maddesine göre, Adalet Bakanlığının izniyle, Adalet müfettişleri tarafından yapılmaktadır. Anayasamızda yer alan ve yargı bağımsızlığını ortadan kaldıran bu düzenlemeler, 2802 sayılı Hâkimler ve Savcılar Yasasında da aynen yer almaktadır.
Yargının en üst kademesinde yürütmenin bu kadar etkin olduğu böylesi bir yapıdan sonra, adlî sistemimizin yapısal ve fonksiyonel olarak bağımsız olmadığı ortadadır.
Bu yapıda, cumhuriyet savcılarının konumu daha bir ilginçtir. Savcılık, bugün için, Adalet Bakanlığı ile yargı sistemi arasında sıkışıp kalmış bir durumdadır; büyük ölçüde Bakanlığın tayin ve teftiş baskısı altında olup, Bakanlıkça gönderilen genelgelerle pek çok konuda yönlendirilmektedir. Yürütmenin mahkemelerdeki idarî işlemlerinde temsilcisi konumunda olan savcılarımız, kuvvetlerin eşitliği prensibi gereğince, savunmayla eşdeğer oturma konumunda bulunmaları gerekirken, duruşma salonlarında, bazı mahkemelerde, yükseltilmiş bir platformda, hâkimlerle yan yana oturmaktadırlar; avukatlar ise, aşağıda, halk ve sanıklarla aynı seviyede yer almaktadır.
Duruşmadaki oturma düzeniyle ilgili olarak, usul kanunlarımızda herhangi bir hüküm bulunmamaktadır. Adalet Bakanlığında yaptığım araştırmada, bu konuda, Adalet Bakanlığınca hazırlanmış herhangi bir tüzük ve yönetmelik de göremedim. “Acaba ben mi bilmiyorum” diye Bakanlığın sayın yetkililerine sorduğumda da, bu konuda herhangi bir yasal düzenlemenin, herhangi bir mevzuatın olmadığı açıkça ifade edildi.
Yani, burada, fiilî bir durumla karşı karşıyayız. Cumhuriyet savcıları, adliye binalarının idarî yönetiminden sorumlu oldukları için, oraların düzenlemesi yapılırken, kendilerini oraya layık görmüşler, avukatları da, savunma makamını da daha aşağıya layık görmüşler, ona göre bir düzenleme yapmışlar. Durum bundan ibaret; yoksa, bunun herhangi bir yasal dayanağı yok.
Bizim, ille “cumhuriyet savcıları yukarıda oturmasın, aşağıda otursun” diye bir iddiamız da yok; ancak, yargı sisteminde, iddia ile savunmanın konumlarının eşit olması gerekir. İddia makamı savcılıktır, savunma makamını avukatlar temsil eder. Bunların eşit silahlara sahip olması gerekir.
Nitekim, bununla ilgili talepler, sadece Türk hukukçularından, sadece avukatlarımızdan gelmiyor. İzninizle, Adalet Bakanlığımızca tercümesi yapılmış olan 2003 yılı İstişarî Raporundan bir bölüm okumak istiyorum:
“Duruşma salonunda mevcut düzenleme ve tasarım: Mahkemedeki duruşmalar boyunca, savcı, hâkimlerle aynı seviyede bir platformda ve doğrudan onlara bitişik, yakın olarak oturmaktadır. Bazı duruşma salonlarında -özellikle Ankara Devlet Güvenlik Mahkemesinde olduğu gibi- bu platform, savcı ve hâkimleri, zeminden 2 – 3 metre kadar yükseltmektedir. Bu arada, savunma avukatları, halkla ve sanıklarla aynı seviyede, zemin döşemesi üzerindeki bir masada oturmaktadır.”
Biz -hepsi de savunma avukatından, fiziksel olarak- uzaklaştırılmış olarak, -duruşma salonunun düzeninin ve hâkimlerin ve savcının yakınlığının problem doğurucu olduğunu düşünmekteyiz. Savcının hâkimlere bu kadar yakın oturması ve aynı seviyede olması gerçeği, savcıya daha fazla önem verildiği ve savunma avukatına göre daha fazla saygı, itibarla muamele gösterildiği izlenimini doğurmaktadır. Başka deyişle, duruşma salonunun mevcut düzenlemesi, tasarımı, silahların eşitliğinin görünümünü doğrudan baltalamaktadır. Yüksek bir platformda, hâkimlere yakın olarak oturan savcıların, duruşma salonundaki yerlerinin değiştirilmesi gerekmektedir. Cumhuriyet savcısı, savunma avukatının yanında veya karşısına gelecek şekilde, zemin üzerindeki bir masada oturabilir.” AB kriterleri diyoruz, Avrupa Birliğine gireceğiz diyoruz, Avrupa Birliğinin görüşü bu.
Biz, Türkiye’deki savunma mesleğini icra eden avukatlar olarak bunları yıllardır dile getiriyoruz; ancak, bizim bu dile getirmemiz yeteri kadar dikkate alınmıyor. İlle Avrupa’dan birileri bize bir görüş bildirecek ki, bunlar uygarlığın gereği diyecek…
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Buyurun efendim.
MUHARREM KILIÇ (Devamla) – …durumun haklılığını ondan sonra görebiliyoruz. Oysa, bizim istediğimiz, cumhuriyet savcılarımız konumunu kıskanmak değil. Cumhuriyet savcılarımızın çok önemli görevler yapıyorlar, çok yoğun bir mesai içerisinde bulunuyorlar; ancak, biz, nasıl güzel bir yargı sistemi kurarız, hukukun üstünlüğünü, demokrasiyi ülkemize nasıl yerleştiririz, bunun arayışı içindeyiz. Yoksa, hiçbir şekilde avukatların konumu burada olsun, savcıların konumu burada olsun diye bir düşünce içinde değiliz; ancak, silahların eşitliği prensibi gereğince, şartların eşitliği prensibi gereğince, cumhuriyet savcıları ile savunma avukatlarının eşit düzeyde olması gerektiğini de düşünmekteyiz.
Değerli arkadaşlar, bu eşitsizlik sadece oturma düzeniyle de kalmamaktadır. Örneğin, bir karar aşamasında -bu ara karar olabilir, son karar olabilir- mahkeme heyeti veya hâkim diyor ki: “Efendim, salonu boşaltın, biz görüşme yapacağız.” Tüm avukatlar çıkıyor, tüm taraflar çıkıyor; ama, cumhuriyet savcıları, her nedense, davanın tarafı olduğu halde, duruşma salonundan çıkmıyor. Hatta, hâkimler kendi odalarına gittiği zaman da, hâkimlerin peşinden gidiyorlar, hâkimlerle aynı odada o mütalaalara iştirak ediyorlar. İşte burada belki şunu diyebiliriz: Hâkimler, cumhuriyet savcısının o görüşmelerinden etkilenmez; ama, bu, görüntü olarak dahi yargı bağımsızlığını zedeleyecek bir durumdur. Bunu değiştirmek zorundayız; yani, görüntüyü de kurtarmak zorundayız. Kaldı ki, bu sadece görüntüden de ibaret değil. Biz bunu vatandaşa izah edemiyoruz. O zaman ne oluyor; avukatlar sadece orada görüntüyü tamamlamaktan ibaret bir aksesuar gibi kalıyor. Hâkim ile savcı otururlar kararı verirler; hem de derler ki: Şöyle bir karar verirsek, bunun temyizden dönüşü de zor olur; bu nedenle, birbirimizin terfisini de etkilememiş oluruz. Ortaklaşa bir karar oluşturalım… Bunun neresi adalet oluyor o zaman arkadaşlar?! Öyleyse, yapılması gereken, avukatlar ile savcıların konumunu eşdeğer düzeye getirmektir.
Kaldı ki, biz cumhuriyet savcılarımızı eşit düzeye getirelim diyoruz; fakat, cumhuriyet savcılarımızın daha geniş yetkilerle donatılmasını da istiyoruz. Demin adlî kolluk görüşülürken onu da söyledik; çünkü, biz, ülkemizde hukukun geçerli olmasını istiyoruz. Cumhuriyet savcısı hukuku temsil ediyor. Cumhuriyet savcısının elini güçlendirirsek, bağımsız bir adlî kollukla cumhuriyet savcısının elini güçlendirirsek, işte, o zaman, mafyayla da, soygunlarla da, yolsuzluklarla da çok daha iyi mücadele ederiz; bağımsız yargıyı sağlarsak ve cumhuriyet savcısını, bağımsız yargının bağımsız cumhuriyet savcısını da güçlendirirsek, işte, o zaman, 30 milyar dolarları da çöpe atmamış oluruz. Böylece, bizim cumhuriyet savcılarımız da, kendi emirlerindeki, kendi yetkileri dahilindeki adlî kollukla, suçlularla da, mafyayla da, yolsuzluklarla da en güzel şekilde mücadele edeceklerdir.
