İnançlı İşlem Nedir? İnanç Sözleşmesi ve Şartları

İnançlı İşlem: Pozitif hukuk sistemimizde, inançlı işlemi açıkça düzenleyen veya yasaklayan bir hüküm bulunmamaktadır. Yakın tarihlerde yürürlüğe konulmuş olan TMK ve TBK’da da inançlı işlemlere yer verilmemiştir. Ne var ki, uygulamada inançlı işlemler sıkça görülmektedir.

Mülkiyetin ve alacağın devri gibi tasarrufi işlemlerde inançlı işlemlere başvurulmaktadır. Ortada olan bu yasal boşluk karşısında sık sık kullanılan inançlı işlem kavramı varlığını teori ve uygulamaya borçludur.

İnanç sözleşmesi inananla, inanılan arasında yapılan, onların hak ve borçlarını belirleyen, sona erme sebeplerini ve devredilen hakkın inanılan tarafından inanana geri verme koşullarını içeren işlemlerdir.

Teoride inançlı işlemler, bir borca teminat teşkil etmek veya idare olunmak üzere inananın bir hakkını veya mal varlığına dair bir şeyi belirli bir süre veya amaçla inanılana geçirmeyi, inanılanın da emir ve talimatlarına göre kullanıp amaç gerçekleşince veya süre dolunca hakkı tekrar inanana devretmeyi yüklendiği sözleşmeler olarak tanımlanmaktadır.

Bu kısa açıklamadan anlaşılacağı üzere, inançlı işlemler taraflar arasında karşılıklı güvene dayanılarak yapılan ve öngörülen koşulların ilerde gerçekleşmesi halinde bu anlaşmaya uygun hareket yükümlülüğü doğuran sözleşmelerdir. İnançlı işlemin kısaca belirlenen bu niteliği teoride oybirliği ile kabul edilmektedir.

İnançlı işlem, Yargıtay kararlarında da ifadesini bulmuştur: “… inanç sözleşmesi, inanılan tarafın elde ettiği hakkı taraflarca güdülen amaç sona erdikten veya belirli süre geçtikten sonra inanana veya üçüncü kişiye devretme taahhüdünü içeren bir anlaşmadır…” (Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 23.5.1990 T-1990/1 E -202-315 K sayılı kararı)

Roma Hukukundan Bu Yana İnançlı İşlemler Varlığını Sürdürüyor

İnançlı işlem hukuki bir kavram olarak, hukukumuza eski hukukumuzdan gelmektedir. Gerek uygulamada, gerek teoride bu kavram kullanılmaktadır. İnançlı işlemlerin pozitif hukukta yer alması, yasal olarak düzenlenmesi bakımından yasama organına görev düşmektedir.

İnançlı işlemler, Roma Hukukunda fiducia adıyla anılıyordu. Romalılar, itimat etmek, inanmak anlamına gelen Fiduciayı kullanmışlardır. Borçlu, borcu için ayni teminat vermek isterse, alacağın değerine bakılmaksızın bir malın mülkiyetini alacaklıya devretmek zorunda idi. Bunun için fiduciadan (inançlı işlemden) yararlanıyordu.

Türk Hukukunda İlk Ortaya Çıkışı: Namı müstear nedeniyle gündeme gelen 5.2.1947 tarih ve 20/6 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararında inançlı işlemden açıkça söz edilmemiş ise de, teoride ve uygulamada inançlı işlem bu İçtihadı Birleştirme kararı ile ilişkilendirilmiş ve yazılı delillerle kanıtlanabileceği kabul edilmiştir.

Neden İnanç Sözleşmesine Gerek Duyuluyor?

Modern hukuk sistemlerinde inançlı işlemlere çeşitli biçim ve boyutlarda yer verilmiştir. İnançlı işlemlerin iktisadi fonksiyonları hukuk düzeni içinde yer almalarını sağlamıştır.

Uygulamada, inançlı işlemler, Türk Medeni Kanununda, mülkiyetin yönetim ve mülkiyetin teminat amacıyla devrinde, Türk Borçlar Kanununda alacağın tahsil, ödeme ve teminat amacıyla devrinde ve Türk Ticaret Kanununda, ticari senetlerin tahsil ve ödeme amacıyla cirosunda sıkça başvurulan işlemlerdir.

İnanç sözleşmesi, taraflarının hak ve borçlarını kapsayan bağımsız bir akit olup, alacak ve mülkiyetin naklinin hukuki sebebini teşkil eder.

İnançlı İşlemin Unsurları

Tanımı yapılan inançlı işlem, inanç güven anlaşması ve kazandırıcı işlem olmak üzere iki unsurdan oluşur. İnanç anlaşması ve kazandırıcı işlem birbirinden farklı ve ayrı işlemlerdir. Aynı anda veya aynı sözleşme içerisinde düzenlenebilecekleri gibi, önce veya sonra da düzenlenebilirler. Bir işlemin inanç sözleşmesi olarak kabul edilebilmesi için bu iki unsurun bulunması gerekir. Eş bir anlatımla iki unsurun bir arada bulunması ile inançlı işlem vücut bulur. Nadiren bir arada bulunur ve bir bütünü oluştururlar. İki unsurun bir arada bulunması ile inançlı işlem vücut bulur.

📜 “… İnançlı işlem, inanç sözleşmesi ve hakkın devri işlemi (kazandırıcı işlem olarak) olmak üzere iki temel unsurdan oluşmaktadır…” (Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 15. 4. 2011 T. 2011/13 14-189 E/K. sayılı kararı)

İnanç(Güven) Anlaşması

İnançlı işlemin kaynağı karşı tarafa duyulan güvendir. Güven inançlı işlemin önemli bir unsurudur. Yukarıda da açıklandığı üzere inançlı işlem ile inanan mülkiyet veya alacak hakkını belirli bir amaç ve süre ile inanılana devretmekte amacın gerçekleşmesi ya da sürenin dolmasına göre sözleşme konusu mülkiyet yada alacak hakkını tekrar inanana devretmek borcu altına girer. Açıklanan bu niteliği ile inanç güven anlaşması tarafların hak ve borçlarını kapsayan bağımsız bir sözleşme olup, alacak ve mülkiyetin naklinin hukuki sebebini teşkil eder.

İnançlı işlemin kaynağı, karşı tarafa duyulan güvendir. Güven, inançlı işlemin önemli bir unsurudur. İnançlı işlem ile inanan mülkiyet veya alacak hakkını belirli bir amaç ve süreyle inanılana devretmekte, amacın gerçekleşmesi veya sürenin dolmasına göre, sözleşme konusu mülkiyet ya da alacak hakkını tekrar inanana devretmek borcu altına girmektedir.

Bu sözleşme, tarafların hak ve borçlarını kapsayan bağımsız bir borçlandırıcı sözleşme olup, mülkiyetin devrinin hukuki sebebini oluştur.

İnanç güven anlaşması borçlandırıcı bir işlemdir. Güven anlaşması borçlandırıcı, devir işlemi ise, tasarrufi niteliktedir. Bu niteliği ile inanç anlaşması taraflarının hak ve borçlarını kapsayan bağımsız bir akit olup, alacak ve mülkiyetin naklinin hukuki sebebini teşkil eder.

Şekli

İnanç sözleşmesinin konusu taşınır ise adi yazılı şekil, taşınmaz ise resmi yazılı şekilde yapılması gerekir.

Tapulu taşınmazlara ilişkin inançlı işlemin unsurlarından olan inanç anlaşmasının Tapu Sicil Müdürü önünde resmi bir şekilde düzenlenmesi gerekir. TMK’nın 706. maddesinde “Taşınmaz mülkiyetinin devrini amaçlayan sözleşmelerin geçerli olması resmi şekilde düzenlenmiş olmalarına bağlıdır.” hükmünü içermektedir. Bu hüküm karşısında tapulu taşınmaz mülkiyetini geçirme borcunu doğuran devrin hukuki sebebini teşkil eden sözleşmenin resmi biçimde düzenlenmesi gerekir.

Prof. Dr. Fikret Eren, “… Alacağın devri ile taşınmaz malların devrine ilişkin inançlı işlemlerde hukuki sebebi oluşturan inanç anlaşması şekle tabidir. Bu nedenle taşınmaza ilişkin inançlı işlemlerde, inanç anlaşmasının tapuda resmi şekilde yapılması gerekir. İnançlı işlemin ispatı yönünden de inanç anlaşması yazılı delil ile yapılması gerekir.”

Aynı konuyu işleyen Prof. Dr. O. Gökhan Antalya da; “İnanç sözleşmesi çifte sebebi olduğundan her iki sebep yönünden de hakkın konusu olan şeyin tabi olduğu şekle tabidir. Alacağın devrine ilişkin ise yazılı şekilde, taşınmazın devrine ilişkin ise resmi şekilde yapılması gerekir..”

İnançlı işlemin unsuru olan güven anlaşmasının Tapu Sicil Müdürü önünde resmi şekilde düzenlenmesi Yargıtay kararlarında da dile getirilmiştir.

Kazandırıcı İşlem

Kazandırıcı işleme, devir işlemi de denilmektedir. Güvenen tarafından, karşı tarafa(güvenilene) hakkın, tapulu taşınmaz söz konusu ise, taşınmazın mülkiyetinin devrolunmasına ilişkin sözleşmedir.

İnançlı işlemle inanan, sahibi olduğu mülkiyet veya alacak hakkını inanılana kazandırıcı bir işlemle devretmekte, ancak borçlandırıcı bir sözleşme ile onu bazı yükümlükler altına sokmaktadır.

İnançlı işlemin diğer bir temel unsuru da, kazandırıcı işlemdir. Kazandırıcı işlem, güvenen tarafından, karşı tarafa güvenilene, hakkın, tapulu taşınmaz söz konusu ise taşınmazın mülkiyetinin devrolunmasına ilişkin tasarrufi bir işlemdir.

Devir işlemi ile işlem konusu bir taşınmaz ise taşınmazın mülkiyeti, alacak ise, alacak inanılana devredilmiş olur. Tapulu taşınmazların mülkiyetinin devri resmi biçimde düzenlenmiş senet ve tescil ile taşınır ve tapusuz taşınmazların da satış ve zilyetliğinin devri ile mülkiyeti inanılana geçer. Taşınırların mülkiyeti zilyetliğin devri yanında, hükmen teslim, kısa elden teslim ve havale yoluyla teslim şeklinde de olabilir. İnanç konusu tapulu, tapusuz ve taşınır mallar veya haklar devredilmedikçe, inançlı sözleşme tamamlanmış olmaz. Sözleşme bu işlevi nedeni ile niteliği itibariyle kazandırıcı bir işlemdir.

Kazandırıcı işlem, mülkiyetin geçiş sebebini teşkil eder. Bu işlem ile bir kimse, diğer bir kimsenin malvarlığına ilişkin bir menfaat temin eder, kazandırma sağlar. İnançlı(kazandırıcı) işlemin konusu taşınmaz mal ise hukuki sebep mülkiyetin inanılana geçmesi bakımından önem arz eder.

Dava Açma Süresi (Zamanaşımı)

İnançlı İşleme Dayalı Davalarda Zamanaşımı

Hukuk sistemimizde, inançlı işlemler gibi bu işlemelerin tabi olacağı zamanaşımı süresi de düzenlenmemiştir. Ortaya çıkan bu boşluk nedeniyle gerek teoride, gerekse uygulamada inançlı işleme ilişkin davaların TBK’nın 146. maddesindeki 10 yıllık zamanaşımına tabi olduğu kabul edilmektedir.

📜 Yargıtay 14. Hukuk Dairesinin 5.5.2014 tarih, 2014/5256-5089 sayılı kararında “… inanç sözleşmesinden doğan davalar için özel bir zamanaşımı süresi öngörülmediğinden 6098 sayılı TBK’nın 146. maddesi hükmü gereğince bu tür davalarda zamanaşımı süresi 10 yıl olarak kabul edilmektedir. Burada zamanaşımı başlangıcı 6098 sayılı TBK’nın 146. maddesi (818 sayılı Borçlar Kanununun 125. maddesi) uyarınca alacağın istenebilir hale geldiği tarihtir. Başka bir deyişle iddiada bulunanın ferağ umudunu yitirdiği tarihten başlar….”denilmiştir.

10 Yıllık Sürenin Başlangıç Tarihi

Dava süresi bakımından sorun, on yıllık sürenin hangi tarihte başlayacağı noktasında toplanmaktadır.

Zamanaşımı, alacağın muaccel olduğu tarihte, başka bir anlatımla inanç konusu şeyin iadesi gerektiği tarihte işlemeye başlar. İade tarihi henüz gelmemişse inanılan, inanç konusunu elinde tutmakta haklı ise zamanaşımının başlamasına imkan yoktur.

Bir diğer yandan, istisnai bir durum olarak, taşınmazın kadastro görüp, görmemesine göre dava açma süresinin başlangıç tarihi farklılık arz edebilir. Kadastro görmüş ve tespiti kesinleşmiş taşınmazlara ilişkin davanın, tespitin kesinleştiği tarihten itibaren on yıl içinde açılması gerekir. Oysa kadastro görmeyen bir taşınmaza ilişkin inançlı işleme dayalı iptal ve tescil davasının taşınmazın istenebilir hale gelmesi veya ferağ verme umudunun kesildiği tarihten itibaren on yıl içinde açılması gerekir.

Benzer bir anlatımla, alacağın istenebilir hale geldiği tarih, iddiada bulunanın ferağ umudunu yitirdiği tarihten itibaren işlemeye başlar. Davacı, ferağ umudunu davanın açıldığı tarihte yitirmiş sayılacağından dava zamanaşımı süresi dolmamıştır.

📜 “Ramazan’a yapılan temlik işleminin inançlı işlem olduğu açıklanmadığı gibi bu nitelikte bir işlem ise, taşınmazın iade edileceği tarih veya iadenin bağlandığı bir amaç da belirlenmiştir. Bu durumda inançlı işlemin konusu taşınmazın iadesi gerektiği, ümit veya inancının sona erdiği tarih, 10 yıllık sürenin başlangıç tarihi kabul edilir.” (Yargıtay Kararı)

Görüleceği üzere inançlı işlemlerde, işlem konusu malın iade edileceği veya amacın gerçekleştiği tarih belirtilmemiş ise alacağın iade edilmesi umut ve inancının yitirilmesinden itibaren 10 yıllık zamanaşımı süresi başlar. Yerleşmiş ve süreklilik kazanan Yargıtay’ın kararları da bu istikamettedir.

İnançlı İşlemin Tarafları

İnanan: İnanç sözleşmesi, karşılıklı güven esasına dayanan iki taraflı bir sözleşmedir. Bu esasa dayanılarak bir hakkı ya da nesneyi, güvendiği bir kişiye inançlı olarak devreden kimseye “inanan” adı verilmektedir. İnanan hakiki bir şahıs olabileceği gibi, bir hükmi şahısta olabilir.

İnanılan: İnançlı işlemde, devredilen bir hakkı veya nesneyi, kendisine ait bir hak olarak kendi yararına, doğrudan doğruya ve dolaylı olarak kazanan kişiye de “inanılan” denir. İnançlı işlemlerde, kazandırma, doğrudan doğruya inananın mal varlığından yapılabileceği gibi, inananın verdiği yetkiye dayanılarak, inanılan tarafından bir üçüncü şahıstan da yapılabilir.

Üçüncü Kişi: Ayrıca belirtmemiz gerekir ki, inançlı işlemlerde, inanç anlaşmasına taraf olmayan her şahıs “üçüncü kişi” olarak kabul edilir. Üçüncü kişi, inançlı işlemlerin dış ilişkilerinde görülür. İnançlı işlemlerde üçüncü kişilerin, çoğu kez bu münasebetten haberi yoktur. Burada önemli nokta, üçüncü kişilerin inanılandan iyiniyetle yaptığı kazanmalar korunur. Bu durumda inananın, üçüncü kişilerden herhangi bir talep hakkı bulunmamaktadır. Talep hakkı, inananla, inanılan arasındaki iç ilişkide kendini gösterir.

İnanç sözleşmesinin tarafları Yargıtay kararlarında da açıklanmıştır:

📜 “… İnançlı işlemin taraflarını, inanan ve inanılan oluşturur. Bir hakkı ya da nesneyi, güvendiği bir kişiye inançlı olarak devreden kimseye “inanan” adı verilir. Devredilen hak veya nesneyi, kendisine ait bir hak olarak kendi yararına, doğrudan doğruya ve dolaylı olarak kullanan kişiye de “inanılan” denir. İnananın, inanılana inançlı olarak kazandırdığı hak ya da nesne ise “inanç konusu şey” olarak nitelenir. İnançlı bir işlemde, kazandırıcı işlemin tarafları ile borç doğuran anlaşmanın tarafları aynıdır.

İnançlı işlemde inanılan, hakkını kullanırken kararlaştırılan koşullara uymayı, amaç gerçekleşince veya süre dolunca hak veya nesneyi tekrar inanana (veya onun gösterdiği üçüncü kişiye) devretmeyi yüklenmektedir. İnançlı işlem, kazandırmayı yapan kişiye yani inanana belirli şartlar gerçekleşince, kazandırmanın iadesini isteme hakkı sağlayan bir sözleşmedir. Bu yükümlülüğün yerine getirilmemesi halinde bunun dava yoluyla hükmen yerine getirilmesi istenebilir…” (Y. 14. HD. 06.01.2014 T. 2013/13278-2014/177 E/K.)

Hukuki Niteliği

İnançlı işlem, karşılıklı güven esasına dayanan iki taraflı bir sözleşmedir. Taraflara karşılıklı borç yükleyen veya haklar tanıyan bir sözleşmedir. İnançlı işlemle taraflar, sözleşmenin kendilerine yüklediği hak ve borçları belirlerken, işlemin sona erme sebeplerini; devredilen hakkın inanılan tarafından inanana iade şartlarını ve süresini de belirleyebilirler. Bunun dışında, akde aykırı davranışın yaptırımına inançlı işlem sözleşmelerinde yer verebilirler. Buna ilişkin hükümleri de TBK’nın 20 ve 21. maddelerine aykırılık teşkil etmediği sürece geçerli sayılır. İnançlı işlemin niteliği Yargıtay kararlarında da dile getirilmiştir.

İnançlı işlem, taraflar arasında yapılan bir sözleşmeden doğar. İnanç sözleşmesi olarak adlandırılan bu sözleşme türü ile inananla, inanılan arasında yapılan, onların hak ve borçlarını belirleyen, inançlı muamelenin sona erme sebeplerini ve devredilen hakkın, inanılan tarafından inanana geri verme(iade) şartlarını içeren borçlandırıcı bir işlemdir.

İnançlı işlem, yalnız tasarrufi işlemlerde söz konusu olur. Borçlandırıcı işlemlerde ve tek taraflı işlemlerde inançlı işlem yapılmaz. İnançlı işlem, bu bakımdan muvazaadan ayrılır. Muvazaa, tasarrufi işlemler yanında, tek taraflı ve borçlandırıcı işlemlerde de olabilir.

İnanılan Borcunu Yerine Getirmezse Tapu İptal Davası Açılabilir

05.02.1947 tarih 20/6 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında belirtildiği gibi inanç sözleşmesi, inanılana bir hakkın kullanılmasında davranışlarını, inananın tespit ettiği amaca uydurmak borcunu yükler. Diğer bir anlatımla; inanan inanılan namına yapılacak bir işlemden sonra, taşınmazın mülkiyetini inanana geçirme yükümlülüğü altına girmiştir. Bu yükümlülüğün yerine getirilmemesi halinde bunun dava yoluyla hükmen yerine getirilmesi istenebilir. Başka bir anlatımla, inançlı işlem ile bir taahhüt altına giren, yani bu işlemle taşınmazı devralan alıcı veya bağışlanan, amacın gerçekleşmesi halinde, o taşınmazı geri vermekten kaçınması durumunda, inanan, inanılandan taahhüdünü yerine getirilmesini TMK’nın 716. maddesi uyarınca açacağı bir iptal ve tescil davası ile isteyebilir.

İnanılan, amacın gerçekleşmesi sonunda, mülkiyeti, inanana tekrar devretmezse borca aykırı hareket etmiş olur ve inanana karşı TBK 112’ye göre tazminat ödemek veya sözleşme konusunu iade etmek zorunda kalır.

Tapulu taşınmazlara ilişkin inançlı işlemlerde dava açılması halinde aynen iadeye, iptal ve tescile hükmedilmesi mümkündür. İnanç sözleşmesinin varlığı halinde, tapu kaydının iptal ve tesciline karar verilir.

İnanç sözleşmesi, emredici bir kuraldan uzaklaşmak amacını taşıyorsa, TBK’nın 27. maddesi uyarınca batıldır. Hukuki sonuç doğurmaz.

İnançlı işlem konusu taşınmazın muvazaalı olarak devredildiği iddiası ile iptal ve tescil davası açılabilir.

İnanç sözleşmelerinin tarafları arasında, onların gerçek iradelerini ve sözleşmeden amaçladıklarını yansıtması bakımından geçerli olup, taraflarına Borçlar Kanunu çerçevesinde nispi haklarını talep etme olanağı verir.

İnançlı İşlemin Konusu Mal ve Haklar

İnananın, inanılana inançlı olarak kazandırdığı hak ya da nesne “inanç konusu şey” olarak adlandırılır. Kural olarak, devredilebilir taşınır ve taşınmaz mallar üzerindeki tüm haklar, inançlı işleme konu olabilirler. Uygulamada görüldüğü üzere, taşınır, taşınmaz malların ve alacağın teminat olarak devri, inançlı işlemlerle gerçekleştirilmektedir.

Taşınır ve taşınmaz malların inançlı sözleşmelerle devri, ancak “devren iktisaplarda” olur. Taşınır ve taşınmaz malların “tesisen iktisap” veya “aslen iktisap” şeklinde inanç konusunu oluştururlar. Devredilme niteliği bulunamayan, kişiye sıkı sıkıya bağlı olan haklar inançlı işlemlerin konusu olamazlar.

İnançlı İşlemle Devredilen Haklar

İnançlı işlemlerin konusu olan haklar, hakkın devri ile ilgili bir konudur. Tüm hakların inançlı işlemle devri mümkün değildir. İnançlı işleme konu haklar, hakkın devredilebilir nitelikte olup olmamasına göre belirlenir.

Bu sorun Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 15.4.2011 tarih ve 2001/13-14- 189 sayılı kararında “…Kural olarak devir edilebilir nitelikteki tüm haklar inançlı işleme konu olabilir. Bu itibarla kişiye sıkı sıkıya bağlı olan kişisel haklar ile aile ve miras hukukundan doğan hakların inançlı işlem ile devredilmesine olanak yoktur…” cümleleriyle dile getirilmiştir.

Ayni Haklar

Ayni haklar, inançlı işlemlere en geniş ölçüde konu olan haklar grubunu oluşturur. Taşınır ve taşınmaz malların inançlı işlemlerle devri uygulamada sıkça görülmektedir. Taşınır ve taşınmaz malların inançlı devirleri, ancak devren iktisap şeklinde mümkündür. Tesisen iktisap suretiyle bir inançlı devir yapılamayacağı gibi, aslen iktisap suretiyle inançlı bir kazandırma da düşünülemez. Taşınır ve taşınmaz mallar yanında, devredilebilir haklar da inançlı sözleşmenin konusunu oluştururlar. İnançlı işlemlerin konusunu teşkil eden hak ve mallar göz önünde tutularak, taşınır ve taşınmaz malların devrine ilişkin sözleşmeler, inançlı sözleşmelerin konusunu oluşturmaktadır.

Hukuk sistemimizde inançlı işlemleri düzenleyen bir hüküm bulunmadığı gibi, işlem konusu hakları da belirleyen bir hüküm bulunmamaktadır. Az önce de açıklandığı üzere, tüm haklar inançlı işlemle devredilemezler. Kural olarak, devredilebilir haklar inançlı işlemin konusu olabilir.

İnanç sözleşmesi ile işleme konu hak inanılana geçer.

Sınırlı Ayni Haklar

İnançlı işlemin konusu ayni haklar olabileceği gibi, sınırlı ayni haklar da (TMK md 779 ve devamı maddeleri) olabilir. Yeter ki, işleme konu hak, devredilebilir nitelikte olsun. “… Mahdut ayni haklarda inançlı kazandırmalar çok defa tesisen iktisap suretiyle vuku bulur. Bütün mahdut ayni haklar, devredilebildikleri ölçüde inançlı işlemlere konu olabilirler. Bununla beraber inançlı muameleler kazuistiğinde, gayrimenkul irtifaklarının, oturma hakkının (sükna hakkının), kaynak hakkının, yapı hakkının (üst hakkı) ve gayrimenkul mükellefiyetlerinin inançlı olarak tesisine çok nadir rastlanır.”

İrtifak haklarının ve intifa hakkının inançlı olarak tesis edilip edilemeyeceği veya devredilip edilemeyeceği yönünden teoride de görüş birliği yoktur. Uygulamada irtifak haklarının ve intifa hakkının inançlı olarak kazanmalarına ilişkin örneklere rastlanılmaktadır.

Taşınır ve taşınmaz mallara ilişkin mülkiyet hakları inançlı olarak devredilebilir. Taşınır malların mülkiyeti Türk Medeni Kanunun 763/1. maddesi uyarınca zilyetliğinin devri, tapulu taşınmazların da aynı kanunun 705. maddesi uyarınca tescil ile olur.

Kişisel hakların tapuya şerh verilmeleri suretiyle aleniyete kavuşturulmaları, onlara ayni hak niteliği kazandırmadığından inançlı işlemle devredilmelerinden söz edilemez.

Uygulamada da gözlemlendiği üzere, inançlı işlemin konusu daha çok taşınır ve taşınmaz mallar ve alacak haklarıdır.

Alacak Haklarının İnançlı İşlem Yolu İle Devri

Alacak haklarının inançlı olarak devri mümkün olup, günlük yaşamda en çok başvurulan işlemlerdir. Alacağın teminat amacı ile devri, bir alacağın veya devre elverişli bir hakkın, bu hak veya alacağa sahip olan kişi tarafından, borçlusu bulunduğu başka bir alacağa teminat teşkil etmek üzere ana-alacak olarak adlandırılan alacağın sahibine inançlı olarak devredilmesidir.

Alacakların inançlı işlem yolu ile devri, alacağın devri hükümlerine tabidir. İnançlı devirlerde Türk Borçlar Kanununun 184 ve devamı maddelerinin göz önünde tutulması gerekir.

Alacağın devrinin sebebe bağlı olup olmadığı hususunda Türk Borçlar Kanununda bir hüküm bulunmamaktadır. Bu yasal boşluk nedeniyle alacağın devrinin sebebe bağlı olup olmadığı teoride tartışmalıdır. Hâkim görüşe göre, alacağın devri sebebe bağlı bir işlemdir. Her kazandırma işleminde olduğu gibi, alacağın devri de hukuki bir sebebe, borçlandırıcı bir işleme ihtiyaç gösterir.

Karşı görüşe göre, alacağın devri, soyut bir işlemdir. Bu görüş bütün tasarruf işlemlerinin soyut olduğu varsayımından hareketle, alacağın devrinin de bir tasarruf işlemi olduğu için onun da soyut bir işlem olması gerektiği ve işlemin soyut sayılmasının işlerde güven ve istikrar ilkesine uygun düşeceği, borçlu ve devralanın daha iyi korunacağı ileri sürülmektedir.

Bu maddede öngörülen şekil, adi yazılı şekildir. Türk Borçlar Kanunun 14. maddesine göre, yazılı şekil koşulunun yerine getirilmiş olması için, sadece borç altına giren tarafın, yani alacağın devrinde devredenin beyan ve imzası kâfidir.

Yazılı şekil devrin geçerlilik koşuludur. Bu şekle uyulmadan yapılan devir geçersiz olup, hukuken geçerli bir sonuç doğurmaz.

Hamile ve emre yazılı senetlerde yer alan hakların ilkinde teslim, ikincisinde ciro ve teslim suretiyle inançlı olarak devredilmesi mümkündür.

İnançlı İşlemle Devredilemeyen Haklar

Kişiye sıkı sıkıya bağlı olan haklar, inanç sözleşmesine konu edilemezler. Bu hakların devredilme kabiliyeti bulunmamaktadır. Doğrudan doğruya hak sahibi tarafından kullanılması gereken haklardır. Bu haklar kanunlarımızda serpiştirilmek suretiyle düzenlenmişlerdir TMK’nın 24. maddesinde düzenlenen kişilik hakları, aynı kanunun 196, 197, 162, 278-224, 280 maddelerinde yer alan haklar, kişiye sıkı sıkıya bağlı olan haklardan olup, inançlı işlem ile devredilemezler.

İnançlı İşlemin Şekli

İnançlı sözleşmesinin şeklini düzenleyen herhangi bir hüküm bulunmamaktadır. Uygulamada ve teoride kabul edildiği üzere, inanç sözleşmesinin geçerliliği şekil koşuluna bağlı değildir. İspat hukuku bakımından şekil koşulu aranmaktadır. Miktar değer bakımından tanıkla ispat yasağına giren durumlarda, yazılı delil, yazılı delil yoksa yazılı beyine başlangıcı, ikrar, yemin ve kesin hükümle kanıtlanabilir. İnanç sözleşmesinin ispatlanmasında başvurulacak deliller 5. 2. 1947 günlü 20/6 sayılı İnançları Birleştirme Kararında gösterilmiştir.

İnanç sözleşmesinin şekli ile inanç konusu mal veya alacağın devrinin tabi olduğu şekli birbirinden ayırmak gerekir. İnanç sözleşmesinin geçerliliği bir şekle bağlı değilse de, inançlı işlem konusu mal veya hakkın devri şekle bağlı ise, devrin geçerli olması için öngörülen şekle uyulması gerekir. Bu duruma örnek vermek gerekirse, Hukuk Sistemimizde, tapulu taşınmaz mülkiyetini geçirme borcunu doğuran sözleşmelerin resmi biçimde düzenlenmesi öngörülmüştür. İnançlı işlem konusu taşınmaz mal ise, devrinin geçerli olması için TMK., TBK., ve Tapu Kanununda öngörülen şekilde devrinin yapılması gerekir. Devrin inançlı işlemle gerçekleştirildiği iddia edilirse, bu iddianın yazılı delil ile ispatı mümkündür.

Uygulamada duraksama yaratan bu konunun önemi nedeniyle yukarıdaki açıklamalara tekrar dönersek, inançlı işlem ile inançlı işlemde devrin hukuki sebebini oluşturan kazandırıcı işlemi birbirinden ayrı tutmak gerekir. Kural olarak, inanç sözleşmesinin geçerliliği biçim koşuluna bağlı değildir. Ancak, alacağın ve tapulu taşınmaz malların devrine ilişkin inançlı işlemlerde hukuki sebebi oluşturan kazandırıcı işlem şekle tabidir.

İspat

İnançlı işlemin şekli ile inançlı işlemin yazılı delil ile kanıtlanması birbirinden ayrı konulardır.

Teoride, alacağın tahsili ve taşınmaz malların devrine ilişkin inançlı işlemlerde hukuki sebebi oluşturan kazandırıcı devir sözleşmesinin şekle tabi olduğu kabul edilmektedir.

TMK. nun 706, TBK. nun 237 ve Tapu Kanununun 26. maddeleri uyarınca tapulu taşınmazların mülkiyetini nakleden sözleşmelerin resmi biçimde düzenlenmesi zorunludur. Mülkiyetin nakli için ön görülen resmi şekil, geçerlilik koşuludur. Tapulu taşınmaza ilişkin inançlı işlemin yazılı delil ile kanıtlanması, inanç sözleşmesinin şekle bağlı olmadığı sonucuna doğurmaz.

Alacağın devri ile taşınmaz malların devrine ilişkin inançlı işlemlerde hukuki sebebi oluşturan inanç anlaşması şekle tabidir. Bu nedenle, taşınmaza ilişkin inançlı işlemlerde, inanç sözleşmesinin tapuda resmi şekilde düzenlenmesi gerekir.

İnançlı muamelelerde inanç konusunun devri, normal devir şekillerine uygun olarak yapılır.” Bu görüş göre, geçerliliği, kanun uyarınca belli bir şekle bağlı tutulan bir sözleşmenin varlık kazanabilmesi için, öngörülen şekle uygun olarak düzenlenmelidir. Aksi halde sözleşme geçersiz olur.

“… İnançlı işlemde kazandırıcı işlemin şekli genel hükümlere tabidir. Bir başka anlatımla inanç konusunun devri, hakların devrine ilişkin kurallara göre yapılır…” (Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 15.4.2011 T. 2011/13- 14-189 E/K. sayılı kararı)

Bu açıklamalar ışığında taşınır, taşınmaz ve alacak haklarının inanç sözleşmesiyle devrini ayrı ayrı inceleyelim.

Taşınırlar

Taşınır malların mülkiyetinin devri herhangi bir şekle bağlı değildir. Türk Medeni Kanunun 763/1. maddesine göre, taşınır mülkiyetinin nakli için zilyetliğinin devri gerekir. Taşınır mal mülkiyetinin inançlı işlemle temliki hiçbir şekle bağlı değildir. Bu tür mallarda mülkiyetin normal devir şekli, hiçbir şekil şartına bağlı olmayan satış ve teslimle tamamlanır.

Motorlu araçların satış ve devri Karayolları Trafik Kanununun 20/d bendi uyarınca şekle bağlanmıştır. Trafiğe kayıtlı bir aracın inançlı işlemle devri için kanunda öngörülen şekilde devir işleminin yapılması zorunludur.

Taşınmazlar

Taşınmazların inanç sözleşmesiyle devrinde karşımıza iki ihtimal çıkar; taşınmaz tapulu veya tapusuz olabilir.

1) Tapulu taşınmazlar: Hukuk sistemimizde, tapulu taşınmaz mülkiyetini geçirme borcunu doğuran sözleşmelerin resmi biçimde düzenlenmesi öngörülmüştür.

Bundan ayrı, satış vaadi sözleşmelerinin yapılması yetkisi 1512 sayılı Noterlik Kanununun 60/3 ve 89. maddeleri ile noterlere verilmiştir.

Tapulu taşınmazlara ilişkin inanç sözleşmesinin ise resmi biçimde düzenlenmesi gerekmez. Yazılı olarak düzenlenmesi kâfidir. İçtihadı Birleştirme Kurulu’nun görüşleri ve dolayısı ile uygulama da bu yöndedir.

Tapulu taşınmaza ilişkin inançlı işlemin unsurlarından biri olan güven sözleşmesinin Tapu Sicil Müdürü önünde resmi biçimde düzenlenmesi Yargıtay Kararlarında da dile getirilmiştir.

“Tapuda kayıtlı bir taşınmazın diğer bir kimse adına tescil olunabilmesi için geçerli bir hukuki sebebin varlığı gerekir. Resmi şekilde yapılmamış bulunan temlik taahhütleri geçerli sayılmaz. Davacı iddiasını belgeye dayandırmamıştır.” (Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 25/10/1985 T. 1984/14-429E.1985/850 E/K. sayılı kararı)

Geçerliliği, kanun uyarınca, belli bir şekle bağlı tutulan bir sözleşmenin varlık kazanabilmesi için, öngörülen şekle uygun olarak düzenlenmelidir. Aksi halde sözleşme geçersiz olur.

2) Tapusuz taşınmazlar: Tapusuz taşınmazlar, satış ve mülkiyetin devri bakımından taşınır mal sayılırlar, Taşınmaz için yapılan açıklamalar, tapusuz taşınmazlar için de geçerlidir.

3) Alacak hakları: Alacakların inançlı işlem yolu ile devri, alacağın devri hükümlerine tabidir. İnançlı devirlerde Türk Borçlar Kanununun 183 ve devamı maddelerinin göz önünde tutulması gerekir.

Türk Borçlar Kanununu 184. maddesinde, alacağın devrinin yazılı şekle bağlı olduğu hüküm altına alınmıştır. Yazılı şekil, alacağın devri nin geçerlilik koşuludur. Bu şekle uyulmadan tapılan devir geçersiz olup, hukuken bir sonuç doğurmaz.

Hamile ve emre yazılı senetlerde yer alan hakların ilkinde teslim, ikincisinde ciro ve teslim suretiyle inançlı olarak devredilmesi mümkündür.

Alacak haklarının inançlı işlem ile devrinde öngörülen şekil, adi yazılı şekildir. Türk Borçlar Kanunun 14. maddesine göre, yazılı şekil koşulunun yerine getirilmiş olması için, sadece borç altına giren tarafın, yani alacağın devrinde devredenin beyan ve imzası kâfidir.

Yazılı şekil devrin geçerlilik koşuludur. Bu şekle uyulmadan yapılan devir geçersiz olup, hukuken geçerli bir sonuç doğurmaz.

İnançlı işlemin Türleri

İnançlı işlemler, teoride çeşitli bakımlardan tasnife tabi tutulmuşlardır. Yapılan bu tasnifler, inançlı işlemden doğan taleplerin ileri sürülmesi bakımından önem arz eder.

Kısaca inançlı işlem çeşitleri:

1) Tek Taraflı ve Çift Taraflı İnançlı İşlemler

Yararlananların menfaatleri bakımından yapılan bir ayırımdır. İnançlı işlemden yararlananların menfaatlerinin birlik ve beraberliği veya karşıtlığı söz konusu olduğu hallerde görülür.

2) Açık İnançlı İşlemler ve Örtülü İnanç İşlemleri

Her hukuki münasebet, taraflar arasındaki hukuki durum bakımından, “iç münasebet” üçüncü şahıslarla olan durum bakımından da “ dış münasebet” olarak ayrılabilirler. Bu açıdan bakılırsa, inançlı muamelelerde de böyle iki ayrı münasebet tespit edebilmek mümkündür. Burada, inanan ile inanılan arasındaki münasebete “iç münasebet”, buna karşı taraflarla üçüncü kişiler arasındaki münasebete ise “dış münasebet” adı verilir.

İşte, taraflar arasındaki ilişkinin açıklığı veya örtülü olması ya da işlemin üçüncü kişiler tarafından bilinip bilinmemesine göre yapılan bir ayırımdır. İnançlı işlemden doğan taleplerin ileri sürülmesi bakımından bu ayırım öne çıkar.

3) Saf İnançlı İşlem ve Karma İnançlı İşlemler

Yapılan inançlı işlemden yararlanma ve işlemin amacına göre, yapılan bir tasniftir. Bu bakımdan inançlı işlemler, “saf inançlı işlemler” ve “karma inançlı işlemler” olmak üzere ikiye ayrılırlar. Saf inançlı işlemler inanan, karma inançlı işlemler de inanılanın yararına yapılan sözleşmelerdir. Günlük yaşamda ve uygulamada en çok görülen inançlı işlemlerdir. Mülkiyetin veya alacağın teminat için devri ile alacağın tahsili için devrinde inançlı işlem söz konusu olur. 

Saf inançlı işlemler, inanan yararına yapılan işlemlerdir. Bu tür işlemler şu şekillerde kendilerini gösterirler:

a) Alacağın tahsil amacıyla devri: Alacağının tahsili için, alacaklı, tahsil için bir kimseye vekâlet veya tahsil yetkisi verecek yerde, alacağını güvendiği bir kimseye devretmek suretiyle tahsil yolunu seçmektedir. İnanan bu devirle daha güvenli bir hukuki durum yaratmış olmaktadır.

Bu amaçla yapılan temlik olağan bir alacağın temliki koşullarına tabidir.

b) Tahsil amacıyla yapılan cirolar: Ticaret hukukunda uygulama alanı bulan bir işlem şeklidir. Ticari senetlerin tahsilinde başvurulan bir işlemdir.

c) Yönetim amacıyla yapılan inançlı işlemler: İnanılan, inanç konusu şeyi, inanan yararına elinde bulundurmak, kullanmak, yönetmek, saklamak ve benzeri işlemlerde bulunmak amacıyla yapılan bir işlem türüdür.

Karma inançlı işlem ise, genellikle inanılan yararına yapılan işlemlerdir. Alacağın veya bir malın mülkiyetinin teminat amacıyla devri işlemleridir. Burada inanan bir borç için bir malının mülkiyetini veya alacağını inanılana, borç ödendikten sonra tekrar devretmek üzere rehin etmektedir. Tarafların karşılıklı hak ve borçları bakımından bu ayırım önem arz eder.

4) Kendi Yararına ve Başkası Yararına Yapılan İnançlı İşlemler

İnançlı işlemden yararlanacak kişiler bakımından yapılan bir tasniftir. İnançlı işlemlerde yararlanacak kişilerin yararları her zaman aynı istikamette olmayabilir. İnanç konusunu, yararlanmaları birbirinden az çok farklı hatta karşıt olanlar elinde bulundurabilirler. İnançlı işlemden yararlanacak kişilerin yararları arasındaki birlik ve beraberlik ya da karşıtlığa bakılarak, tek taraflı ve çok taraflı inanç işlemler ayırımı yapılmaktadır.

İnançlı İşlemin Yapılış Nedenleri

İnançlı işlem çeşitli nedenlerle yapılmaktadır. Uygulamada inançlı işlem, iki amaç için kullanılmaktadır.

📜 “… İnançlı işlemleri doğrudan doğruya düzenleyen kanun hükümleri yoktur. İnançlı işlemler, kişinin kendisini gizlemek amacıyla yapılabileceği gibi teminat amacıyla veya alacaklıdan mal kaçırmak amacıyla da yapılabilecek işlemlerdir…” (Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 15.4 2011 T. 2011/13-14-189 E/K. sayılı kararı)

📜 “… Taraflar böyle bir sözleşme ve buna bağlı işlemle genellikle, teminat teşkil etmek ve iade edilmek üzere, malvarlığına dâhil bir şey veya hakkı, aynı amacı güden olağan hukuki muamelelerden daha güçlü bir hukuki durum yaratarak, inanılana inançlı olarak kazandırmak için başvururlar. Diğer bir anlatımla, bu işlemle borçlu, alacaklısına malını rehin edecek, yani yalnızca sınırlı ayni bir hak tanıyacak yerde, malının mülkiyetini geçirerek rehin hakkından daha güçlü, daha ileri giden bir hak tanır.” (Yargıtay 1. Hukuk Dairesi 21.02.2013 T. 2013/1563-2421 E/K. sayılı kararı)

Yukarıdaki örnek kararlarda açıklandığı üzere, inançlı işlem teminat amacıyla ve alacaklıdan mal kaçırmak amacıyla yapılmaktadır.

İnançlı işlemin yapılış nedenlerini daha yakından inceleyelim:

1) Teminat İçin Temlik

Uygulamada, teminat amacıyla inançlı işlem yapılması yaygındır. Teminat amacıyla temlik daha çok kredi temininde karşılaşılan güçlükleri yenmek için başvurulan bir işlemdir. Ekonomik hayat içinde kişilerin kredi ihtiyaçlarını karşılamaları her zaman kolay olmaz. Örneğin sermaye ihtiyacı içinde olan kişi, kredi kullanma veya malını satma yerine, o malını güvendiği bir yakınına veya arkadaşına kendisine tekrar iade etmek inancı ile devretmektedir. Malı devralan, bir diğer ismiyle inanılan kişi, devir işlemi ile o mala malik olmakta, ancak ileride o malı iade etmek yükümlülüğü altına girmektedir.

Bu açıklamalara göre, inançlı işlemler, inananın teminat oluşturmak veya yönetilmek üzere mal varlığı kapsamındaki bir şey veya hakkını, genellikle bir taşınmazın inanılana devretmesi ve inanılanın da inanç anlaşmasındaki koşullara uygun olarak inanç konusu şeyi kullanmasını, amaç gerçekleştiğinde ise belirlenen şekilde inanana iade etmesini içeren işlemlerdir.

Teminat için temlikte, bir alacağın teminatı olarak bir taşınmazın mülkiyeti alacaklıya devir edilmektedir. Burada amaç mülkiyetin devri değildir. Teminat amacı gerçekleşince veya belirtilen süre dolunca alacaklı devir aldığı taşınmazın mülkiyetini borçluya iade edecektir.

Muvazaadan farklı olarak, inançlı işlemler sözleşmenin tarafları arasında, onların gerçek iradelerini ve sözleşmeden amaçladıklarını yansıtması bakımından geçerli olup, taraflarına Borçlar Kanunu çerçevesinde nispi haklarını isteme olanağını sağlarlar.

Teminat maksadıyla inançlı temlikler, daha çok alınan paranın karşılığında taşınmaz mal devirlerinde görülür. Borcun teminatı için taşınmaz mal mülkiyetinin temliki inançlı bir işlemdir. İnanılan, inanç sözleşmesi ile aldığı taşınmazı, inanç sözleşmesi ile güdülen amaç sona erdikten veya belirlenen süre geçtikten sonra o taşınmazı inanana devretmek borcu altındadır. İnanan, inanç sözleşmesinden doğan borcunu (aldığı parayı) iade etmesine karşın, inanılan taşınmazı devre yanaşmazsa, inanan iptal ve tescil davası ile taşınmazını geri alabilir. Davacının, inanç sözleşmesinin varlığını 5. 2. 1947 günlü 20/6 sayılı İnançları Birleştirme Kararı uyarınca yazılı delille kanıtlaması gerekir.

Borcun teminatı olarak taşınmazın temlikinde, tapu kaydının iptali ve tescile karar verebilmek için, inananın borcunu eksiksiz olarak ödemesi, karşı tarafı temerrüde düşürmesi gerekir. Teminattan, temlikten kaynaklanan iptal ve tescil davaları uygulamada en çok görülen davalardır.

Bu açıklamalar karşısında, teminat maksadıyla temlik sözleşmesi, bir alacağın temini bakımından yapılan inançlı mülkiyet intikallerini sağlayan sözleşme olarak anlaşılmalıdır.

Teminat amacıyla temlik sözleşmeleri, taraflar arasında karşılıklı güven esasına dayanan sözleşmelerdir. Teminat için taşınmazını temlik eden inananın(borçlunun) teminat maksadıyla temlik sözleşmeleri, taraflar arasında karşılıklı itimat esasını şart kılmaktadır. Teminat için taşınmazını temlik eden inananın borçlunun, borcun ödenmesi halinde taşınmaz mülkiyetinin tekrar kendisine devredileceği inancını taşımaktadır. İnanılan, taşınmazı üçüncü bir kişiye devretmesi halinde, inananın iyiniyetle kazanımda bulunan yeni malike karşı herhangi bir istekte bulunması söz konusu olmaz.

Teminat maksadıyla temlik işleminin yazılı delille kanıtlanması gerekir.

2) Tahsil İçin Temlik veya Alacağın İnançlı Temliki

Tahsil için temlikte, alacaklı, alacağının tahsili için bir vekâlet veya tahsil yetkisi verecek yerde, daha kuvvetli bir hukuki durum yaratmak maksadıyla alacağını güvendiği bir kimseye devreder. Bu devir, devir alanın taahhüdüne rağmen alelade bir alacak devrinin genel şartlarına tabidir. İnançlı işlemin bu tipi, özellikle yalancı borçlulara karşı kullanılır…”

Tahsil için temlik veya alacağın inançlı temliki, para alacaklarında başvurulan bir işlemdir.

İnançlı İşlemin Kanıtlanması

Türk Medeni Kanununun 6. maddesinde; ” Kanunda aksine bir hüküm bulunmadıkça, taraflardan her biri, hakkını dayandırdığı olguların varlığını ispatla yükümlüdür.” ispat kuralı uyarınca, inançlı işleme dayanarak istekte bulunan kişi, iddiasını kanıtlamakla yükümlüdür.

İnanç işlemler, 5.2.1947 tarihli ve 20/6 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı uyarınca yazılı delille kanıtlanabilir. Tarih ve sayısı yazılı içtihadı birleştirme kararı, nam-ı müstear ile ilgili uyuşmazlıkların kanıtlanması ile ilgilidir. İnançlı işlemden hiç söz edilmemektedir. Ancak, uygulamada bu karara yollama yapılarak inançlı işlemlerin de yazılı delil ile kanıtlanması kabul edilmektedir. İçtihadı Birleştirme kararının bağlayıcı olan sonuç bölümü:

Yargıtay uygulamaları da tarih ve sayısı yazılı İçtihadı Birleştirme Kararı doğrultusunda kökleşmiştir.

Yerleşmiş uygulamaya göre inançlı işlemlerde başvurulacak kanıtlar:

1) Yazılı delil: İnançlı işlemlerin, 05.02.1947 tarihli ve 20/6 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı uyarınca yazılı delille kanıtlanması gerekir. Nami-i müstearla ilgili olan tarih ve sayısı yazılı İBK’da açıkça inançlı işlemden söz edilmemekle beraber, uygulamada inançlı işlemlerin kanıtlanması bu İBK ile ilişkilendirilip, yazılı delil ile kanıtlanabileceği kabul edilmektedir.

Yazılı delilden maksat, yazılı şekilde düzenlenmiş delildir. Yazılı delil, tarafların getirecekleri ve onların imzalarını taşıyan bir belge olmalıdır.

Bu tür işlemlerde, yazılı belge olmaksızın tek başına tanık dinlenemez. Yazılı delil veya yazılı delil başlangıcı bulunması halinde, bu belgelerle birlikte tanık deliline de başvurulabilir.

Tarafların başvuracakları yazılı delilin, adi şekilde düzenlenmiş olması yeterlidir. TBK’nın 14-16. maddelerinde adi yazılı şeklin unsurları belirtilmiş olmasına rağmen, tanımı yapılmamıştır. Teoride yazılı şekil, “beyan sahibinin, şekle tabi irade beyanının içeriğini yazıyla belgeleyip imzalaması…” biçiminde tanımlanmıştır.

2) Yazılı delil başlangıcı: Yukarıda belirtilen nitelikte bir yazılı delilin bulunmaması halinde, inanç sözleşmesinin delil başlangıcı ile kanıtlanması olanaklıdır. Delil başlangıcı, taraflar arasındaki uyuşmazlığın tümünü kanıtlamaya yeterli sayılmamakla beraber bunun vukuuna delalet edecek karşı tarafın elinden çıkmış, inanılan tarafından el ile yazılmış ve imzalanmış olan bir senet veya mektup, daktilo veya bilgisayarla yazılmış olmakla birlikte inanılanın parafını taşıyan belge, usulüne uygun onanmamış parmak izli veya mühürlü senetler gibi yazılı delil başlangıcı niteliğinde bir belge varsa HMK’nın 202. maddesi uyarınca inanç sözleşmesi tanık dâhil her türlü delille kanıtlanır. HMK’nın 202. maddesi uyarınca mektup, banka dekontu vs. gibi yazılı delil başlangıcı sayılacak bir yazılı belgenin bulunması halinde iddianın her türlü delille ispatı olanaklı hale gelir.

Örneğin inançlı işlem konusu taşınmazın karşı tarafça gönderilen bedelinin ödendiğini gösteren mektup, makbuz, banka dekontu, protokol ve benzeri belgelerin varlığı halinde, işlem tanık sözleri ile kanıtlanabilir.

3) İkrar: HMK’nın 177 ve 188. maddelerinde ikrara yer verilmiştir. Hukuk sistemimizde ikrar kesin delildir. Yazılı delille veya yazılı delil başlangıcı yoksa inanç sözleşmesi ikrar ile kanıtlanabilir.

İnanılan, inançlı işlemin varlığını kabul ettiği takdirde, uyuşmazlığın kabul beyanı çerçevesinde çözüme kavuşturulması gerekir. HMK’nın 308. maddesinde düzenlenen kabul, davacının talep sonucuna, davalı tarafından kısmen veya tamamen muvafakat edilmesidir. Kabul ile uyuşmazlık sona erer.

4) Yemin: Yazılı delil veya yazılı delil başlangıcı yoksa inanç sözleşmesi ikrar, yemin gibi kesin delillerle de kanıtlanabilir. Davacının yemin deliline dayanması halinde mahkemenin davacıya bu hakkını hatırlatması gerekir.

5) Takdiri deliller: İnançlı işlemin takdiri delillerle kanıtlanması mümkün değildir. Ancak, taraflar arasındaki uyuşmazlığın tümünü kanıtlamaya yeterli sayılmamakla beraber oluşunu doğrulayan karşı tarafın elinden çıkmış el ile yazılmış fakat imzalanmamış olan bir senet ve mektup, makine ile yazılmış olmakla birlikte inanılanın parafını taşıyan belge, usulüne uygun onanmamış, parmak izli veya mühürlü senetler gibi yazılı delil başlangıcı niteliğinde bir belge varsa HMK’nın 292. maddesi uyarınca inanç sözleşmesi tanık ve benzeri her türlü delil ile de ispat edilebilir. Takdiri deliller tek başına kanıtlama için yeterli sayılmazlar.

İnanç işleminin ispatı açısından şu özet Yargıtay kararlarını aklınızda tutmanızda fayda var:

  • Tarafların yakınlıkları sebebiyle inanç sözleşmesinden doğan davaların tanıkla ispatına olanak yoktur.
  • İnançlı işlemi kanıtlamaya ilişkin yazılı delil, tarafların imzalarını taşıyan bir belge olmalıdır.
  • Tapuda resmi senet düzenlenerek yapılan işleme karşı ileri sürülen inançlı temlik işlemi iddiasının aynı güçte delille kanıtlanması gerekir.
  • İnançlı işleme dayalı iddianın kanıtlanmasına ilişkin yazılı delil, şekil şartına bağlı değildir. 5.2.1947 tarihli 20/6 sayılı İnançları Birleştirme kararı uyarınca, inançlı işleme dayalı iddia, şekle bağlı olmayan yazılı delille kanıtlanabilir.
  • Yazılı delil, tarafların getirecekleri ve onların imzalarını taşıyan bir belge olmalıdır.

İnançlı İşlemin Hüküm ve Sonuçları

İnançlı işlemler karşılıklı hak ve yükümlülükler doğuran sözleşmelerdir. Yargıtay kararlarında ifade edildiği üzere, inanç sözleşmesi, inananla, inanılan arasında yapılan, onların hak ve borçlarını belirleyen, inançlı muamelenin sona erme sebeplerini ve devredilen hakkın, inanılan tarafından inanana geri verme (iade) şartlarını içeren borçlandırıcı bir muameledir.

Bu sözleşme, taraflarının hak ve borçlarını kapsayan bağımsız bir akit olup, alacak ve mülkiyetin naklinin hukuki sebebini teşkil eder. Taraflar böyle bir sözleşme ve buna bağlı işlemle genellikle, teminat teşkil etmek ve iade edilmek üzere, mal varlığına dâhil bir şey veya hakkı, aynı amacı güden olağan hukuki muamelelerden daha güçlü bir hukuki durum yaratarak, inanılana inançlı olarak kazandırmak için baş vururlar. İnançlı işlemin yapılmasında güdülen amaç ve gaye göz önünde tutularak tarafların hak ve borçlarının her somut olayın özelliğine göre belirlenmesi gerekir.

İnançlı işlemin tarafları arasında doğan hak ve yükümlülüklerin TBK hükümlerine göre çözüme kavuşturulması gerekir.

📜 Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin 10. 11. 2014 gün ve 2014/ 1488-17201 sayılı kararında bu çözüm tarzı:

“… İnanç sözleşmelerinin tarafları arasında, onların gerçek iradelerini ve akitten amaçladıklarını yansıtması bakımından geçerli olduğu; taraflarına Borçlar Kanunu çerçevesinde nispi haklarını talep etme olanağını verdiği tartışmasızdır…” sözcükleriyle ifade edilmiştir. Ancak, inançlı işlemin konusu bir taşınmaz mal ise sorunun çözümünde Eşya Hukuku kurallarının da göz önünde tutulması gerekir. Özellikle inanç konusu malın, inanılan tarafından üçüncü kişiye temlik edilmesi halinde üçüncü kişinin ediniminin geçerli olup olmadığı, Türk Medeni Kanununun 873. maddesinin inanç sözleşmelerine dayalı temlike konu taşınmazlar bakımından uygulaması bakımından Eşya Hukuku hükümleri uygulama alanı bulur.

Tarafların hak ve borçlarını, yapılan inançlı işlemin türü, yapılış amacı ve gayesine göre belirlemek gerekir. Örneğin saf inançlı işlemlerdeki tarafların hak ve borçları ile karma inançlı işlemlerdeki hak ve borçlar birbirinden ayrı olabilir.

İnanan ile inanılan arasındaki ilişkiler iç ilişkiyi, sözleşmenin tarafları ile üçüncü kişiler arasındaki ilişki de dış ilişkiyi oluşturur. İç ve dış ilişkiyi incelersek inançlı işlemleri kavramamız daha kolay olacaktır.

1) İç İlişki

İnançlı işlemde iç münasebet, inananla, inanılan arasındaki karşılıklı münasebetlerdir. İnançlı işlem, taraflar arasında yapılan bir sözleşmeden doğar. İki taraflı bir işlemdir. İnançlı işlem nedeniyle taraflar arasında meydana gelen haklar ve borçlar iç münasebet başlığı altında işlenecektir. Eş bir anlatımla iç münasebetler, inana ile inanılan arasındaki hak ve borçlar ilişkisidir.

İnanılanın Hak ve Borçları

İnanılanın Hakları: Geçerli bir inançlı sözleşme ile bir borca teminat teşkil etmek üzere inanının bir hakkını veya mal varlığına dâhil bir şeyi belirli bir süre veya amaçla inanılana geçirmeyi, inanılan da, inananın emir ve talimatlarına göre kullanıp, amaç gerçekleşince veya süre dolunca o hakkı veya malı inanana devretme yükümlüğü altındadır.

İnanç sözleşmesi ile sözleşme konusu mal ve alacağın mülkiyeti inanılana geçer. İnançlı işlemin konusu taşınmaz mal ise, taşınmazı inanç sözleşmesi ile alan kimsenin de borcun ödenmesi gününe kadar taşınmazı başkasına satmamak ve borç ödenince de geri vermekle yükümlüdür. Taşınmazın mülkiyeti inanılana geçmiştir.

İnanılan, inanç konusu mal ve hak üzerinde her türlü tasarrufta bulunabilir. Devraldığı malı başkasına temlik etme, taşınmaz ise üzerinde sınırlı bir ayni hak, örneğin rehin hakkı kurabilir. İnançlı kazandırma, normal bir kazandırıcı işlemin bütün sonuçlarını doğurur. Güvenilen kendisine devredilen malın maliki ve alacağın sahibi olur. Buna, hakkı tam olarak kazanma teorisi denilmektedir.

Bir diğer yandan unutulmamalıdır ki, inanılan, inanç konusu mal üzerinde malik hak ve sıfatına sahip olduğu için inanç sözleşmesi uyarınca inanç konusunu iyi bir şekilde kullanmak, korumak ve özenle idare etmekle yükümlüdür.

İnanç sözleşmesinin tamamlanmasından sonra, inanç konusu ile ilgili ortaya çıkan çekişmelerde, inanılan taraf malik ehliyet ve sıfatına sahiptir. Bu konuda açılacak davalarda inanılan davacı ve davalı olarak davada taraf durumunu alacaktır. Davadan feragat edebileceği gibi, davayı kabul de edebilir. Yine verilecek hüküm inanılan leh ve aleyhine tesis edilir.

İnanılanın borçları: İnanılan, inanç sözleşmesi uyarınca hareket etmek, mal ve alacağı başka kimseye devretmemek, sözleşmede öngörülen amacın gerçekleşmesi, süre tayin edilmiş ise, sürenin sonunda o malı, alacağı inanana geri vermek yükümlülüğü altındadır. Esasen inanılanın, inanç sözleşmesinin sona ermesi hallerinde, inanç konusunu iade borcu doğar.

İnanılanın, iade borcunun doğması üzerine iadeten devir için yeni bir hukuki işleme ihtiyaç vardır. İnanç konusunun iadeten devri de, teslim, alacağın devri gibi hukuki bir işlemle gerçekleşir.

Taşınmazların inançlı devrinde, iadeten devrin hukuki sebebi taraflar arasındaki inanç anlaşması olabileceği gibi, taşınmazların inançlı iadesine ilişkin özel bir sözleşme de olabilir.

İnanılan, inanç sözleşmesinde belirtilen amacın gerçekleşmesi veya sürenin dolmasına karşın, o malı ve alacağı inana devretmezse, sözleşmeye aykırı hareket etmiş olur. Bu durumda, inanan aynen iade, TBK’nın 112. maddesi uyarınca tazminat isteğinde bulunabilir.

İnanılan, inanç sözleşmesi uyarınca inananın talimatlarına uymak, inanç konusunu iyi bir şekilde kullanmak, korumak ve özenle idare, inanç sözleşmesi sona erince inanç konusunu iade etmekle yükümlüdür.

İnanılan, inanç konusunun idaresinde yaptığı kusurlardan dolayı TBK hükümlerine göre sorumludur.

İnananın Hakları ve Borçları

İnananın, inanç konusu malı isteyebilmesi için, öncelikle kendi yükümlülüğünü, inanılandan alınanı tamamen ödemesi gerekir. Teminat maksadıyla yapılan temliklerde, temlik edilen malı isteyebilmesi için borcunu eksiksiz olarak ödemesi gerekir. Borcunu ödemeden, karşı tarafın temerrüde düştüğü kabul edilemez. Borcunu ödemeden, inanç konusunu dava yolu ile de isteyemez. Borcun ödenmesi dava koşulu olarak kabul edilmektedir.

✅ Ancak, uygulamada ödeme yapılmadan iade davasının açılması halinde, bu sebeple hemen dava ret edilmemekte, borcun ödenmesi hususunda inanana süre ve imkân tanınmaktadır.

İnanan, inanç sözleşmesinden kaynaklanan bu kişisel hakkını ancak inanılana karşı ileri sürebilir. İnanç konusunun üçüncü kişilere devredilmesi halinde kural olarak onlardan isteyebileceği bir hakkı bulunmamaktadır.

Taşınmazı inanç sözleşmesi ile satan kimsenin artık sadece, ödünç almış olduğu parayı geri vererek taşınmazın kendisine temlik edilmesini istemek yolunda bir alacak hakkı bulunmakta olup, inanan, inanç konusunun iade edilmemesi halinde tazminat isteyebilir.

Özet olarak; inanç sözleşmesi ile taşınmazı devreden inanan ödünç almış olduğu parayı geri vererek taşınmazını kendisine temlik edilmesini istemek hakkına, taşınmazı, inanç sözleşmesi ile alan kimsenin de borcun ödenmesi gününe kadar taşınmazı başkasına satmamak ve borç ödenince de geri vermekle yükümlüdür.

2) İnançlı İşlemlerde Dış İlişki

İnançlı işlemlerde dış münasebet, işlemin tarafları ile üçüncü kişiler arasındaki ilişkidir. Kural olarak, inançlı işlemlerde, inanç sözleşmesinin tarafı olmayan her kişi üçüncü kişi olarak kabul edilir. İnançlı işlemlerde üçüncü kişilerin, inanç sözleşmesinin varlığından çoğu kez haberleri yoktur. Üçüncü kişiler ile inanan arasında gerçekleşen herhangi bir ilişki bulunmamaktadır.

Daha önce de belirttiğim üzere, inanılan, hakkın devri ile malik ve alacaklı durumunu aldığından, üçüncü kişilerin inanılandan yaptıkları kazanmalar korunur. Bu gibi durumlarda, inananın, üçüncü kişilerden herhangi bir talep hakkı olamaz. İnananın inançlı işlemden doğan hakkı şahsi nitelikte olup, üçüncü kişilere karşı ileri sürülemez.

Üçüncü şahıs borçlunun korunması: Alacağın teminat maksadıyla devri, mutat bir alacak devrinin bütün sonuçlarını doğurduğundan, üçüncü şahıs borçlunun hukuki durumu da, normal bir alacak devrindeki borçlunun durumundan farksızdır. İnançlı devirlerde borçlu, TBK’nın 186 ve 187. maddelerinin sağladığı korumadan istifade eder. Ticari senetlerin inançlı olarak devrinde, durum alacakların devrinden farklıdır.

Üçüncü kişilerin iyiniyetle kazanımları: İnançlı işlemlerde, iyiniyetle kazanma inanç anlaşmasına taraf olmayan üçüncü kişinin kazanımında görülür. Daha önce de bahsettiğim üzere, inançlı işlemlerde, inanç anlaşmasına taraf olmayan her şahıs, “üçüncü kişi” olarak kabul edilir. Üçüncü kişi, inançlı işlemlerin dış ilişkilerinde görülür.

Kural olarak, iyiniyetli üçüncü kişilerin inanılandan yaptıkları kazanmalar hukuken korunur. İnanç konusunun üçüncü şahıslar tarafından inanılandan kazanılması halinde, bu kazanım, yetkili olan bir kimseden yapılmış sayılır. Bu durumda inananın, üçüncü kişilerden herhangi bir talep hakkı bulunmamaktadır. İnançlı işlemlerde, talep hakkı, inananla, inanılan arasındaki iç ilişkide kendini gösterir. Koşulları var ise, inanana üçüncü kişilere karşı bir tazminat hakkı tanınabilir. Ancak, bu şekilde akde aykırılığa sevk ve teşvikten doğan tazminat istekleri için, sevk ve teşvikin ahlaka aykırı bir şekilde, sırf inanana zarar vermek kastı ile yapılmış olması şarttır.

Gerçek hayatta görüldüğü üzere, inançlı işlemlerin konusu daha çok tapulu taşınmazlardır. İnançlı işlemlerde dış ilişkiden kaynaklanan sorunlar daha çok taşınmaz malın inançlı işlemle devrinde kendini gösterir.

Kural olarak, tapu sicilindeki kayda iyiniyetle güvenerek ayni hak kazanan kimse korunur. Bu kural TMK. un 1023. maddesinde ifadesini bulmuştur. Anılan hüküm karşısında, tapu kaydına iyiniyetle güvenerek ayni bir hak kazanan kişiye karşı ileri sürülen inançlı işlem iddiası dinlenemez. Tapu kaydına iyiniyetle güvenerek ayni hak kazanmayı bir örnekle somutlaştırırsak; İnanan (A) taşınmazını, inanılan (B)’ye işlem ile devretmiş ve tapuda (B) adına tescil yapılmıştır. (B) daha sonra bu taşınmazı inançlı işlemden haberi olmayan iyiniyetli üçüncü kişi (C)’ye tapuda devretmişse, (C) iyiniyetli kazanan olduğundan taşınmazın mülkiyetini kazanmış ve onun maliki olmuştur. İnanan (A) ona karşı inançlı işlem iddiasında bulunamaz ve tapu sicilinin düzeltilmesi davasını açamaz.

Hukukumuzda, kişilerin satın aldığı şeylerin ileride kendilerinden geri alınabileceği endişesi taşımamaları, dolayısıyla toplum düzeninin sağlanması düşüncesiyle, satın alan kişinin iyi niyetinin korunması ilkesi kabul edilmiştir.

Genel kural uyarınca, iyi niyetin varlığı asıldır. İkinci el durumunda bulunan kişinin kazanımı korunur. Sorunun bir örnekle somutlaştırılması gerekirse şöyle bir örnek verebiliriz: İnanan (A) taşınmazını inançlı işlem ile inanılan (B)’ye devretmiştir. Üçüncü kişi konumunda bulunan (C) de o taşınmazı tapuda inanılan (B)’den satın ve devralmıştır. Bu hukuki ilişkide inanılan (B) ilk el, üçüncü kişi (C) de ikinci el durumundadır. İşte, tapu sicilindeki kayda dayanarak iyiniyetle kazanımda bulunan ikinci el konumunda bulunan (C)’nin kazanımı korunur.

İyiniyetli üçüncü kişi lehine kabul edilen karine nedeniyle, ispat yükümlülüğü gerçek hak sahibi olduğunu ileri süren davacı tarafa aittir. İyiniyetin, hakkın kazanılması sırasında bulunması yeterlidir. Hakkın kazanılmasından sonraki öğrenmeler sonuca etkili değildir.

Kısaca; birinci temliki işlemin geçersizliğini bilen veya kendinden beklenen özeni göstermesi halinde bilecek konumda olan kimse iyiniyetli sayılmaz.

İnançlı İşlemin Sona Ermesi

İnançlı işlemlerin sona ermesi bakımından, diğer sözleşmelerden herhangi bir farklı yönü bulunmamaktadır. Sona erme sebepleri aynıdır. Kısaca sözleşmeyi(inançlı işlemi) sona erdiren sebepler şu şekildedir:

  • Belirli bir sürenin geçmesi: İnançlı sözleşmenin kurulması sırasında, sona erme bakımından bir tarih belirlenmiş ise, o tarihte sözleşme sona erer.
  • Fesih sebepleri: Ehliyetsizlik, şekil eksikliği, iradeyi bozan haller, hukuka ve ahlaka aykırılık ve benzeri sebeplerden ötürü sözleşmenin feshi ve sona erdirilmesi istenebilir.
  • Gayenin gerçekleşmesi: İnançlı sözleşmeler belli bir amaç(gaye) için yapılır, İnanç gayesinin geçekleşmesi ile sözleşme son bulur. Örneğin; bir alacağın tahsili veya belli bir amaç için yapılan temliklerde, amacın gerçekleşmesi halinde başkaca bir işlem yapmaya gerek kalmaksızın, sözleşme kendiliğinden erer.
  • Tarafların ölümü: Gerek inananın gerekse inanılanın ölümü halinde inançlı işlem sona ermez, devam eder. Tarafların mirasçıları külli halefiyet prensibi uyarınca bu sözleşme ile bağlıdır.

Yazar Hakkında: Avukat Saim İncekaş

Saim İncekaş, Adana Barosu'na kayıtlı bir avukattır. 2016 yılından bu yana Merkezi Adana'da bulunan ve kurucusu olduğu İncekaş Hukuk Bürosu'nda çalışmaktadır. Yüksek lisans derecesi ile hukuk eğitimini tamamladıktan sonra bu alanda birçok farklı çalışma yürütmüştür. Özellikle aile hukuku, boşanma, velayet davaları, çocuk hakları, ceza davaları, ticari uyuşmazlıklar, gayrimenkul, miras ve iş hukuku gibi alanlarda uzmandır. Saim İncekaş, sadece Adana Barosu'nda değil, aynı zamanda Avrupa Hukukçular Derneği, Türkiye Barolar Birliği ve Adil Yargılanma Hakkına Erişim gibi dernek ve kuruluşlarda da aktif olarak görev almaktadır. Bu sayede, hukukun evrenselliği konusundaki farkındalık ve hukuk sistemine olan güveni arttırmaya yönelik birçok çalışmada yer almaktadır. Randevu ve Ön Görüşme İçin WhatsApp Üzerinden Hemen İletişime Geçin

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir