Şufa (Önalım) Cevaba Cevap Dilekçesi 1
ADANA ASLİYE HUKUK MAHKEMESİNE
DOSYA NO :
DAVACI :
VEKİLİ :
DAVALI :
VEKİLİ :
KONU : Davalının cevabına cevaplarımızın bildirilmesidir.
AÇIKLAMALAR :
1-) Davalı ABC, paylı mülkiyete tabi taşınmazın 48/205 payını önceki paydaşlardan iktisap etmiştir. Önceki hangi paydaşlardan iktisap ettiği önemli olmaksızın ABC’NİN şu anda elinde bulunan 48/205 payın tümü için önalım hakkımızı kullanmak istiyoruz. Dava dilekçemiz buna yöneliktir. Eğer bu hususta sadece DEF’nin ismini yazmak suretiyle bir yanlışlık yapılmış ise düzeltiyoruz. Davamızın konusu aynıdır, ABC’nin önceki paydaş yahut paydaşlardan iktisap ettiği ve şu anda elinde bulunan 48/205’lik payı için önalım hakkımızı işbu dava yolu ile kullanıyoruz.
2-) Davalı cevap dilekçesinde taşınmazı iyiniyetli olarak satın aldığını belirtmiş ise de MK anlamıyla “bir hakkın kazanıma engel bir hususu bilmemek veya bilebilecek bir durumda olmamaktır.” Somut davada teknik hukuk açısından iyi niyet ile ilgili bir maddi vakıa bulunmamaktadır.
3-) Davalı kendi aralarında eski paydaşlar ile yaptıkları adi yazılı şekilde düzenlenmiş satış sözleşmelerini ibraz etmiş ise de bu satış sözleşmeleri kesin hükümsüzdür, zira kanunda belirli şekil şartı öngörülen akitler kanunun gösterdiği şekilde yapılmaz iseler kesin hükümsüzdür. Türk Medeni Kanunu madde 706 fıkra 1’de açıkça belirtildiği üzere “Taşınmaz mülkiyetinin devrini amaçlayan sözleşmelerin geçerli olması, resmi şekilde düzenlenmiş bulunmalarına bağlıdır.” ve davalı tarafın sunmuş olduğu sözleşmeler adi yazılı şekilde düzenlenmiş olması hasebiyle de kesin hükümsüzdürler. Kesin hükümsüz sözleşmelerden hak ve borç doğmayacağı kökleşmiş hukuk ilkelerindendir. Bu sözleşmelerin hukuken bir geçerliliği olmamakla beraber davalı taraf muvazaada bulunduğunu kendi ağzıyla dile getirmiş de olmaktadır, üstelik bunu vergiden kaçmak amacıyla yaptıklarını da çekinmeden dile getirmektedirler. Böyle bir durumda uygulanması gereken kural yerleşik Yargıtay içtihatlarında açıkça yerini bulduğu üzere “bir akdin tarafı kendi muvazaa iddiasını akdin tarafı olmayan üçüncü kişilere karşı ileri süremeyecektir.” Bu durumda davalının biz aramızda başka türlü sözleşme yaptık, tapuya farklı yansıttık iddiası hukuken dayanaktan yoksundur.
4-) Kimse kendisinin tarafı olduğu muvazaa iddiasını üçüncü kişiye karşı ispatlayamaz kuralına dayanıyoruz. Dolayısıyla somut olayda önceki paydaşlar ile davalının aralarında yaptıkları muvazaalı satış akdini, bu akdin tarafı olmayan müvekkilime karşı ileriye süremeyeceklerini beyan ediyoruz.
Davalı tarafın hukuken dayanaktan yoksun olan muvazaalı olduklarını beyan ettikleri akde ilişkin muvazaa iddialarını kendi tanıklarıyla ispatlamaya çalışması ise bu itibarla izaha muhtaçtır. Bu tanıklıkların davaya katkı sağlamayacağı, sonucu etkilemeyeceği açıktır. Davalıların bu şekilde davayı uzatma amacı taşıdığı su götürmez bir gerçektir. Davalı tarafın kendi tanıklarını dinletme ve bilirkişi incelemesi talebi ne dava ne de usul ekonomisine hizmet edecektir. Bu husus apaçık ortada olup bu taleplerin reddini talep ediyoruz.