Bu düşüncelerle, Yüce Heyete saygılarımı sunuyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN – Şahsı adına, Kastamonu Milletvekili Sayın Hakkı Köylü; buyurun.
HAKKI KÖYLÜ (Kastamonu) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 188 inci madde üzerindeki görüşlerimi açıklamak için söz aldım; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Esasında, madde üzerinde çok fazla bir şey söylemek istemiyorum; ancak, yepyeni bir konu gündeme geldi. Bu da, cumhuriyet savcılarının kürsüden inip, aşağıda, avukatlarla aynı seviyede oturması konusuydu.
Cumhuriyet savcısının avukatlarla aynı seviyede oturmasında, çok fazla bir beis yok. Esasında, bu kabul edilebilir de; o kadar anormal bir şey değil; ancak, şu şartlarla:
Birincisi, Türkiye’de, isminin önünde “cumhuriyet” kelimesi olan hiçbir makam ve mevki yoktur.
MUHARREM KILIÇ (Malatya) – Cumhuriyet Halk Partisi var.
HAKKI KÖYLÜ (Devamla) – Özür dilerim, onu kabul ediyorum; ben, makam ve mevkiden bahsetmiştim.
Öncelikle, “cumhuriyet” kelimesini, savcıların isminin başından çıkaracağız.
İkincisi, cumhuriyet savcıları, mağdurun hakkını, devletin hakkını ve sanığın hakkını korumaktadır. Cumhuriyet savcısı, duruşmada sanığın beraatını talep edebilmektedir veya daha az ceza almasını isteyebilmektedir.
Peki, aşağıda nerede oturacaktır? Sanığın beraatını isterken müdahil tarafın yanında, mahkûmiyetini isterken sanığın karşısında veya başka bir yerde, yani, kendisine oturacak bir yer bulması bu durumda zordur.
Cumhuriyet savcısı, devletin ve rejimin teminatıdır. Bundan vazgeçmemiz mümkün değil. Eğer, cumhuriyet savcılarını bulunduğu konumdan başka türlü düşünmek istiyorsak, şu halde -Sayın Adalet Bakanı buradadır- cumhuriyet savcısı, Hâkimler ve Savcılar Kanununda ve Anayasada belirtilen usullere göre hakim statüsündedir, cumhuriyet savcılarının hepsinin yarından itibaren derhal hâkim olarak atanması gerekir. Bundan sonra, eğer, cumhuriyet savcısı lazım olursa -belki, birkaç ay lazım olmaz diye düşünen de olur- bu takdirde, yeni bir statüyle, yeni bir kanunla 2 000-2 500, belki, 3 000 savcı alınacaktır dışarıdan. Bu savcıları nereye oturtursanız oturtun.
Devamlı surette, silahların eşitsizliğinden bahsedildi. Değerli arkadaşlarım, avukatlar 7,65 tabanca kullanıyor da, cumhuriyet savcıları Kalaşnikof mu kullanıyor; ne demek silahların eşitsizliği?!
K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Avrupa literatürü o, Avrupa!..
HAKKI KÖYLÜ (Devamla) – Duruşmada, şu anda yapılan düzenlemeyle, avukatlar ile cumhuriyet savcıları aynı statüdedir. Cumhuriyet savcısının bütün yetkileri avukatlarda da vardır; savunmada vardır, müdahil tarafta vardır. Bu, azımsanmayacak bir gelişmedir.
Eğer, biz, cumhuriyet savcılarını oradan indirmek istiyorsak…
FERİDUN FİKRET BALOĞLU (Antalya) – İndiren yok, biz de çıkacağız.
HAKKI KÖYLÜ (Devamla) – Bu takdirde, devleti savunmak için, devletin anayasal düzenini, devletin topraklarını bölmek suçundan dolayı yargılanan kişilerin yanına, devleti savunmak üzere millî emlak memurunu getirtirsiniz, olur biter.
Değerli arkadaşlarım, şu anda, bizim statümüze göre, bizim anayasal düzenimize göre, cumhuriyet savcılarının bulunduğu yerde görev yapmasında fayda vardır ve bu zarurîdir diye düşünüyorum. Dolayısıyla, bu madde de uygun bir maddedir ve uygun bir düzenlemedir. Hepinizin takdirlerine sunuyorum.
Hepinizi, tekrar, saygıyla selamlıyor. (AK Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Sayın Bakan, buyurun, kürsü sizin.
ADALET BAKANI CEMİL ÇİÇEK (Ankara) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Ceza Muhakemesi Yasası Tasarısıyla ilgili olarak, yukarıda, bu madde, üzerinde en çok tartışılan maddelerden bir tanesidir. O sebeple, kısaca bilgi vermek istiyorum. Gereğini, şüphesiz, takdirlerinize arz edeceğiz.
Bu konuyu, biz, yukarıda müteaddit defalar konuştuk. Ayrıca, hükümet olarak kendi içimizde de konuştuk. Son defa, Sayın Dengir Mir Mehmet Fırat, Sayın Salih Kapusuz, Sayın Komisyon Başkanımızla beraber, bu tasarıyla ilgili, Sayın Başbakana ve Anamuhalefet Partimizin Değerli Genel Başkanına bilgi verdikten sonra, Sayın Başbakanla birlikte de konuştuk. Hukukumuzda da, zaman zaman tartışılan bir konudur; ancak, bu tartışmalar yapılırken, dünyadaki uygulamaları da ortaya koyarak bir değerlendirme yaparsak daha sağlıklı bir sonuca varırız diye düşünüyorum. Umumiyetle, konuşmayı yaptığımızda, zannediyoruz ki dünyada tek tip bir uygulama var; yani, bütün Avrupa ülkelerinde, demokratik ülkelerde, iddia makamıyla, savcıyla sanık ve müdafii eşit seviyededir. Böyle bir genelleme yapılıyor. Evvela, bu doğru değil. Özellikle, Amerikan filmlerinin de belki etkisiyle, sanki, bütün uygulamalar o filmlerde gördüğümüz gibi gözüküyor. Esas itibariyle, bu uygulama, Anglosakson ülkelerindedir; yani, İngiltere’de ve Amerika’dadır. Halbuki, bizim uygulamalarımız, daha çok, Kıta Avrupası hukukundan alınmadır; ya kaynak ülke Fransa’dır ya da büyük ölçüde Almanya ya da İtalya’dır. Oradaki uygulamalara baktığımızda ise, bu söylediğimizin bu kadar olmadığını, böyle olmadığını, orada iddia ile savunmanın aynı seviyede olmadığını görüyoruz. Fotoğrafı göreceğiz, ona göre karar vermemiz lazım.
Şimdi, bu neden böyle; bunun sebebi şudur: Anglosakson sisteminde, iddia makamı taraftır, sadece iddia ettiği hususlarla ilgili olarak delil toplar; sanık lehine delil toplamaz, sanığın menfaatına olan herhangi bir talebi söz konusu olmaz. Halbuki, bizim hukuk sistemimizde, Fransa’da, Belçika’da ve benzeri ülkelerde, savcı, teorik olarak da -şu ana kadar kabul ettiğimiz bazı maddelerde de var- sanığın lehine olan delilleri de toplamak, onun lehine bir talep söz konusu olacaksa onu da ortaya koymak durumundadır. Yeri geldiğinde tutuklanmasını talep eder, yeri geldiğinde beraatını talep eder, yeri geldiğinde tahliyesine katılır, tahliyesini talep eder. Eğer, şimdi, biz, bu eşitliği sağlayacaksak, iddia makamının, gerçek anlamda, aynen Anglosakson ülkelerinde olduğu gibi, tam taraf olması lazım, teşkilatlanmasının ona göre yapılması lazım, anayasal düzenlemelerin de ona göre yapılması lazım. Halbuki, bizim Anayasamızda, savcılar ve hâkimler aynı statüye tabidir, aynı teminatlara tabidir. Mesleğe atanmalarından, mesleğe kabullerinden, tayinlerine, terfilerine, özlük haklarına varıncaya kadar, hâkim ne hakka sahipse, savcılar da aynı hakka sahiptir. Halbuki, bu ülkelerde savcılık ayrı bir teşkilattır. Bunların çoğunun bağımsızlığı da yoktur, bu neviden teminatları da yoktur, önemli bir kısmı da Adalet Bakanlığına bağlıdır, bir nevi Adalet Bakanlığı memuru gibidir. Bunu görmüş olmamız lazım. Eğer, taşları yerli yerine oturtacaksak, o zaman bu düzenlemeleri de yapmak gerekir.
