İspat Ne Demektir?
İspat, kelime anlamıyla; bir konu hakkındaki iddiaların doğruluğunu delillerle ortaya koyma; bir hususun doğru veya yanlış olduğunu kanıtlama faaliyetidir. Medeni usul hukukunda ispat ise, tarafların iddia ve savunmalarına dayanak yaptıkları vakıaların doğruluğu konusunda hakimi ikna etme çabalarıdır.
Tarafların, uyuşmazlığa konu maddi vakıaların doğru olup olmadığı hususunda, hâkimde iddia veya savunmaları doğrultusunda kanaat oluşturmaya yönelik olarak delil, karine ve hukuki dayanaklarını sunmaları şeklinde tanımlanabilir.
Hukuk davalarında ispat faaliyetindeki amaç, dava konusu uyuşmazlıkla ilgili hakimin bilgisi dışında oluşan ve davadan önce gerçekleşen vakıaların doğruluğu konusunda hâkimde kanaat oluşturmaktır.
Dava konusu yapılan bir hakkın gerçekten var olup olmadığının anlaşılması, maddi hukukun o hakkın doğumunu veya sona ermesini kendisine bağladığı vakıaların gerçekleşip gerçekleşmediğinin tespit edilmesinin bir sonucudur.
Örneğin; haksız fiil sebebiyle zarar gören birisi, zarar verenin kusurlu bulunması, bu şahsın yapmış olduğu fiilin hukuka aykırı olması ve yapılan fiil ile meydana gelen zarar arasında uygun illiyet bağıran bulunması halinde zararının tazminini isteyebilir . Dolayısıyla hukuk normunun soyut olarak düzenlediği ve kendilerine hukuki sonuç bağladığı vakıalar somut olarak gerçekleşmedikçe veya bunların gerçekleştiği ispatlanmadıkça, o norm uygulanmaz ve hukuki sonuç doğmuş sayılmaz.
Böylece dava açan birinin talep sonucunu kısmen veya tamamen haklı gösteren husus, hakkın dayandırmış olduğu vakıaların ispatıdır. Taraflardan biri ancak hakkını dayandırdığı vakıaların doğru olduğunu veya karşı tarafın dayandığı vakıaların doğru olmadığını ispat ederek davayı kazanabilir veya kendisine karşı açılan davanın reddini sağlayabilir.
Davacı, davasında ne kadar haklı olursa olsun, iddialarının dayanağı olan maddi vakıaları ispat edemez veya ispat eder de daha sonra davalı bunların aksini ispat ederse davayı kaybeder . Buna göre, bir davanın kazanılması veya kaybedilmesi, kanunda kabul edilmiş olan “koşul vakıalara” uygun somut vakıaların ispat edilmesine bağlıdır. Ancak belirtmek gerekir ki, medeni usul hukukunda bir hususun ispatsız kalması, hâkimin hüküm verme zorunluluğunu ortadan kaldırmaz.
Mahkemede İspat Nasıl Yapılır
Hukuk Muhakemeleri Kanunu m. 187/f.’e göre, “İspatın konusunu tarafların üzerinde anlaşamadıkları ve uyuşmazlığın çözümünde etkili olabilecek çekişmeli vakıalar oluşturur ve bu vakıaların ispatı için delil gösterilir”.
Bu hükümden anlaşıldığına göre, bir vakıanın ispatın konusu olabilmesi için öncelikle tarafların üzerinde anlaşamadığı, yani çekişmeli bir vakıa olması gerekir. Dolayısıyla çekişmeli olmayan bir
vakıa hakkında tarafların delil sunmalarına gerek bulunmamaktadır .
Böylece tarafların arasındaki uyuşmazlığın konusu olmayan ve taraflarca ileri sürülmeyen vakıalar ispatın konusunu oluşturmaz . Hâkim de kural olarak taraflarca ileri sürülmeyen vakıaları araştıramaz ve bunların taraflarca ispat edilmesini isteyemez .
İspata konu edilen vakıanın uyuşmazlığın çözümünde etkili olması gerekir. Dolayısıyla hakim, taraflarca ileri sürülmesine rağmen, uyuşmazlığın çözümü için gerekli olmayan vakıaları ayırmalı ve bu vakıalar ile ilgili sunulan delilleri inceleme konusu yapmamalıdır .
İspatın konusu, tarafların iddia ve savunmalarına dayanak yaptıkları vakıalardır . Maddi hukuk bir hakkın doğmasını veya son bulmasını belli vakıaların olmasına bağlı tutmuştur. İşte ispatın konusu da bu vakıalar olup, mahkeme o vakıaların ispat edilip edilmemesine göre karar vermektedir. Mesela, davacı, davalı ile aralarında satış sözleşmesi olduğunu ve bunun gereğini yerine getirdiğini ispat ettikten sonra, davalı satış bedelini ödediğini ispat edemezse davayı kaybedebilir .
Yine örneğin, TMK m. 130’a göre, “Yeniden evlenmek isteyen kimse, önceki evliliğinin sona ermiş olduğunu ispat etmek zorundadır”. Evlenme sırasında eşlerden birinin evli olması mutlak butlan sebebi sayıldığından (TMK m. 145), evli olan bir kimsenin yeniden evlenebilmesi için, önceki evliliğinin sona ermiş olduğunu ispat etmesi gerekir . Yani kanun koyucu, bazı hükümlerin hukuki sonuçlarının meydana gelmesini başka vakıaların gerçekleştiğinin ispatlanmasına bağlamıştır.
Hukuk Muhakemeleri Kanunu m. 187/f. 2’ye göre, “Herkesçe bilinen vakıalarla, ikrar edilmiş vakıalar çekişmeli sayılmaz“. Dolayısıyla herkesçe bilinen vakıalar (maruf ve meşhur vakıalar) ile ikrar edilen vakıalar çekişmeli sayılmadığından, bu vakıaların ispatına da gerek bulunmamaktadır . Örneğin, İkinci Dünya Savaşının veya 1999 Marmara Depreminin herkes tarafından bilinen olaylar olması sebebiyle ispatına gerek yoktur.
Hâkim, kural olarak herkes tarafından bilinen vakıalarla, ikrar edilmiş vakıaların çekişmesiz sayılması ve ispatına gerek olmaması sebebiyle, bunların gerçeğe uygunluğunu denetlemeden, doğru oldukları kanısından hareketle, bu vakıaları olduğu gibi kabul edip hükmüne esas almak zorundadır.
İspata Gerek Olmayan Haller
İspatına gerek olmayan haller şunlardır:
- Çekişmesiz vakıalar,
- İkrar edilmiş vakıalar,
- Herkesçe bilinen ve ünlü olan olaylar,
- Hukuk kuralları (istisna yabancı hukuk kuralları).
İspat Yükü Nedir?
İddia edilen vakıanın neticesi kimin lehine olacak ise ispat yükü de ona aittir. Bu genel kural olmakla birlikte kanunda bazı özel düzenlemeler bulunmaktadır. Kanuni bir karine söz konusu ise, bu karineye dayanan tarafın sadece karineyi ispat etmesi yeterlidir. Son olarak şunu da belirtmemiz gerekir ki; karşı delil gösteren taraf ispat yükünü üstüne almış olmaz.
İspat yüküne ilişkin istisnalar: Olağan bir durumun aksini iddia eden bu durumu ispat eder. Örneğin fiil ehliyetinin olmadığını iddia eden ispat eder.
Yukarıda da bahsetmiş idik, bazı durumlarda ispat yükünün hangi tarafta olduğu bizzat kanun tarafından belirlenmiştir. Örneğin, sözleşmeyi ihlal eden borçlu, sorumluluktan kurtulmak için kusursuz olduğunu kendi ispat etmek zorundadır. Örneğin taraflar ispat yükünün hangi durumlarda kimse olacağına dair özel bir sözleşme de yapabilirler.
Hukukta İspat Araçları
Hukukumuzda deliller kesin ve takdiri deliller olarak ikiye ayrılmaktadır. Yemin, senet ve kesin hüküm kesin delillerdir. Tanık, keşif, bilirkişi, senet dışındaki belgeler ve kanunda düzenlenmemiş deliller ise takdiri delillerdir.
İspat ihtiyacı, “davacının iddialarının, davalının ise savunmalarının temelindeki maddi vakıaların ispatının gerekip gerekmediği hususu” şeklinde tanımlanabilir. Yargıtay’ın bir kararında ispat ihtiyacı, “davada bir tarafça ileri sürülen bir vakıa iddiasının, mahkeme önünde karşı tarafça ikrar edilmesiyle artık o vakıa, taraflar arasında çekişmeli olmaktan çıkar ve bunun sonucu olarak ispatı gerekmez.
İspatın gerekmediği bir halde ise, delilden söz edilemez. İkrar, tek taraflı bir usulü işlem olarak, delil ikame faaliyetini ve ispat ihtiyacını ortadan kaldıran bir taraf beyanıdır” şeklinde ifade edilmiştir.
Kişinin İspat Hakkı
İspat hakkı, Anayasa’nın 36. maddesinde bir temel hak olarak güvence altına alınmıştır. Bu hakkın kullanılabilmesi için, hukuki ve fiili zeminin oluşturulması ve taraflara Anayasanın güvencesi altında bulunan hak arama özgürlüğü kapsamında, iddia ve savunma hakkı ile bunların uygulamadaki tamamlayıcısı niteliğindeki adil yargılanma hakkını fiilen kullanabilme imkanının sağlanması gerekir.
İspat hakkı, medeni usul hukukumuzda ilk defa 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu ile ayrıca ve açıkça düzenlenmiştir. HMK md 189/f. l’de “taraflar, kanunda belirtilen süre ve usule uygun olarak ispat hakkına sahiptir” denilerek, tarafların belirli sınırlar çerçevesinde ispat haklarının bulunduğu ifade edilmiştir. Hükümden de anlaşıldığı üzere, ispat hakkı, kanuni sınırlar içerisinde her iki tarafa da tanınmıştır. Yani ispat hakkı sınırsız değildir, kanundaki usul ve sürelere uygun olması gerekir. Hakim delillerin hukuka aykırı olup olmadığını kendiliğinden değerlendirir.
Böylece ispat taraflar bakımından sadece bir yük olmanın ötesinde ayrıca kanuni bir hak olarak da tanınmıştır . Ayrıca “Hukuki dinlenilme hakkı” başlığı altında düzenlenen HMK m. 27’ye göre, davanın tarafları, müdahiller ve yargılamanın diğer ilgilileri, kendi hakları ile ilgili olarak hukuki dinlenilme hakkına sahiptirler. Bu hak; ilk olarak yargılama ile ilgili olarak bilgi sahibi olunmasını, ikinci olarak açıklama ve ispat hakkını, üçüncü olarak da mahkemenin, açıklamaları dikkate alarak değerlendirmesini ve kararların somut ve açık olarak gerekçelendirilmesini içerir.
Dolayısıyla ispat hakkı hukuki dinlenilme hakkının ayrılmaz bir parçası olup , bu hakkın üç unsurundan birisinin ispat hakkı olduğu söylenebilir. Bu çerçevede ispat hakkı, taraflara iddia veya savunmalarını dayandırdıkları vakıaları ileri sürebilme, söz konusu vakıaların gerçekleşmiş olduğunu delillerle ispat edebilme, delillerin elde edilmesi faaliyetlerine katılabilme ve verilen kararlar hakkında beyanlarını sunabilme şeklinde ortaya çıkmaktadır.
İspat Ölçütleri
İspat ölçüsü, hakimin tarafların iddia veya savunmalarına dayanak yaptıkları maddi vakıaların ispatlanmış sayılabilmesi için, sahip olması gereken kanaatin derecesidir. Tarafların yapmış oldukları ispat faaliyetinin ne zaman başarılı olmuş sayılacağı, yani davacının iddialarının, davalının ise savunmalarının dayanağı olan vakıaların ispatlanmış sayılması ispat ölçüsüne göre belirlenir.
İspat ölçüsü, bir vakıayı düzenleyen normun, o vakıanın ispat edilebilmesi için beklediği düzeydir. Bu ölçü bazen tam ispat olarak aranırken, bazen de yaklaşık ispat olarak aranmaktadır.
Tam İspat
Hukukumuzda kabul edilen asıl ispat ölçüsü olan tam ispatta , iddia veya savunmalara dayanak yapılan maddi vakıaların doğruluğu hakkında, hakimi tam olarak ikna etme ve hakimde tam bir kanaat oluşturma söz konusudur. Burada hakimin maddi vakıaların gerçekleştiği konusunda şüphesiz bir şekilde inanması amaçlanır. Tam ispatta hakimi inandırma faaliyetinde aranan ölçüt, mutlak bir kesinlik olmayıp hakimin vicdanen tam bir kanaate ulaşmış olmasıdır.
Yaklaşık İspat
Yaklaşık ispat, hakimin çoğu kez acele karar vermesi gereken durumlar ya da delil elde etmenin oldukça zor olduğu ve bu sebeple tam ispatın beklenemeyeceği durumlarda aranan bir ispat ölçüsüdür. Yaklaşık ispatta hedeflenen, iddia veya savunmalara dayanak yapılan vakıaların gerçekleşmiş olduğu konusunda hâkimin tamamen ikna edilmesi olmayıp, söz konusu vakıaların gerçekleştiği yönünde ihtimal dahilinde de olsa ikna edilmesidir .
Ancak belirtmek gerekir ki, yaklaşık ispatta vakıa iddiasının yanlış olma ihtimali de her zaman bulunmaktadır . Burada önemli olan husus, hakimdeki kanaate göre vakıanın doğru olma ihtimalinin, yanlış olma ihtimalinden yüksek olmasıdır. Yaklaşık ispat, esas olarak kanunun açıkça öngördüğü hususlarda (HMK m. 390/f. 3) aranan istisnai bir ispat ölçüsüdür.
Dolayısıyla kanuna göre yaklaşık ispatın aranmadığı hallerde hakim tam ispatı arayacaktır . Ancak hukukumuzda buna tam uyulmamakta ve kanunun açıkça izin vermediği durumlarda da yaklaşık ispatın arandığı haller bulunmaktadır .
Örnek: Bir vakıanın gerçekleştiği konusunda hakimde olması gereken kanaat ölçüsünü, 0 ile 100 arasında kabul edeceksek, 0 ile 50 arasındaki kısım, ispatlanmayan kısımdır; 50 ile 100 arasında kalan kısım yaklaşık ispat olarak kabul edilebilir; 100 ise tam ispattır. Belirtmek gerekir ki, bu örnek hâkimde oluşması gereken kanaatin derecesini ifade etmekte olup, ispat bakımından bir kesinliği belirtmesi söz konusu değildir.
İspat Türleri
Asıl İspat-Karşı İspat-Aksini İspat
Asıl ispat, bir vakıaya dayanan ve ona ilişkin ispat yükü altında bulunan tarafın söz konusu vakıanın gerçekleştiği konusunda hakimi ikna etmek için girişmiş olduğu ilk ispat faaliyetidir.
İleri sürülen vakıa için ispat yükünü taşıyan tarafın yapması gerektiği ve uygulanacak olan hukuk normunun koşul vakıasını karşılayan somut vakıaların ispatına yönelik olarak yapılan ispat faaliyetine karşı, henüz ispatın sonucuna ulaşılmadan, hakimde oluşan geçici kanaati sarsmak veya çürütmek ve böylece davanın seyrini kendi lehine çevirmek amacıyla, diğer tarafça gerçekleştirilen ispat faaliyetine ise “karşı ispat” denilir.
Karşı ispat için yapılan bir başka tanım ise, ispat yükünü taşıyan tarafın ispat faaliyetinden sonra, ispat edilmiş bir vakıaya yönelik yeni ve bağımsız olmayıp, diğer tarafın ispat faaliyetine karşı, onu çürütmek maksadıyla yapılan ispat faaliyetidir. Karşı ispat, HMK md 191’de düzenlenmiştir. Buna göre, “Diğer taraf, ispat yükünü taşıyan tarafın iddiasının doğru olmadığı hakkında delil sunabilir.
Karşı ispat faaliyeti için delil sunan taraf ispat yükünü üzerine almış sayılmaz. Dolayısıyla karşı ispat faaliyeti ispat yükünün yer değişmesine sebep olmaz. Aksini ispat ise, asıl ispatın konusunu oluşturan maddi vakıaların ispat edilmiş sayılmasından sonra karşı tarafın, o vakıaların aksini ispat etmeye çalışmasıdır. Aksini ispat, kural olarak kanuni karineler sonucunda oluşan kanaatin çürütülmesi amacıyla yapılan bir ispat faaliyetidir.
HMK md 190/f2’de de belirtildiği gibi, kural olarak karşı taraf kanuni karinenin aksini ispat edebilir. Fakat daha önce de ifade edildiği gibi, aksi ispat edilen kanuni karinelere “adi kanuni karine”, aksi ispat edilemeyen kanuni karinelere de “kesin kanuni karine” denilmektedir. Yani aksini ispat faaliyetinin sadece adi kanuni karinelerde söz konusu olduğunu söylemek mümkündür. Çünkü aksini ispat faaliyeti, karinenin sonucuna yönelik olup, kesin kanuni karinelerin sonuçları da kanun tarafından kesin bir şekilde kabul edildiğinden, karinenin sonucuyla ilgili herhangi bir ispat faaliyeti yapılamaz. Dolayısıyla karinenin temeline yönelik yapılan ispat faaliyeti karşı ispat olarak değerlendirilir.
Aksini ispatla karıştırılan karşı ispatta, asıl ispat yükü altında olan taraf bir vakıa hakkında ispat faaliyetinde bulunur; karşı taraf da bunun doğru olmadığını ortaya koymaya çalışır. Ancak aksini ispatta bir taraf karineye dayandığı için, söz konusu vakıa ispatlanmış sayıldığından, bu yönde bir ispat faaliyetinde bulunmasına gerek yoktur. Karşı taraf bu ispatlanmış sayılan vakıanın aksini ispatlamaya çalışmaktadır.
Doğrudan İspat-Dolaylı İspat
Tarafların, iddia veya savunmalarının dayanağı olan vakıaların gerçekleşmiş olduğu konusunda yapacakları ispat faaliyetini, doğrudan vakıa ile ilgili olan deliller vasıtasıyla yapmalarına “doğrudan ispat” denir.
Tarafların arasındaki uyuşmazlıkla ilgili olan vakıayı doğrudan yansıtan ve söz konusu vakıayı aydınlatacak delillerle değil de, başka komşu vakıalara dayanılarak, uyuşmazlık konusu vakıa hakkında, delillerin değerlendirilmesi suretiyle hakim tarafından bir neticeye varmasını sağlamaya yönelik olarak yapılan ispat faaliyetini de “dolaylı ispat” denilmektedir.
Dolaylı ispatın türlerinden birisi emare ispatıdır. Emare belirti, ipucu anlamına gelmektedir. Emare ispatı ise, uygulanacak olan hukuk kuralının koşul vakıasının, bu vakıaya komşu vakıaların ispatlanması yoluyla, tecrübe ve mantık kurallarına da dayanılarak ispatlanması faaliyetidir. Örneğin, evinde yangın çıkan birisinin, yangından kısa bir süre önce evini yüksek miktarda sigorta ettirmiş olması, o aralar ekonomik durumunun çok kötü olması ve yangının meydana geldiği gün birkaç bidon benzin satın almış olması, evin kendisi tarafından yakıldığına ilişkin emarelerdir.
İlk görünüş ispatı da dolaylı ispatın bir türü olarak kabul edilmektedir. Bu ispat türünde, hakimin, aksinin kabul edilmesi için özel sebepler bulunmadıkça, doğruluğu konusunda genel bir kanı bulunan, güvenilir tecrübe kuralları vasıtasıyla ispat edilen belli vakıalardan yola çıkarak ve mevcut delilleri de değerlendirerek, uygulanacak olan hukuk kuralındaki vakıa unsurlarının tamamının gerçekleştiği sonucuna varması söz konusudur. Bu konuda verilen tipik örnekler, ameliyatta hastanın karnında makas unutulması durumunda doktorun kusurlu olması, aracın ağaca çarpmasında ilk bakışta sürücünün kusurlu olduğu kanaatinin oluşmasıdır.
Çekişmesiz bir vakıayı ispatlamak gerekmez. Bir vakıanın çekişmesiz olması için karşı taraf ikrarda bulunabilir yani iddia edilen olayı kabul edebilir. Böyle bir durumda da ispat gerekliliği ortadan kalkmış olur.
Hukuk Muhakemeleri Kanunu m. 187/f.’e göre, “İspatın konusunu tarafların üzerinde anlaşamadıkları ve uyuşmazlığın çözümünde etkili olabilecek çekişmeli vakıalar oluşturur ve bu vakıaların ispatı için delil gösterilir”. İspat yüküne ilişkin kural daha önce yalnızca TMK md 6’da düzenlenmişken artık HMK md 190 ile de hüküm altına alınmıştır.