TBK 31. Madde
Türk Borçlar Kanunumuzun 31. maddesi şu şekildedir:
Sözleşme; İrade bozuklukları; Yanılma; Yanılma halleri; Açıklamada yanılma
Madde 31: Özellikle aşağıda sayılan yanılma halleri esaslıdır:
1. Yanılan, kurulmasını istediği sözleşmeden başka bir sözleşme için iradesini açıklamışsa.
2. Yanılan, istediğinden başka bir konu için iradesini açıklamışsa.
3. Yanılan, sözleşme yapma iradesini, gerçekte sözleşme yapmak istediği kişiden başkasına açıklamışsa.
4. Yanılan, sözleşmeyi yaparken belirli nitelikleri olan bir kişiyi dikkate almasına karşın başka bir kişi için iradesini açıklamışsa.
5. Yanılan, gerçekte üstlenmek istediğinden önemli ölçüde fazla bir edim için veya gerçekte istediğinden önemli ölçüde az bir karşı edim için iradesini açıklamışsa.
Basit hesap yanlışlıkları sözleşmenin geçerliliğini etkilemez; bunların düzeltilmesi ile yetinilir.
Başlık
TBK’nın 31. maddesinin ait olduğu bölüm başlık ismi şu şekildedir: BİRİNCİ KISIM: Genel Hükümler – BİRİNCİ BÖLÜM: Borç İlişkisinin Kaynakları – BİRİNCİ AYIRIM: Sözleşmeden Doğan Borç İlişkileri
Madde başlığı şu şekildedir: Sözleşme; İrade bozuklukları; Yanılma; Yanılma halleri; Açıklamada yanılma
Gerekçe
Türk Borçlar Kanunu’nun 31. maddesinin gerekçesi şu şekildedir:
818 sayılı Borçlar Kanununun 24. maddesini kısmen karşılamaktadır.
Tasarının iki fıkradan oluşan 31. maddesinde, açıklamada yanılmanın esaslı olduğu beş durum ile basit hesap yanlışlıklarının sözleşmenin geçerliliğine etkisi düzenlenmektedir.
818 sayılı Borçlar Kanununun 24. maddesinin kenar başlığında kullanılan “2. Hata halleri” şeklindeki ibare, Tasarıda “2. Yanılma halleri” şeklinde değiştirilmiş ve “a. Açıklamada yanılma” şeklinde yeni bir alt başlık eklenmiştir. 818 sayılı Borçlar Kanununun 24. maddesinin birinci fıkrasında kullanılan “Esaslı hatalar hassaten şunlardır:” şeklindeki ifade yerine, Tasarının 31. maddesinde, özellikle bu maddede sayılan yanılma hallerinin esaslı olduğunun belirtilmesi, yapılan sayımın sınırlayıcı (tahdidi) nitelikte olmayıp, örnekleyici (tadadi) nitelikte olduğu sonucunun çıkartılması bakımından daha elverişli görülmüştür.
Tasarının 31 inci maddesinde, irade açıklamasında yanılma (beyanda hata) halleri düzenlenmektedir. Oysa, 818 sayılı Borçlar Kanununun 24 üncü maddesinin birinci fıkrasının (4) numaralı bendi, saikte esaslı yanılmaya (mevsuf saik hatasına) ilişkin olduğu için, yeni bir madde numarası verilerek, bir sonraki maddede ayrıca düzenlenmiştir. 818 sayılı Borçlar Kanununun 24 üncü maddesinin birinci fıkrasında, dört bent halinde sayılan esaslı yanılma hallerinde, yine de bir azalma değil, artış olmuştur. Bunun sebebi, 818 sayılı Borçlar Kanununun 24 üncü maddesinin birinci fıkrasının (2) numaralı bendinde, sözleşmenin konusunda ve karşı tarafın şahsında yanılma, esaslı yanılma halleri arasında sayıldığı halde, bunların, Tasarının 31 inci maddesinin birinci fıkrasının (2), (3) ve (4) numaralı bentlerinde, ayrı ayrı sayılmış olmasıdır.
Maddenin birinci fıkrasının (1) numaralı bendinde, sayılan esaslı yanılmada, yanılanın, sözleşmenin niteliğinde yanılması söz konusudur. Mesela, (B)’nin evini satın almak isteyen (A)’nın, ona bu evi kiralamak istediğini açıklamasında olduğu gibi.
Maddenin birinci fıkrasının (2) numaralı bendinde öngörülen esaslı yanılma halinde ise, yanılan, sözleşmenin konusunda yanılmaktadır. Mesela, (B)’nin otomobilini satın almak isteyen (A)’nın, sözleşme yapma iradesini onun deniz motorunu satın almak için açıklamasında olduğu gibi.
Maddenin birinci fıkrasının (3) numaralı bendinde, yanılanın, sözleşme yapma iradesini gerçekte sözleşme yapmak istediği kişiden başkasına açıklaması söz konusudur. Gerçekte (B) ile sözleşme yapmak isteyen (A)’nın, yanılarak, bu iradesini (C)’ye açıklamasında olduğu gibi.
Maddenin birinci fıkrasının (4) numaralı bendinde öngörülen esaslı yanılma halinde yanılan, sözleşmeyi yaparken belli bir kişiyi göz önünde tuttuğu halde, sözleşme yapma iradesini başka bir kişi için açıklamaktadır. Mesela, belirli kişisel veya mesleki özellikleri olan (B) ile sözleşme yapmak isteyen (A)’nın, yanılarak, sözleşme yapma iradesini, bu özelliklerden yoksun olan ya da farklı özellikleri bulunmakla birlikte, aynı adı taşıyan (B) isimli başka bir kişiye açıklamasında olduğu gibi.
Maddenin birinci fıkrasının (5) numaralı bendinde ise, yanılanın, gerçekte üstlenmek istediğinden önemli ölçüde fazla bir edim için veya gerçekte istediğinden önemli ölçüde az bir karşı edim için iradesini açıklaması durumu düzenlenmiştir. Mesela, yanılanın iradesini bin birim ürün yerine onbin birim ürün olarak açıklamasında olduğu gibi.
Sistematik yapısı ile metninde yapılan düzeltme ve arılaştırma dışında, maddede 818 sayılı Borçlar Kanununa göre bir hüküm değişikliği yoktur.
ADALET KOMİSYONU RAPORU
– Tasarının 31. maddesinde, redaksiyon yetkisi kapsamında kanun yapım tekniğine uygunluğun sağlanması amacıyla değişiklik yapılmıştır.
TBMM Tartışma ve Kabul Metni
İkinci bölüm üzerinde söz isteyenleri okuyorum: Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Turgut Dibek, Kırklareli Milletvekili; Milliyetçi Hareket Partisi adına Rıdvan Yalçın, Ordu Milletvekili.
Evet, ilk söz Kırklareli Milletvekili Turgut Dibek’te.
Buyurun Sayın Dibek. (CHP sıralarından alkışlar)
CHP GRUBU ADINA TURGUT DİBEK (Kırklareli) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türk Borçlar Kanunu Tasarısı’nın ikinci bölümü üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi adına söz aldım. Öncelikle hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Tabii, ara verdikten sonraki ilk konuşmalar maalesef böyle zor oluyor, çünkü ancak milletvekili arkadaşlarımız salona gelecekler ama burada olanlar ve vatandaşlarımız bizi, beni takip ediyorlardır diye düşünüyorum.
Değerli arkadaşlar, ikinci bölüm 31 ve 60’ıncı maddeleri kapsıyor, otuz maddelik bölüm. Şimdi, maddelere tabii, baktığımızda şunu görüyoruz aslında: Hemen hemen mevcut Borçlar Kanunu’nun biraz sadeleştirilmiş ve düzeltilmiş hâli var. Yani tek tek zaten arkadaşlarımız kanuna, bu maddelere, 31 ve 60 maddeleri arasındaki bu maddelere baktıklarında bir önceki kanunun maddelerinden bir farkı olmadığını görecekler.
Yeni düzenlemeler var, önce onlardan bahsetmek istiyorum. Zaten az önce belirttiğim gibi çok fazla yenilik yok ama 55’inci maddede bir düzenleme var. Sayın Komisyon Başkanımızın özel bir önergesi olmuştu 55’inci maddeyle ilgili bildiğim kadarıyla. Bu destekten yoksun kalma zararları ile bedensel zararların hesaplanmasıyla ilgili bir yenilik var. Bu yeni bir düzenleme. Yani onun ikinci fıkrasında, bu zararlarla ilgili, bu zararlar idarenin eyleminden ve işlemlerinden kaynaklanıyorsa aynı hükme tabi olduğuna dair bir yenilik var.
Yine, kamuoyunda bir ara bu, Komisyonda görüşülürken Borçlar Kanunu, tartışılmıştı değerli arkadaşlar. 56’ncı maddenin ikinci fıkrası var. Orada, haksız eylem ya da sözleşmeye aykırılık nedeniyle ölüm ya da ağır bedensel zararlar meydana geldiğinde “zarar görenin ya da ölenin yakınları” kavramı yeni yasada girdi. Hatta bu tartışıldı, işte dinî nikâhlı eş veya başka yakınlar da bu tazminatlardan yararlanacak mı? Mevcut Kanun’da çünkü böyle bir hüküm yok, sadece ölüm üzerine ailesi bu zararlardan dolayı tazminat talep edebiliyordu ama değişiklik olarak bir de bu var. Yargıtay gerçi “yakınları” kavramı içerisine çok uzun yıllardan bu yana içtihatlarında dinî nikâhlı eşi zaten yakınları kapsamında tazminata hak görüyordu, kararları vardı Yargıtayın. Bu yenilik var.
Bir de, 60’ıncı maddede gelen yeni bir hüküm var. O da, sorumluluk sebeplerinin yarışmasıyla ilgili olarak. Hâkim burada hangi neden tazminata daha çok imkân veriyorsa onu dikkate alacak. Bunun dışındaki tüm maddelere bakıldığında değerli arkadaşlar, şöyle ibareler göreceksiniz: Maddede yapılan sadeleştirme ve düzeltmeler dışında mevcut Borçlar Kanunu’na göre bir değişiklik olmadığını belirten beyanlar göreceksiniz. Dolayısıyla bu konuda tabii benim sizlerle çok fazla paylaşabileceğim, bu bölümle ilgili olarak çok fazla paylaşabileceğim şey yok. Ama Sayın eski Adalet Bakanımız burada. Onun burada olması da gerçekten iyi oldu diye düşünüyorum. Çünkü yine hukukun içerisinden, Adalet Bakanlarımızın kendisinin de belki bilgisi dâhilinde olabilecek konular var. Bunlardan bir tanesini bu vesileyle yine Meclisimizin ve kamuoyumuzun gündemine getirmek istiyorum değerli arkadaşlar.
Şimdi, özellikle AKP döneminde biz maalesef bu telefon dinlemeleri, iletişim tespitleri ve bunların basında, medyada yer almasını çok fazla gördük. Daha çok da belli medyada. “Yandaş medya” diyoruz, aslında kızıyorlar. Burada biraz sonra ben de bir telefon iletişim tespit tutanağını sizlerle paylaşacağım. Aslında “Yandaş medya” demenin de “Yandaş medya” söyleminin de ne kadar az olduğunu, az geldiğini, daha farklı bir terimi kullanmamız gerektiğini göreceksiniz. Onunla ilgili benim de bir önerim var, bilmiyorum milletvekili arkadaşlarımız paylaşır mı, onu da sizlerle paylaşmak isterim.
Değerli arkadaşlar, bir mahkeme kararına istinaden bir telefon dinleme tespit tutanağı var benim elimde. Önemli. Niye önemli? Çünkü orayla ilgili olarak basında, medyada takip ederseniz göreceksiniz, yine o dönemki Adalet Bakanımız o soruşturmayı yapan savcı hakkında Teftiş Kuruluna talimat vererek onunla ilgili olarak işlemler yapmıştı. Artı telefonları dinleniyordu o savcının. O kişinin yapmış olduğu soruşturma onun yetki alanından alınarak başka bir ile aktarıldı. Bunlar basında var. Bunlar zaten yer aldığı için gizli şeyler değil. Ama burada bu konuşmayı yapan kişiler çok önemli, aktörler çok önemli. Yani bu kişilerin bu konuşması da maalesef basında, yandaş medyada da hiç yer almadı.
Aktörlerin birisi Sayın Ahmet Albayrak, Yeni Şafak gazetesinin imtiyaz sahibi, hatta dün basında kendisiyle ilgili yine bir haber vardı, farklı bir olay, bununla alakalı değil. Bir diğeri de bir ilimizin valisi, Bitlis Valisi Sayın Nurettin Yılmaz.
Değerli arkadaşlar, Erzincan Sulh Ceza Mahkemesinin 12 Ocak 2009 tarihli ve 2009/28 sayılı, iletişim tespit dinlenmesi sinyal bilgilerinin değerlendirilmesi ve kayda alınması kararının uygulanması sonucunda Erzincan Cumhuriyet Savcılığı bir soruşturma yapıyor. O soruşturma kapsamında belli kişilerin telefonları dinlenmek üzere mahkeme karar vermiş. Bu kişilerden bir tanesi Sayın Ahmet Albayrak. Onun da telefonu dinleniyor o tarihte. Kendisinin, tabii bu telefon Albil Bilgi İşlem Seyahat Limitet Şirketi üzerine kayıtlı, Ahmet Albayrak adlı kişinin kullandığı 533 271 -ve son dört rakamı var- numaralı telefon ile 12 Ocak 2009 ve 12 Nisan 2009 tarihleri arası üç aylık süre içerisinde yapılacak olan telefonların dinlenmesiyle ilgili olarak karar alınmış ve bu telefon konuşması tespit edilmiş ve suç unsuru içerdiği için de tutanak altına alınmış. Diğer telefon Bitlis Valiliğinin zimmetli telefonu.
Değerli arkadaşlar, şimdi ben konuşmayı sizlerle paylaşmak istiyorum sonra zamanımız kalırsa birazcık da yorumlamak isterim. Konuşmanın yapıldığı tarih 29 Mart 2009, yerel seçimlerin yapıldığı günün akşamı saat 19.00 sıraları yani seçimler bitmiş, oylar sayılıyor, sonuçlar belli olmak üzere, olmuş da birçok yerde. O saatlerde bir konuşma yapılıyor. Ahmet Albayrak Sayın Vali Nurettin Yılmaz’ı arıyor. Nurettin Yılmaz “Efendim.” diye cevap veriyor. Ahmet Albayrak “Sayın Valim, selamünaleyküm.” diyor. Nurettin Yılmaz “Aleykümselam.” Ahmet Albayrak “Nasılsınız?” diye soruyor. Nurettin Yılmaz “Çok şükür, iyiyim.” diyor. Bir hal hatır tabii ki konuşmanın başında, hepimiz de yapıyoruz, onlar da yapıyorlar. Birbirlerini tanıyorlar ama “Sen kimsin?” falan diye sorulmuyor yani sesten veya numaradan birbirlerini tanıyorlar. Nurettin Yılmaz “Sağ ol, teşekkür ederim.” diyor. Ahmet Albayrak soruyor: “Ne oldu Bitlis’teki son durum?” Tabii seçimlerin gecesi olduğunu hatırlatayım tekrar. Sayın Vali Nurettin Yılmaz diyor ki: “Merkezi alıyorlar da bu Tatvan’ı sol parti alıyor, DTP alıyor, orada Saadet mahvetti ortalığı.” Saadet Partisi Tatvan’da bayağı sıkıntı yaratmış AKP’ye.
Ahmet Albayrak diyor ki: “Öyle mi?” Sayın Vali Nurettin Yılmaz diyor ki: “500 oy fark var AKP ile DTP arasında.” Ahmet Albayrak “Ha.” diye yanıt veriyor. Nurettin Yılmaz “Saadet 5 bine yakın oy aldı.” Tatvan’dan bahsediyor. Ahmet Albayrak soruyor: “Peki, Bitlis’te ne kadar ilerdeyiz?” diyor. Sayın Valinin yanıtı: “Bitlis’te iyiyiz şu an. Bana göre bir sorun çıkmaz, bana öyle geliyor.” Ahmet Albayrak “Öyle mi?” diyor. Nurettin Yılmaz diyor ki, Sayın Vali: “Ha ha, yüzde 45’i, yüzde 33 gibi bir şey. Burada Saadet fazla oy alamadı. Tatvan’a önem veriyorduk, orası gidiyor.” diyor Sayın Vali. Ahmet Albayrak “Neyse, sağlık olsun.” diyor. Sayın Vali Bitlis’i bırakmış Trabzon’u da merak ediyor, diyor ki: “Trabzon iyi herhâlde?” Ahmet Albayrak “Trabzon’u aldık, orası tamamdır inşallah.” diyor.
