Türk Ceza Kanunu Madde 345

TCK Madde 345

Türk Ceza Kanunumuzun 345. maddesi şu şekildedir:

Yürütme

Madde 345 – (1) Bu Kanun hükümlerini Bakanlar Kurulu yürütür.


Başlık

TCK’nın Geçici 1. maddesinin ait olduğu bölüm başlık ismi şu şekildedir: İKİNCİ KİTAP: Özel Hükümler – DÖRDÜNCÜ KISIM: Millete ve Devlete Karşı Suçlar ve Son Hükümler – DOKUZUNCU BÖLÜM: Son Hükümler

Madde başlığı şu şekildedir: Son Hükümler


Gerekçe

Madde 502. Yürütme maddesidir.

ADALET KOMİSYONU RAPORU

Yürütme

MADDE 345. Bu Kanun hükümlerini Bakanlar Kurulu yürütür.

TBMM Kabul Metni

345 inci maddeyi okutuyorum:

Yürütme

MADDE 345.- Bu Kanun hükümlerini Bakanlar Kurulu yürütür.

BAŞKAN – Madde üzerinde, Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına, Yozgat Milletvekili Sayın Bekir Bozdağ.

Buyurun efendim. (AK Parti sıralarından alkışlar)

AK PARTİ GRUBU ADINA BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşmekte olduğumuz Türk Ceza Kanunu Tasarısının 345 inci maddesi üzerinde, AK Parti Grubunun görüşlerini açıklamak üzere söz almış bulunuyorum; bu vesileyle, Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Yürütme maddesi üzerinde konuşmak, belki zait görülebilir; ama, şimdiye kadar birtakım şeklî şeyler de söylendi, eleştiriler yapıldı. Müsaade buyurursanız, ben, Türk Ceza Kanunu Tasarısının getirdiği güzellikler ve yenilikler hakkında, bu yürütme maddesi üzerinde konuşurken bir demet sunmak istiyorum.

Değerli milletvekilleri, Türk Ceza Kanunu Tasarımızın Meclisimizce kabul edilen 1 inci maddesinde Ceza Kanununun amacının, kişi hak ve özgürlüklerini, kamu düzen ve güvenliğini, hukuk devletini, kamu sağlığını ve çevreyi, toplum barışını korumak, suç işlenmesini önlemek olduğu hüküm altına alınmıştır. Mevcut Türk Ceza Kanununda böylesi bir madde yoktu. İlk defa, bu madde, bu Meclis tarafından yeni Türk Ceza Kanununa konulmuştur.

Değerli milletvekilleri, bir ülkenin demokratik, hukuk devleti olması için, sadece o ülkenin anayasasında demokratik, hukuk devleti olduğunun yazılı olması yetmez; mutlaka, anayasa ve kanunların da demokratik, hukuk devleti ilkelerine uygun olması, uygulamanın da bu uygunluğu teyit edici nitelikte olması gerekmektedir. İşte, bu nedenle, bu madde, demokratik, hukuk devleti ilkelerine uygun ceza kanununun uygulanmasını temin maksadıyla, yasa koyucu tarafından, uygulayıcılara bir ihtar mahiyetinde, Ceza Kanunumuzun başlangıcına konulmuştur.

Türk Ceza Kanunu, daha başlangıcında kişi hak ve özgürlükleriyle başlayan, insancıl karakteri önde olan, özgürlükleri öne alan, bireyi öne alan bir ceza kanununudur. Bu maddeyle, uygulayıcılarımıza, kanunu uygularken, yasa koyucunun iradesinin özgürlükten yana olduğu, bireyin temel hak ve hürriyetlerinden yana olduğu, maddelerin her birini yorumlarken, bu iradenin gözönünde tutulması gerektiği, bir kez daha, altı çizilerek ihtar edilmiştir. Onun içindir ki, son zamanda yaşanan Avrupa Birliğiyle alakadar ilişkiler çerçevesinde, Avrupa Birliği üyesi ülkelerin temsilcileri, yetkilileri, Türk Ceza Kanununun çıkmasını önemsemişlerdir; önşart olmayan bir kanun, bir konu tartışılırken, birdenbire, Avrupa Birliği için önşart haline gelmiştir. Bunun esas sebebi, tartışma konusunun dışında ve ötesinde, Türk Ceza Kanunu Tasarısının getirdiği standartlardır, getirdiği ileri adımlardır, getirdiği güzelliklerdir, hukuk devletini ikame etme noktasında ortaya koyduğu anlayış ve felsefedir. Avrupalılar da bunu görmüşler ve Avrupa standartlarında bir ceza kanunuyla karşı karşıya olduklarını onlar da kabul ve ikrar etmişlerdir. Bu açıdan da çok önemli.

Bakın, bizim bir diğer maddemiz, suçta ve cezada kanunîlik ilkesinin yer aldığı 2 nci madde. Burada, Anayasanın 38 inci maddesi tekrar edilmiş âdeta; ama, ikinci ve üçüncü fıkralarında önemli düzenlemeler getirilmiş ve uygulayıcıya da bu noktada önemli ihtarlarda bulunulmuştur. Nedir o; ikinci fıkrasında, idarenin düzenleyici işlemleriyle suç ve ceza konulamayacağı; üçüncü fıkrasında ise, kanunların suç ve ceza içeren hükümlerinin uygulamasında kıyas yapılamayacağı, suç ve ceza içeren hükümlerin kıyasa yol açacak biçimde geniş yorumlanamayacağı ifade edilmiştir.

BAŞKAN – Sayın Bozdağ, bir saniye efendim.

Sayın milletvekilleri, Genel Kurulda konuşmalar var, bu bir uğultu halini alıyor ve dikkat ediyorum her tarafta var. Bunun bir sebebi olsa gerek. Dolayısıyla, sayın hatiplerin, bu ince ve nazik durumu dikkate alarak konuşmalarında yarar var.

Sayın Bozdağ, Türk Ceza Kanununun neler getirdiğini, hangi yenilikleri üzerinde taşıdığını, hangi noktalarda çağdaş, reformcu bir kanun olduğunu lütfen anlatmayın. Üzerinde konuştuğunuz maddeyle ilgili bir iki cümle söyleyin; inanıyorum ki, sizden sonra konuşacak hatipler de aynı inceliğe uyacaklardır ve kendiliğinden uğultu sona erecektir; biz de görüşmelerimizi en güzel şekliyle tamamlayacağız. (AK Parti sıralarından alkışlar)

Sayın Bozdağ, buyurun efendim.