Bakınız, bu maddeden evvel -şimdi bu 188’i konuşuyoruz- 170 inci maddede şöyle bir düzenleme yaptık: “İddianamenin sonuç kısmında, şüphelinin sadece aleyhine olan hususlar değil, lehine olan hususlar da ileri sürülür.” Yani, iddia makamı bunu da tespit edecek, bunu da araştıracak, buna göre de değerlendirme yapacak.
Ayrıca, arkadaşlarımızın haklı olarak şikâyet ettiği bir husus var. Zannediyorum, bunu karşılayacak düzenlemeyi de, biraz sonra görüşeceğimiz 227 nci maddede yaptık. O da şudur: Heyet halindeki müzakerelerde, ağır ceza mahkemelerinde, savcıların müzakereye katılmamaları lazım; ama, zaman zaman müzakereye katılıyorlar. Bu, hukuku yeteri kadar hazmedememiş olmalarından ya da müzakereyi yürüten mahkeme başkanının dirayetsizliğinden kaynaklanıyor. Müzakereyi, sadece mahkeme başkanı ve katılan üyelerin yapması gerekir, cumhuriyet savcısının bu müzakerelerde olmaması lazım; birçok yerde de olmuyor; ama, bu kurala riayet etmeyenler de var; o da arkadaşlığa, aynı çatı altında olmaya… Mesela, hâkim ve savcıların çoğu aynı lojmanlarda oturuyorlar. Bu anlamda, çok fazla bir farklılıkları da yok.
Onun için, biz, bu endişeleri ortadan kaldırmak adına, 227 nci maddeye şöyle bir hüküm getirdik: “Müzakerede ancak karara ve hükme katılacak hâkimler bulunur.” Yani, bundan sonra, 227 nci madde bakımından savcıların müzakerede bulunmaları mümkün değildir. Eğer bulunurlarsa, işte, o zaman, sanık müdafii veya sanık şikâyet ederse, görevini yapmayan savcıyla ilgili soruşturmayı da açarız, müzakereye katılmaması gerekenleri kattığı için o mahkeme heyeti hakkında da soruşturmayı açarız. Dolayısıyla, bu anlamda, biz, burada, taşları yerli yerine oturtmaya azamî ölçüde gayret sarf etmeye çalıştık.
Kaldı ki, sistem bu esasa göre düzenlenmediği için, şimdi bu maddeyle ilgili farklı bir düzenleme getirdiğimizde, gerçekten çok ciddî bir karmaşa çıkar. Yargının zaten yeteri kadar sıkıntıları var, zorlukları var; bir de, bu neviden kargaşalarla hukuk hayatını içinden çıkılmaz hale getiririz. Özü itibariyle, ben de, bu düzenlemelerin belli bir süre sonra Türkiye’nin gündemine geleceğine, bunu yapacağımıza inanıyorum; ama, kabul edelim ki değerli arkadaşlarım, şu iki sene içerisinde o kadar çok, o kadar yoğun değişiklikler yaptık ki, hepsini de bu sene içerisinde, bir kanun içerisinde çözmemize gerek yok. Bunu, zaman içerisinde, belki bir başka dönemde; ama, Anayasanın ilgili maddelerinde de değişiklik yapmak kaydıyla… Çünkü, o değişiklik yapılmadan bir teşkilat yasasını çıkarmak da mümkün değil, Anayasaya aykırı bir düzenleme yapmış oluruz. Bütün bunları hesaba katarak, inşallah, Anayasadan başlamak üzere, yargı hayatımızda bir başka temel değişikliği ileride yapma imkânı olur.
Bu 188 inci maddenin bu şekliyle düzenlenmesi, bir ihtiyaçtan, bir zaruretten ve şu ana kadar yaşadığımız tecrübelerden kaynaklanıyor. Kaldı ki, şu an, Fransa’daki uygulaması aynen bizdeki gibidir, Belçika’daki uygulaması aynen bizdeki gibidir. Bu, benim fikrim değil; bir yanlış beyanda bulunmamak adına, bilim adamalarından da mütalaa aldım, metinleri de kendi el yazılarıyla elimdedir.
Hepinize saygılar sunuyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)
K. KEMAL ANADOL (İzmir) -Sayın Bakan, Almanya’da bizim dediğimiz gibi, aynı platformda…
ADALET BAKANI CEMİL ÇİÇEK (Devamla) – Almanya’da bizimki gibi değil; onu da, şöyle okuyayım: Elimdeki metinde, aynen “Almanya’da ise, saray içinde yer alan mahkemelerde hâkim ve savcı yüksek konumda bulunurken, yeni yapılan duruşma salonlarında -eyaletlere göre değişiyor- hâkim dahil, tüm mahkeme süjeleri aynı düzlemde oturmaktadır” diyor; hâkim dahil; bakın, orada farklı. Şimdi, bu getirilen sistemde, hâkim yukarıda; iddia edilen sistemde, savcı ile sanık tarafı aynı düzlemde. Halbuki, yeni Alman düzeninde, hâkimi, savcısı ve sanık tarafı aynı düzlemdedir diye, bir bilim adamımızın -oradaki uygulamayı da bilen bir arkadaşımız ve biz, usul düzenlemelerinde ondan çok istifade ettik- metni var. Bu bilgiyi de takdirlerinize arz ediyorum.
Saygılar sunarım. (Alkışlar)
BAŞKAN – Madde üzerinde 1 önerge vardır; okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu Tasarısının 188 inci maddesinin aşağıdaki şekilde değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.
Muharrem Kılıç
Feridun Baloğlu
Mehmet Küçükaşık
Malatya
Antalya
Bursa
Mehmet Nuri Saygun
Halil Ünlütepe
K. Kemal Anadol
Tekirdağ
Afyon
İzmir
Feridun Ayvazoğlu
Yüksel Çorbacıoğlu
Atilla Kart
Çorum
Artvin
Konya
Ziya Yergök
Atila Emek
Mehmet Boztaş
Adana
Antalya
Aydın
Yılmaz Kaya
İzmir
Madde 188.- (1) Duruşmada hükme katılacak hâkimler ve Cumhuriyet Savcısı ile zabıt kâtibinin ve kanunun zorunlu müdafiliği kabul ettiği hallerde müdafiin hazır bulunması şarttır.
(2) Duruşma salonunda Cumhuriyet Savcısı ile savunma makamı eşit oturma düzeni içerisinde yer alır.
(3) Sulh Ceza Mahkemelerinde yapılan duruşmalarda zorunlu değilse Cumhuriyet Savcısı bulunmaz.
(4) Bir oturumda bitmeyecek davada, herhangi bir nedenle bulunamayacak üyenin yerine geçmek ve oya katılmak üzere yedek üye bulundurulabilir.
BAŞKAN – Komisyon katılıyor mu?
ADALET KOMİSYONU BAŞKANI KÖKSAL TOPTAN (Zonguldak) – Katılmıyoruz Sayın Başkanım.
BAŞKAN – Hükümet?..
ADALET BAKANI CEMİL ÇİÇEK (Ankara) – Sayın Başkan, arz ettiğim sebeplerden dolayı katılmıyoruz.
BAŞKAN – Açıklama veya gerekçe okunması?..
K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Konuşacağım.
BAŞKAN – Buyurun kürsüye. (CHP sıralarından alkışlar)
5 dakikalık konuşma süreniz var.
K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Sayın Başkan, Yüce Meclisin saygıdeğer üyeleri; dünkü müzakerelere ait tutanaktan, çok saygı duyduğum Sayın Bakanın cümlesini okuyorum: “Daha biraz evvel Avrupa Parlamentosu Başkanının konuşmasını dinledik, 14 Aralığa kadar bu tasarıların çıkması gerekiyor. Bu tarihi koyan biz değiliz, bu tarihi koyan Hükümet değil, bu tarihi koyan Parlamento değil; ama, bir zaman baskısı altındayız.” Bu beyan üzerine de tartışma olmuş burada.
Avrupalıların bu iddiası, koydukları süre ne kadar doğru o tartışma konusu; ama, başka bir şey söylüyorum. Yani, Avrupa Birliği derken, hukukun evrensel ilkeleri derken, gerçekten hukukun evrensel ilkelerinin gerçekleşmesi için verdiğimiz bir önergeyi savunmak üzere huzurunuza geldim.
Arkadaşlar, malum, bütün dünyanın bildiği bir gerçek vardır; denilir ki: Adalet, sav, savunma ve karar ayaklı, üç ayaklı bir sehpadır. Dünyanın her yerinde bu tarif yapılır. Türkiye’deki bu üç ayağın bir tanesi protezdir arkadaşlar, protezlidir; o, savunmadır. Anayasamızı açıp bakalım; yargıyı düzenleyen 138 inci maddeden, Sayıştayın görevlerini belirleyen 160 ıncı maddeye kadar, 138’den 160’a kadar bir tek savunma sözcüğü geçmemiştir; hâkim, savcı; bol bol bu mesleklerin zikredildiğini görüyoruz; avukat, müdafi, savunma, bu Anayasada yer almaz. Nerede yer alıyor savunma? Anayasanın 135 inci maddesinde, kanunla kurulmuş meslek kuruluşları var, onlarda da baro falan yer almıyor. O 135 inci maddede, meslekî ahlak ve disiplini temin etmek üzere kanunla kurulan kamu tüzelkişilikleri deniliyor. Yine, baro, savunma gibi kelimeler yok; o genelleme içine atılmış.
Arkadaşlar, şimdi, bu durumda, Avrupa Birliği diyeceksiniz, evrensel hukuk diyeceksiniz, ondan sonra da, savunmayı, bir üvey evlat muamelesi yaparak dışlayacaksınız; bunu anlamak mümkün değil. Bunu getirelim, bırakın partisini, Cumhuriyet Halk Partisini, Adalet ve Kalkınma Partisini… Yani, hem, sıkıştı mı köşe yazarları sizden yana; Cumhuriyet Halk Partisi statükocu, devletçi parti, Adalet ve Kalkınma Partisi değişimci, dönüşümcü parti, devlet ancak birey için vardır, birey yoksa devlet ne oluyor… Bunlar sık sık dile getiriliyor; çoğu da doğru şeyler. Televizyonda Sayın Fırat’tan çok dinledim, zevkle dinledim, onu da itiraf edeyim. O zaman, bunlar havaya uçup gidecek laflar değil, bunların hayata geçmesi lazım.
Şimdi, mesele birinin oturup birinin kalkması filan değil. Burada, meslektensek, hukuk fakültesini bitirdiysek, bir hukukçu gibi konuşalım. Sayın Köylü bir savcı gibi konuştu; meslek şovenizmi yapmak bu kürsüye yakışmaz. (CHP sıralarından alkışlar) Biz, savcıları horlamıyoruz, tam tersine… Savcıların adındaki “cumhuriyet” sıfatını -çok yüce bir sıfattır- korumak, öyle, şurada otursun, buraya çıksın, buraya insin demekle olmaz. Bütün adlî kolluğun sicilini, kumandasını, komutasını cumhuriyet savcısına verirsiniz, işte, o zaman, o savcı cumhuriyet sıfatını hak eder. (CHP sıralarından alkışlar) Yoksa, bunlardan yoksun bırakacaksınız…
Arkadaşlar, Sayın Köylü, Sayın Adalet Bakanına, çok saydığım Adalet Bakanına sorsun. Hükümetin gerekçesi var, müzakere ettiğimiz kanun tasarısının 3 üncü sayfasına bakınız Sayın Köylü. Orada “silahların eşitliği” deniliyor. Ben Sayın Bakana soruyorum: Silahtan kastınız Kalaşnikof mu, makineli tüfek mi?! (CHP sıralarından alkışlar) Biraz insaflı olmak lazım.
SALİH KAPUSUZ (Ankara) – Silahları kullanmamak lazım, “silah” tabiri hoş değil.
K. KEMAL ANADOL (Devamla) – Silah değil o, tercüme şöyle; Avrupa literatürüdür aynı zamanda.
Şimdi, bu işin demagojiye falan tahammülü yok. Eğer gerçekten hukuku uygulayacaksak… Haa, fiilî duruma gelelim arkadaşlar. Sayın Bakan, tasarıdaki maddeyi okudu. Ben, masanın çeşitli taraflarında oturmuş bir arkadaşınızım. Ben, hapis de yattım, avukatlık da yaptım, bunları yaşadım. Bu yeni Ceza Muhakemesi Kanunu Tasarısında da yazıyor: Savcı, sadece sanığın aleyhinde olan değil lehinde olan delilleri de toplar… Başıma gelen bir küçük örnek vereyim: Polis, vatandaşın birinden işkenceyle ifade almış, bir cumhuriyet savcısı da takipsizlik kararı vermiş.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Buyurun Sayın Anadol.
K. KEMAL ANADOL (Devamla) – Bir başka davada bir sayın cumhuriyet savcısı, onun işkenceyle alınmış ifadesini mahkemeye delil olarak ibraz etti. Ben de avukattım “bu ne biçim savcı, kendi meslektaşının verdiği takipsizlik kararına değil de, polisin işkenceyle aldığı ifadeye itibar ediyor, onun gerçekleşmesini istiyor” dedim. Biz bunları da yaşadık. Tabiî, kâğıt üstünde yazılan görevler değişir “sanığın da lehinde olan deliller toplanır” diye yazabilir; ama, Türkiye’deki genel uygulamaya bakın. Burada, çok değerli avukat arkadaşlarımız var, hâkim arkadaşlarımız var, savcılık yapmış arkadaşlarımız var, eğri oturup doğru konuşalım.
Haa, bir de bunun kaynağını araştırdım. Anayasanın 6 ncı maddesinin son cümlesi çok açık değil mi… “Hiçbir kimse veya organ kaynağını Anayasadan almayan bir devlet yetkisi kullanamaz” deniliyor. Sayın Muharrem Kılıç arkadaşım söyledi, ben baktım, Ceza Usulünde yok, Anayasada yok, bırakın Anayasayı, kanunda yok.
Bilmediğim için, merak ettiğim için sabahleyin Sayın Bakana “siz bu adalet saraylarını nasıl yapıyorsunuz, salonları kim düzenliyor, salonun düzenini kim yapıyor” diye sordum, Sayın Bakan da düşündü, “herhalde teknik dairedir” filan dedi. O zaman, espri filan değil, gerçekten bir marangoz hatasıyla karşı karşıyayız. Bir marangozun yaptığı salondaki düzene göre, onun isteğine göre yerleştiriyoruz avukatı, savcıyı! Yasal dayanağı yok. Biz bu önergeyi, hiç olmazsa, bu fiilî durumu yasal duruma dönüştürmek için verdik. Yoksa, savcılara, hele cumhuriyet savcılarına niye dil uzatalım? Tam tersine, biz, onların güçlenmesini istiyoruz; adlî kolluğun başında, tam olarak, tam yetkiyle kumanda ettiği personelin sicil amiri olmasını isteyerek güçlenmesini istiyoruz. Yoksa, orada oturdu, burada oturdu diye, işi başka taraflara çekmeyelim. Savunmaya gerçekten saygılıysak, Türkiye’deki adaleti, protezli bir üç bacak değil, gerçekten yerine oturtmak istiyorsak, devletin karşısında bireyin hakkını savunmak istiyorsak, bu önergemize, parti mülahazasını bırakalım, hep birlikte oy verelim; çünkü, bu, partileri aşan bir olay, hukuksal bir olay.
Beni dinlediğiniz için hepinize teşekkür ediyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN – Sayın Fikret Baloğlu, önergenin oylanması gerektiği için, size şimdi soru hakkı veremiyoruz, bundan sonraki maddelerden birinde şahsınız adına söz alabilirsiniz.
FERİDUN FİKRET BALOĞLU (Antalya) – Tamam efendim.
BAŞKAN – Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul edilmemiştir.
Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.