AHMET DURAN BULUT (Balıkesir) – Vali rahatlamıştır.
TURGUT DİBEK (Devamla) – Nurettin Yılmaz “İnşallah, hayırlısı olsun.” diyor. Ahmet Albayrak “Sağ ol, peki, görüşürüz. İyi akşamlar.” diyor.
Değerli arkadaşlar, tabii bu telefon konuşması, dediğim gibi, suç unsuru taşıdığı gerekçesiyle dinleyenler tarafından tutanak altına alınmış.
Şimdi, nasıl yorumlayabiliriz diye düşünüyorum. Bir tarafta bir medya sahibi var, imtiyaz sahibi var. “Yandaş basın” dediğimiz zaman sıkıntı çıkıyor, ben “Damat basın” diyelim diyorum bundan sonra. “Yandaş” demeyelim “Damat bey” de diyelim daha doğrusu, o şekilde yeni bir terim kullanabiliriz diye düşünüyorum. O, işi gücü bırakmış valileri arıyor geceleyin. Kimin adına? Çok merak etmiş herhâlde ama kendisi açıkça bir AKP, belki milletvekili, belki başkanı, belki işte yöneticisi gibi -çünkü valileri direkt arayabildiğine göre- soruyor. Neyse, o sorabilir ama Sayın Valinin yanıtlarına baktığımızda, arkadaşlar, “Bitlis’te iyiyiz şu an.” diyor, “Bana göre bir sorun çıkmaz.” diyor, “Tatvan’a çok ağırlık veriyorduk ama orası gidiyor.” diyor. Orayı DTP almış herhâlde. DTP’li arkadaşlarımız da burada.
Şimdi ben şunu merak ediyorum, öncelikle şunu sorayım… (AK PARTİ sıralarından gürültüler)
Yok, Saadet Partisi çok oy almış. Onu da o arada… Tabii, Saadet Partili arkadaşlarımız da demek ki orada sıkıntı yaşamışlar.
Ağırlığı nasıl verdi Sayın Vali, ben onu merak ediyorum, bir de onu sormak istiyorum. Yani bu Tatvan’a ağırlık verme nasıl oldu? Ne yaptılar da bu ağırlıkla… Sayın Vali, Türkiye Cumhuriyeti devletinin valisi…
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Partinin valisi ya. Devletin valisi olur mu?
OKTAY VURAL (İzmir) – Beyaz eşya…
K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Partinin valisi…
BAŞKAN – Sayın Dibek, buyurun efendim.
TURGUT DİBEK (Devamla) – Türkiye Cumhuriyeti’nin valisi olması gerekirken -sözlerim yarım kaldı- AKP’nin valisi olduğu sabit.
OSMAN DURMUŞ (Kırıkkale) – Milletvekilleriyle kol kola…
TURGUT DİBEK (Devamla) – Değerli arkadaşlar, burada sık sık şu söyleniyor…
OKTAY VURAL (İzmir) – Seçime müdahale, fesat…
HÜSEYİN YILDIZ (Antalya) – Her şeyde fesat…
TURGUT DİBEK (Devamla) – “Demokrasi, millî irade, halkın kararı, saygı duyacaksınız.” Arkadaşlarımız bunları bize söylüyorlar burada, Sayın Başbakan da söylüyor, sizler de söylüyorsunuz. Millî irade böyle mi tecelli edecek?
OSMAN DURMUŞ (Kırıkkale) – Mili çıkmış…
TURGUT DİBEK (Devamla) – Yani bu valiler… Ben merak ediyorum, Sayın Albayrak kaç tane valiyi aradı o akşam? Kaç tane validen bu konuda görüş aldı tek tek, onu da merak ediyorum. Ama, suç unsuru taşıyan kısım tabii ki daha çok Valinin beyanları, devlet görevlisinin bu şekilde konuşması doğru değildir.
Bu tutanak resmî bir tutanak, mahkeme kararıyla tespit edilmiş.
Tabii şunu da merak ediyorum, hâlâ kendisi Bitlis’in Valisi Nurettin Yılmaz, İçişleri Bakanlığının bu konuda herhangi bir bilgisi yok mu? Mutlaka vardır, olmaması mümkün değil.
OSMAN DURMUŞ (Kırıkkale) – Bizzat dahli var.
TURGUT DİBEK (Devamla) – Niye… İçişleri Bakanlığı bu Vali hakkında herhangi bir işlem yaptı mı yapmadı mı? Bunu da buradan soruyorum milletin kürsüsünden.
Değerli arkadaşlar, aslında söylenecek o kadar daha çok şey var ama süre bitti. Belki biraz sonra tekrar söz alma imkânım olursa, onları da sizlerle paylaşmak istiyorum ama gerçek Türkiye bu.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
TURGUT DİBEK (Devamla) – Yani, burada konuşulanların -sözlerimi bitiriyorum, teşekkür ederim Sayın Başkanım – özellikle iktidar partisi sözcülerinin söylediklerinin gerçekle hiçbir alakası yok değerli arkadaşlar. Siz iktidar gücünü, fütursuzca ama, her yerde elinizdeki tüm imkânları kullanarak, özellikle seçimlerde kullandınız. Bunun bir benzeri aslında benim ilimde de oldu. Yani ben bazen şöyle diyorum, burada dokunulmazlık dosyaları görüşülürken konuşuldu, AKBİL dosyası… Benim ilimin seçim sırasındaki valisi şu an Aydın Valisi -Hüseyin Avni Coş Valimiz- Kırklareli’nde yerel seçimler sırasında bizim neler yaşadığımızı ben biliyorum. Yargıda olan olaylar var. Birçok vali hemen hemen aynı davranışı gösterdi.
Sizlerden şunu rica ediyorum: Yani bu konuşmalarınızla Türkiye’de olup bitenleri karşılaştırdığınızda artık vatandaşlarımız bu söylenenlere inanmıyor. Kırklareli’nde, şunu tüm samimiyetimle söyleyeyim, Valinin o fütursuzca -şu an Aydın’da Vali Bey- o beyanları ve yaptıklarıyla bu devlet olanaklarını o kadar yoğun kullandı ki. Ben kamu personelinin bizim adayımıza oy verdiğini adım gibi biliyorum. Hepsi bize oy verdiler ve açık ara seçimi aldık. Maalesef böyle bir olay var. Sayın Başbakan Vali Bey hakkında da, aslında İçişleri Bakanımız bizim Valimiz hakkında da birçok işlemi biliyor ama kendisini Aydın’a gönderdi. Zannediyorum, Cumhuriyet Halk Partili veya sahil şeridindeki illere böyle bir ceza kesiyor. Sayın Vali de, bizim Valimiz de AKBİL dosyasında “Sayın Başbakan hakkında soruşturma yapılmasına gerek yoktur.” kararını veren müfettişti. Daha sonra Bingöl, Aksaray –Aksaray milletvekili arkadaşlarımız var- Kırklareli, şu anda Aydın… Lütfen bunları takip edin.
BAŞKAN – Sayın Dibek, efendim, süreniz bir dakikanın sonunda, ikinci dakikaya yaklaştı, lütfen efendim bitirin.
TURGUT DİBEK (Devamla) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım, sözlerimi bitiriyorum.
Değerli arkadaşlar, Türkiye’de demokrasi tabii ki olsun, hukuk üstünlüğü tabii ki olsun, hepimiz istiyoruz ama lafta olmasın değerli arkadaşlar.
Hepinize saygılar sunuyorum. (CHP ve MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim.
Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Ordu Milletvekili Rıdvan Yalçın. (MHP sıralarından alkışlar)
MHP GRUBU ADINA RIDVAN YALÇIN (Ordu) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; görüşülmekte olan 321 sıra sayılı Türk Borçlar Kanunu Tasarısı’nın ikinci bölümü üzerinde Milliyetçi Hareket Partisi Meclis Grubu adına söz almış bulunuyorum, Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.
Sayın milletvekilleri, üzerinde konuşacağım bölüm, tasarının 31 ve 60’ıncı maddelerinden oluşan kısmına ilişkindir. Maddeler üzerinde değerlendirmeler yapacağım gibi genel değerlendirmeler de yapmaya çalışacağım. Öncelikle belirtmeliyim ki tasarının geneli üzerinde yapılan konuşmalar ve özellikle Sayın Faruk Bal’ın isabetle ifade ettiği üzere yürürlükteki yasada gerekli tadilatları yapmak yerine tümden yürürlükten kaldırılarak seksen üç yıllık oluşmuş birikimi sıfırlamak doğru değildir.
Yürürlükte bulunan 818 sayılı Borçlar Kanunu 1926 yılında yasalaşmış, bugüne kadar da eksiklerine rağmen başarıyla uygulanmıştır. Daha önce görüşülen kapsamlı temel kanunlar için de ifade ettiğimiz üzere, oluşmuş borçlar hukuku birikimini, içtihat birikimini, doktriner birikimi işe yaramaz hâle getirmek, tarihî bir binayı aslına uygun restore etmek yerine komple yıkıp yeni bina yapmak anlamına gelmektedir ki bu isabetli olmadığı gibi işlevsel de değildir. Bu kanun tasarısı geçecekse de mevcut Yasa’nın numarası ve tarihi mutlaka muhafaza edilmelidir. Bu anlamda kanun tasarısı genel sistematiği çok bozmasa da madde numaralarının değiştirilmesi uygulayıcılar, hukuk eğitimi alanlar ve verenler, kanundan etkilenecek olanlar bakımından ciddi sakıncalar doğuracağı gibi, bugüne kadar bu kanunla ilgili basılmış bütün eserleri de değersiz hâle getirecektir. Madde numaralarının değiştirilmesinin sakıncaları Türk Ceza Kanunu ve Türk Medeni Kanunu tecrübelerinde yaşanmıştır. Bu durum yargılama süresinin uzamasına, zaman bakımından uygulamada önemli sorunlar yaşanmasına neden olmaktadır. Burada amaç bütün büyük temel kanunlarda yapıldığı gibi cumhuriyetin kuruluş hatıralarını incitmek değilse, geleneklerine bağlı ve saygılı her meclis gibi bu yüce Meclis de madde numaralarının sayı ve tarih numarasının muhafazasını başarmalıdır. Bunun dünyada başarılı örnekleri bulunmaktadır. Farklı yöntemlerle sistematik korunabilmektedir. Kaldı ki maddeler ve gerekçeler incelendiğinde önemli değişikliklerin yüzde 10’lara bile tekabül etmediği görülecektir. Örneğin, benim üzerinde konuştuğum 30 maddenin 21’inde sadece doğruluğu tartışılır dil sadeleştirmesi yapıldığı, kalan maddelerde ise kısmi değişiklik yapıldığı yukarıda belirttiğimiz görüşleri teyit etmektedir. İktidar partisinin tercih ettiği bu yöntem nedeniyle, mutlaka yapılması gerekli değişikliklerin de yapılamayarak geciktiği, bu durumun ülkemiz ve insanımız aleyhine olduğunu da hatırlatmak isterim.
Sayın milletvekilleri, genel gerekçede belirtildiği üzere tasarı sekiz yıllık bir çalışmanın ürünüdür. Özellikle Bilim Kurulunun önemli emekleri bulunmaktadır. Tasarıya bilim çevrelerinden tenkit ve katkılar da yansımıştır. Tasarının son şeklinin belirlenmesinde Bakanlık bürokrasisi, Sayın Komisyon Başkanı ve üyelerinin emek ve katkılarını da unutmamak gerekir.
Üzerinde konuştuğum bölüm içerisinde önem arz eden değişiklikler 55 ve 60’ıncı maddelerde yapılmıştır. Mevcut Kanun’da 47’nci maddede manevi tazminat sadece cismani zarara düçar olan kimseye verilebilecekken bu maddenin tasarıda karşılığı olan 55’inci maddede ağır bedensel zarar doğması hâlinde zarar görenin yakınlarına da tazminat verilebilecek şekilde kapsam genişletilmiştir.
Mevcut Kanun’un 47’nci maddesinde manevi tazminat bakımdan sadece ölenin ailesi hak sahibi olabiliyorken yeni düzenlemede “yakınları” tabiri kullanılarak zarara uğrayan ya da ölen kişiyle düzenli ve yoğun bir ilişkinin varlığı hâlinde tazminata hak kazanılacağı benimsenmiştir. Bu düzenleme magazinel boyutuyla eleştirilse de önemli bir eksiklik giderilmiş, kapsam çağdaş yaklaşımlara göre genişletilmiş olmaktadır.
Tasarının mevcut Kanun’daki 49’uncu maddeye karşılık gelen 57’nci maddesinde ise kısmi değişiklik öngörülmektedir. Bilim çevrelerinde madde başlığındaki “zedelenme” tabirinin Medeni Kanun’a uyumlu olmadığı, bunun yerine “ihlal” ya da “saldırı” tabirlerinin daha yerleşik olduğu belirtilmektedir. Bu maddede mevcut Kanun’da yer alan tazminat miktarının tayininde tarafların sıfatı, makamı, sosyal ve ekonomik durumlarının dikkate alınacağı, madde metninden, eşitlik ilkesine aykırılık görülmesi, bu hususların belirtilmesinin gereksizliği gerekçeleriyle çıkartılmıştır. Ancak 55’inci maddede belirtilen ölüm ya da ağır bedensel zarar hâllerinde yakınların da manevi tazminat talep edebilme olanağı bu madde için düşünülmemiştir. Oysa uygulamada bir kişinin kişilik haklarının ihlal edilmesinden yakınları ve özellikle aile bireylerinin en az zarar gören kadar etkilendiği görülmektedir. 55’inci maddede yapılan reform bu maddede de yapılırsa daha anlamlı olacaktır.
Tasarının 60’ıncı maddesinde önemli bir değişiklik öngörülmektedir. Düzenlemeyle öncelikle ikili teselsül sistemi terk edilerek bir bütün olarak aynı hükümlere tabi tutulmuştur. Ancak maddedeki esas önemli değişiklik ikinci fıkrada öngörülen müteselsil sorumluların yükümlü tutulacakları miktar bakımından getirilen yeniliktir. İlk bakışta zarar görenlerin aleyhineymiş gibi algılansa da uygulamada kendi uhdesindeki tazminattan ödemekle kurtulmak isteyen ancak tazminatın tamamını ödemeden teselsül sorumluluktan kurtulunulamadığı için bunu yapamayan borçlular olduğundan çoğu kez alacaklılar da mevcut durumdan zarar görmekteydi. Bu maddeyle hem borçlular hem alacaklılar tarafından gerekli önemli bir değişiklik yapılmış bulunmaktadır.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; maddeler üzerinde daha fazla teknik ayrıntıya girmeyi Genel Kurul çalışma mantığıyla çok bağdaştırmıyorum. Borçlar Kanunu, modern bir ülkede ihtiyaç duyulan kişi hürriyetini, sözleşme hürriyetini, hukuki işlem ve eylemlerde hak ve borçları düzenleyen önemli bir temel kanundur. Ancak çağdaş dünyayla benzer kanunlar yapmak, hatta dünyadaki en iyi kanunu yazıp kanunlaştırmak fiilen içselleştirilmediği sürece, devletinizi modern yapmayacağı gibi, milletinizi de mutlu kılmaya yetmemektedir.
Eğer sizin ülkenizde taksitle satışa ilişkin ne kadar ayrıntılı düzenleme yaparsanız yapın, yaşlı ya da cahil insanlar “Çekilişten hediye çıktı.” gibi kandırmacalarla değersiz bir mal karşılığı senet imzalatılıp iade hakkını kullanmak istediğinde ulaşılamayan bir telefon, olmayan bir adres ile karşılaşıyorsa kanununuz bir işe yaramıyor demektir.