BEKİR BOZDAĞ (Devamla)- Sayın Başkan, ben, teşekkür ediyorum. Tabiî, Ceza Kanununun, uygulaması, yürütme yetkisi Bakanlar Kuruluna ait; ama, bunu, uygulamada, yargıçlarımız uygulayacaklardır. Ben, bu noktada, yürütme maddesiyle yasa koyucunun iradesini, bir kez daha, buradan, şahsım adına, grubumuz adına açıklamak, deklare etmek istiyorum; yoksa, vakti doldurmak için konuşmuyorum. Müsaade buyurursanız, bir iki açıklamada daha bulunmak istiyorum.

Burada, özellikle, maddenin birinci fıkrasında yer alan, idarenin düzenleyici işlemleriyle suç ve ceza konulamayacağı hükmü, beyan edici ve birinci fıkradaki temel ilkeyi de teyit edici niteliktedir. Anayasanın 38 inci maddesinin onuncu fıkrasında yer alan “İdare, kişi hürriyetinin kısıtlanması sonucunu doğuran bir müeyyide uygulayamaz” ifadesine rağmen, geçmişte, Türkiye’de yönetmeliklerle, genelgelerle, tüzüklerle birtakım suçların ve cezaların ihdas edildiği ve uygulamada da sıkıntıların ortaya çıktığı bir gerçektir. Bu düzenlemeyle bu konuda da önemli bir esas getirilmekte, bir ilke ortaya konulmaktadır.

Özellikle, burada konuşulan bir diğer maddeyle ilgili de şunu ifade etmek istiyorum: Türk Ceza Kanununun kabul ettiğimiz 216 ncı maddesi, şu anda yürürlükte olan Ceza Kanunumuzun 312 nci maddesi, meşhur bir maddedir, kamuoyunun yakından bildiği bir maddedir. Bu madde nedeniyle Türkiye’de pek çok siyasetçi, aydın ve düşünür yargılanmış, mahkûm olmuş, kimileri cezalarını çekiyor, kimilerinin de yargılanması devam ediyor. Bu konuda da önemli iyileştirmeler, önemli değişiklikler yapılmıştır, düşünce özgürlüğünün önünü açma adına güzel değişiklikler yapılmıştır. Bir tanesi, 312 nci maddenin ikinci fıkrasındadır. Oradaki, halkı, birbirine karşı düşmanlığa veya kin beslemeye alenen tahrik eden ifadesi yerine, yeni düzenlemede, halkın sosyal sınıf, ırk, din, mezhep veya bölge bakımından farklı özelliklere sahip bir kesimini diğer bir kesimi aleyhine alenen kışkırtma suç haline getirilmiştir. Tabiî “halkı birbirine karşı” ile “halkın bir kesimini diğer kesimine karşı” kışkırtmanın birbirinden farklı olduğu ve suçun unsurları itibariyle daraltıcı nitelik taşıdığı aşikârdır.

Yine, 312/2’de yer alan kamu düzeni için tehlikeli olabilecek bir şekilde düşmanlığa veya kin beslemeye alenen tahrik ifadesi kamu güvenliği için açık ve yakın tehlike oluşturacak şekilde kin ve düşmanlığa tahrik şekline getirilmiştir. Bu da, kamu düzeninden hem daha dar hem de “açık ve yakın tehlike” ilavesiyle birlikte düşünce özgürlüğü açısından ayrıca bir güvence oluşturmaktadır.

Burada, 312/2’de bir diğer yenilik ise -ince bir ayrıntıdır- “kin veya düşmanlık beslemeye” ifadesi “kin ve düşmanlık” şeklinde değiştirilmiş, aradaki “veya” “ve”ye dönüştürülmüş, böylece, suçun oluşumu zorlaştırılmıştır. Eskiden sadece “kine tahrik” veya “düşmanlık beslemeye tahrik” suçun oluşumu için tek başına yeterliyken, şimdi ikisinin birlikte aranması koşulu getirilip konulmuştur. Bu da, iyi bir adımdır, ileri bir adımdır, mevcut 312’den daha ileri, özgürlükler açısından daha genişletici, daha hür bir ortamı tesis edici niteliktedir; ancak, bu konu, zannedersem, başka tartışmaların gölgesinde kaldı ve kamuoyu bu konuyu yeteri kadar tartışamadı.

Bir diğer madde, meşhur 159’uncu madde olarak bildiğimiz madde ve bizim kabul ettiğimiz metinde de 302 nci maddedir; orada da önemli değişiklikler yapılmıştır. Düşünce özgürlüğü açısından…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Bozdağ, süreniz bitti, lütfen son cümlenizi…

BEKİR BOZDAĞ (Devamla) – Bitiriyorum Sayın Başkanım.

Burada yapılan değişikliği de ifade ederek sözüme son vermek istiyorum: Bir tanesi, 159’da “alenen tahkir ve tezyif” ifadesi yerine “alenen aşağılama” ifadesi getirilmiştir.

Öte yandan, 159 uncu maddenin “Birinci fıkrada beyan olunan cürümlerin irtikabında muhatap sarahaten zikredilmemiş olsa bile onlara matufiyetinde tereddüt edilmeyecek derecede karineler varsa tecavüz sarahaten vuku bulmuş addolunur” şeklinde, antidemokratik uygulamalara ve değerlendirmelere, hukuk devletiyle bağdaşmayacak kararlara yol açacak nitelikteki ikinci fıkrası tamamen madde metninden çıkarılmış, üçüncü bir fıkra olarak da, eleştiri maksadıyla yapılan düşünce açıklamalarının suç oluşturmayacağı da, getirilip buraya yerleştirilmiştir.

Bu ve daha arz edemediğim pek çok güzellik nedeniyle, huzurlarınızda bulunan Türk Ceza Kanunu, gerçekten, modern bir ceza kanunudur, hukuk devleti ilkeleriyle bağdaşır güzellikleri ve özellikleri olan bir ceza kanunudur. Ben, hayırlı, uğurlu olmasını diliyorum.

Bu Meclis, iyi bir hukuk metnini uygulayıcılara takdim etti. İnanıyorum ve biliyorum ki, uygulayıcılar, bunu, daha güzel uygulayarak, daha güzel kararlarla, daha güzel hale getirecektir.

Şimdiden hayırlı olmasını diliyor, saygılarımı sunuyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Bozdağ.