5-) Nitekim yerleşik Yargıtay kararlarından biri olan Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 11.06.1997 tarihli 1997/6-256 Esas ve 1997/518 Karar numaralı kararında davamızın haklılığı ile ilgili husus şu ifadeler ile açıkça belirtilmiştir:
“DAVA VE KARAR : Taraflar arasındaki “şuf’a” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Mersin Asliye 1. Hukuk Mahkemesi’nce davanın reddine dair verilen 28.9.1995 gün ve 1995/58-802 sayılı kararın incelenmesi davacı vekili tarafından istenilmesi üzerine; Yargıtay 6. Hukuk Dairesinin 5.3.1996 gün ve 1996/1857-1993 sayılı ilamı:
(Dava konusu edilen şuf’alı payların davalıya 12.1.1995 tarihinde 30.408.000 lira bedel ile satıldığı tapudan gelen yazıdan anlaşılmaktadır. Davalı akdin tarafı olduğu için bedelde muvazaa iddiasında bulunamaz.
Dava satışı izleyen 1 ay içerisinde açıldığından uzun süre sonra açılmış davalarda ileri sürülen aradan geçen süre içerisinde ekonomik ve objektif nedenlerle değer artışının nazara alınması gerektiği görüşünün olayda uygulama yeri de bulunmamaktadır. Bu bakımdan davanın tapuda gösterilen satış bedeli üzerinden kabulü gerekirken yazılı şekilde red kararı verilmesi Usul ve Yasa’ya uygun olmadığından hükmün bozulması gerekmiştir… ) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda; mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
YARGITAY HUKUK GENEL KURULU KARARI:
Hukuk Genel Kurulu’nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kâğıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dosyadaki tutanak ve kanıtlara, bozma kararında açıklanan gerektirici nedenlere göre, Hukuk Genel Kurulu’nca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi Usul ve Yasa’ya aykırıdır. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.
SONUÇ : Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı ( BOZULMASINA ) oybirliği ile karar verildi.”
6-) Yukarıda alıntıladığımız Yargıtay içtihadının da ışık tuttuğu üzere tapuda gösterilen senet üzerinden önalım hakkını kullanmak istiyoruz. Bahsi geçen bedeli mahkemenizin uygun göreceği şekilde ödemeye hazırız.
7-) Davalının taşınmaz payının bilgimiz dâhilinde alındığını, tüm satış evresinden haberdar olduğumuz, taşınmazın ne miktara satıldığını bildiğimiz iddialarını ise kabul etmiyoruz. Bu hususta Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 2005/-358 Esas ve 2005/470 Karar numaralı kararında geçen:
“Önalım hakkı; paydaşlara noter aracılığıyla bildirilmişse üç ay, bildirilmediği hallerde satış tarihinden itibaren iki yıl içerisinde ancak dava açmak suretiyle kullanılabilir. Süre hak düşürücü olup, re’sen gözetilir. Paydaşların satışı öğrenmelerinin (bizzat satıcı veya alıcı tarafından yazılı belge ile bile öğrenmelerinin) önemi yoktur, üç aylık süreden söz edebilmek için, mutlaka noter aracılığıyla ihtar çekilerek bildirim yapılmalıdır.”
İfadeleri yeterince aydınlatıcı olup, iddiaların hukuki dayanaktan yoksun olduğunu ortaya koymaktadır. Nitekim tarafımıza bu hususta noter aracılığı ile çekilmiş bir ihtar bulunmamaktadır.
HUKUKİ SEBEPLER : BK. md 240 vd., ve sair yasal mevzuat
HUKUKİ DELİLLER :
– Dava dilekçemizde belirttiğimiz deliler
– Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 2005/358 Esas ve 2005/470 Karar numaralı kararı
– Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 11.06.1997 tarihli 1997/6-256 Esas ve 1997/518 Karar numaralı kararı
SONUÇ VE İSTEM :
1- Önalım hakkımızın kabulü ile davalının önceki paydaş yahut paydaşlardan iktisap ettiği Adana 14 parseldeki taşınmazın davalı üzerinde bulunan 48/205 hisse kaydının iptali ile müvekkilim adına tesciline,
2- Davalının tanık dinletme ve bilirkişiye inceletme taleplerinin reddine,
3- Yargılama giderleri ve vekâlet ücretinin davalıya yüklenmesine,
Karar verilmesini saygılarımla vekâleten arz ve talep ederim.
Ek: Delil olarak dayandığımız Yargıtay Kararları
DAVACI VEKİLİ
Şufa (Önalım) Cevaba Cevap Dilekçesi 2
ADANA 2. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ’NE
DOSYA NO :
DAVACI :
VEKİLİ :
DAVALI :
VEKİLİ :
D. KONUSU : 27 tebliğ tarihli cevap dilekçesine karşı cevaplarımızın sunulmasına ilişkin dilekçemizdir.
AÇIKLAMALAR :
Mahkemeniz nezdinde görülen yukarıda esas numarası yazılı dava, müvekkilimin yasal ön alım hakkını kullanmak için ikame edilmiştir. Davalı tarafça davaya konu yasal hakkının kullanılması engellenmiş üstelik bu talebimizin yasal dayanaktan yoksun olduğu 14 tarihli cevap dilekçelerinde iddia edilmiştir. Davalı tarafın cevap dilekçesi 21 tarihinde tarafımıza tebliğ edilmiş olmakla süresinde cevap dilekçesine cevaplarımızı sunmaktayız. Cevap dilekçesinde iddia edilenlerin aksine davalı tarafın iddiaları yasal dayanaktan yoksun olmakla işbu davamızın kabulü gerekmektedir. Şöyle ki;
1- Davaya konu parseller bakımından mirasçılar arasında fiili taksim olduğu iddia edilse de bu durum, ön alım hakkının mirasçılar tarafından kullanılmaması için kötü niyetli olarak kullanılan bir durumdan öteye geçmemektedir. Zira TARAFLAR ARASINDA -HELE Kİ GEÇMİŞİ 10 YILA DAYANAN- BİR TAKSİM SÖZ KONUSU DEĞİLDİR. Müvekkilim, davalının satın aldığı hissedeki miras payını, diğer mirasçılardan olan kardeşi * ile birlikte kullanmaktaydı. Parseller üzerinde hisseler oranında fiili taksim olduğunu gösterecek herhangi bir sınır bulunmamaktaydı. Nitekim hala öyle bir sınır bulunmamaktadır. Şu haliyle fiili taksim olgusu sadece ön alım hakkının kullanılmasını engellemek için davalı tarafça ileri sürülmüş davamıza uygun olmayan içtihadı bir dayanakta öteye geçemeyecektir. Müvekkilim, kardeşi * ve diğer mirasçılarla birlikte söz konusu parsellerdeki toprağı birlikte işletir, üzerinde ne yapılacağına birlikte karar verirlerdi. Hatta *, müvekkilim çiftçi olduğu için toprak üzerindeki bütün hakimiyeti diğer mirasçılarla müvekkilime bırakmakta diğer tüm mirasçılar hem miras ortaklığı sebebiyle hem de toprağın sıhhati açısından mirasa konu tüm taşınmazı ortak bir amaç için kullanmaktaydı. Bu durum, bütün terekenin fiili bir taksime konu olmadığını açıkça göstermektedir. Taşınmazın olduğu bölgede yaşayan komşular da bu durumun birinci dereceden tanığıdır. Gerektiğinde bu miras ortaklığının bir bütün halinde devam ettiğini bildirebilecek tanıklarımız da mevcuttur.
2- Davalıya davaya konu parseller üzerindeki hisseyi satan Ahmet, müvekkilimin kardeşi Mehmet’in mirasçısıdır. Kardeşi vefat ettikten sonra yeni mirasçı dava dışı Arda, davaya konu parseller üzerinde yasal mirasçı olduğundan ve müvekkilimle iyi ilişkileri olmadığından kötü niyetli olarak davaya konu hisseyi davalıya satmıştır ve bu satıştan ne bizi bilgilendirdi ne de noter aracılığıyla bir bildirim de bulunuldu. Oysaki konu parsellerin mirasçılara hisseleri oranında pay edilmeden herhangi bir taksime uğramadan müvekkilimce de kullanıldığı bilinen bir gerçektir. Ayrıca müvekkilimin olası bir satış durumunda hisseyi alma iradesini de her zaman dile getirirdi.
Satışın gerçekleştiği zaman müvekkilin kullanımında olan bölümde de şeftali ağaçları bulunmaktaydı. Şeftaliden önce, aynı şekilde bütün taşınmaz üzerinde portakal ve hurma ağaçları mevcuttu. Bu durum da tanık beyanlarıyla tarafımızca ispat edilebilir. Görüldüğü ve tarafımızca ispat edilebileceği üzere dava konusu taşınmaz üzerinde fiili taksim bulunmamakta, taşınmaz herkesçe ortak kullanılmaktadır. Diğer hissedarlardan * ve *, ortak kullanıma ilişkin tanıklık yapmak için mahkemece istenildiğinde gelmeye hazırdır. Fiili taksimin varlığı kabul anlamına gelmemekle birlikte, tarım arazisi niteliğinde olan davaya konu parsellerin bulunduğu alanda davalı tarafça, yapıldığı iddia edilen ve hiçbir ispatı olmayan gayriresmi taksim, TMK. m. 676/III, m. 698-699 ve m. 706 gereği zaten geçerli bir taksim olarak kabul edilemez. Zira Türk Medenî Kanunu’nun paylı mülkiyet ilişkisine hâkim olan ilkeler gereğince resmi olmayan şekilde yapılan paylaşma kabul edilemez. Söz konusu paylaşımın resmî şekilde ve Türk Medenî Kanunu’nun öngördüğü düzenlemeler çerçevesinde yapılmamış olması, taksimin geçerli bir taksim olarak nitelendirilmesine de engel olacaktır. Diğer taraftan fiili taksim söz konusu olsa dahi paylı mülkiyetin amaçlarında biri olan yabancı kişilerin topluluğa girmesini önleme amacının gerçekleştirilmesi açısından da yasal önalım hakkının tanınması adil olacaktır.
3- Davaya konu * İli, * İlçesi, * Mahallesi, * Bucağı, 1 Pafta, 122 ve 123 no’lu Parseller bakımından diğer hissedarların da ön alım haklarını kullanmak için dava açtıkları doğrudur. Ancak mahkemelerce salt fiili taksim olduğu düşünüldüğü için davalar reddolunmamıştır. Kaldı ki fiili taksim olduğu olgusu varsayımsal olarak dikkate alındığından eksik değerlendirmeyle hatalı hükümler kurulduğunu düşündüğümüz dosyaların keşif tutanakları, bilirkişi incelemeleri bu dava için delil teşkil etmemelidir. YEREL MAHKEME KARARLARININ BİRBİRİNİ BAĞLAYICI NİTELİKTE OLMADIĞI HUSUSU DA İZAHTAN VARESTEDİR. Davalı tarafça emsal olarak gösterilen dosyalarda mahkemece, kullanılan alanlar arasında sınır komşuluğu bulunmadığından bahisle ön alım hakkının kullanılmayacağına kanaat getirilmiş, davalar bu sebeple reddedilmiştir. Oysa mirasçıların tamamı iki parseli de ortak amaçlarla kullanıp miras ortaklığını, kardeşleri * vefat edene kadar sürdürmüştür. Fiili taksim iddialarının ortaya çıktığı dönem, mirasçılardan Naciye’nin vefat etmesi ve altsoyunun mirasa dahil olması aynı döneme denk gelmektedir. Bu haliyle Türk Medeni Kanunu’un 2. maddesiyle korunan dürüstlük ilkesinin davalı tarafça ihlal edildiği açıkça görülmekte, Yargıtay içtihatları davalı tarafça kötüye kullanılarak olaya uydurulmaya çalışılmakta ve diğer emsal dosyalarda olduğu gibi bu dosyada da bu hakkın açıkça kötüye kullanılmasının hukuk düzeni tarafından korunması beklenmektedir. Bir hakkın dürüstlük kurallarına uygun kullanımı, “hakkın ihtiva ettiği menfaatleri koruyacak şekilde amacına uygun kullanımını” ifade etmektedir. Ancak davalının dilekçesinde ön alım hakkının ihtiva ettiği yasal menfaatlerin göz ardı edilmesi ve dürüstlük ilkesinin taraflı olarak davalılara uygulanması talep edilmiştir. Dürüstlük kuralının olay bakımından somutlaştırılması gerekmektedir. Bu somutlaştırma da ancak taksimin nasıl yapıldığı, ne zamandan beridir fiili durumun devam ettiği, paylı mülkiyette paydaşlığının gideril(e)memesinin sebepleri, paydaşlar arasındaki ilişkiler, kültürün etkisi vb. hususların göz önünde bulundurulmasıyla yapılmalıdır. Çünkü bunlar, dürüstlük kuralını olay bakımından somutlaştıracak hususlardır.
4- Mahkemelerin fiili taksim savunmasına itibar ederek önceki ön alım hakkına dayanan tapu iptal ve tescil davalarını reddetmesi, bu dava açısından kesin hüküm oluşturmayacaktır. Zira şimdi açıklayacağımız husus fiili taksimin olmadığını daha net gösterecektir. Davaya konu parsellerde yakın zamanda şeftali yetiştirildiği, öncesinde portakal ve ondan öncesinde hurma yetiştirildiği yukarıda da belirtilmiştir. Bu birlikteliğin yanında toprağın su ihtiyacı müvekkilim adına kayıtlı ve davalı tarafça satın alınan hissenin üzerinde bulunan su motorundan karşılanmaktadır. Mezkur su deposuna ait su faturaları de ekte sunulmaktadır. 122 ve 123 no’lu parseldeki toprağın tamamı diğer mirasçıların da kabulüyle müvekkilim adına alınmış su aboneliğinden faydalanmaktadır. Ne müvekkilim ne de diğer mirasçılar için mirasa konu parseller ortak kullanıldığından ortak kullanımda olan su motoru da problem teşkil etmemiştir. Bu durum bile tek başına fiili taksimin olmadığını, parsel üzerindeki her alanın ortak kullanımda olduğunu göstermeye yeterlidir. Parsel üzerindeki hisseler oranında fiili taksim yapıldığını gösterir hiçbir emare bulunmamaktadır. Kullanılan yerler arasında ne çit ne duvar benzeri hatlar bulunmamaktadır. Bilakis parsellerin iç içe geçmiş, bütün halinde bir toprak parçasından oluştuğu keşif yapıldığı esnada da görülecektir.
5- Görüldüğü üzere salt davalı tarafın “fiili taksim vardır” iddialarına dayanan cevap dilekçeleri, yasal dayanağı olan iddialarımızı çürütmeye muktedir değildir. Kaldı ki Yargıtay kararları da her ne kadar fiili taksim durumunda ön alım hakkının kullanılamayacağını içtihat etmiş ise de, bu durum keskin hatlarla belirlenmiş bir bölünmüşlük durumunda söz konusu olacaktır. Nitekim aşağıda sunacağımız yüksek mahkeme kararı da sınırların keskin olması gerektiği yönünde karar tesis etmiştir.
Yargıtay 6. Hukuk Dairesi 2001/009712 E. 2002/001375 K.
“…Dava konusu 68 parsel sayılı taşınmaz 46.900 m2 olup, 7 paydaş arasında paylı bulunmaktadır. Davalının fiili taksim savunması doğrultusunda yapılan keşiflerde düzenlenen bilirkişi raporlarından dinlenen tanık ifadelerinden ve tüm dosya kapsamından paydaşların 46.900 m2´lik taşınmazın muhtelif yerlerine evlerini inşa ettikleri, kalan bölümün narenciye bahçesi olarak hisseleri birbirinden belirli bir şekilde ayıran çit ve tel örgü gibi sınır işaretleri olmaksızın bir bütün olarak birlikte kullandıkları anlaşılmaktadır. Davalının bayii Aziz´in 1991 yılında satın aldığı 1/8 hisseyi diğer hissedarlardan ayırarak kullanmaya başlaması ve o şekilde davalıya sattığını açıklaması, tanıkların soyut bir şekilde her paydaşın yerinin belli olduğunu belirtmeleri fiili taksimin yapıldığını göstermez, ileri sürülen bu taksimin ne zaman, kimlerin katılımıyla ne şekilde yapıldığı her bir paydaşın belli ve muayyen bir yeri kullandığı hususları ispatlanmamıştır. Bu durumda taşınmazın taksim edildiği kabul edilemez. Mahkemenin taksimin varlığını kabul ile davayı reddetmesi doğru değildir…”
Ayrıca belirtmek gerekir ki, müvekkilin hisse satışının yapıldığına ilişki duyumları aldığı zamanlarda parseller üzerinde şeftali bahçesi yer almaktaydı ve müvekkilim bu satışı öğrenene kadar hala tüm ağaçların bakımıyla ilgilenmekte ve sulamasını yapmaktaydı. Ancak işbu davayı ikame ettiğimiz öğrenildiğinde davalı tarafça sanki fiili taksim varmışçasına parselin belli bir bölümü sürülmüş ve boş bırakılmıştır. Bunun üzerine davalının kötü niyetinden etkilenmemek adına şuna da belirtmemiz tahkikatın sağlıklı yürümesi açısından elzemdir. Taşınmaz üzerinde fiili taksimin kabul edilebilmesi için taksimin yasal önalım hakkını kullanma imkânı doğmadan önce gerçekleştirilmesi gerekir. Bu zamana kadar parseller üzerinde herhangi bir hat çizilmemiştir. Ancak müvekkilden öğrendiğimiz kadarıyla davalı taraf daha önce hiç mezkur parsellerdeki bahçeye gelmezken davadan sonra avukatıyla birlikte bahçeyi ziyaret etmiştir. Olası bir çit çekme veya tel örgü yaptırma durumunda bunun mahkemenize işbu cevaba cevap dilekçemizle bildirilmiş olması hakkımızın korunması açısından önem arz edecektir.
6- Son olarak şunu da belirtmemiz gerekir ki, Yargıtay, fiili taksimin geçerli kabul edilmesi için, paylaşımın imar mevzuatına uygun olmasını da aramaktadır. Gerçekten de, yüksek mahkemenin bir kararına konu olayda, incelemeler sonucunda taşınmazların, cinsi, yüzölçümü, pay oranları ve paydaş sayısı göz önünde tutulduğunda imar mevzuatı uyarınca aynen taksim edilemeyeceği tespit edilmiştir. Söz konusu kararda, bunun sonucu olarak da fiili taksimin söz konusu olamayacağına vurgu yapılmıştır. Kabul anlamına gelmemekle birlikte, mahkemece yapılacak incelemelerde fiili taksimin var olduğu düşünülürse imar mevzuatına uygunluğun da denetlenmesi gerekecektir. Davaya konu parsellerin imar kanunları açısından mirasçılar oranında fiili taksime konu olamayacağı yine mahkemece yapılacak incelemelerde görülecektir. Tüm bu sebeplerle davalı tarafın yasal dayanağı olmayan iddialarına itibar edilmemeli ve işbu davamızın kabulü gerekmektedir.
HUKUKİ NEDENLER : TMK, TBK, HMK ve sair mevzuat.
HUKUKİ DELİLLER : Tapu kayıtları, tanık beyanları(tanıklar yukarıda belirtilmiştir, ayrıntılı bilgileri istenildiğinde mahkemeye sunulacaktır.), keşif, bilirkişi incelemesi, yüksek mahkeme kararları, faturalar, ilgili ve ikamesi mümkün her türlü delil.
NETİCE VE TALEP : Yukarıda açıklanan ve mahkemece resen göz önünde bulundurulacak sebeplerle;
1- Davaya konu, davalıya ait hissenin tapu kaydının iptali ile bu hissenin müvekkil adına tescil edilmesine,
2- Yargılama giderleri ve vekalet ücretinin, davanın açılmasına sebebiyet veren davalı tarafa yükletilmesine karar verilmesini vekaleten arz ve talep ederiz.
DAVACI VEKİLİ
EK: Ortak kullanımda bulunan ve fakat aboneliği müvekkile ait olan su faturası.