Sizin ülkenizde temsil kurumu ne kadar güzel düzenlenirse düzenlensin, boğaz tokluğuna, muhtaç insanlara şirketler kurduruluyor, çekler imzalatılıyor, insanlar dolandırılıyorken, bunları yaptıranlar çarptığı paraların keyfini sürerken, alacaklı giden malına yanarken, mahkemelerle, vergi dairesiyle ceza tehdidiyle uğraşan kullanılan garibanın çığlığı duyulmuyorsa sizin hukukunuz çare üretmiyor demektir.
Siz “ifa” yı, “itfa”yı ne kadar güzel yazarsanız yazın, ülkenizde ödeme aracı olan çek vade aracına dönüşmüşse ve sayısız insan alacağını alamazken sayısız insan da cezaevinde bulunuyor ve hukukunuz dolandırıcı ile iyi niyetli borçlular arasında ayrım koyamıyorsa modern devlet olamamışsınız demektir.
Siz istediğiniz kadar başarılı ödünç sözleşmesi belirleyin, eğer sizin ülkenizde yoksul köylü ancak tefeci tüccardan açık senet karşılığı avans alabiliyor ve hayatı boyu ödese de senedini alamıyor, borcu bir türlü bitmiyorsa, sizin ülkenizde ekmeğe muhtaç işçi daha işe girdiği gün atıldığında üzerinde “Bütün haklarımı aldım, işvereni ibra ederim.” yazacak boş bir kâğıda imza atmak zorunda kalıyorsa, sizin ülkenizde maaşlar bankadan ödenecek diye kanun çıkarıp asgari ücret kadar bankadan ödeyip üzerinin elden ödenmesine ve dolayısıyla tazminatlarının düşük kalmasına ses çıkarılmıyorsa, siz hizmet akdini çok çağdaş düzenlemiş olabilir, açığa atılan imzanın üzerinde yazılanı muteber kabul ederek belki modern dünya ile uyumlu bir kanun da yapmış olabilirsiniz ancak ülke gerçeklerini görmemiş, ah edenleri duymamış olursunuz.
Eğer ülkenizde bir malın satış fiyatı “Fatura alacak mısınız?” diye sorulup cevabına göre değişiyorsa haksız rekabeti yasaklamanız anlamlı olabilir mi?
Sizin ülkenizde neredeyse bütün işletmeler bir gayriresmî bir resmî defter tutmak durumundaysa, sizin ülkenizde Çalışma Bakanı Meclis kürsüsünden kaçak istihdam oranının yüzde 50 olduğunu belirtiyorsa, nasıl serbest rekabetten, sözleşme hürriyetinden, iradelerin özgür buluşmasından bahsedebilirsiniz?
Sizin ülkenizde belediye şirketleri belediye ihalesine girebiliyor ve birkaç ayarlı firma dışında talepli çıkmıyorsa ve taşeronlaşmaya mecbur bırakılmış bir özel sektörünüz varsa nasıl düzenden bahsedebilirsiniz?
Sizin Başbakanınız bir yayın kuruluşuna boykot emrediyor ve yayın kuruluşları haksız, devasa cezalara muhatap oluyorsa “Özel hukukun anayasasını yapıyoruz.” lafınızın ne anlamı kalır?
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Buyurun Sayın Yalçın, konuşmanızı tamamlayınız.
RIDVAN YALÇIN (Devamla) – Kamu kurumlarında özelleştirilmiş hizmetlerde insanınız hangi firmaya, kimin firmasında çalıştığını dahi bilemiyorsa siz nasıl özgür iradelerle kurulmuş bir sözleşmeden bahsedebilirsiniz?
Sizin ülkenizde kamu görevlisine giyim yardımının nereden alacağı dikte ediliyorsa, promosyon parasını kendi rızası dışında birileri kullanıyorsa, kamu ihalesi verilenlere nereden mal tedarik edeceği dikte ediliyorsa, kimi çalıştıracağı tembihleniyorsa, müteşebbise kime reklam vereceği, kime vermeyeceği referans oluyorsa gelin, sözleşme serbestisinden, özgür iradelerin buluşmasından bahsedin, bakalım inanan bulabilecek misiniz?
Sizin ülkenizde insanlar mecburen böbreklerini satıyor, müşteri bulabiliyorsa ve hastanelerinizde normal bir operasyon kolaylığında bu işlemler yapılabiliyorsa acaba sizin kanununuzdaki satış sözleşmesinin bu dramı neresinde aramak gerekir diye düşünmek bile istemiyorum.
Sayın milletvekilleri, örnekler çoğaltılabilir.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
RIDVAN YALÇIN (Devamla) – Bitiriyorum Sayın Başkan.
Görünen odur ki ülkemizin eksiği kanun yapmak değil, her alanda adil, dürüst, şeffaf bir yönetim anlayışını sağlamak ve rekabetçi ekonomik ortamın istismarını önlemek iradesini ortaya koymak olmalıdır. Bu konuda devri iktidarınızın iyi sınav vermediği bütün kamuoyunun bilincindedir, bilgisindedir. Dilerim, bu kanun işaret ettiğim konularda da bazı yeniliklerin önünü açar ümidiyle yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim.
Demokratik Toplum Partisi Grubu adına Gültan Kışanak, Diyarbakır Milletvekili.
Buyurun efendim. (DTP sıralarından alkışlar)
DTP GRUBU ADINA GÜLTAN KIŞANAK (Diyarbakır) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ben de öncelikle hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Birkaç gündür aslında çok yoğun bir tartışma içerisindeyiz. Siyasetin ana konusuyla ilgili bir tartışma içerisindeyiz. Ama ne yazık ki biz, bu tartışmalardan, siyasetin şimdiye kadar olduğu gibi bundan sonra da çözüm üretmek değil, çözümsüzlük üretmek üzere yapıldığı kanaatine varıyoruz ve bunu kaygıyla gerçekten izliyoruz.
Siyaset niye yapılır, biz niye milletvekili seçildik, niye siyasi partileri kurduk, niye bu Parlamentoya geldik, niye hükûmet kuruluyor? Bu soruları soruyor muyuz acaba kendimize? Bu Parlamento niye var? Bir insan niye milletvekili olmak ister, niye siyaset yapmak ister? Toplumun sorunlarına çözüm olmak, toplumun sesi olmak, gözü olmak, kulağı olmak, çözüm üretmek üzere. Siyasetin ana konusu budur.
Ne yazık ki yıllardan beri olduğu gibi şimdi yine çözümsüzlük üzerine siyaset tartışmasıyla gündem sürekli meşgul ediliyor. Habur’dan gelişlerle ilgili, birkaç haftadır, gerçekten neye hizmet ettiğini anlayamadığımız bir tartışma minvalidir devam edip gidiyor.
Ben buradan şimdi birkaç soru soracağım ve her siyasetçinin de bunu mutlaka kendisine sorması gerektiğini düşünüyorum:
Bu ülkede toplumsal barışı derinden sarsan, halklarımızı neredeyse bir iç çatışmanın eşiğine getiren, birbirine karşı kışkırtan bir sorunla yüz yüze miyiz, değil miyiz? Önümüzde bu kadar büyük bir sorun var mı, yok mu? Bu soruyu soruyor muyuz kendimize? Cumhuriyetin kurulduğu günden bugüne Kürt yurttaşlarla, bu ülkenin Kürt yurttaşlarıyla devlet ihtilafa düşmüş müdür, düşmemiş midir?
AKİF AKKUŞ (Mersin) – Kürt yurttaş yok, yurttaş…
GÜLTAN KIŞANAK (Devamla) – Ben Kürt’üm, ne diyeceksin? Yok muyum? Buradayım işte. Buradayım ve Kürt’üm, annem de Kürt, babam da Kürt, sülalem de Kürt. Tarihim var, üç bin yıllık tarihim var, “Yoksun” mu diyeceksin bana? (DTP sıralarından alkışlar) Nasıl yokum, ben bu ülkenin yurttaşı değil miyim? Eğer bana “Yurttaş değilsin.” diyorsanız 20 milyon insana o zaman “Siz bu ülkenin yurttaşı değilsiniz.” deyin, o 20 milyon yurttaş da o zaman başının çaresine bakar. Böyle bir yerden de siyaset üretilemez.
Son otuz yılımızı kesintisiz bir savaşla, bir çatışma ortamıyla geçirmedik mi, kesintisiz ama? Bir gün bile silah sesi duymadığımız, bir gün bile tank atışı, top atışı duymadığımız, tepemizden savaş uçaklarının uçmadığı bir günü bile yaşamadık. Bunu hiç hissettiniz mi? Bunun ne demek olduğunu biliyor musunuz? Buna bir çözüm bulmak gerektiğini siyaset kurumu düşünmeyecek mi, tartışmayacak mı? Yoksa “Böyle sürüp gitsin.” mi diyeceğiz? Ne yapmak istiyoruz, biz niye geldik buraya?
Bu ülkenin Genelkurmay Başkanlığının verdiği bilgiler doğrultusunda, bu ülkenin yurttaşı olan 40 bin genç eline silah alıp, devlet güçleriyle çatışmaya girip yaşamını yitirmiştir. Genelkurmayın kaynakları bunu söylüyor. “10 bin de güvenlik kuvvetleri.” diyor, 50 bin.
Otuz yıl içerisinde 50 bin yurttaşını yitirmenin ne demek olduğunu oturup düşünüyor muyuz biz? Bu devam mı etsin? Ölümler devam mı etsin? Bu ülkenin dört bir yanına, doğusuna batısına, Çanakkale’sine Hakkâri’sine cenazeler mi gitsin? Anaların, babaların her gün “Acaba askerden çocuğum sağ mı dönecek?” diye kaygıyla telefon beklediği günler devam mı etsin? Çocuğunun bu ülkedeki çatışma ortamında, çözümsüzlük ortamında kendisini ifade etmek için silaha sarıldığı analar, babalar her gün çocuğunun ölümünü mü beklesin? Bu devam mı etsin? Böyle bir insanlık olabilir mi? Böyle bir siyaset olabilir mi? Gerçekten ürküntüyle, şaşkınlıkla izliyoruz bu tartışmaları.
Peki, gene resmî kaynaklarımızda yok, bu konuda veri tutmuyoruz, nüfus sayımlarında sormuyoruz ama devletin yetkililerinin ağzından…
BAŞKAN – Sayın Kışanak, siyasi fikirlerinize, düşüncelerinize bir şey demiyoruz ama bu konuda, şu anda Borçlar Kanunu’nun ikinci bölümüyle ilgili olarak görüşmeler yapıyoruz. Onların içerisine… (DTP sıralarından gürültüler)
GÜLTAN KIŞANAK (Devamla) – Sayın Başkan, üç gündür burada ne konuşulduğunu…
SEVAHİR BAYINDIR (Şırnak) – Niye ayrımcılık yapıyorsunuz?
ÖZDAL ÜÇER (Van) – Sabahtan beri hiç konuşmadılar, hiçbir milletvekili kanun üzerinde konuşmadı!
BAŞKAN – Yani oraya da derseniz…
GÜLTAN KIŞANAK (Devamla) – Sayın Başkan, iki gündür burada ne konuşulduğunu biliyoruz.
Arkadaşlar…
SEVAHİR BAYINDIR (Şırnak) – Sabahtan beri burada Borçlar Kanunu dışında her şey konuşuldu, Ergenekon konuşuldu, Silivri konuşuldu, bize gelince niye çifte standart yapıyorsunuz?
GÜLTAN KIŞANAK (Devamla) – Yani bu konunun gerçekten niye…
BAŞKAN – Yani İç Tüzük’ün bir hükmünü hatırlatmak garip mi geldi?
GÜLTAN KIŞANAK (Devamla) – Sayın Başkan…
SEVAHİR BAYINDIR (Şırnak) – Niye bize hatırlatıyorsunuz? Herkese hatırlatın lütfen.
BAŞKAN – Diğerlerine de hatırlattım, Sayın Kışanak’a da hatırlattım.
SEVAHİR BAYINDIR (Şırnak) – En başta Hükûmetin grup başkan vekillerine hatırlatın lütfen yani.
BAŞKAN – Evet, buyurun Sayın Kışanak.
GÜLTAN KIŞANAK (Devamla) – Sayın Başkan, biz şu Meclisin normal işlemesi ve toplumumuzun ihtiyaçlarına cevap verecek yasama faaliyetlerinin hayata geçirilmesi için elimizden gelen katkıyı sunmaya çalışıyoruz. Siz de görüyorsunuz ki iki gündür, aslında bu sorunlar nedeniyle esasını konuşamadığımız için biçimi etrafında tartışıp Meclisi çalışamaz hâle getirdik. Dün saat ona kadar biz ne tartıştık bu Genel Kurulda? Bugün ne tartışıyoruz? Bu çok açık ve net.
Görüşmek istemediğimiz, konuşmak istemediğimiz, sürekli minder dışına kaçtığımız bu sorunu önümüze koymadığımız için usul tartışmaları yaratıyoruz, kural yaratıyoruz, bürokrasi yaratıyoruz, ha bire birbirimize başka bir yerden vurmaya çalışıyoruz. Konunun özü bu. Konunun özü, şu ülkede Kürt yurttaşlar devletle ihtilafa düşmüştür, bu konuda sıkıntıları vardır. Sıkıntılarını dile getirmenin demokratik yollarını bulamadıkları için otuz yıldır çatışma hâlindedirler. Bu sorunu konuşamazsak, çözemezsek bu hâlimiz devam edecektir. Bu konunun gerçekten ciddiyetle ele alınması ve dikkatle çözüm üretilmesi gerekiyor.
Bu ülkede devletin yetkililerinin söylediği 13 ile 15 milyon arasında değişen Kürt var. Bu Kürt yurttaşlar ana dillerini kullanamıyorlar, ana dillerini yaşatmak için olanaklara sahip değiller. Bunu talep ediyorlar. Dünyanın üzerinde hiçbir tartışma yapamayacağı en temel hak olan, en evrensel değer olan ana dil talebini bile terörizmle, bölücülükle, vatana ihanet tartışmalarıyla eş değer tutarak çözüm üretmemiz mümkün müdür? Hâlâ ne yazık ki, bu ülkede siyaset bu noktadadır. Bu siyaset bu noktadan çıkmadığı sürece ne sorunlarımızı çözebiliriz ne bu Parlamentoyu çalıştırabiliriz ne de toplumun ihtiyaçlarına yanıt olabilen bir yasama faaliyeti yürütebiliriz.
Bu konuda, gerçekten neden siyaset yapıyoruz, niye milletvekili olduk, niye buraya geldik, bu çatışmalar böyle devam edip giderse biz kendi insanlığımızdan, kendi vicdanımızdan rahatsız olmayacak mıyız? Bu soruları hepimizin kendimize sorması gerekiyor. Bu nedenle, önümüzdeki hafta aslında Hükûmetin bu konudaki çalışmaları Parlamentonun gündemine sunacağını kamuoyundan öğrendik. Sonrasında Danışma Kurulunda da bu konu gündeme geldi. 10 Kasımda bir ön görüşme yapılmasını AKP Grubu önerdi. Orada CHP ve MHP Gruplarının konuya ilişkin hassasiyeti ifade etmeleri üzerine, biz de Demokratik Toplum Partisi olarak bu konunun artık özünü konuşmak istiyoruz. Lütfen bu konuyu biçim tartışmasından, usul tartışmasından çıkartalım. Artık minderin dışına kaçmayalım. Güreşeceksek minderde güreşelim, bu konuyu böyle şuraya buraya savurmaya gerek yok. Madem 10 Kasımla ilgili böyle bir hassasiyet var, bu tarih değiştirilsin diye Demokratik Toplum Partisi olarak biz de önerdik ve hâlâ da bu önerimizde ısrarcıyız. Çünkü, bugün iki gündür burada yaşananlar bize gösteriyor ki, bu minvalde devam ederse, önümüzdeki hafta da burada bu konunun özü konuşulamayacak, biçimi etrafında dolanıp duracağız; usul üzerine, yöntem üzerine, tarz üzerine, günün hassasiyeti üzerine tartışmalar yapacağız. Bunlar, bu sorunu çözümsüz bıraktırma politikalarından birisidir. Açıkçası, acaba AKP Hükûmeti de bu konuda söyleyecek bir şeyi yok da onun için mi bilerek işi buraya sürüyor diye düşünmekten de kendimizi alamıyoruz. Bu konunun özünü tartışmak istiyoruz.
Bu konunun özü, insan haklarıdır, demokrasidir, adalettir, vicdandır; bunları kriter aldığımız zaman çözemeyeceğimiz bir konu da değildir. Bu ülkede Kürt yurttaşlar her fırsatta ama her fırsatta, bu ülkede, bu sınırlar içerisinde, bu bayrak altında, özgür ve eşit yurttaşlar olarak yaşamak istediklerini iradi olarak beyan etmişlerdir. Bizler de defalarca burada bunu beyan ediyoruz. Bu beyanın üzerine, özgürlük ve adalet üzerine, vicdan üzerine, demokrasi üzerine, hukuk üzerine bir yurttaşlık neden inşa edemeyelim, bu sorunu neden çözmeyelim? O zaman, birileri demek ki gerçekten bu sorunun çözümsüz bırakılmasından nemalanıyorlar.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Kışanak, konuşmanızı tamamlayınız.
Buyurun.
GÜLTAN KIŞANAK (Devamla) – O zaman, demek ki birileri bu sorunu çözümsüz bırakarak üzerinden siyasi rant elde ediyorlar. Sık sık, Demokratik Toplum Partisine yönelik bu tür suçlamalar yapılıyor. Demokratik Toplum Partisi çok açık ve net. Biz, bu konuda gerçek bir çözümü tartışmaya, önünde, elinde ürettiği bir projesi, çözüm yaklaşımı olan herkesle konuyu tartışmaya, görüşmeye ve bu sorunu çözüme kavuşturmaya, artık akan kanı dindirmeye, artık analarımıza barışı hediye etmeye hazır olduğumuzu söylüyoruz; bunun zemininin de bu Parlamento olduğunu düşünüyoruz. Umuyoruz ki, önümüzdeki hafta bu Parlamentoda gerçekten de sorunun özü konuşulur, başka bir yerlere, şuraya buraya topu atarak, biz bu sorundan yine kaçarak çözümsüzlük üretmeyiz.
Ben bu duygu ve düşüncelerle hepinizi saygıyla selamlıyorum. (DTP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim.
AK PARTİ Grubu adına Bekir Bozdağ, Yozgat Milletvekili.
Buyurun. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
AK PARTİ GRUBU ADINA BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türk Borçlar Kanunu Tasarısı’nın ikinci bölümü üzerinde AK PARTİ Grubunun görüşlerini açıklamak üzere söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Üzerinde müzakere yaptığımız yasa tasarısı, hukukumuz açısından temel taşı sayılacak tasarılardan bir tanesi. Çok önemli bir tasarıyı görüşüyoruz. Toplumumuzun her kesimini, herkesi yakından ilgilendiren bir tasarı üzerinde müzakere yapıyoruz. Bu tasarının içerisinde, öz itibarıyla, esasında burada grubu bulunan bütün partilerimizin anlaşamadığı konular yok denecek kadar azdır, büyük bir mutabakat vardır. Tartışmalar biraz daha şeklî boyutlar üzerinde kalmaktadır. Ben buradayken hem bundan önceki konuşmalarda yapılan eleştirilere bir cevap vermek hem de bunu değerlendirmek istedim.
Bir defa, bu kanunu baştan yapmak zorunda mıydık? Madde numaralarıyla oynamak zorunda mıydık? Madde numaraları aynen kalsaydı da biz işte ilave yapacaksak örneğin “4/A”, “4/B” deseydik veyahut da başka birtakım yöntemler benimseseydik. Kanunu tümden değiştirmek yerine, yeniden bir sıfır kanun gibi yapmak yerine kanun üzerinde oynamalar, iyileştirmeler yapsaydık. Tabii bu bir temennidir ama uygulama imkânı yok. Zira, kanunun bir yerinde oynadığınız zaman onun bir bütünlük arz etmesi için hem üslubunun hem mantalitesinin hem sistematiğinin hem de dil yapısının birbiriyle uyumlu olması lazım, bir ahengin olması için.
Bizim yürürlükteki Borçlar Kanunu’muza bakıyorsunuz, 544 madde; şu andaki tasarıya bakıyorsunuz, 649 madde; arada 105 madde ilave var. Bunu nasıl yapacağız? O zaman dağıttığınız zaman ne olacak? Mesele kitaplarına dönecek “a, b, c” diye. Bu da doğru bir yasa mantığı, yasalaşma mantığı değildir. Esasında, buradaki zorluk, madde numaraları değiştiği zaman ezberi bozulanlar olabilir, ezberlemiş Borçlar Kanunu’nun falan maddesi, filan maddesi; madde değişince çalışmayı gerektirecek, yeniden bakmayı gerektirecek, yeniden araştırmayı gerektirecek ama araştırılsın, bakılsın. Bir de, böylesi madde numaraları, yasanın tümünden değiştirilmesi biçimde yapılan düzenleme sadece bu da değil, bundan önce de var. Örneğin Türk Medeni Kanunu böyle yapılmış, hem madde numaraları hem de kanun baştan aşağı yenilenmiş. Örneğin, 18 Haziran 1999 tarihli 4389 sayılı Bankalar Kanunu, 27 Ekim 1999 tarihli 4458 sayılı Gümrük Kanunu, Harp Okulları Kanunu vesaire. Bunlar, bizden önceki dönemlerde, bugün tartıştığımız usulle yapılmış, aynı yöntemle yapılmış, bugün yapılan da budur, yeni bir şey değildir, eski köye yeni âdet de getirilmiyor, uygulama devam ediyor.
Bir diğer konu, çok tartışıldı: “Biz, yargının hafızasını yok ediyoruz. Yargıtayın onca içtihadı var, onları çöpe atıyoruz. Yargıtayın icraatlarını reset’liyoruz, sıfırlıyoruz.” Yok öyle bir şey! Yargıtayın hiçbir içtihadı bu düzenleme yapılıyor diye çöpe atılmaz, atılamaz. Neden? Çünkü müessesenin özü, anlamı, tarifi, unsurları değiştirilmiyor. Yani, sözleşmeyle ilgili, sözleşmenin kurulmasıyla ilgili kelimelerde birtakım değişiklikler var, yeni unsur ilaveleri olabilir veya aynen kalabilir ama Yargıtayın bu konudaki içtihatları çöpe atılmaz. Madde numaraları değiştirildiği için, yeniden bir çalışmayı gerektirir, yoksa burada geçen ifadelerden dolayı çöpe atılmaz. Örneğin “Gabin,” olmuş ismi “aşırı yararlanma”. Şimdi ismi değişmiş, müessesenin unsurları aynı. Yargıtayın yetmiş senedir, seksen senedir verdiği içtihatları çöpe mi atacağız. Yok öyle bir şey! Bu içtihatlar gene korunacak, gene yapılacak. Problem ne? Bu içtihatları ezberlemiş, maddeleri ezberlemiş yapının yeni yapıya adapte olması için biraz emeğe, biraz çalışmaya, biraz zamana ihtiyacı var, belki bu bir zahmet alacak. Olsun, biz güzel bir şey yapıyoruz, herkesin birazcık zahmete katlanması lazım.
Bir diğer konu, dille ilgili burada yoğun eleştiriler yapıldı: “Bunun dili ortadan kalkıyor, dil değiştiriliyor.” ve çok da ağır ifadeler kullanıldı, işte “Şöyle hukuken yanlış, böyle hukuken yanlış.” şeyler söylendi. Tabii, bunların hepsine tek tek cevap verme imkânımız olsa siz hepiniz bunları değerlendirme imkânınız olabilirdi ama önergelerde konuşma hakkımız olmadığı için cevap verme imkânımız da yok, ama bir şeyi ifade etmem lazım: Borçlar Kanunu Türk Medeni Kanunu’nun beşinci kitabıdır, âdeta mütemmim cüzüdür. Onunla üslup, sistematik, mantık ve her açıdan bir uyumun sağlanması uygulama kolaylığı açısından gerekli ve zorunludur, bundan biz kaçamayız. Şimdi, Medeni Kanun’a bakıyorum, Medeni Kanun’un içerisinde tam 67 tane temel kavram geçen dönemde yapılmış, 67 tane kavramın karşısına yeni Türkçe kelimeler konmuş, ana, temel kavramlar değiştirilmiş. Örneğin, “ ‘Hata’nın ne hatası var?” deniyor. Doğru, hatası yok ama “hata” 2001’de değiştirilen, 1 Ocak 2002’de yürürlüğe giren Medeni Kanun’la “yanılma”ya çevrilmiş. Örneğin, “hile.” “Hile”nin ne şeyi var? Herkes anlıyor ama “aldatma”ya çevrilmiş. Örneğin, “kanuni mirasçı” ne şeyi var? Bir şey yok ama neye çevrilmiş? “Yasal mirasçı”ya çevrilmiş. Öte yandan bakıyoruz, yine Medeni Kanun’da geçen ifadelere bakıyoruz, “para” kelimesi tam 75 yerde geçmiş, bakıyorsunuz “yanılma” kelimesi 5 yerde, “korkutma” kelimesi 4 yerde, “tevdi” kelimesi 8 yerde… Ben bunları çoğaltabilirim. Bugün Borçlar Kanunu’nda kullanılan ibarelerin tamamı, büyük bir kısmı, tamamına yakını diyelim Medeni Kanun’da da vardır. Orada olmayan belki yeni kelimeler olabilir ama orayla bir uyum sağlanmak istenmiştir. Örneğin, çok eleştirildi, dendi ki: “ ‘derhâl’, kelimesi yerine ‘hemen’ kullanıldı. ‘Hemen’ diye bir şey olur mu? Böyle bir hukuki terim olur mu? Böyle bir mantık olur mu?” Sanki Meclise ilk defa geliyormuş gibi…
Bakın, şimdi, Anayasa’yı açın, şöyle bir bakın, 19’uncu maddenin beşinci fıkrası, 19’uncu maddenin ikinci fıkrası, 83’üncü maddenin ikinci fıkrası, 121’inci maddenin birinci fıkrası. Anayasa kullanıyor bunu, Anayasa’da geçen… Yine, Türk Medeni Kanunu’nun 137, 389, 404, 405, 407, 412, 421, 424 vesaire maddeleri, Siyasi Partiler Kanunu’nun 106’ncı maddesinin birinci fıkrası, bakıyoruz “hemen” orada da kullanılıyor. Demek ki bu hukuki bir terim, hukuki bir tabir, orada da kullanılıyor.
Bir başka örnek vereyim: Borçlar Kanunu’nun 11’inci maddesinde “başlayarak” ifadesi kullanıldı. Şimdi, bunun değiştirilmesi için de önerge verildi: “Bunun yerine ‘itibaren’ kullanalım.” Kullanma yok. Medeni Kanun’a bakıyoruz, Medeni Kanun’da bir tane “itibaren” kelimesi kullanılmış ama onun dışında yasa koyucu Medeni Kanun’un her yerinde “başlayarak” kelimesini kullanmış. Peki, başka yasalarda bu var mı diye tarama yaptığımızda, şu anda yürürlükteki mevzuatımızda tam 74 tane yasada “başlayarak” ifadesi geçiyor. Bu daha fazla da olabilir ama bizim tespit edebildiğimiz. Onun için, dil noktasında da bir sorun yok. Esasında sorun… Bizim gruplar arasında da bir sorunumuz yok. Biz, bu noktada, her siyasi parti grubuyla, hem CHP hem MHP hem de DTP ile bu noktada belli, öz noktasında bir anlayış birliğimiz de var.
Ben buradan bir kez daha söylüyorum: Borçlar Kanunu, temel kanun. Ne varsa esasa dair, müzakere etmeye ve onlar yapılabilir şeylerse kabul etmeye el birliğiyle AK PARTİ olarak biz hazırız. Bu yasanın siyasal rengi yok, bu yasanın ideolojik rengi yok, bu tamamen teknik ve hukuki bir yasadır ve toplumun pek çok sorununa da bütün tüketicilerin, vatandaşların lehine çözüm getiren, onları rahatlatan, onları daha güçlü bir hukuki yapıya kavuşturan düzenlemeleri içeriyor. Eğer biz Borçlar Kanunu’nu değiştirip yürürlüğe koyabilirsek Türk özel hukukunun anayasası sayılacak bu yasayla büyük bir reformun altına da 23’üncü Dönem Meclisi olarak imza atacağız. Bizim itiraz ettiğimiz bir şey yok. Muhalefete de her dediklerini görüşmeye, müzakere etmeye, işin esasına, özüne dair yapılabilecekleri yapmaya hazır olduğumuzu buradan bir kez daha ifade ediyorum. Gelin, beraber bu işi yapalım.
HÜSEYİN YILDIZ (Antalya) – Bekir Bey, samimi misiniz? Bekir Bozdağ…
BEKİR BOZDAĞ (Devamla) – Gelin, katkı varsa, öneri varsa onu müzakere edelim.
HÜSEYİN YILDIZ (Antalya) – Her maddede öneri var.
BEKİR BOZDAĞ (Devamla) – Çünkü bu yasanın -bir kez daha söylüyorum- siyasal rengi yok, ideolojik yanı yok, tamamen teknik ve hukuki bir yasadır. Hocaların…
Biz Ceza Kanunu’nu görüşürken de yaşadık. CHP ile uzlaşmayla o zaman onu çıkardık. Şimdi, bu, esasında temel yasalardaki kavga, Meclisteki gruplar arasında yaşanmıyor.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
HÜSEYİN YILDIZ (Antalya) – Samimi miyiz, Sayın Bozdağ, sözlerimizde?
BAŞKAN – Sayın Bozdağ, konuşmanızı tamamlayınız efendim.
BEKİR BOZDAĞ (Devamla) – Bitiriyorum Sayın Başkanım.
Temel yasalarda -siyasal rengi olmayan yasalar- bu gibi teknik yasalarda siyasi partiler arasında problem yok. Biz Ceza Kanunu’nda, Ceza Muhakemesi’nde bunları yaşadık ve CHP ile bir anlayış içerisinde, el birliğiyle bunu çıkardık.
Kavga hocalar arasında. Kanunu yapan, komisyonda olan hocalar: “Benim. Bu kanun bizim.” Bir prestij meselesi.
OKTAY VURAL (İzmir) – Kanunu biz yapmıyoruz yani, hocalar yapıyor.
OSMAN DURMUŞ (Kırıkkale) – Hoca mı, molla mı?
BEKİR BOZDAĞ (Devamla) – Ben hak da veriyorum. Ama birilerinin prestij kavgası ayrı şey, bizim yapacağımız şey ayrı şey. Onun için ben diyorum ki tekrar, bir kez daha, Allah için ve bu millet için, Türkiye’miz için, gelin… Bu yasada ne yapacaksak hep beraber yapmaya hazırız. Bizim bir diretmemiz, bir dayatmamız yoktur.
OKTAY VURAL (İzmir) – Rapor sizin değil mi?
BEKİR BOZDAĞ (Devamla) – Madde numaralarının değiştirilmesinin teknik olarak imkânı yok.
OSMAN DURMUŞ (Kırıkkale) – Siz cami hocası mısınız, üniversite hocası mısınız?
BEKİR BOZDAĞ (Devamla) – Üslup noktasında da müzakere yapılabilir. Söyledik: Esasa dair ne varsa yapalım. Biz de dile itiraz ettik. Ama sonra müzakere edince gördük ki bunu değiştirme imkânı da pek öyle gözükmüyor. Çünkü sistem, Medeni Kanun’la bütünlük içerisinde kurulmuş bir sistemdir.
OSMAN DURMUŞ (Kırıkkale) – Anlaşacak mıyız, sisteme mi takılacağız?
BEKİR BOZDAĞ (Devamla) – Değişebilenleri de değiştirmeye hazır olduğumuzu bir kez daha ifade ediyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
OSMAN DURMUŞ (Kırıkkale) – Anlaşacak mıyız, statükoculuk mu yapacağız?
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Bozdağ.
HÜSEYİN YILDIZ (Antalya) – Bekir Bozdağ, samimi misiniz sözlerinizde? Samimi olmanızı arzu ediyoruz.
OSMAN DURMUŞ (Kırıkkale) – Uzlaşacak mısınız?
BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) – Açığız biz.
BAŞKAN – Şahsı adına Mardin Milletvekili Cüneyt Yüksel.
Buyurun Sayın Yüksel. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
OSMAN DURMUŞ (Kırıkkale) – Uzlaşın işte, başkanlar burada. Hadi uzlaşın.
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Hadi, hemen geçelim arkaya.
OSMAN DURMUŞ (Kırıkkale) – Haydi uzlaşın, başkanlar burada. Arkaya geçin, uzlaşın kardeşim.
BAŞKAN – Buyurun Sayın Yüksel, süreniz beş dakika.
OKTAY VURAL (İzmir) – Biz “Meclisin kanunu olması gerekir.” diyoruz.
OSMAN DURMUŞ (Kırıkkale) – Hadi geçin, grup başkan vekilleri, uzlaşın.
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Hatibi dinleyelim.
Sayın Başkanlar…
OKTAY VURAL (İzmir) – Ara verin, uzlaşın.
BAŞKAN – Bir dakika efendim, bir dakika…
Sayın Elitaş… Sayın grup başkan vekilleri…
OSMAN DURMUŞ (Kırıkkale) – Uzlaşmak istiyorlar Başkanım, bir uzlaşsınlar.
BAŞKAN – Arkadaşlar, Hatip konuşacak. Lütfen…
HÜSEYİN YILDIZ (Antalya) – Uzlaşmak için arkaya geçecekler.
OSMAN DURMUŞ (Kırıkkale) – Hayırlı bir iş yapacaksınız.
BAŞKAN – Sayın Yüksel, buyurun efendim.
CÜNEYT YÜKSEL (Mardin) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türk Borçlar Kanunu Tasarısı’nın 31 ve 60’ıncı maddeleri arasında düzenlenen hükümlerle ilgili görüşlerimi bildirmek üzere söz almış bulunuyorum. Yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Bugün görüşmekte olduğumuz tasarı, Medeni Kanun’umuzun beşinci kitabı ve Türk Ticaret Kanunu’muzun ayrılmaz bir parçası olarak Türk özel hukukunda yapılan reform çalışmalarının en önemli unsurlarından birisidir.
Borç ilişkileri üzerinde temellendirilmiş ekonomik hayat günün şartlarına ve ihtiyaçlarına cevap veremeyen bir borçlar kanunuyla âdeta kangren olur. Son elli yıl içinde dünyada ve ülkemizde borçlar kanununun uygulamasını etkileyecek oldukça önemli olaylar cereyan etmiştir. Toplumsal, sınai, ekonomik ve teknolojik gelişmeler hız kazanmış, küreselleşmenin getirdiği değişimler bütün borç ilişkilerini, sorumluluk hukukunu ve ekonomik hayatı etkilemiş, ülkemizin Avrupa Birliğine tam üyeliği süreciyle beraber Avrupa ülkelerinde kabul edilen çağdaş kanunlara uyum mecburiyeti ortaya çıkmış, tüm bu gelişmeler sonucu da uluslararası standartlara uygun, çağdaş ve etkili bir borçlar kanununu yürürlüğe sokmak zorunluluk hâline gelmiştir.
Borçlar hukukundaki küreselleşme eğilimleri ve Avrupa’da bu konuda yeknesak kuralların oluşturulması iş, bilim camiası ve sivil toplum kuruluşları tarafından vurgulanarak ortaya konmaktadır. Yeni Türk Borçlar Kanunu Tasarısı’nda, bu anlayışa uygun olarak, Türkiye’nin de üyesi bulunduğu UNIDROIT ve Birleşmiş Milletler bünyesinde kurulmuş olan UNCITRAL gibi kuruluşların çalışmaları göz önünde bulundurulmuştur. Diğer yandan, AB direktifleri ve uluslararası belgeleri çeviri suretiyle aynen almak yerine, Türkiye’nin ihtiyaçlarına dönük, uygulanabilir düzenlemeler yapılmıştır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; borçlar hukuku temelinde mülkiyetle ilgili ilişkilerde adalet kavramı ile uğraştığından günümüz küresel sisteminin önemli yapı taşlarından birisiyle ilgilenmekte.
Bakınız, özellikle borçlar hukukunu ilgilendiren kısmı bakımından adaletin üç temel ilkesi vardır: Mülkiyetin istikrarlı olması, mülkiyetin ancak mutabakat ile transfer edilebilmesi ve verilen sözlerin yerine getirilmesi. Eğer mülkiyet istikrarlı değilse daimi çatışma olur. Eğer mülkiyet mutabakat sonucunda transfer edilmezse ticaret olmaz. Sözler tutulmazsa o zaman da birlik olmaz.
İşte burada adaleti, mülkiyetten yola çıkarak tanımlarken aslında borçlar hukukunun üç temel ilkesine değinmekteyiz: Birincisi, iyi niyetin korunması yani iyi niyet kuralı. İkincisi, sözleşme serbestisi. Üçüncüsü, ahde vefa ilkeleri. Bu üç temel ilkenin yanında hukuki sorumlulukların kişiler tarafından anlaşılabilir olması bir diğer önemli prensiptir.
İşte Borçlar Kanunu Tasarısı bu ikinci bölümde birazdan aktaracağım tüm değişiklik ve unsurlarıyla bu temel prensipleri evrensel standartlara uygun şekilde hayata geçirmektedir. Tasarıda birçok kavram, deyim ve terimler günümüzde yerleşmiş olan ve Türk Medeni Kanunu’nda da yer almış bulunan yeni karşılıklarıyla değiştirilmiştir. Örneğin, 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun 24’üncü maddesinin kenar başlığında kullanılan “Hata halleri” şeklindeki ibare tasarının 31’inci maddesinde “Yanılma hâlleri” şeklinde değiştirilmiş, “Hile” ibaresi tasarının 36’ncı maddesinde “Aldatma”, “İkrah” ibaresi tasarının 37’nci maddesinde “Korkutma” olarak değiştirilmiştir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; borçlar hukukunda temel ilkelerden birisi iradenin geçerliliğidir. Tasarıda irade fesadı hâlleriyle ilgili olarak önemli değişiklikler yapılmıştır. Örneğin, 32’nci maddede “Saikte yanılma” ayrı bir hüküm olarak düzenlenerek hukuki işlemlere güven ve sözleşmeye bağlılık anlamına gelen ahde vefa ilkesi pekiştirilmiştir.
Tasarıda günümüz dünyasında hızla gelişen ticaret hayatının ihtiyaçları doğrultusunda oluşan iletişim araçları göz önünde bulundurulmuştur. 33’ncü maddede sözleşmenin kurulmasına yönelik iradenin haberci veya çevirmen gibi bir aracı ya da bir araç tarafından yanlış iletilmiş olması hâlinde de yanılma hükümlerinin uygulanacağı hükme bağlanmıştır.
Tasarı, temsilcilik müessesiyle ilgili reform niteliğinde düzenlemeler getirmiştir. 40’ıncı maddedeki düzenlemeyle birlikte temsilci ve temsil edilenin tabi oldukları hak ve yükümlülükler ile temsilcinin işlem yaptığı üçüncü kişinin tabi olduğu hak ve yükümlülüklerin belirlenmesini kolaylaştırmıştır.
51’inci maddeyle haksız fiilde tazminatın kapsamı ve ödenme biçimi belirlenirken kusur durumunun esas alınacağı öngörülerek haksız fiil sorumluluğunda kusur unsurunun önemi pekiştirilmiştir.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Yüksel, konuşmanızı tamamlayınız.
Buyurun.
CÜNEYT YÜKSEL (Devamla) – Bugün, sosyoekonomik gelişmenin sonucu, mağduru güçlü karşısında koruma ilkesi çerçevesinde şekillenmiştir. Tasarı, bu ilkeyi hayata geçiren oldukça önemli düzenlemeler getirmektedir. Örneğin, 55’inci maddeyle, ölüm veya bedensel zarar hâlinde tazminatın belirlenmesinde göz önünde tutulacak ilkeler, tazminatı artırma ve eksiltme hâlleri açıkça düzenlenmiştir. Böylece, zararın belirlenmesinde hâkimin genel ya da hakkaniyet kurallarına dayanan takdir hakkı sınırlandırılmış ve tazminatın belirlenmesinde objektif kriterler öngörülmüştür. Yapılan düzenleme, aynı zamanda yargılamanın kısa sürmesini ve dolayısıyla da mahkemelerin iş yükünü de azaltacaktır. Zira, bizler biliyoruz ki adaletin gecikmesi de adaletsizliktir.
Diğer yandan 56’ncı maddede bedensel bütünlüğün zedelenmesi veya ölüm hâlinde manevi tazminatın ölenin yakınlarına da verilebileceği hükme bağlanmıştır. Değişiklikten önce ölenin ailesine sadece ölüm hâlinde verilen manevi tazminatın, öğreti ve uygulamadaki çağdaş gelişmeler göz önünde bulundurularak bu şekilde genişletilmesi oldukça isabetli olmuştur.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Yüksel, son cümlelerinizi alayım lütfen.
Buyurun.
CÜNEYT YÜKSEL (Devamla) – Tasarı, biraz önce örneklerini verdiğim değişikliklerle evrensel hukuk standartlara uyum sağlamasının yanında, açık ve anlaşılır dili, uygulamada etkin yapısı, eksikleri tamamlayıcı niteliğiyle kişiler arası borç ilişkileri ve ticari hayatı en iyi ve uygulanabilir şekilde düzenlemektedir.
Bu bağlamda tasarının oldukça önemli olduğunun altını çiziyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim.
Komisyon adına Komisyon Başkanı Sayın Ahmet İyimaya, buyurun efendim. (Alkışlar)
OSMAN DURMUŞ (Kırıkkale) – Başkanım, emeğinle yaşa.
ADALET KOMİSYONU BAŞKANI AHMET İYİMAYA (Ankara) – Değerli Başkanım, yüksek kurulun değerli üyeleri; gerçekten, birinci bölümde tasarıya yönelik olarak önemli eleştiriler, katkılar sağlandı, görüşler ortaya kondu.
ALİ UZUNIRMAK (Aydın) – Hiçbiri dikkate alınmadı ama.
ADALET KOMİSYONU BAŞKANI AHMET İYİMAYA (Devamla) – Ben, bu akış içerisinde iki noktada Komisyon görüşünü sizlerle paylaşmak istiyorum. Bir, dil konusu; iki, bu gibi temel kanunlarda yüksek kurulun muhtevaya müdahale kapasitesinin neyle sınırlı olması gerektiği hususu.
Değerli arkadaşlar, 1925 yılında Medeni Kanun ve Borçlar Kanunu çevirisi için on iki ayrı bölüme ayrıldı ve on iki kişiye verildi. Borçlar Kanunu, söz gelimi şu andaki Borçlar Kanunu’nda sebepsiz zenginleşme dokuz ayrı ibare ile karşılık buldu, sebepsiz iktisap, haksız fiille kazanma gibi. Vekâletsiz iş görme, yine aynı şekilde, yedi farklı karşılığı var.
Bir defa, mevcut Borçlar Kanunu’nun dilini tartışmaya bir saat, iki gün, üç gün yetmez. Ancak, 1925 yılında hukukumuza giren Borçlar Hukuku ve Medeni Kanun’la ilgili temel hukuk sözlüğü noktasında 1944 yılının gerisindeyiz. O zaman, o dönemin büyük hukukçuları, Ömer Nasuhi Bilmen Hoca, işte, Sıddık Sami Onar vesaire, muhteşem bir dil sözlüğü, terimler sözlüğü geliştirdi, biz, onun üzerinde iki yıl çalıştık ama ilave bir sözlük yapamadık. Bugün Türk savunma mesleğinin, Türk hukuk bilim adamlarının ve Türk yargısının bir hukuk sözlüğü inşa etme mecburiyeti var.
Değerli arkadaşlar, biz, Borçlar Kanunu’ndaki dili benimserken tam bir tercihte bulunamadık, zorunluluklar var. Bir defa, hukukta yeni dil… Eski, yerleşmişin atılması doğru değil. Yerine gelenin yerleşmiş olması, kabul edilmiş olması da bazen yetmez. Ama bu temel kanunun ayrılmaz bir parçası Medeni Kanun’unuz varsa, orada da ayrı bir dil benimsemişseniz, bu kanun da onun beşinci kitabı ise farklı bir dil benimseyemezsiniz.
“Cinayet” gibi ağır nitelemelerde bulunuldu. Ben, çok ağır, çok saygı hudutlarını aşan bir belirleme olarak görüyorum ama onu “cinayet” olarak tavsif etmek gerekirse, bu cinayetin 2001, 2002 yılında işlenmiş olduğunu kabul etmek lazım. Yanlış bu nitelemeler. Ha, mecburuz biz bu benimsemeyi.
Ha, bir de şu, arkadaşlar: Biz diyelim ki “hata”nın yerine, “hile”nin yerine, “aldanma”, “aldatma”, “yanılma” koyduk. Sözlükten atmıyoruz, vokabülerden atmıyoruz, o bizim varlığımız. “Hata” da bizim, “yanılma” da bizim, “hile” de bizim, “aldatma” da bizim. Buradaki tercih, Medeni Kanun’da daha önce yapılan bir tercih. Bugün “şart” korunabilirdi, Medeni Kanun’da yüz on yedi yerde “koşul” hâline getirmiştiniz. Ben Başkan olarak bir orta yol bulmak istiyorum. Çünkü şu andaki bu kanun sadece bizim kanunumuz değil. Medeni Kanun, Borçlar Kanunu, Ticaret Kanunu, Hukuk Muhakemeleri Usulü Kanunu geleceğin hukuku, torunlarımızın hukuku, bunu inşa etmek lazım.
Eğer engel dilse, 1928 modeli vardır İcra ve İflas Kanunu’nun çıkarılması sırasında. Borçlar Kanununun Yürürlük Kanunun’da bir madde, iki madde ekleriz. Bir madde tamamen Medeni Kanun’daki terminoloji, -yüz sayfa olabilir bu- ikinci maddede Borçlar Kanunu’ndaki terminoloji, Uygulama Kanunu’nda ve bunu aynen dönüştürürüz. Parlamentonun birikimi, Türk bilim adamlarının birikimi buna müsait. Birkaç sözcükle, katılmadığımız ibarelerle bu büyük projeyi bloke etmeyelim diye düşünüyorum değerli arkadaşlar.
İki tane örnek…
OSMAN DURMUŞ (Kırıkkale) – Sayın Başkan, “hata” da kasıt olabilir, ama “yanılma” da deneyimsizlik var.
ADALET KOMİSYONU BAŞKANI AHMET İYİMAYA (Devamla) – O da doğru, o da doğru, o da yanlış, o da yanlış, ama bunu düzeltebiliriz. Burada iki tane sözcük. Mesela “kurmak”, “inikat” sözcüğü, “kurmak”, yapmak mı, kurmak mı? Oturdum, bir cumartesi günümü… Türkçenin önemli sözlüklerinden… Bakın, on beş yıl çalıştı Hüseyin Kâzım Kadri, “inikat”ı “kurmak” diyor. Evet, inikat, sözleşme, yapmak mı, kurmak mı? İkisi de yanlış değil. Kurmak diyor. “Salâhî” önemli bir sözlük, meşrutiyet döneminde, “kurmak” diyor. Doktrine bakıyoruz, bakın, Profesör Doktor Fikret Eren, Borçlar Hukuku…
ALİ UZUNIRMAK (Aydın) – Sözleşmeyi yapmaktan önceki safhaya kurmak diyebilirsiniz.
ADALET KOMİSYONU BAŞKANI AHMET İYİMAYA (Devamla) – Efendim, mümkün. Sözleşmeyle… Bakın, “Sözleşmenin kurulması.” diyor. Bütün doktrin “kurulma” diyor, Yargıtaya baktım.
OSMAN DURMUŞ (Kırıkkale) – O mantığıdır aslında.
ADALET KOMİSYONU BAŞKANI AHMET İYİMAYA (Devamla) – Efendim, ibare, terim, mantık değil, terim.
Bakın, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu, 12/5/2004, 262 esas, 282 karar, “Sözleşmenin kurulması.” diyor. 11, 13, 4, tüm kararlar “kurmak” diyor. Bu bir tercihtir. “Yapmak” da denebilir, “kurmak” da denebilir. Sonra, kesin hükümsüzlük, kesin doğru. Butlan, mutlak butlan mı, nispi butlan mı, kısmi butlan mı? Reform tasarısının mutlaka tutarlı bir bilimsel temele oturması lazım. “Butlan”ın bizatihi kendisi sorun. Onun için, bilim getirmiş, geçersizlik nazariyeleriyle ilgili müthiş bir birikimi var Türk hukukunun ve “kesin hükümsüzlük” diye yerleşmiş. Bilimdeki, Yargıtaydaki bu gelişmeyi izlememek ve buradan sarfınazar etmek mümkün mü değerli arkadaşlar? Hasılı, dil noktasında ortak bir noktayı, Uygulama Kanunu’nda iki maddede kurgu yaparak rahat rahat çözebiliriz.
OSMAN DURMUŞ (Kırıkkale) – Sayın Başkan, her kanunda yeni dili kullanmalıyız.
ALİ RIZA ÖZTÜRK (Mersin) – Sayın Başkan, hükümsüzlük üst bir kavram. Bakın, gerçekleri siz de söylememeye başladınız. Ah ah Başkanım, siz de gittiniz. Sizi de kaybettik.
ADALET KOMİSYONU BAŞKANI AHMET İYİMAYA (Devamla) – Başka bir şey: Değerli arkadaşlar, şimdi, bir temel kanun, arkasında sekiz yıl var, bilim var, bürokrasi var, yargı var, savunma mesleği var, yasama temsilcileri ve sekiz yılda oluşmuş bir eser. Bir maddeye sekiz dakikada işte 3 grup başkan vekili ittifak etti, 4 arkadaş ittifak etti, bu de facto bir durum olur. Temel kanunlar ciddi kanunlardır, inşadır ve bir defa tamamen konsantrasyon meselesidir. Mümkün değil, Genel Kurulda temel kanunlar önergelerle değiştirilmez. Kesinlikle… Sekiz yıl! Sekiz yıllık emeği sekiz dakika…
HÜSEYİN YILDIZ (Antalya) – Yanlış bile olsa devam eder o zaman.
ADALET KOMİSYONU BAŞKANI AHMET İYİMAYA (Devamla) – Bakın, arkadaşlar, 55’inci maddedeki benim gerçekleştirdiğim reform en az üç makale ömrümde, iki tane kitap ve denkleştirme… 55’inci madde Türk hukukunun denkleştirmesini çözüyor. 55’inci maddenin son fıkrasını okumanızı isterim, önemli reformlar var.
Değerli arkadaşlar, ben bugün muhtevaya müdahalenin bir olgunlaştırma değil, kesinlikle bozucu etki doğuran bir yasama tasarrufu olarak… Evet, Genel Kurul gündeme hâkim, Genel Kurul her şeyi yapar ama hukuku yaptım zanneder, üç sene sonra da aynen o bozulmanın uygulamadaki semptomları, yansımaları ortaya çıkınca düzeltmek durumunda kalabiliriz.
Değerli arkadaşlar, ben değerli partilerimizden, değerli grup başkan vekillerimizden, sekiz yılda hasıl olan, Komisyonda hasıl olan konsensüsü Genel Kurulda da yaşatmalarını ve geleceğimizin, torunlarımızın hukukuna obstrüksiyonlar yoluyla, engellemeler yoluyla el atılmamasını diliyorum.
Takdirlerinize arz ediyorum. Saygılar sunuyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim.
ALİ RIZA ÖZTÜRK (Mersin) – Ama, Başkanım, hukuk tartışması yapacağız şimdi. Şimdi hukuk tartışması yapacağız Başkanım seninle birazdan.
BAŞKAN – Şahsı adına Ordu Milletvekili Sayın Rıdvan Yalçın.
Sayın Yalçın, buyurun efendim. (MHP sıralarından alkışlar)
RIDVAN YALÇIN (Ordu) – Sayın Başkan, çok değerli milletvekilleri; ikinci bölüm üzerinde şahsım adına söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle tekrar yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Değerli arkadaşlarım, bu kanun, önceki konuşmacılar tarafından da ifade edildi, gerçekten ideolojik rengi olmayan, siyasi boyutu olmayan teknik bir kanundur. Bu doğrudur, Komisyonda da önemli aşamalar geçirmiştir. İşin problemi de buradadır. Siz bu kadar siyasetten uzak bir tasarıda bile muhalefetle anlaşmayı beceremiyorsanız, bunu kendi hanenize bir başarısızlık olarak yazmalısınız. Bunun sebebi de zannediyorum bir samimiyet eksikliğidir. Burada konuşmacılarınız, başka birçok konuda yapıldığı üzere, sürekli geçmişten örnekler vererek bu işin kabahatini yine muhalefete çıkarmaya çalışıyor. Bunu genel siyasette de yapıyorsunuz. Bir tartışmalı konuda, ya muhalefetin sözcüleri geçmişte on yıl, yirmi yıl önce ne söylemiş, oradan lehinize bir şey bulmaya çalışıyorsunuz… Bunu başaramıyorsanız bu kez o partiler tarafından dışlanmış, bir şekilde refüze edilmiş insanlardan kendi lehinize görüş alarak muhalefeti gene kendinizce köşeye sıkıştırmaya çalışıyorsunuz. Bu husus doğru değildir.
Sayın Bekir Bozdağ biraz önce buradaki uzlaşamamanın kusurunu hocalara çıkardı. Evet, hocalar bir kanun yaparken önemli çabalar gösteriyorlar, bilimsel faaliyette bulunuyorlar ama neticede bir kanun bir siyasi iradeyle son şeklini alıyor. Komisyonda da bunu defalarca izah ettim, arkadaşlarla, hocalarla da zaman zaman çok ciddi tartışmalar yaşadığımız oldu. Buradaki uzlaşamamanın müsebbibi olarak hocaları görmek, hocaları hedef göstermek doğru değildir. Bu iş siyasi iradeye karşı da bana göre saygısızlık olarak değerlendirilmelidir.
Değerli arkadaşlarım, bu kanunda kendi şahsım olarak önemsediğim bir açığa imza meselesi vardı. Bunu Komisyonda da çok gündeme getirdim ama bir çözüm bulamadık. Açığa imza meselesinin kıymetli evraklar hukuku bakımından da önemli tarafları var. Benim için önemi, esprisi şuydu: Temsil ettiğim Ordu ilinde özellikle fındık üreticilerinin hasat öncesi giderlerini karşılamak üzere tüccarlardan avans aldıklarını yaşıyoruz ve bu insanlar tüccarlardan avans alırken de kendileri güçsüz oldukları için mutlaka bir açığa imza attırılır bunlara. Bu genellikle bir emre muharrer senet olarak, bono olarak düzenlenir, ondan sonra bu gariban köylümüz hasat ettiği ürününü getirir, o tüccara verir ama ömrü boyu verse de bu borçtan bir türlü kurtulamaz. Bir gün buna “hayır” demeye kalksa, “Ben artık sana ürünümü vermiyorum.” demeye kalksa, o açığa attığı imza bu şahsın karşısına 50 milyar, 100 milyar gibi yüksek meblağlarla bir haciz ihbarnamesiyle evine gelebilmektedir. Bu tehdidin bir şekilde düzeltilmesi lazım. Bu konuda hocalarla da çok uzun görüşmeler yaptık ama bu kanunda düzeltilse bile kıymetli evraklar hukuku bakımından etki etmeyeceği konuşuldu ve yapamadık. Dilerim -Hükûmet sıralarından çok tecrübeli bir siyasetçi oturuyor- inşallah bu konuyu kıymetli evraklar hukuku bakımından da vatandaşımızın lehine çözmek bir başka düzenlemeyle mümkün olabilir diye düşünüyorum.
Değerli milletvekilleri, yine önemsediğim bir konuyu, bu kanunla direkt ilgili olmasa da sizlerle paylaşmak istiyorum. Önceki konuşmacılar da ifade ettiler.
Değerli arkadaşlarım, bugün bir Çek Kanunu meselesi yaşanıyor. Biliyorsunuz Meclis tatile girmeden önce bir tasarı getirdiniz komisyona ve o tasarıyla birlikte, cezaevinde karşılıksız çek suçundan yatan insanlarda, ailelerinde ve bu suç sebebiyle kaçak durumda olan insanlarda bir beklenti oluşturdunuz. Yani, bu öylesine bir beklenti ki, “Bir şekilde bu mesele çözülecek.” dendi, cezaevindeki insanlar ümitlendirildi, aileler ümitlendirildi. Her gün sizlerin de çek mağduru insanlar tarafından aranma durumunda olduğunuzu biliyorum. Bu konudaki bu beklentinin bir şekilde karşılanması gerekir. Bizim önerimiz, bizim teklifimiz “Efendim bir af çıkarın da…” değildir. Burada çek meselesinin mağduru sadece cezaevinde yatanlar değil mutlaka, bir şekilde mal verip güvenerek çek almış insanların da bir mağduriyetinin olduğunu kabul ediyoruz fakat bu şekilde yürümediği de ortaya çıkmıştır. Bugün bir, bir buçuk milyon çek yaprağının yazıldığını biliyoruz, sadece Yargıtaydaki ilgili dairede yetmiş beş bin dosyanın beklediğini biliyoruz.
Komisyona böyle bir tasarı geldiği için mahkemeler ve Yargıtay ellerindeki dosyanın üzerinde işlem yapmıyorlar, bir lehe değişiklik olursa uygulayabilmek adına.
Şimdi, biz, arkadaşlar, şunu teklif ediyoruz: Çek, bir şeklî suç olmaktan çıkarılabilir mi, bunu tartışmamız lazım. Bugünkü uygulamada çek karşılıksız çıktı mı başka bir araştırmaya gerek olmaksızın hapis cezasını gerektiren bir suç olarak tanımlanıyor. Oysa ödeyememek ya da alacağını tahsil edememek ekonominin içinde öngörülebilir bir risktir. O sebeple, çeki bir şeklî suç olmaktan çıkarıp, bunu bu şahıs kasten mi ödemiyor, bir dolandırıcılık kastıyla mı ödemiyor, daha çeki verirken ödemeyeceğini mi hesap ederek bu çeki vermiş, yoksa ekonominin rutin gidişi içerisindeki tabii riskler sonucu mu ödeyemez hâle gelmiş, bunu ayırt edebilecek, yani dolandırma kastıyla hareket edenlerle ekonominin risklerine maruz kalmış insanları birbirinden ayırabilecek öyle bir yapının ortaya konması lazım.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
RIDVAN YALÇIN (Devamla) – Sayın Başkan, son bir cümle, bitiriyorum.
BAŞKAN – Buyurun efendim.
RIDVAN YALÇIN (Devamla) – Ben özellikle Sayın Bakandan şunu istirham ediyorum: Her gün rahatsız ediliyoruz, insanlar telefonla bize ulaşıyor, fakslarla, mektuplarla. Bu konuda Hükûmet adına bu çek meselesiyle ilgili nedir son kanaat, bu söylenirse, en azından bu beklenti kırılır, insanlar mevcut durumu kabullenir, ona göre pozisyonlarını alırlar ama bugün, her geçen gün artan bir kanayan yaraya dönüşmüştür ve bir an evvel bu konunun bütün yönleriyle düşünülüp konuşulduğu bir yasal düzenleme ihtiyacını ifade ediyor, yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Sayın Yalçın, teşekkür ediyorum.
Sayın milletvekilleri, bölüm üzerinde soru-cevap işlemi gerçekleştireceğiz, on beş dakika süreyle.
Sayın Genç, siz soru sormaktan vaz mı geçtiniz?
KAMER GENÇ (Tunceli) – Vazgeçtim.
BAŞKAN – Vazgeçtiniz, peki.
Sayın Tankut…
YILMAZ TANKUT (Adana) – Sayın Başkan, teşekkür ediyorum.
Sayın Bakan, Borçlar Yasa Tasarısı’nı görüştüğümüz bu zaman dilimi içerisinde devletin kurumlarının iş yaptırdığı yüklenici ve firmalara borçlarını ödeyemediği, kısmi ödemeler yaptığı ve çok geç ödeme yaparak büyük mağduriyetlere sebep olduğu ifade edilmektedir. Örneğin, hemen yanı başımızda Gölbaşı Örencik’te TOKİ tarafından yaptırılan ve Meclis personelinin de ağırlıklı olarak ikamet etmeye çalıştığı beş bini aşkın konutun teslimi çok geç yapılmıştır. En son 1 Kasım itibarıyla bütün eksikliklerin giderileceği taahhüt edilmesine rağmen ve hak sahiplerinin de önemli bir kısmının taşınmasına mukabil TOKİ’nin belediye ve yüklenicilere borcunu ödemediğinden dolayı yol, su, doğal gaz ve elektrik hizmetleri tamamlanmamış ve kışın bu soğuk günlerinde TOKİ Gölbaşı Örencik’te oturmaya çalışan insanlarımız çamura, soğuğa ve susuzluğa mahkûm edilmiştir. Bu gelişme ve sıkıntılardan haberdar mısınız? Söz konusu insanlarımızın mağduriyetinin giderilmesi için acilen neler yapmayı düşünüyorsunuz?
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN – Teşekkür ederim.
Sayın İnan…
MÜMİN İNAN (Niğde) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.
Sayın Bakanım, özellikle kırsal kesimlerde elektrik sulama borçlarından dolayı, Ziraat Bankası, tarım kredi borçlarından dolayı, borcunu ödeyememekten, iyi niyetten kaynaklanan ama borcunu ödeyememekten dolayı birçok vatandaşımız icra takibine uğramakta, taahhütlerini yerine getiremediği için de, maalesef, cezaevlerine düşmektedir. Özellikle belirtmek istiyorum, Niğde Cezaevinin kapasitesi 350 kişi olmasına rağmen, maalesef, bu ekonomik suçlardan dolayı kapasitesinin 2 katı kadar mahkûm cezaevlerinde yatmaktadır. Bu konuyla ilgili düşüncelerinizi ve yapacağınız çalışmaları öğrenmek istiyorum.
Teşekkür ediyorum efendim.
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın İnan.
Sayın Yıldız…
HÜSEYİN YILDIZ (Antalya) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Sayın Bakan, yasadaki deyiminizle, öneren konumundaki Sağlık Bakanlığı tüm vatandaşlara domuz gribi aşısı yaptırmaları önerisinde bulunmaktadır. Öneren konumundaki Sağlık Bakanı, domuz gribi aşısıyla ilgili olumsuz görüş bildiren siyasileri ve bilim adamlarını dava edeceğini ifade etmektedir. Sayın Başbakan da aşı hakkında olumsuz açıklama yapmış, önerenin Sağlık Bakanı da olsa ifade etmiştir. “Sağlık Bakanı Sayın Başbakan hakkında da yasal işlem yapacak mıdır? Yapamıyorsa istifa edecek midir?” diye soracaktım. Ancak Sayın Bakan az önce oturuyordu, şimdi sanıyorum… Geri gelmiş. Bu sorumun cevabını duymak istiyorum Sayın Bakandan.
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN – Teşekkür ederim.
Sayın Ünlütepe…
HALİL ÜNLÜTEPE (Afyonkarahisar) – Sayın Başkan, aracılığınızla Sayın Bakana şu soruyu yöneltmek istiyorum: Bir Borçlar Yasası’nı görüşüyoruz. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nde borçtan dolayı özgürlüğünden yoksun bırakılma yasağı vardır. Ayrıca Anayasa’mızın 38’inci maddesinde “Hiç kimse yalnızca sözleşmeden doğan bir yükümlülüğü yerine getirmemesinden dolayı özgürlüğünden alıkonulamaz.” denilmektedir. Buna rağmen karşılıksız çek keşide eden pek çok çek mağduru Çek Yasası’na muhalefetten hükümlü olarak cezaevlerinde bulunmaktadır.
Şimdi soruyorum: Ekonominin kötü yönetimi sonucu ticaret erbabının çeklerini ödeyememesinde Hükûmetinizin sorumluluğunu kabul ediyor musunuz? Çek Kanunu’na muhalefet suçundan hükümlü sayısı kaçtır? Bunlardan kaç tanesi cezaevindedir? Ticaret yaptıkları için hapis cezası alarak cezaevlerini dolduran karşılıksız çek mahkûmlarına ve ailelerine…
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Ünlütepe.
Sayın Uslu…
CEMALEDDİN USLU (Edirne) – Teşekkür ederim Sayın Başkanım, aracılığınızla Sayın Bakana soruyorum: Genel itibarıyla baktığımızda Türk Ticaret Kanunu, Türk Borçlar Kanunu ve Türk Medeni Kanunu’nda dil konusunda, madde numaralarında, sistematik ve terminoloji noktasında bir uyumsuzluğun olduğunu düşünmekteyim. Bunu birçok akademisyen ve ilgililer de söylediler. Tasarının görüşmeleri esnasında gerek Komisyon Başkanı gerek AKP grup sözcüleri bu hususta ısrarla doğru yapıldığını ifade ettiler. Bu tasarı kanunlaştıktan sonra bu uyumsuzluklar ortadan kalkmış mı olacaktır? Bu tartışmalar sürüp gitmeyecek midir?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Uslu.
Sayın Bulut…
AHMET DURAN BULUT (Balıkesir) – Sayın Başkanım, aracılığınızla Sayın Bakanıma soruyorum: Balıkesir’de Muammer Birdar esnaftır. Muammer Birdar diyor ki: “Ben esnaf kefalet kooperatiflerinden yüzde 8 faizle borç aldım ancak işlerim iyi gitmedi ve bu borcumu zamanında ödeyemedim, temerrüde düştüm, banka benden yüzde 126 faizle bu parayı almak için icraya verdi. 72’den yüzde 26’ya kadar ve bu yüzde 26 rakamı Ziraat Bankasının uyguladığı bir rakam.
Böylesine zor şartlar altında bulunan esnafa uygulanan bu faizi uygun görüyor musunuz? Bunları düzeltmek adına, bunlara bir çekidüzen vermek adına, bu başıboşluğa engel olmak adına ne gibi bir çalışma yapmayı düşünüyorsunuz?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.
Sayın Orhan…
AHMET ORHAN (Manisa) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Bakan, içinde bulunduğumuz günlerde tüm toplum kesimleri büyük bir ekonomik sıkıntı içerisinde ancak esnaflarımız ve özellikle de perakendeci esnaflarımız, bakkallarımız daha da müşkül durumda.
23’üncü Dönemin hemen başında Meclis Genel Kurullarında hipermarketler ve alışveriş merkezleri kanununun getirileceği ifade edilmiş olmasına rağmen, bugüne kadar bu konuda herhangi bir ilerleme olmamıştır. Bakkallarımızı, perakendeci esnafımızı bir miktar müşkülattan kurtarmak için hipermarket kanununu, alışveriş merkezlerini düzenleyen kanunu ne zaman Meclis gündemine getireceksiniz?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.
Son olarak Sayın Dibek…
TURGUT DİBEK (Kırklareli) – Teşekkür ederim Başkan.
Sayın Bakanım, sorum Borçlar Kanunu’yla ilgili değil ama az önce ben kürsüde bir dinleme tutanağı okudum, telefon konuşması tutanağı okudum, Erzincan Sulh Ceza Mahkemesinin verdiği bir karara istinaden. Erzincan Cumhuriyet Savcılığı bir cemaat hakkında bir soruşturma başlatmış, o kapsamda birtakım şüpheliler dinlenmiş. Basından öğrendiğimiz kadarıyla daha sonra, o soruşturmayı yapan cumhuriyet başsavcısı hakkında Adalet Bakanlığı Teftiş Kurulu soruşturmayı başlatmış durumda. Ben, sayın savcı hakkında bu soruşturmanın, bu, az önce bahsetmiş olduğum, okumuş olduğum metindeki o cemaatle, soruşturmayla bir ilgisi olup olmadığının ve bu soruşturma sonuçlandı mı, sayın savcı hakkında, çünkü basında bu konuda bir haber yok; sonuçlandıysa sonucu nedir? Onu öğrenmek istiyorum Sayın Bakanım.
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Dibek.
Sayın Bakanım, buyurun efendim.
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI CEMİL ÇİÇEK (Ankara) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Değerli milletvekilleri, şimdi, evvela bir hususu bir tavzih etmemiz lazım. İç Tüzük’ümüzde soru sormak bir denetim mekanizmasıdır. Sayın milletvekilleri, İç Tüzük’ün 97’nci maddesindeki şartlara uymak kaydıyla, o kapsamdaki konular olmamak kaydıyla hükûmetten istedikleri konuları öğrenebilmek için soru sorabilirler. Bunlar sözlü olabilir, yazılı olabilir. Biz de bunlara imkân ölçüsünde cevap vermeye çalıştık. Geçmiş rakamlara bakarsak da önemli ölçüde bunları cevaplandırmaya çalışıyoruz. Ancak şimdi konuştuğumuz konuyla ilgili soru sormak farklı bir maksat içindir. Önemli bir konu konuşuluyor, yasa konuşuluyor, soru sormaktan kasıt, ileride yasayı uygulayıcılar bakımından, bu konuyu gündeme getirip yazacaklar, makale yazacaklar bakımından, eğer müphem bir husus varsa o konunun aydınlatılmasına yardımcı olmak bakımından görüşülmekte olan konu ve kanunla sınırlı olmak kaydıyla soru sorulabilir. Başka maksatla gündeme getirilen konular elbette burada konuşulabilir ama görüştüğümüz konu vesilesiyle konuşulacak konular değil.
O nedenle, bazılarını tabiatıyla cevaplama imkânım yok. Mesela TOKİ’yle ilgili olarak benim haberim var, Sayın Tankut sık sık yazılı soru önergesi de veriyor. Dolayısıyla biz bunlara müteaddit defalar cevap da verdik, hatırlıyorum. Burada da cevaplandırmaya çalıştık ama buna rağmen yine eksik bilgi olabilir, verilen cevaplar yeterli olmamış olabilir ama Borçlar Kanunu’yla konunun ilgisi yok. Soruların bir kısmı bununla ilgili.
İkincisi, tabiatıyla cezaevlerinde bir artış var, cezaevlerinde yatan insanda. İşin esasına girilmeden dışarıdan baktığımızda, rakamın yüksekliğine bakıp “Şu şundandır, bundandır.” tarzında topluma yanlış bir bilgi veriliyor. Cezaevlerindeki artışın en temel sebeplerinden birisi, 2005’te, geçen dönem Cumhuriyet Halk Partisiyle birlikte yaptığımız İnfaz Yasası’ndaki çok önemli bir değişikliktir. Eskiden yüz gün ceza alan kırk gün yatıyordu. Bir de, her bir buçuk senede bir… Çünkü cumhuriyetimizin 86’ncı yılını kutladık. Çıkardığımız af yasasının sayısı kırk sekizdir, belki bu kırk dokuz da olmuş olabilir, bakın. Yani, seksen altı yılda kırk sekiz defa af kanunu çıkarmışsınız. İnfazda da yüz gün ceza alıyorsunuz kırk gün yatıyor. Bunun üzerine de af geldiği zaman en ağır cezayı işlemiş olan bile üç beş sene sonra aramıza dönüveriyor. Hâlbuki, yaşadığımız tecrübelerden yola çıkarak geçen dönem yaptığımız düzenlemeyle artık bundan sonra yüz gün ceza alan kırk gün değil üçte 2’sini yatmış olacaktır. Tekerrür hâlinde durum daha farklıdır. Örgütlü suçlarda ise dörtte 3 yatacaktır.
Şimdi, 1 Haziran 2005’te yürürlüğe giren bu yasanın sonuçları görülmeye başlamıştır. Eğer cezalarda caydırıcılık yoksa insanları suç işlemekten nasıl alıkoyacaksınız? Onun için, istenmiştir ki bir taraftan cezada belli bir dengeyi sağlayalım, öbür taraftan da suç işleyen insan, en ağır suçu işlemiş olan insan, adam öldürmüş olan insan, üç sene, beş sene… “Nasıl olsa üç sene yatarım, arkasından da bir af, gelirim.” deyip cüretkâr olmasın düşüncesiyle böyle bir düzenleme getirilmiştir. Cezaevlerindeki artışın en önemli sebebi budur. Bunu bilgi olarak arz ediyorum, hukuki malumat olarak.
Onun için, artışı tek başına ekonomik sebeplere bağlamak bence doğru değil. Eğer böyle oluverse en gelişmiş ülkelerdeki suç işleme oranı bizden çok daha fazla, her türlü sosyal güvenliği var. İşsiz kalırsa büyük ölçüde tazminat alabiliyor. Sağlık giderleri, eğitim giderleri büyük ölçüde devlet tarafından karşılanıyor ama buna karşılık suç işleme oranı bizden çok daha fazla. Demek ki cezaevlerindeki meseleyi sadece bir ekonomik imkâna ya da imkânsızlığa bağlamak da bence her zaman suç olgusunu anlamakta, kavramakta bize zorluk çıkarır.
Üçüncüsü, Çek Yasası’yla ilgili. Sayın Ünlütepe, biliyoruz ki Adalet Komisyonunda bir düzenleme var toplumun değişik kesimlerinden gelen taleple ilgili olarak, tabii, karşılıksız çıkan her çeki de “Ekonomik sıkıntıya düştü de bundan dolayı ödemedi.” tarzındaki bir kanaate varmak da doğru değil çünkü bu çekin bir de alıcısı var. İçerdekini düşüneceğiz, eğer hakikaten elinde olmayan sebeplerden dolayı içeri düşmüşse ona bir imkân getirelim, onun çıkmasını temin edelim ama öbür tarafta bir kısım konuları, bir kısım durumları, bir kısım gelişmeleri istismar ederek alacaklıyı da dolandırdıysa, bunun ikisinin ayrımını yaparak bir kanun çıkarmak gerekir, bir dengeye oturtmak gerekir; aksi takdirde, çekler, gelişigüzel… Çünkü bir güven meselesidir. Çeke güvenmeyecekse, başka bir şeye güvenmeyecekse bu çok doğru olmaz. Onun için, doğruyla yanlışı belli bir adalet ölçüsü içerisinde denkleştirmek lazım zaten ve biz de bu kanıya vardık ki bir Çek Yasası’nda düzenleme yapalım. Nitekim Adalet Komisyonunda epey görüşüldü, tartışıldı, tartışılıyor. Zannediyorum bu hafta içerisinde veya önümüzdeki hafta Komisyonda bir uzlaşmaya varılırsa, yani bir taraftan içerde yatanların talepleri var, öbür taraftan da “Aman ha, bunları çıkardığınız takdirde biz alacağımızı nasıl alırız?” düşüncesiyle bir öbür taraftan da baskı geliyor. Onların da kendilerine göre haklı tarafları var. Dengeyi sağlamak lazım. Ama Meclisimizin gündemindedir. Ümit ediyoruz ki en kısa sürede bunları sağlamak mümkün, dengeye oturtmak mümkün olacak.
Bir değerli arkadaşımızın sorduğu konu, temel yasalar arasındaki uyum meselesiyle ilgilidir. Zaten Sayın Komisyon Başkanımızın da biraz evvel temas ettiği konuların bir bölümü bununla alakalı. Burada uyum meselesinde şuna dikkat etmemiz lazım: Eğer bir kavramı ya da bir kurumu Ticaret Kanunu farklı tanımlıyor, Borçlar Kanunu farklı tanımlıyor, bir başka yasada farklı tanımlanıyorsa ya da unsurlarında artırma veya eksiltme yapılıyorsa o zaman bundan farklı sonuçlar çıkabilir. Kurumlar aynı kalıyor da dil konusunda demin tartıştığımız, daha işin başlangıcında tartıştığımız sebeplerden dolayı bir kısım hususlar varsa, bunu olabildiğince düzeltmeye çalışıyoruz. Ama ne yapalım ki bu temel yasaların hepsi aynı anda çıkmıyor. Bir suçlama filan olarak da lütfen anlamayın çünkü böyle, bir yere varamayız suçlamakla. Doğruyu… Çünkü teknik bir yasa konuştuğumuz için.
Şimdi, Borçlar Kanunu, Medeni Kanun’un parçası. Eskiden öyle. Şimdi mütemmim cüzü. Şimdi ne diyoruz? 5’inci kısmı. O zaman da ifade etmeye çalıştım: Medeni Kanun’u çıkarırken frakı giydirmişiz, papyonu takmışız. Şimdi diyoruz ki Borçlar Kanunu’na gelince “Altına şalvar giydirelim. Bu buna uymuyor!” Başlangıçta işi doğru tutmak lazımdı. Yani gömleğin ilk düğmesini başlangıçta düzgün ilikleseydik sonrakiler düzgün olurdu. Baştan yanlış iliklemişiz. Şimdi bunu nereye kadar oturtabiliriz, onu yapmaya çalışıyoruz bir imkân bulabilirsek. Bu tenkitlere, bu taleplere ben de katıldığımı, Hükûmet olarak da katıldığımızı ifade ettik. Sayın Başkan bir yöntem söyledi. Bunu tartışabiliriz. Uygulama yasası çıkacak bunun, orada çözebiliriz diyorum. Yani bu tenkitleri yabana atmıyorum. Büyük ölçüde de katılıyoruz ama her işin de bir zamanı var idi. O zamanda bu işler düzeltilemeyince, şimdi geriye döndüğümüzde, o zaman bu işin içerisinden çıkma şansı yok. Kaldı ki temel yasaları burada önergelerle düzeltmeye kalktığımızda tümüyle işin içinden çıkılmaz hâle geliriz, bir hukuki kargaşa çıkar. Medeni Kanun da yürürlüğe girdiği tarihten bu tarafa yedi sene geçti, yedi senedir uygulanıyor. Bununla ilgili de içtihatlar oluşturulmaya başlandı.
Bir savcıyla ilgili soruşturma filan konusu, demin söyledim. Bu, soru sorulma kapsamındaki bir konu değildir. Onu lütfederse değerli arkadaşımız yazılı veya sözlü soru olarak söyler. Kaldı ki ben de bilmiyorum, yani işin açıkçası o soruşturma nedir, ne değildir, onu bilmediğim için de buna cevap veremem.
Hipermarket yasası da doğrudan bu konuyla alakalı değil.
Arzım bu kadar Sayın Başkan, teşekkür ediyorum.
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Bakan.
Saygıdeğer milletvekili arkadaşlarım, ikinci bölüm üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.
OKTAY VURAL (İzmir) – Sayın Başkan, yoklama talebimiz var.
(MHP sıralarından bir grup milletvekili ayağa kalktı)
BAŞKAN – Şimdi, ikinci bölümün maddelerinin oylamasına geçmeden önce bir yoklama…
İkinci bölümde yer alan maddeler varsa o madde üzerindeki önerge işlemlerini yaptıktan sonra oylarınıza sunacağım.
Arkadaşlarımız bu arada yoklama istedi, başlığı okutup sonra…
OKTAY VURAL (İzmir) – Efendim, maddelerine geçilmesinden önce…
BAŞKAN – Pardon, düzeltiyorum Sayın Vural.
Şimdi, önergeyi okutup önergeyi işleme aldığımız zaman sizin talebinizi yerine getireceğim. Ben de yorgunluktan belki hata yaptım.
Buyurun oturun efendim, oylama sırasında tekrar tespiti yapalım.
31’inci maddenin başlığını okutuyorum:
2. Yanılma hâlleri
a. Açıklamada yanılma
MADDE 31-
BAŞKAN – Madde üzerinde iki önerge vardır, önergeleri okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan Borçlar Kanunu Tasarısının 31. maddesinin “a. Açıklamada yanılma” şeklindeki başlığının “a. Esasta yanılma” şeklinde; ayrıca madde metni içeriğinde yer alan “yanılan” kelimelerinin “yanılmaya düşen” ibaresi ile değiştirilmesini teklif ederiz.
Ali Rıza Öztürk
Halil Ünlütepe
Tayfur Süner
Mersin
Afyonkarahisar
Antalya
Turgut Dibek
R. Kerim Özkan
Atila Emek
Kırklareli
Burdur
Antalya
BAŞKAN – Diğer önergeyi okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan “Türk Borçlar Kanunu Tasarısı”nın 31. Maddesinin, madde üst başlığında ve madde metninde geçen yanılma kelimeleri yerine “hata” kelimesinin yazılmasını,
Madde alt başlığının beyanda hata şeklinde değiştirilmesini,
Madde metninde yer alan “yanılan” kelimeleri yerine “hata yapan” kelimesinin yazılmasını,
Maddenin 1. fıkrasının 1. bendinde geçen kurulmasını kelimesi yerine yapmak kelimesinin yazılmasını arz ve teklif ederiz.
Faruk Bal
Mehmet Şandır
İzzettin Yılmaz
Konya
Mersin
Hatay
Osman Ertuğrul
Beytullah Asil
Rıdvan Yalçın
Aksaray
Eskişehir
Ordu
Behiç Çelik
Mersin
BAŞKAN – Sayın Komisyon, önergeye katılıyor musunuz efendim?
ADALET KOMİSYONU BAŞKANI AHMET İYİMAYA (Ankara) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.
BAŞKAN – Hükûmet?
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI CEMİL ÇİÇEK (Ankara) – Katılmıyoruz.
BAŞKAN – Sayın Uzunırmak, buyurun efendim.
ALİ UZUNIRMAK (Aydın) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türk Borçlar Kanunu’nun 31’inci maddesindeki bir düzeltmeyle ilgili olarak söz aldım. Hepinize teşekkür ediyorum, saygılarımla selamlıyorum.
Değerli arkadaşlar, Sayın Bakanın soru üzerine verdiği cevapta bazı şeylerden ümitlendim ama bu ümidi sonuna kadar taşımak istediğimi ifade etmek niyetindeyim.
Değerli arkadaşlar, kanun yapılırken sadece hukuk adamları için yapılmaz. Kanun dilini eğer sadece hukuk adamları anlıyorsa o kanun vatandaşın yaşaması için, yaşadığı şartlarda yapılmış bir kanun olmaz. Dolayısıyla kanun dili, kanuna bizzat muhatap olan, savunmacının veya uygulayıcının esas muhatap olduğu değil, yaşayanın muhatap olduğu, anlayacağı lisan içerisinde yapılırsa o kanun yaşanır bir kanun olur. Dolayısıyla kanun yaparken bu açıdan dilin önemi çok büyüktür ama burada, tabii ki, Türkiye’nin ve dünyanın gelişen şartlarında Türk Borçlar Kanunu’nun, Türk Ticaret Kanunu’nun elbette ki uluslararası düzeyde yabancı sermayenin, yabancı iş adamlarının, yabancı üretim gruplarının, tüketim gruplarının geldiği ülkemizde kendi ülkelerindeki kanun metinleriyle de uyumlu olması gerektiğine biz de inanıyoruz. Hele hele işte Avrupa Birliği gibi girmek istediğimiz birtakım uluslararası kuruluşlarla da elbette ki bizim uyum içerisinde olmamız gerekliliği anlayışla karşılanabilir ama eğer, biz, tercümeci bir zihniyet içerisinde, oranın terimlerine uydurulmuş, Türk mantığından uzaklaşmış bir anlayış içerisinde kanun yaparsak ondan sonra vatandaşları ya tercümanların eline ya da sadece savunmacıların eline bırakmış oluruz. O kanun yaşayan bir kanun da olmaz.
“Sözleşme kurmak…”, “Sözleşme yapmak…” Elbette ki “kurmak” da, “yapmak” da dil içerisinde kullanılan tanımlardır. Biz burada kanun mu kuruyoruz, kanun mu yapıyoruz? Biz burada kanun yapıyoruz. Elbette ki, sözleşmenin yapılış aşamasına gelinceye kadar “sözleşme kurulmak” mantığından bahsedilebilir ama sözleşme kurulduktan sonraki yapılan icraat, sözleşme yapmaktır kıymetli arkadaşlar. Düz bir mantık içerisinde kanunun bütün metnini siz “sözleşme kurmak” olarak “yapmak” aşamasında tanımlarsanız dil mantığını, dilin ifadesini zayıflatırsınız. Bizim Milliyetçi Hareket Partisi olarak verdiğimiz önergelerde biz bu mantığı düzeltmek istiyoruz.
Değerli arkadaşlar, dilin mantığı vardır. Dilin kelime, terim, tanım, ifade zenginliği aynı zamanda o milletin mantığının zenginliğidir. Dolayısıyla bilhassa kanunlarda bu dil zenginliğini kullanarak Türk milletinin mantık zenginliğinin ortaya konulması gerektiği kanaatini taşıyorum. Tabii ki, bunlar… Ülkede AKP İktidarı birçok şeyi fakirleştirdi, vatandaşı da fakirleştirdi, tanımları ve dili de fakirleştiriyor. Bakın, millet ne hâle geldi?
Kıymetli arkadaşlar, burada sizlerle bir şeyi paylaşmak istiyorum: Suç ve suçlu niteliği, profili, elbette ki çağımızda çok değişiyor. İngiliz tarihçi Toynbee Türk yurtlarını gezerken Kafkaslarda Türklerin -çok affedersiniz yüce heyet- bir hayvan pazarındaki alışverişine şahit oluyor ve orada, hayvan pazarındaki alışverişte asalete ve anlayışa bakın ki, bugün bütün uluslarda borçlunun alacağının garantisi olan herhangi bir belge alacaklıda bulunurken, o gün Kafkaslardaki Türk pazarında alacaklının saçından kesilmiş bir parça borçlunun eline veriliyor ve borçlu alacaklının o saçından…(AK PARTİ sıralarından “Ya kelse?” sesleri)
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Buyurun, konuşmanızı tamamlayınız.
ALİ UZUNIRMAK (Devamla) – … alacaklının saçından alacaklıyı tanımak ve borcunun geldiği günü hatırlamak için o saçı sakladığını anlatıyor Toynbee, İngiliz tarihçi. İşte, Türk milleti, yaşadığı ve yaşatıldığı çeşitli fonksiyonel olaylardan dolayı, bugün, hele AKP İktidarında, evlerde aile facialarına varan; Denizli’de, Türkiye’nin en büyük iş adamlarından birisi olan Funika Holdingin patronunu dahi intihar ettiren bir sıkışıklığın içerisine geldi.
Ben, bu önergeyi, bu mantık içerisinde, dilin zengince kullanılması ve vatandaşın anlayabilmesi ve yaşanabilmesi açısından ısrarla bunları veriyoruz. İnşallah bu düzeltmeler Sayın Bakanın soruya verdiği cevap içerisinde, zaman içerisinde tecelli eder.
Hepinize saygılar sunuyorum, teşekkür ediyorum. (MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Sayın Uzunırmak, teşekkür ediyorum.
Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul edilmemiştir.
Diğer önergeyi okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan Borçlar Kanunu Tasarısının 31. maddesinin “a. Açıklamada yanılma” şeklindeki başlığının “a. Esasta yanılma” şeklinde; ayrıca madde metni içeriğinde yer alan “yanılan” kelimelerinin “yanılmaya düşen” ibaresi ile değiştirilmesini teklif ederiz.
Ali Rıza Öztürk (Mersin) ve arkadaşları
BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor mu?
ADALET KOMİSYONU BAŞKANI AHMET İYİMAYA (Ankara) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.
BAŞKAN – Hükûmet?
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI CEMİL ÇİÇEK (Ankara) – Katılmıyoruz.
BAŞKAN – Sayın Dibek, buyurun efendim.
TURGUT DİBEK (Kırklareli) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; az önce ikinci bölüm üzerinde AKP Grubu adına Sayın Bozdağ konuştu. Tabii konuşmasını dinlerken, Sayın Bozdağ sonuna doğru şunları söyledi yani bu kanunla ilgili olarak: “Biz tüm muhalefetin, herkesin birlikte desteğini bekliyoruz, buna hazırız, birlikte çıkaralım. Her türlü katkıyı da sizlerle beraber almaya hazırız.” dedi. Tabii ağzından bal damlıyordu kendisinin, kendisini de göremiyorum burada, bilmiyorum belki buradadır.
Değerli arkadaşlar, aklıma şu geldi: Meclis tam kapanmak üzere haziran ayı sonunda… Biliyorsunuz, yine buna benzer bir yasa Adalet Komisyonundan gelmişti. Yani biz Komisyonda o yasayı görüşürken işte hem Ceza Kanunu’nda hem de Ceza Muhakemeleri Kanunu’nda belli değişiklikler içeren… Avrupa Birliğinin de talep ettiği bir yasa. İşte, uyuşturucudan ve kara paradan elde edilen kaynaklarla ilgili, onların önlenmesine yönelik birtakım düzenlemelerle ilgili Komisyonumuzdan geçen dokuz maddelik bir yasaydı. Sayın Adalet Bakanı, gündemde olmayan o yasayla ilgili olarak buraya… O gün gündemde başka yasa vardı, onu görüşüyorduk. Geldi ve “Ya bu kanun işte Avrupa Birliği tarafından da talep ediliyor. Sizin de belli bir maddeye itirazınız var, 9’uncu maddeye.” Orada bizler Komisyonda şunu söylemiştik: Tabii ki bu yasa gelsin ama bu, zevahiri kurtarmaya yönelik. Dokunulmazlıkları kaldırmadan, birtakım böyle çok küçük değişikliklerle Türkiye’de yolsuzluğu önlemek, kara parayı aklamak mümkün değil. Yani işin esasına girilecekse orada işin esası dokunulmazlıktı ama buna rağmen o yasada şey vardı değerli arkadaşlar: İşte, bir komisyon kurulması gerekiyordu. Başbakanlık Teftiş Kuruluna aktarılıyordu o yasada. Biz ona itiraz etmiştik. Sayın Bakan geldi, işte “Biz onu kabul ediyoruz. Genelkurmay da talep ediyor. Bakın, sivil kişiler askerî mahkemelerde yargılanınca, işte daha sonra mahkûm olduklarında adil yargılanma hakkının ihlali nedeniyle Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine gidiyor. Sivillerin askerî yargıda yargılanmasına yönelik olan değişikliği Genelkurmay da talep ediyor. Bununla ilgili de bir önerge var. Hep beraber uzlaşalım muhalefetle.” dedi. Ve biz de, evet, arkadaşlarımız da, arkadaşlarımızın, Sayın Bakanın -Türkiye Cumhuriyeti’nin Bakanı kendisi- az önce ağzından bal damlayan o arkadaşlarımızın o sözlerine itibar ettik, herkes konuşmasını çekti değerli arkadaşlar. Benim de konuşmam vardı. Bir tek Şükrü Elekdağ tümü üzerinde konuştu. Onun dışında bir uzlaşma, bir mutabakat, bir güven üzerine herkes konuşmasını çekti. Ne oldu sonra? Ne oldu? Yani o İstinye’deki yüksek duvarları olan güvenlikli binada hazırlandığına inandığım bir değişikliği buradaki insanların güvenini kötüye kullanarak, gece yarısı saat birden sonra, Komisyondaki yetkililer de gittikten sonra, iki satırlık bir maddeyi, hiç konuşulmayan, Komisyonda konuşulmamış olan, burada hiç kimsenin konuşmadığı, Sayın Bakanın gelip de “Biz sizlerle beraber bir şeyler yapmak istiyoruz.” AKP’li grup başkan vekili arkadaşlarımızın da “Sizlerle birlikte yapmak istiyoruz.” dedikleri konuyu geçirdiniz. Türkiye ne hâlde, değil mi arkadaşlar? Yani, nasıl güveneceğiz biz size? Nasıl güveneceğiz değerli arkadaşlar? Tamam “Hep beraber yapalım.” diyorsunuz.
Şimdi, şunu da anlamıyorum. Sayın Bozdağ şunu söyledi: “Ya bu Borçlar Kanunu’yla ilgili olarak gruplar arasında çok fazla bir sorun yok.” Yani “Hocalar doktrinde tartışıyorlar.” Değerli arkadaşlar, biz niye o zaman muhalefet şerhi yazdık, verdik oraya? Laf olsun diye mi yazdık? Mutlaka, bizim de, sanıyorum diğer MHP ve DTP gruplarının da buna itirazları var. Öncelikle, arkadaşlar, bunu hatırlatma ihtiyacı duydum. O gün öyle, bugün böyle olmaz. Güveneceksek, her zaman birbirimize güveneceğiz. Sayın Başbakan çıkıp ondan sonra meydanlara “Uyumasaydınız. Siz önce oy verdiniz.” demişti. Hatırlıyor musunuz değerli arkadaşlar? Biz, oy vermedik ona ama Türkiye Cumhuriyeti’nin Adalet Bakanı gelip belli konularda bir söz veriyorsa, daha sonra buradaki AKP Grubu kendine güvenmiyorsa, çıkıp açık açık Komisyonda konuşamadığı, Meclis gündemine getiremediği bir şeyi gizli gizli, saklı saklı, daha fazla nitelemek istemiyorum ama öyle, geçirmeye kalkıyorsa biz size nasıl güveneceğiz? Neyinize güveneceğiz değerli arkadaşlarım?
AHMET YENİ (Samsun) – Millet bize güveniyor.
TURGUT DİBEK (Devamla) – Milletin de güvenip güvenmediğini Sayın Yeni, mutlaka önümüzdeki dönem göreceksiniz.
Öncelikle, bu konuyu böyle belirtmek istedim. Az önce, Sayın Bakanıma sordum, doğru, o kendisine göre haklıdır ama ben kendi düşüncelerimi o zaman açıklamak ihtiyacı duyuyorum. Az önce, burada bir telefon konuşma metni okudum, Sayın Ahmet Albayrak’la Bitlis Valisi arasında geçen bir konuşma metni. O niye kayda alınmıştı? Erzincan Cumhuriyet Başsavcılığının yaptığı bir soruşturma. Soruşturma İsmailağa cemaatiyle ilgili bir soruşturma.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Buyurun Sayın Dibek.
TURGUT DİBEK (Devamla) – Çok sayıda kişi hakkında soruşturma kapsamında telefonların dinlenmesi yönünde mahkeme kararıyla yapılan bir dinlemeydi, suç unsuru taşıyor. Sayın Valinin beyanları daha çok suç unsuru taşıyor ama tabii Sayın Albayrak’ın beyanları da önemli. Yani, Albayrak bir medya patronu diyebiliriz çünkü imtiyaz sahibi Yeni Şafak’ın, orada AKP’nin herhâlde sahibi veya “sahip” demeyim de yani bir üyesi gibi konuyu takip ediyordu.
Değerli arkadaşlar, o soruşturma üzerine Erzincan Cumhuriyet Başsavcısı –bunu basından takip edebilirsiniz- hakkında Adalet Bakanlığı Teftiş Kurulu derhâl devreye girdi ve kendisi hakkında soruşturma başlattı, telefonları dinleniyordu ve o soruşturma Erzincan’dan alındı Erzurum’a verildi. Erzurum’da da usulen -yüzlerce kişiyi kapsayan o soruşturmayla ilgili olarak- sanıyorum 12-13 kişilik bir dava açıldı, iddianame tanzim edildi değerli arkadaşlar. Bunu da burada… Sayın Bakan bu konuda bilgisi olmadığını söyledi, ben bildiklerimi söyleyeyim: Sayın Adalet Bakanı önceki oturumda şunu söylemişti, demişti ki: “Biz, hâkimlerin yerlerini değiştirmek… Adalet Bakanı olarak benim öyle bir yetkim de yok hakkım da yok.” Yani benim öyle bir şey…
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Dibek, ikinci defa uzatıyorum sürenizi efendim.
TURGUT DİBEK (Devamla) – Bitiriyorum efendim.
BAŞKAN – Lütfen tamamlayın konuşmanızı.
Buyurun.
TURGUT DİBEK (Devamla) – Otuz saniye Sayın Başkanım…
Şimdi, tabii ki doğru, o konuda yetkili olan Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kuruludur ama Sayın Bakanlar şunu yapıyorlar: Derhâl Adalet Bakanlığı Teftiş Kuruluna talimat veriyorlar, gereğini onlara yaptırıyorlar. Yani bunu da burada belirtmek istiyorum. Bu, Erzincan’daki olay da böyle olmuştur.
Kamuoyunun bilgisine sunmak adına bu bilgileri paylaştım. Hepinize saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Dibek.
Önergeyi oylarınıza arz ediyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul edilmemiştir.
Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… kabul edilmiştir.