345 inci madde üzerinde, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, Artvin Milletvekili Sayın Yüksel Çorbacıoğlu; buyurun efendim. (CHP sıralarından alkışlar)

CHP GRUBU ADINA YÜKSEL ÇORBACIOĞLU (Artvin) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Biraz önce düşüncelerini açıklayan Adalet Komisyonu üyesi, Yozgat Milletvekilimiz Sayın Bekir Bozdağ ve Adalet ve Kalkınma Partisinin bazı üyeleri -sözlerinden anlaşılacağı üzere- Türk Ceza Yasasının Avrupa Birliği yolunda bir önkoşul olmadığı şeklinde bazı açıklamalar yapmışlardır.

Türk Ceza Yasası, müstakil bir yasa olmakla beraber, tüm Avrupa Birliği uyum yasalarıyla, Kopenhag Kriterleriyle ilgili diğer yasalarla da ilgisi olan bir yasa olması nedeniyle, Türk Ceza Yasasını değiştirmeyerek, 765 sayılı Yasayla beraber Avrupa Birliği yolunda sağlıklı yürümemiz mümkün olmadığından, sizler tarafından da bilindiği üzere -bunun önkoşul olduğu herkesçe malumdur- bunu, son dönemde, dayatarak çıkarmak durumunda kaldık. Bunu farklı bir şekilde açıklamanızı, Sayın Bekir Bozdağ’ın da bunu farklı açıklamasını uygun görmediğimi söylemek istiyorum.

Adalet Komisyonunda, çevreyle ilgili 343 üncü maddeye karşı olduğumuzu, Genel Kurulda da, yine, karşı olduğumuzu herkes gördü, duydu. Oysaki, bu yasa, bir mutabakat yasasıydı. Hem Adalet Bakanımızın hem Komisyon Başkanımızın ve hem de grup başkanvekillerinin bir mutabakat yasası olarak kabul ettikleri bu yasada, mutabakat, ne yazık ki, en sonunda, İktidar Partisi tarafından bozuldu; çünkü, her iki partinin temsilcilerinin imzalarının olmadığı hiçbir önerge Genel Kurula gelmeyecekti. Bu mutabakatı bozdunuz, güveni sarstınız; yani, yapılan bu zikzaklarla, sadece Avrupa’nın değil, bizim de güvenimizi sarsmış oldunuz.

Yine, Adalet ve Kalkınma Partisinin Grup Başkanvekili Sayın Haluk İpek, örnek vererek, çevreyle ilgili suçların belediye yönetimleri açısından sorun yaratacağını söyledi. Herkesçe bilinir, özellikle Haluk Bey de bilir; yasalar, sadece metinlerle sınırlı kavramlar değildir; yasalar, metniyle, madde metniyle, gerekçeleriyle, yasa koyucunun amacıyla -eski deyimiyle, lafzı ve ruhuyla- bir bütündür. Meclisin, bu maddeyi düzenlerken, olanaksızlıklar karşısında hiçbir belediye başkanının cezalandırılmasını istemeyeceğini de herkes bilmektedir; bunu sizler de biliyorsunuz. 181 inci maddede kasıt, 182 nci maddede taksirle bu suçun işlenmesi durumunda cezaî müeyyidenin olacağı söyleniliyor. Şu anda bu yasa yürürlüğe girsin, bu koşullarda, çevreye, atıksu veya sair gerekçelerle zarar veren belediye başkanlarımıza, şu suçun işlenmesi için gerekli olan taksir ve kastı bulamayacağınızdan, hiçbir yargı üyesi, hiçbir hâkimimiz ceza veremeyecektir. Bu problem değildir. Nedense, bu problem öne sürülerek, hem mutabakat bozulmuş hem de temel bir yasanın yürürlüğüyle ilgili insanların kafasında sorun yaratılmıştır.

Son olarak, bir de, bir konuyu sizlerle paylaşmak istiyorum. Bunlar, belki de, bilinçaltımıza söylenen sözler. Yine, Adalet ve Kalkınma Partisi sözcüleri, Ceza Yasasını yapmayı bir başarı, bir yetenek, bir demokratik olgunluk olarak söylüyorlar. Bugüne kadar yapılmadığını, ancak bugün yapılabildiğini; Türkiye’nin buraya geldiğini, belki de kendilerinin getirdiklerini veya geçmiş dönemde bu şekilde yapılamadığını söylemek istemelerini, ben, yine, geçmiş döneme karşı, bilinçaltlarına atılan bir eleştiri mekanizması olarak görüyorum. Yani, geçmiş dönemde yapılamadı, ancak şimdi yapıyoruz; geçmiş dönemde bu birikimimiz yoktu…

Değerli arkadaşlar, cumhuriyetin ilk yıllarından beri, Türkiye Cumhuriyetinin nelere muktedir olduğunu herkes biliyor.

Ben, sözlerimi şöyle kapatmak istiyorum: O eleştirmeye çalıştığınız geçmiş dönemin o yokluklar içerisinde yaptığı binlerce kilometrelik demiryolunun, bugün, siz, bakımını dahi yapamıyorsunuz.

Hepinize saygı sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Sayın Çorbacıoğlu, teşekkür ederim.

Şahsı adına, Cumhuriyet Halk Partisi Samsun Milletvekili Sayın Haluk Koç; buyurun efendim.

HALUK KOÇ (Samsun) – Teşekkür ederim.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; yürütme maddesi üzerinde şahsım adına söz almış bulunuyorum; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlarım, gerçekten, zor bir görüşme maratonu sonrasında, artık, yürütme maddesine gelindi; ama, yalın bir tespiti hemen sizlerle paylaşmak istiyorum. Bu noktaya gelinceye kadar her iki parti arasında kurulan mutabakatın bu maddelerde -tekriri müzakereye alınan maddeler ve “Çevreye karşı suçlar” bölümündeki- sizin grubunuzun bu girişimiyle bozulduğunu ve yapılan bu son düzenlemelerin sadece sizin sorumluluğunuzda olduğunu bir kere daha hatırlatmak istiyorum.

Değerli arkadaşlarım, birçok arkadaş söyledi. Burada, yürütme maddesine uygun mu değil mi diye Sayın Başkan birazdan bir yorum yapabilir. Yürütme organına uyarıda bulunma hakkını kullanmak istiyorum bir yasama organı üyesi olarak.

Değerli arkadaşlarım, gerçekten, Anayasanın 56 ncı maddesine ve -her şeyden öte- Türkiye’nin imzası bulunan uluslararası birçok sözleşmeye aykırı bir düzenleme getiriyorsunuz. Bakın, demin Çevre Komisyonu Başkanı değerli arkadaşım Sayın Erkal’a Parlamentonun arkasında bu düşüncelerimi ifade ettim; ama, mutlaka tutanağa geçmesini de düşündüğüm için söz aldım.

Değerli arkadaşlarım, Avrupa Birliği sürecinde çok engebeli bir yoldayız. Bu yolun, henüz daha başındayız. Bakın, Avrupa Birliği üç temel konuda son derece duyarlı ve hassas. Nedir bunlar: Birincisi, insanı odaklayan, insanı öne çıkaran, kişisel hak ve özgürlükleri, demokratikleşmeyi sağlayacak her türlü gelişimin sağlanması. İkincisi, tüm toplumsal düzenlemelerde ve yaşama geçmesinde kadın-erkek eşitliği temelinde düzenlemeler ve bunun yaşama geçirilmesi. Üçüncüsü ne biliyor musunuz; üçüncüsü, çevre. Avrupa Birliğinin duyarlılığı… Yakın siyasî tarihe baktığınız zaman, Avrupa Birliğinde Yeşillerin doğması, bu çevre bilincinin gelişmesi ve bunun politikalara ana konu olmasıyla olmuştur. Bugünkü Yeşiller grubu -sözcüleri de dahil olmak üzere- Türkiye’nin önümüzdeki dönemde en büyük destekçisi olarak gözükmektedirler. Şimdi, hani kendi ayağımıza kurşun sıktık diye birtakım yorumlar yapıldı; sizler tarafından da yapıldı, basın tarafından da yapıldı. Bu, yine bir benzer durum ortaya çıkarır diye korkuyorum ve bu konuda uyarılarımı söylemek istiyorum.

Değerli arkadaşlarım, şimdi, tarih alındıktan sonra, 31 büyük dosya… Gerçi, İlerleme Raporunda satır aralarında ne gibi engebeler olacak, bunları göreceğiz; bunlar hakkında sağlıklı düşünme fırsatı çıkacak; ama, 31 büyük dosya ki, bunların bazılarının görüşmeleri çok sancılı geçecek Türkiye için, Türkiye içsiyaseti bakımından da çok sancılı geçecek.

Şimdi, biz, Avrupa Birliğinin değer verdiği ve öyle de olması gereken, çağdaş bir toplum düzenindeki çevre hakkına karşı -üçüncü kuşak insan hakkı olduğunu Sayın Eraslan söyledi- sağlıklı çevre hakkına karşı “biz bunu görmüyoruz, biz iki yıl bununla ilgilenmiyoruz, iki yıl bu bizi ilgilendirmez” tarzında iki yıllık bir irade koyuyoruz. Bunun yanlışlığını bir kere daha ifade etmek istiyorum. Bu, inanın, değişik görüşme kademelerinde, hatta, ilerleme raporlarında Türkiye’nin önüne sıkıntı çıkaracak olan bir gelişmedir.

Efendim, birçok sanayi kuruluşu, altı ay içerisinde bu yürürlüğe girerse birtakım sıkıntılara katlanabilir… “Efendim, siz, şimdiye kadar bunları gözardı ederek, çevreyi kasten veya taksir içerisindeki kavramda kirlettiyseniz ve bundan kazanç sağladıysanız, o benim sorunum değil artık; altı ay içerisinde biraz az kazanın, bu eksikliklerinizi giderin kardeşim” deme hakkına sahip değil mi bu Parlamento?! Bu, son derece önemli bir konu.

Onun için, oradan baskı var, buradan baskı var; yani, tekrardan bir… Zaten, nasıl değerlendirildiğimiz konusunda çok net bir olay var. Yol kazası yapabilme riskine sahip bir yönetim anlayışıyla biz bu sürece başlıyoruz. Yol kazası yapabilme riski!..

Bakın, bu da bir yol kazası olabilir. Gelin, düzeltelim bunu. Bunu düzeltelim, kim zarar veriyorsa… Kasten veya taksir içerisindeki kavram içine girmeyecektir çoğu; ama, bir an önce -iki yıllık bir süre çoktur- temel bir insan hakkı olan çevre sağlığına saygılı bir düzenleme içerisine girmelerini, burada, yasama gücüyle devreye sokalım.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Koç, lütfen, konuşmanızı tamamlayınız.

HALUK KOÇ (Devamla) – Bu konuda -yürütme maddesidir- yürütme maddesinde yürütme organına bir uyarıda bulunabildimse, kendimi mutlu sayacağım.

Hepinize saygılarımı sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Sayın Koç, teşekkür ederim.

Sayın milletvekilleri, 345 inci maddeyi oylarınıza sunuyorum…

OSMAN COŞKUNOĞLU (Uşak) – Sayın Başkan, buradan, elektronik olarak söz talebinde bulunmuştum…

BAŞKAN – Şimdi, Sayın Coşkunoğlu, söz talebinin ne zaman olacağı İçtüzüğümüzde belli. Herhangi bir söz talebi, ne önümde görünüyor ne de bir başka şekilde bana ulaştı.

OSMAN COŞKUNOĞLU (Uşak) – Talebimi elektronik olarak yaptım. Yürütme maddesi görüşülmeye başladığı anda, elektronik olarak, buradan söz talebinde bulundum. Bir önceki talebimde de öyle yapmıştım.

BAŞKAN – Ama, daha önceki maddedeki talebinizi söylüyorsunuz.

OSMAN COŞKUNOĞLU (Uşak) – Hayır efendim, onu yaptım, söz vermediniz; bunda tekrar yaptım.

BAŞKAN – Peki, buyurun Sayın Coşkunoğlu.

OSMAN COŞKUNOĞLU (Uşak) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Aracılığınızla, Sayın Bakana bir soru yöneltmek istiyorum, çevreyle ilgili bu iki yıl erteleme konusunda. En önemlisi, hükümetimiz insan sağlığını iki yıl daha unutmuş görünüyor. Tarım sorunlarını yarattığı benim seçim bölgemde, hem Gediz Havzası hem de Menderes Havzasında, tarım sorunlarını, çiftçileri de unutmuş görünüyor; fakat, şu anda odaklandığı Avrupa Birliğini de mi unuttu, onu merak ediyorum.

Birincisi, bunun Avrupa Birliğine uyumla ilgili bir sorun çıkarıp çıkarmayacağı. İkincisi, çevreyi kasıtlı olarak kirletenlerden bunu önlemelerini talep etmenin, sanayimize bir darbe olacağı iddiası var. Oysa, şu anda, bizim, Batı dünyasına ihracat yapabilmemiz için bizden CE damgası isteniyor ve Batı’dan birçok kişi, yine, benim seçim bölgeme gelip “hani senin arıtma tesisin” diye soruyor. Dolayısıyla, bu gibi, ihracatı da olumsuz yönde etkileme ihtimallerini düşündünüz mü?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Sayın Coşkunoğlu, teşekkür ederim.

Sayın Bakan…

ADALET BAKANI CEMİL ÇİÇEK (Ankara) – Sayın Başkanım, yazılı cevap vereceğim.

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

345 inci maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

Tasarının tümünün oylanmasından önce, İçtüzüğün 86 ncı maddesine uygun olarak, Cumhuriyet Halk Partisi İstanbul Milletvekili Sayın Onur Öymen söz talebinde bulundular.

Sayın Öymen, lehte olmak üzere, buyurun efendim. (CHP sıralarından alkışlar)

ONUR ÖYMEN (İstanbul) – Sayın Başkan, çok değerli milletvekilleri; Ceza Yasası Tasarısının bugün yapılmakta olan görüşmeleri, yalnız ülkemizde değil, bütün dünyada, özellikle Avrupa Birliğinde büyük bir ilgiyle izleniyor. O bakımdan, emin olunuz ki, bu tartışmalar dünyada da önemli yankılar yapacaktır.

Türk Ceza Yasası Tasarısının kabul edilen maddelerinin bir bölümü Kopenhag Kriterleriyle doğrudan doğruya ilgilidir. Bu iki konunun ilişkisiz olduğunu söyleyenler, belki, metinleri yeterince incelememiş olanlardır. Burada kabul ettiğimiz, fikir özgürlüğüyle ilgili, insan haklarıyla ilgili, kadın-erkek eşitliğiyle ilgili ve işkenceyle mücadeleyle ilgili maddeler, doğrudan doğruya Türkiye’nin Kopenhag yükümlülükleriyle ilgilidir.

Zina konusunda bu görüşmeler sırasında yapılan tartışmalar, maalesef, Avrupa’da, Türkiye’nin, laikliği koruma konusundaki kararlılığıyla ilgili çok ciddî kuşkular uyandırmıştır. Bunu, huzurunuzda açıkyüreklilikle söylemek istiyorum. Bu tartışmalar, karşımızda olanları güçlendirmiş, dostlarımızı güç durumda bırakmıştır. Çok değerli Adalet ve Kalkınma Partisi milletvekili arkadaşlarımızla, Türkiye’de ve birkaç gün önce yurtdışında yaptığımız temaslarda yabancı millevtekilleri bize açıkça şunu söylemişlerdir: “Bu mesele halledilse bile, bir itimat sorunu, bir itimat eksikliği yarattınız; yarın öbür gün, hükümetinizin, başka bir konuda, laiklikle, çağdaşlıkla, Avrupa değerleriyle bağdaşmayan başka bir öneriyle gündeme gelmeyeceğini biz nereden bilebiliriz.” İki gün önce Roma’da yaptığımız toplantıda, İtalyan milletvekilleri, bize bu konudaki kuşkularını çok ciddî bir endişeyle ifade ettiler.

Şimdi, şu hususu bilhassa belirtmek istiyorum: Bizim, yalnız dış dünyaya değil, kendi içimize de, milletvekillerinin birbirlerine, siyasî partilerin birbirlerine itimat yaratması son derece önemlidir. Daha birkaç gün önce bu konuda bir mutabakata varmadık mı. Hani iki partinin görüş birliğine varmadığı konularda önerge vermeyecektik! Bugün sunulan önergelerde Cumhuriyet Halk Partisinin imzası var mı?! Ne oldu o mutabakatımız?! Siz, bize itimat vermezseniz, yabancılara bu itimadı nasıl vereceğiz. O bakımdan, bence, bu yapılan çalışma son derece talihsiz olmuştur.

Bir hususu daha söylemek istiyorum. Değerli arkadaşlar, vazo kırılmıştır; Avrupa Birliğiyle ilişkilerimizde vazo kırılmıştır. Sayın Başbakanın son ziyareti sırasında, Verheugen’le yaptığı görüşmelerden sonra bu vazo iyi kötü yapıştırılmıştır; ama, onbeş gün önceki durumumuzla bugünkü durumumuz arasındaki fark, sağlam bir vazoyla iyi kötü yapıştırılmış bir vazo arasındaki fark gibidir. Bunu çok açıkyüreklilikle size ifade etmek istiyorum. Bundan sonraki çalışmalarımızda çok dikkatli olmak lazım.

Bizim aldığımız en son bilgilere göre, bu son gelişmeler, Avrupa Birliği Komisyonunun raporunu ve özellikle 17 Aralıkta Avrupa zirvesinin alacağı kararı, maalesef, Türkiye aleyhine ağırlaştırmıştır ve raporda, özellikle, zirveden, Türkiye’yle ilgili olarak yürütülecek müzakerelerin diğer adaylarla yürütülen müzakerelerden daha farklı ve bizim aleyhimize yöntemlerle sürdürülmesi konusunda bir karar çıkarsa hiç şaşırmayınız. Bizim aldığımız bilgiler bu yöndedir ve maalesef, Türkiye açısından sıkıntı verici bir döneme giriyoruz.

Bize sadece tarih verildi diye hiç kimse bayram yapmasın, hiç kimse zafer şarkıları söylemesin. Metnin içini çok iyi inceleyelim ve önümüze çıkabilecek engelleri, güçlükleri çok iyi görelim; çünkü, bugün Avrupa’da sahip olduğumuz pencereye ileride sahip olmayabiliriz. Bugünkü hükümet yapıları yarın olmayabilir ve yarın karşılaşabileceğimiz sıkıntılar, ülkemizi çok ciddî güçlüklerle karşı karşıya bırakabilir.

Değerli arkadaşlarım, bazıları bize diyorlar ki: “Onbeş yıl sonra ancak üye olabilirsiniz.” Bunu, eğer, karşımızda olanları susturmak için, teskin etmek için söylüyorlarsa, taktik amaçlı söylüyorlarsa bilmem; ama, gerçek niyetleri buysa, biz, bunu kabul etmiyoruz.

Değerli arkadaşlar, biz, Bulgaristan’ın, Romanya’nın, Slovakya’nın, Baltık ülkelerinin onbeş yıl gerisinde olduğumuzu içimize sindirebilir miyiz; biz sindirmiyoruz her halükârda.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Öymen, 5 dakika doldu; lütfen, son cümlenizi söyler misiniz.

ONUR ÖYMEN (Devamla) – Tamamlıyorum Sayın Başkan.

Sözlerimi şu şekilde tamamlıyorum: Değerli arkadaşlar, Türkiye, laik ve çağdaş bir devlet olduğunu, sözüne güvenilir bir devlet olduğunu her an kanıtlamak zorundadır. “Biz Türküz, baskılara boyun eğmeyiz” sözünü, Sayın Başbakanın, Kıbrıs konusunda baskılar yapıldığında söylemesini beklerdik (CHP sıralarından alkışlar) Irak konusunda baskılar yapıldığında söylemesini beklerdik ve bir Türkiye Cumhuriyeti başbakanının “biz Türküz” sözlerini söylemesinin Türk basınında haber olmamasını beklerdik. Her zaman söylenmesi gereken sözdür bu. İki yıldan beri ilk defa bunu basına göre dile getiriyorsanız, hepimizi düşündürecek bir konu var burada.

Değerli arkadaşlar, sözlerimi şöyle tamamlıyorum: Geçmişi bir tarafa bırakıyoruz. Bugün yapılan çalışmalarda eğer mutabakata uysaydınız, gönül huzuruyla size çok büyük bir destek verecektim şahsen. Şimdi, bu yasanın çok olumlu maddeleri olduğunu biliyoruz; onun için, onlara karşı çıkmak istemiyoruz; ama, biliniz ki, Anayasaya aykırı olarak yapılan son düzenlemeler de, herhalde, Sayın Cumhurbaşkanımız tarafından dikkate alınacaktır, mutlaka, Anayasa Mahkemesi dikkate alacaktır bunları. Bildiğiniz gibi, kendisine haksızlık yapılan bir yaşlı kadın, Alman imparatoruna şikâyet ederken demiştir ki: “… ama, Almanya’da hâkimler var.” Biz de diyoruz ki; ama, Türkiye’de Anayasa Mahkemesi var; Türkiye’yi sizin idare ettiğiniz doğrudur; ama, kayıtsız, koşulsuz, dilediğiniz gibi idare ettiğiniz doğru değildir. Değerli arkadaşlarım, mutlak çoğunluğa da sahip olsanız, sizin üzerinizde hukuk var, Anayasa var.

Çok teşekkür ediyorum; saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Sayın Öymen, teşekkür ederim.

Tasarının tümünü oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Tasarı kabul edilmiş ve kanunlaşmıştır; hayırlı olsun.

Hükümet adına, Sayın Bakan söz istemektedir.

Buyurun Sayın Bakanım. (AK Parti sıralarından alkışlar)

ADALET BAKANI CEMİL ÇİÇEK (Ankara) – Sayın Başkan, çok değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Çok önemli bir çalışmayı bugün nihayetlendirmiş bulunuyoruz. Zaman zaman hareketli, zaman zaman hararetli geçen; ama, netice itibariyle, sabırla, birbirimizi olabildiğince anlayışla karşılayarak, bugün önemli bir çalışmayı burada noktalamış bulunuyoruz. Bu vesileyle, işin bu noktaya gelmesinde emeği geçen insanlar var; evvela, Sayın Başkan, size, sizden evvel oturumu yöneten değerli Meclis Başkanlarımıza, Başkanvekillerimize, Divan Üyelerine; hiç şüphesiz, ufak tefek eksikliklerimiz olsa bile, yine de büyük bir mutabakatla işin bu noktaya gelmesinde çok büyük katkı sağlayan Sayın Genel Başkanlara, Sayın Grup Başkanvekillerine, Gruplarımıza, teker teker tüm milletvekillerimize; onyedi aydan beri bu metin üzerinde gece gündüz demeden çalışan Adalet Komisyonunun başta Sayın Başkanı, komisyon üyeleri, özellikle altkomisyonun başkan ve üyelerine; Yargıtaydan, bu uzun çalışma dönemi içerisinde her türlü fikrî ve fiilî katkısını esirgemeyen, çalışmalara katılan bütün Yargıtay üyelerine, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının temsilcilerine, bilimadamlarına ve müsaade ederseniz, Bakanlığımızda görev yapan değerli arkadaşlarımıza, sivil toplum örgütlerinin tümüne, katkı sağlayan herkese bu vesileyle teşekkür etmek istiyorum.

Çok değerli arkadaşlarım, bir önemli yasa, belki bir anayasadan çok daha fazla düzenlenmesi zor, herkesi memnun etmesi ise daha da zor olan bir yasayı bu noktaya getirdik. Sayın Baykal’ın ifadesiyle de netameli bir yasayı çok şükür buraya kadar getirdik. Şüphesiz, bu, en mükemmel bir yasa değil; bunu, hep ifade ettik. Esasen en mükemmel dediğimiz şey zaten işin sonunun gelmesi demektir. Çağdaşlaşma, demokratikleşme, özgürleşme süreci devam ettiği sürece, hangisine en iyi yasadır diyorsak, bilelim ki, ertesi gün, bunun daha ilerisi, daha mükemmeli, daha çağdaşı aranacaktır, tekâmül de buradan kaynaklanıyor, tekâmül ihtiyacı da buradan neşet ediyor. Dolayısıyla, şunun hep bilinci içerisindeyiz: Bu yasa, inşallah, 1 Nisan 2005’ten itibaren yürürlüğe girmiş olacak; ama, şunu bilmemiz lazım ki, değişim süreci devam ettiği sürece, küreselleşme devam ettiği sürece, toplumdaki değişim talebi devam ettiği sürece çıkardığımız yasaları zaman zaman tekrar gözden geçireceğiz; bu, işin tabiatında var; çünkü, Türkiye, hep beraber görüyoruz ki, bir önemli değişim sürecini yaşıyor. Bu önemli değişim sürecinin zaman zaman heyecanını yaşıyoruz. Türkiye’yle ilgili dışarıdan iyi haberler geldiğinde içeride ferahladığımız zaman bu heyecanı yaşıyoruz; ama, aynı zamanda, bu değişim sürecinin bazen sıkıntılarını, hatta zorluklarını yaşıyoruz. Onun da ötesinde, zaman zaman zihinsel karmaşasını da yaşıyoruz. Bu, değişimin tabiatında olan bir husustur.

Bu sıkıntıların kolaylıkla aşılabilmesi, toplumda gerginliklere, huzursuzluklara, kamplaşmalara sebebiyet vermeden aşılabilmesi, birbirimize tahammül etmemize bağlıdır. Ola ki, sürçülisan ederek, kastımızı aşarak bir şey söylediysek, bilesiniz ki kastımız o değildir; kastımız, şu sıkıntılı dönemi bir an evvel aşmak ve Türkiye’nin modernleşme sürecinin en önemli virajı olan şu virajı kazasız belasız almak ve Türkiye’nin varmak istediği noktaya bir an evvel varabilmektir. Bunun kolay olmadığını biliyoruz.

Şimdi, müsaade ederseniz, benim görebildiğim bir husus var, onu burada, bu vesileyle, özellikle son ziyaretten sonra da ifade etmek istiyorum. Şimdi, Türkiye olarak bizim, Avrupa Birliği konusunu tam olarak zihinlerimizde şekillendirebildiğimiz kanaatinde değilim. Bu eksikliği en evvel kendimde duyuyorum. Onun için, uygun bir zamanda, Meclis açıldığında, uygunsa, şu ulusal taahhüt olarak, Türkiye Cumhuriyeti Devleti adına, bizden evvelki hükümetin, bizim Parlamentoda görüşerek Avrupa Birliği makamlarına verdiğimiz Ulusal Programda ne var ne yok, buna bir defa daha bakmamız lazım. Neden bakmamız lazım; bir evvelki konuşmada da ifade ettim; çünkü, bundan sonraki süreç, gerçekten zor bir süreçtir.

Çok sıkıntı var, zaman zaman Türkiye’de “keşke bu işe girmeseydik” diyebileceğimiz noktalara gelir miyiz gelmez miyiz bilemiyorum; ama, önümüzde hangi engellerin olduğunu, hangi zorlukların olduğunu, neleri kabullenmemiz gerektiğini çok iyi bilmemiz lazım. Onun için de, müsaade ederseniz, birbirimizi suçlamak yerine, şu neden geldi, bu niye çıktı, bunun burası neden eksik, bu neden fazla demek yerine, birbirimizi anlamaya çalışalım. Birbirimizi anlayabilirsek bu zorlukları daha kolay aşarız diye düşünüyorum.

Bizim yönümüzden böyle bir problem var Türkiye olarak; yani, işsiz bir vatandaşımız bakımından Avrupa Birliğinin 80 000 sayfalık müktesebatının çok fazla önemi yok; onun için, eğer Ankara’da iş bulamazsam, dayımın oğlu Berlin’dedir, gider orada iş bulurumdur. Onun nezdinde, onun nazarında, Avrupa Birliği, bir an evvel iş bulmaktır; tüccarımız bakımından, sanayicimiz bakımından, kolaylıkla gidip orada mal satabilmektir, vizesiz girip çıkabilmektir; bir başkası bakımından, başka bir nokta; yani, böylesine karmaşık bir işte, herkes kendi bulunduğu kareden baktığı zaman, bu Avrupa Birliğinin bize ne gibi imkânlar sağladığını, ne gibi yükümlülükler getirdiğini birlikte göremiyoruz; imkân kısmında heyecan duyuyoruz, yükümlülük kısmına geldiğimizde birkısım zorluklarla karşı karşıya kalıyoruz. Bu da, zaman zaman, bizim kendi içimizde, siyaset platformunda, yanlış değerlendirmelere, yanlış üsluplara da sebebiyet veriyor. Onun için, uygunsa, bir denetim gününde, ucu açık bu Avrupa Birliği meselesini bir defa daha görüşmemizde fayda var; bu, bizim yönümüzden.

İkincisi, Avrupa Birliği açısından baktığımızda, onların da Türkiye’yi kafalarında tam yerli yerine oturttukları kanaatini taşımıyorum. Halen, birkısım beklentileri var, birkısım tereddütleri var. Bu tereddütler, kendi yönünden birkısım sıkıntıları da beraberinde getiriyor. 70 000 000’luk bir büyük ülke, dengeleri çok değiştiren bir ülke; üstelik de, Avrupa Birliği içerisinde, halkının çok önemli bir kısmı Müslümanlığı benimsemiş, kültür farklılıkları, vesaire olan bir ülke. Dolayısıyla, bunun algılanmasında birkısım zorlukların olduğunu da, bana gelen heyetlerden, karşılaştıklarımızdan, okuduklarımızdan, duyduklarımızdan anlıyoruz. Dolayısıyla, böylesine bir tarihî projeyi gerçekleştirmede… Müzakere süreci verilecektir; benim kanaatim odur; yani, vermemiş olmaları, verdikleri sözde durmamaları anlamına gelir; bu da çağdaş değerlerle bağdaşmaz; ama, müzakere sürecinin başlamasıyla birlikte tam üyelik sürecinin kısalması, biraz bize bağlı, biraz onlara bağlı; kendimize de olduğundan çok fazla haksızlık etmememiz gerekir, demin söylediğim, gereğini yerine getirmek kaydıyla.

Değerli arkadaşlarım, böylesine önemli bir düzenleme yapılırken, tabiatıyla, herkesin, bulunduğu noktadan, düzenlediğimiz maddelerle ilgili tereddütü olanlar oldu, farklı düşünceleri söyleyenler oldu; hatta ve hatta, yeteri kadar, kanun -özellikle Genel Kurulun tartıştığı metinler- okunmaksızın yazı yazanlarımız oldu, fikir söyleyenlerimiz oldu, konuşma yapanlarımız oldu; ama, bunların hepsinin ve Ceza Kanununun maksadı da, zaten, alenen aşağılama olmaksızın, herkesin fikrini açıkça söylemesidir. İnanıyorum ki, daha bu kanun yürürlüğe girmeden bu maksat hâsıl olmuştur. Herkes bunları söylemeye gayret etmiş, birkısım endişelerini de dile getirmiştir. O endişeleri de şahsen anlayışla karşılıyorum; ama, bu endişelerin temelinde yatan husus, acaba, buradaki düzenlemeler keyfî olarak uygulanabilir mi.

Değerli arkadaşlarım, bakınız, keyfî uygulamalar, sadece yasal düzenlemelerle önlenemez. Keyfî uygulama, doğrudan doğruya insan kalitesiyle alakalı bir husustur ve keyfilîk biraz da kişilik zaafıdır. Bu ülkede keyfilîkler ne zaman söz konusu oldu diye baktığımızda, esas itibariyle olağanüstü dönemler olduğunu görürüz. İnşallah, bu Ceza Kanunu Tasarısıyla -artık, şu an kanunlaştı- Türkiye’de, olağanüstü dönemlerin sonunu getirmiş olmamız lazım. Bunun için de, bu müesseseyi, Türkiye Büyük Millet Meclisini açık tutmamız lazım, bu müesseseyi itibarlı kılmamız lazım, her türlü çözümü de siyasetin içerisinde ve burada aramamız lazım. Ne zaman ki bunun dışında çözümler aranır, ne zaman ki siyasetin dışında “nerede kaldınız” gerekçeleri ortaya çıkar, birkısım insanlar da koşa koşa, sağa sola gider, işte, o zaman keyfî uygulamalar başlıyor. O halde, yasa metinlerine neyi yazarsanız yazın, eğer o türlü dönemlere gidiyorsak, geçen seferde ifade etmeye çalıştım… Anayasa hukukundan aklımda kalan bir cümle var “her kuvvet kendi hukukunu beraberinde getirir” deniliyor. O halde, kuvvetin egemen olduğu bir olağanüstü dönemi sona erdirip, demokrasiyi, özgürlükleri olabildiğince yaşanabilir hale getirmek, kurumsallaştırmak gerekir.

Onun için, bu yasa maddeleri uygulanırken, sizin adınıza, uygulayıcılara buradan bir şey demek istiyorum: Elbette, burada söylenen her söz, ifadeler, zapta geçen hususlar, bu kanun maddelerinin yorumlanmasında önemli olacaktır, acaba, yasa koyucunun bundan muradı nedir diye. Bizim muradımız, iktidarıyla, muhalefetiyle -itiraz ettiğimiz maddeler de dahil- hepimizin Türk kamuoyuna vermek istediği mesaj, uygulayıcılara söylemek istediğim husus şudur: Biz, özgürlüklerden yanayız, demokratik hukuk devletinden yanayız. Buradaki hiçbir madde hükmü hak ve özgürlükler aleyhine yorumlanamaz; bunu herkesin bilmesi lazım. (AK Parti sıralarından alkışlar) Dolayısıyla, biz, özgürlükleri kısıtlamak adına değil, tam tersi, olabildiğince özgürlükleri daha kullanılabilir hale getirmeye çalışıyoruz.

Müsaade ederseniz, bir şey de önemlidir; artık, Türkiye, Avrupa Birliği süreciyle beraber kuralların işlediği bir döneme giriyor. Hiç kimse, kendi davranışına kanun arama gayreti içerisinde olmamalıdır, kendi davranışını kanuna uydurmak durumundadır. Keyfîliğin adı hiçbir rejimde, keyfîliğin söz konusu olduğu… İster bunu uygulayıcılar yapsın “ben ne istersem yaparım, kanun da bana uymak mecburiyetindedir ya da kanunu kendime uydurmak durumundayım” tarzındaki bir anlayış demokratik hukuk devletiyle bağdaşmaz. Onun için, kuralların egemen olduğu bir döneme, inşallah, bundan sonra daha fazla girmiş olacağız.

Dediğim gibi, uygulamaları göreceğiz. Şüphesiz, böylesine karmaşık bir süreçte ve böylesine müktesebat olarak çok miktarda düzenlemenin önümüzdeki dönemlerde yapılacağı hususlarda, bu kanunda, gözümüzden kaçan, muradımız hilafına madde metnine geçmiş olan veya uygulamalarda aksaklıklarını gördüklerimiz olursa, aynen, bugün, böylesine önemli bir zorluğu aştığımız gibi, o zaman onu buraya getiririz, tekrar bunları burada düzeltme imkânımız olur diye düşünüyorum.

Ben, hepinize teker teker katkılarınızdan dolayı teşekkür ediyorum. Bu tasarının, yasalaşmış olan bu kanunun, ülkemiz için, milletimiz için, demokrasimiz için, hak ve özgürlükler için hayırlı ve uğurlu olmasını temenni ediyor; hepinize saygılar sunuyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN – Sayın Bakan, teşekkür ederim.

Sayın milletvekilleri, ben de bir cümle ilave etmek istiyorum.

Görülüyor ki, ikinci yasama yılının son toplantısını bugün yaptık. 1 Ekimde üçüncü yasama yılına başlayacağız. Bugün çıkardığımız kanunlarla ve bundan önce çıkardığımız kanunlar ve Anayasa değişiklikleriyle, Türkiye Büyük Millet Meclisi çok başarılı bir dönem geçirmiştir. Yapılan işlerde, atılan adımlarda, yürünen yolda hükümet ne kadar başarılıysa, en az onun kadar Meclisimiz de, hem Avrupa Birliğinin lokomotifi olarak hem de çıkardığı nitelikli kanunlarla bu başarının ortağıdır ve bu başarı, iktidarıyla muhalefetiyle tüm milletvekillerimizin eseridir; ben hepinizi kutluyorum.

Yazar Hakkında: Avukat Saim İncekaş

Saim İncekaş, Adana Barosu'na kayıtlı bir avukattır. 2016 yılından bu yana Merkezi Adana'da bulunan ve kurucusu olduğu İncekaş Hukuk Bürosu'nda çalışmaktadır. Yüksek lisans derecesi ile hukuk eğitimini tamamladıktan sonra bu alanda birçok farklı çalışma yürütmüştür. Özellikle aile hukuku, boşanma, velayet davaları, çocuk hakları, ceza davaları, ticari uyuşmazlıklar, gayrimenkul, miras ve iş hukuku gibi alanlarda uzmandır. Saim İncekaş, sadece Adana Barosu'nda değil, aynı zamanda Avrupa Hukukçular Derneği, Türkiye Barolar Birliği ve Adil Yargılanma Hakkına Erişim gibi dernek ve kuruluşlarda da aktif olarak görev almaktadır. Bu sayede, hukukun evrenselliği konusundaki farkındalık ve hukuk sistemine olan güveni arttırmaya yönelik birçok çalışmada yer almaktadır. Randevu ve Ön Görüşme İçin WhatsApp Üzerinden Hemen İletişime Geçin

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir