Boşanma Davasında Çocuğun Velayeti Kime Verilir?
Boşanma davasında “çocuğun velayetinin kimde kalacağı” hakimin kanaati doğrultusunda verilir. Boşanma ile birlikte evlilik birliği kesin olarak son bulmakta olduğuna göre, ana ve baba tarafından müştereken kullanılmakta olan velayet hakkının, onlardan birine bırakılması gerekecektir. Velayetin boşanan eşlerden hangisine verilmesi gerektiği hususunda kanunumuz belli şartlar koymamış, bunu tamamen hakimin takdirine bırakmayı uygun görmüştür.
Kanunumuz çocukların velayetinin taraflardan hangisine bırakılacağı hususunda hakime çok geniş bir takdir yetkisi tanımıştır.
Velayet Belirlenirken Dikkat Edilecek Hususlar
Hakim velayetin anneye mi, yoksa babaya mı verilmesi gerektiğini bizzat kendi kanaatine göre tayin edecektir. Hakim, velayetin hangi eşe verileceğine karar verirken çok ağır bir manevi sorumluluk altında bulunmaktadır. Hakimin, çocuğun velayetini düzenlerken, çocuğun yararı ilkesi uyarınca hareket ederek bir karara varması gerekmektedir. Hakim şu gibi ölçütlerden yararlanır;
Çocuğa İlişkin Ölçütler
Hakimin, çocuğun yaşını, cinsiyetini, alışmış olduğu çevreyi, dinini, sağlığını, boşanmadan sonra da aile ortamında yaşayabilme imkanının olup olmadığını, birden çok ortak çocuk varsa bunların mümkün oldukça ayrılmamaları gibi hususları dikkate alarak çocuğun hangi tarafa bırakılacağını belirler.
Çocuğun yaşı, velayetin düzenlenmesi bakımından dikkate alınacak ölçütlerden biridir; zira uygulamada küçük yaştaki çocuklar, anne sevgisi ve ilgisine ihtiyaç duydukları düşüncesiyle, anneye bırakılmakta ve velayet anneye ait olmaktadır.
Ancak küçük yaştaki çocukların anneye bırakılmaları mutlak bir kural değildir; zira tek başına yaş, velayetin düzenlenmesinde belirleyici bir ölçüt olamaz. Çocuğun, babasına bırakılması, somut duruma göre çocuğun yararı için daha uygun olabilir. Örneğin anne bulaşıcı ve tehlike bir hastalıkla mücadele ediyor olabilir yahut çocuğa doğumundan itibaren yeterli ilgiyi göstermemiş ve çocukla hep baba ilgilenmiş olabilir. Bu hallerde velayetin babaya bırakılması daha uygun olacaktır.
Çocuğun cinsiyeti de çocuğun velayetinin bırakılacağı tarafın belirlenmesinde göz önüne alınan bir ölçüttür. Kız çocukların anneye, erkek çocukların babaya bırakılması somut duruma göre makul bir düzenleme olabilir. Zira cinsel kimliğin oturması ve ergenlik sürecinin kolay atlatılması bakımından bu şekilde bir düzenlemeye gidilmesi yerinde olabilir.
Göz önüne alınacak diğer bir ölçüt ise mümkün olduğunca çocuğun alıştığı çevrenin değiştirilmemesine özen gösterilmesidir. Çocuğun alıştığı çevreden koparılması, düzeninin bozulmasına ve yeni bir ortama alışmasının zorlukları ile karşılaşmasına neden olacaktır. Bu da çocuğun psikolojik gelişimini olumsuz yönde etkileyebilecektir ve hatta ileride kişilik bozukluklarına dahi yol açabilecektir. Anne ve babasının boşanması zaten çocuğun hayatında büyük bir değişiklik yaratacakken bir de çocuğu alıştığı çevreden ayırmak doğru değildir. Çocuğun alıştığı çevrenin kapsamına devam ettiği okul da gireceğinden, çocuğun okulunun değiştirilmemesine de özen gösterilmesi uygun olur.
Boşanmanın ardından çocuk için aile ortamı içerisinde yaşayabilme imkanının olup olmadığı da değerlendirilmelidir. ÇHS-m.20’nin yorumundan da asıl olanın, çocuğun aile ortamında yetişmesi olduğu sonucuna ulaşılmaktadır. Doktrinde hakimin, çocuğun velayetini yeniden evlenme ihtimali olan tarafa bırakmasının uygun olacağı belirtilmiştir. Ancak burada üvey anne ve babanın kişiliği, yaşam tarzı, kötü alışkanlıkları olup olmadığı, çocuğa karşı tutumları ile çocukla arasında nasıl bir iletişim olduğu belirleyici olacaktır.
Boşanmadan sonra kendi ailesi ile yaşayacak olan bir ebeveyn varsa ve onun ailesi ile çocuğun arasında olumlu bir iletişim varsa, çocuk için bu ortamda yetişmesi faydalı olacaksa hakim, çocuğu bu ebeveyne bırakılabilir. Örneğin anne veya babası işteyken evde onunla ilgilenecek, çocuğun bakımına ve eğitimine yardımcı olacak bir büyükanne veya büyükbabanın olması, velayetin bırakılması için bir tercih nedeni olabilir.
Çocuğun sağlık durumu da, dikkate alınması gereken bir ölçüttür. Hakimin, çocuğun bakımı ve herhangi bir hastalığı varsa tedavisi için hangi ebeveynin yanında kalmasının daha yararlı olacağını belirlemesi gerekmektedir.
Anne ve baba arasında din yahut mezhep farkı olması, ancak çocuğun belli bir din yahut mezhep doğrultusunda yetiştirilmeye başlanmış olması durumunda, çocuğun dini ve mezhebi de velayetin bırakılması açısından dikkat edilmesi gereken bir ölçüttür. Bu durumda çocuğun, onunla aynı din veya mezhebe sahip ebeveyne bırakılması uygun gözükmektedir. Zira çocuğun daha sonra başka bir din veya mezhebe göre eğitilmeye başlanması, çocukta kafa karışıklığına, fikirsel ve psikolojik açıdan zedelenmeye neden olabilir.
Birden çok ortak çocuk olması durumunda hakim, kardeşlerin birbirinden ayrılmamasına özen göstermelidir. Zira kardeşlerin ayrılmaları psikolojik olarak onları etkileyecektir ve çocukların gelişimi açısından olumsuz sonuçlara yol açabilecektir. Anne ve babası ayrılan kardeşler, bu durumun üstesinden birbirlerine destek olarak gelebilirler. Bu imkanın ortadan kaldırılarak zaten boşanma ile psikolojisi zedelenen bir çocuğu bir de kardeşinden koparmak çocuğun psikolojisini iyice sarsacaktır. Çocukların anne veya babadan birine bırakılmasının, çocukların bırakıldığı ebeveynin mali gücünü sarsacağı ve bu ebeveynin çocukların hepsine birden bakamayacağı gerekçesiyle çocukların bazılarının anneye, bazılarının babaya bırakılması yerinde bir tercih olmaz; zira çocukların bırakılmadığı ebeveyn, iştirak nafakası ödemek sureti ile çocukların bakımı ve geçimine katılacaktır.
Anne ve Babaya İlişkin Ölçütler
Velayetin düzenlenmesinde hakimin anne ve babaya ilişkin olarak da dikkate alması gereken birtakım ölçütler vardır. Burada hakimin anne ve babanın çocukla şahsen ilgilenip ilgilenemeyecekleri, çocuğa olan ilgileri, sosyo-kültürel durumları, ahlak anlayışları, velayetin bırakılması hususundaki görüşlerinin dikkate alması gerekir.
Anne ve babanın çocukla şahsen ilgilenip ilgilenemeyecekleri, diğer bir deyişle ona şahsen bakıp bakamayacakları, onun ihtiyaçları ile bizzat ilgilenip ilgilenemeyecekleri hususu velayetin hangi tarafa verileceği düzenlenirken göz önüne alınmak durumundadır. Zira anne veya baba çok yoğun bir yaşam temposuna sahip oldukları için çocukla bizzat ilgilenemeyecek durumda olabilirler. Bu nedenle anne ve babanın mesleklerinin de değerlendirilmesi gerekmektedir. Örneğin anne veya baba mesleği gereği sürekli seyahat etmek zorunda olduğundan çocuğa hiç veya yeterli vakit ayıramayacak durumda olabilir. Bu durumda çocukla bizzat ilgilenmesi, onun bakımı ve ihtiyaçlarıyla, eğitimi ve yetiştirilmesi ile şahsen muhatap olması pek de mümkün gözükmemektedir. Bu ebeveyn her ne kadar çocuğa karşı sevgi ve şefkatle yaklaşıyor olsa da çocuk, gelişimi için gerekli olan yeterli ilgiyi fiilen göremeyeceği için çocuğun psikolojisi olumsuz anlamda etkilenebilecektir. Ayrıca bu ebeveyn, yeterli vakti olmadığından, velayetin gerektirdiği iş ve işlemleri hiç yahut zamanında yapamayabilir. Bu da çocuğun yararını zedeleyecektir. Bu sebeple hakimin, çocuğa şahsen bakması fiilen mümkün olmayan ebeveyne velayeti bırakması uygun olmaz.
Hakimin üzerinde duracağı bir diğer ölçüt ise anne ve babanın çocuğa karşı olan ilgileri, tutum ve davranışları, çocukla arasındaki iletişimdir. Hakim, anne ve babadan hangisinin çocuğa karşı daha ilgili olduğunu gözlemlemeli, çocuğa daha çok sevgi, şefkat, ilgi gösterebilecek olan ve çocukla arasındaki iletişim diğer ebeveyne göre daha iyi olan ebeveyne çocuğu bırakma yoluna gitmelidir. Çocuğa karşı olumsuz tutum ve davranışları olan ebeveyne çocuğun bırakılması uygun olmaz. Çocuğa sürekli kızan, azarlayan ve hatta şiddet uygulayan bir ebeveyn ile çocuğun birlikte yaşaması düşünülemez.
Çocuğun bırakılacağı ebeveynin, bizzat çocuğa karşı olmasa da genel olarak çocuğun gelişimini olumsuz şekilde etkileyebilecek tutum ve davranışlara sahip olmaması da önemlidir. Örneğin aşırı öfkeli bir yapıda olan anne veya baba ile birlikte yaşayan çocuğun psikolojisi bu durumdan etkilenecek ve çocuk, sağlıklı bir gelişime sahip olamayacaktır.
Çocuğun, anne veya babadan hangisinin yanına bırakılmasının çocuğun eğitimi ve yetiştirilmesi için daha yararlı olacağı da incelenmelidir. Burada sadece hangi ebeveynin çocuğu daha iyi okullarda okutabileceğine bakılmaz; anne ve babanın çocuk yetiştirme ve eğitme kabiliyetleri de araştırılır.
Şüphesiz ki anne veya babanın çocuğu daha kaliteli bir okula göndererek daha iyi bir eğitim almasını sağlaması söz konusu ise bu husus da velayete ilişkin olarak verilecek kararda göz önüne alınmalıdır. Ancak daha iyi bir eğitim alsın diye çocuğun okulunun değiştirilmesi durumunda, çocuğun bu yeni duruma alışamaması, psikolojisinin bozulması, içine kapanması ve sonuç olarak hem ruh halinin hem de okul başarısının zarar görmesi söz konusu olabilir. Bu durumda hakim, daha iyi bir okula gitmesinin mi yoksa devam ettiği okulda kalmasının mı çocuğun daha yararına olacağını, somut durumdaki çocuğun kişisel özelliklerini de dikkate alarak belirlemelidir.
Çocuğun yetiştirilmesi ve eğitimi için hangi ebeveyne bırakılacağı araştırılırken, anne ve babanın sosyo-kültürel durumları da incelenmelidir. Örneğin entelektüel bir yaşam tarzı benimsemiş, düzenli kitap okuyan, sinemaya ve tiyatroya, opera ve baleye, sergi ve müzelere giden bir anne veya babanın yanında yetişmesi çocuğun bilgi ve kültür seviyesinin artmasını da sağlayacağından, çocuğun velayetinin bırakılması açısından bir tercih nedeni olabilir.
Hakimin, anne ve babanın yaşam tarzlarını ve ahlaki değerlerini de incelemesi gerekir. Örneğin madde bağımlılığı gibi kötü alışkanlıklara sahip bir ebeveynin yanında çocuğun yetişmesinin beklenmesi düşünülemez. Bu durum velayetin kamusal niteliği ile bağdaşmaz. Ayrıca bu durum çocuğun psikolojik ve ahlaki gelişimi için de uygun olmayacağından çocuğun yararına aykırı olur. Yargıtay ise bir kararında eşcinselliğin toplumumuzun genel ahlak değerleri ile bağdaşmadığını ve bu sebeple velayetin eşcinsel olan tarafa verilemeyeceğini belirtmiştir.(2)
Anne ve babanın, çocuğu yetiştireceği çevrenin özellikleri de önemlidir. Örneğin anne veya babanın yaşadığı yerde terör olayları oluyorsa bu durum çocuğun güvenliği için uygun olmayacağından velayetin düzenlenmesine etki edecektir.
TMK-m. 182/f.1 uyarınca velayeti düzenlerken hakim, imkan bulundukça anne ve babayı dinlemek durumundadır. Anne ve babanın çocuğa karşı ilgileri ve velayeti isteyip istemedikleri, anne ve babanın dinlenilmesi ile belirlenecektir. Çocuğunun velayetinin, onu sevmediğini, ona bakmak istemediğini belirten bir ebeveyne bırakılması, çocuğun yararına açıkça aykırı olur. Ebeveynlerin her ikisi de çocuğun velayetini istemediklerini bildirmişse TMK-m.346 ve m.347 uyarınca hakimin, çocuğun korunması için somut duruma göre uygun tedbirleri alması, gerekirse vasi ayin etmesi gerekecektir.
Anne ve babanın fiil ehliyetinin de velayetin düzenlenmesinde dikkate alınması gerekir. Taraflardan birisi hukuken sınırlı ehliyetsiz ise bu durumda velayetin kendisine bırakılması mümkün olmaz.
Anne veya babanın bir hastalığının olup olmadığı da dikkate alınmalıdır; zira hastalık hali hem velayete ilişkin görevlerin gereği gibi yerine getirilmesini engelleyebilir hem de bulaşıcı ve süreklilik arz eden bir hastalık olması halinde çocuğun sağlığının bozulmasına yol açabilir. Örneğin anne veya baba veremle mücadele ediyor olabilir. Akıl hastası olan ebeveyne çocuğun bırakılması da hem çocuğun güvenliği gereği uygun olmaz hem de akıl hastası olan ebeveyn velayete ilişkin görevlerini gereği gibi yerine getiremez.
Anne ve babanın mali durumları velayetin düzenlenmesini doğrudan doğruya ilgilendirmez; zira çocuğun bırakılacağı ebeveynin mali durumu iyi olmasa dahi diğer ebeveyn iştirak nafakası ödemek sureti ile çocuğun bakımına ve masraflarına katılacaktır. Bu sebeple mali durum, velayetin düzenlenmesi bakımından çok fazla etkisi olabilecek bir kriter olmayıp, hakimin üzerinde duracağı asıl husus, çocuğun hangi ebeveynin yanında daha iyi yetişeceğidir.
Anne ve babanın boşanmadaki kusur oranları da velayetin bırakılması açısından bir etken olabilir; ancak tek başına belirleyici değildir. Zira çocuğun yararı gerektiriyorsa hakim, çocuğun boşanmada daha kusurlu olan ebeveyne bırakılmasına da karar verebilir. Bir görüşe göre ise, velayetin anneye veya babaya bırakılması çocuğun yararı açısından bir fark yaratmıyorsa, boşanmada kusuru olmayan ya da daha az kusurlu olan ebeveyne velayetin verilmesi uygundur. Sırf kusur oranına göre hareket ederek çocuğun velayetinin düzenlenmesi uygun değildir. Zira boşanmada kusur oranı daha fazla olan ebeveyne çocuğu üzerinden ceza vermek uygun olmaz. Evlilik birliğinin sona ermesinde kusurlu davranışları olan ve bu sebeple iyi bir eş olmayı başaramayan bir kişi, aynı zamanda iyi bir ebeveyn de olamayacaktır şeklinde bir algıya kapılmamak gerekir. Bir kişinin eş ve ebeveyn olma durumlarının birbirinden ayrı düşünülüp değerlendirilmesi gerekmektedir. Bu sebeple hakim, tarafların sırf kusur oranlarını dikkate alarak hareket etmemeli, somut duruma göre çocuk için en doğru olacak kararı vermelidir.
Doktrinde ve yargı kararlarında belirtilen başkaca ölçütler de vardır. Örneğin anne veya babadan birinin çocuğu kaçırmış ve diğer eşten gizlemiş olması, çocuğu iradi olarak terk etmesi, çocuğun iradesini yönlendirme veya tehdit yoluyla değiştirmiş olması gibi. Anne veya babanın soybağı konusunda şüphe duyuyor olması, adli geçmişleri ve çocuğu cinsel açıdan istismar etmiş olup olmadıkları da velayetin düzenlenmesinde hakim tarafından nazara alınması gereken ölçütlerdendir.
Hakimin Ölçütleri Değerlendirmesi
Yukarıda açıklanan ölçütlerin her biri, esasında somut duruma göre çocuğun yararı için en uygun olan sonuca ulaşılması için birer rehberdir. Ancak bu ölçütlerden sadece bazılarının incelenmesi çocuğun yararının tespiti için yeterli olmayacağı gibi ölçütlerin birbirinden bağımsız şekilde değerlendirilmesi de uygun olmaz. Zira bir ölçüte göre anneye verilmesi gereken çocuğun, başka bir ölçüte göre babaya verilmesi gerekebilir. Bunun gibi karmaşık sonuçlara ulaşılmaması için hakim, bu ölçütlerin hepsini, hep birlikte incelemeli; çocuğun mutluluğu, huzuru, refahı, gelişimi, sağlığı ve eğitimi için somut durumda onun yararına en uygun olan kararı vermelidir.
Somut durum ve koşullara göre dikkate alınması gereken başkaca ölçütler de olabilir. Şöyle ki her boşanma vakıası aslında kendine özgü bir yapıya sahiptir ve bu nedenle boşanmanın çocukları nasıl etkileyeceği noktasında bir genelleme yapılamaz; her çocuğun algısı, bilinç düzeyi, psikolojisi de birbirinden farklıdır. Bu sebeple hakim, somut olayı ve aile yapısını, anne ve babanın kişilik özelliklerini, çocukla aralarındaki iletişimi, çocuğun içinde bulunduğu psikolojik durumu iyi bir şekilde tahlil etmeli ve buradan yola çıkarak somut olayda velayetin düzenlenmesi bakımından, yukarıda belirtilenlerin dışında başkaca bir ölçütün de değerlendirilmesinin gerekip gerekmediğini belirlemelidir.
Son olarak belirtilmelidir ki hakim, bu ölçütleri değerlendirirken bilirkişiden yardım alabilir. Bu kapsamda bilirkişi çeşitli metotlardan yararlanabilir. Bunlara örnek olarak, çocuk ve anne-baba ile birebir görüşme, gözlemler yapma, psikolojik testler uygulama sayılabilir. Burada dikkat çeken bir metot da ebeveynlik kapasitesi değerlendirme formu adı verilen, ebeveynlerin ebeveynlik becerilerini ölçmek için objektif ölçütlere göre hazırlanan formların kullanılmasıdır.
Bu formlar, velayetin kime verilmesi gerektiğini ortaya koymaktan ziyade, anne-baba ile çocuk arasındaki iletişimi anlamaya yardımcı olacaktır. Formlarda bilirkişinin kendi gözlemine göre cevaplayacağı yahut doğrudan anne ve babaya yönelteceği birtakım sorular bulunmaktadır. Örnek olarak anne ve babanın çocuğa karşı nasıl bir ses tonu ile hitap ettikleri, çocuğa karşı duyarlı olup olmadıkları, çocuk öfkeli bir haldeyken onu sakinleştirip sakinleştiremedikleri gibi sorular gösterilebilir .
Sonuç olarak hakim, somut olayı iyi bir şekilde analiz etmeli, gerekirse bilirkişiden de yardım alarak hem çocuğa hem de anne ve babaya ilişkin ölçütleri bir arada değerlendirmeli ve buna göre çocuğun velayetinin hangi ebeveyne bırakılacağını belirlemelidir.
Bu ölçütler kanunda düzenlenmemiştir. Yargıtay kararları doğrultusunda ortaya çıkan ölçütlerdir.
Hakim karar verirken velayet konusunu bir çok açıdan inceleyecektir;
- Hakim, velayetin boşanan eşlerden hangisine bırakılacağını tayin ederken sadece çocuğun menfaatini göz önünde bulundurmalıdır. Yargıtay da bu görüşü benimsemiştir. Önemli, olan çocuğun, hangi tarafa bırakıldığı takdirde daha iyi yetiştirileceği, bakılacağı, tahsil ve terbiyesinin sağlanacağıdır.
- Boşanan eşlerin mali vaziyetleri, yaşları, boşanmada kusurlu olup olmadıkları o derece önemli değildir. Çocuğun menfaati gerektiriyorsa hakim onu mali durumu daha bozuk olan, hatta boşanmada kusurlu bulunan tarafa dahi verebilir.(1)
- Boşanma akıl hastalığı, terk, terzil edici bir suçtan dolayı mahkumiyet veya haysiyetsiz hayat sürme sebeplerinden biriyle vaki olmuşsa, çocuğun bu hallerde akıl hastası veya suçlu olan tarafa bırakılmaması lazımdır.
- Mecbur kalmadıkça çok küçük yaştaki çocukların velayetini anaya, buna karşılık daha büyücek yaşta olan ve disipline muhtaç bulunan erkek çocukların velayetini babaya vermelidir. Hakim, çocukların ana ve babalarına karşı besledikleri duyguları da gözden uzak tutmamalıdır. Hakimin bunu tespit edebilmek bakımından çocukları dinlemesinde yarar vardır.
- Bununla beraber, hakimin velayet hakkını kime vereceğini kararlaştırmadan önce ana ve babayı dinlemesi de şarttır (MK. m. 148/1). Ancak, uygulamada buna pek dikkat edilmemektedir. Bu süreci avukat ile ilerletmenizin deneyimlerim gereği mühim olduğunu söylemek isterim.
- Eğer çocuğun menfaati gerektiriyorsa hakim, çocuğun velayetini ana veya babadan hiç birine vermeyerek çocuğu bir üçüncü şahsa, onu vasi tayin etmek suretiyle verebilir. Ancak, hâkimin bu yola gidebilmesi için, velayetin kaldırılması sebeplerinden birinin mevcut olması gerekir.
Hakim Velayeti Düzenlemek Zorunda Mıdır?
Boşanma kararının fer’î(eki) bir sonucu olarak velayetin düzenlenmesi gerekir. Hakim, bu düzenlemeyi TMK-m.182/f.1 uyarınca resen yapacaktır; hakimin velayeti düzenlemekten kaçınması söz konusu olamaz.
Hakim, velayeti keyfen düzenleme hakkına sahip değildir; her ne kadar TMK-m.l82/f.l uyarınca bu konuda takdir hakkı olsa da, bu hakkını TMK-m.4 e uygun şekilde kullanması, hukuka ve hakkaniyete uygun bir karar vermesi gerekir. Hakimin burada sıkı sıkıya takip edeceği ilke ise çocuğun yararı ilkesidir.
Velayetin düzenlenmesi bakımından hakim, gerekli görürse psikiyatrist, psikolog, pedagog gibi uzman kişilerden yardım da alabilir. Taraflar da uzmanlardan görüş alarak bunu hakime sunabilirler.
Birden Fazla Çocuk Durumunda Velayet
Çocuklar birden fazla olduğu takdirde, bazılarının velayetinin bir tarafa, bazılarının ise diğer tarafa verilmesi mümkün olmakla beraber, büyük bir mecburiyet olmadıkça bu yola gitmemek ve kardeşleri birbirinden ayırmamak doğru olur; zira «kardeşlerden birinin ayrı şartlar, çevreler ve terbiye sistemleri içinde yetişmeleri onları birbirine karşı bir takım ruhi komplekslere sürükleyebilir.
Eşlerin Velayet Hakkında Sözleşme Yapmaları
Boşanan eşlerin velayetin içlerinden birine verilmesi hakkında yapacakları bir sulh akdi hakimi bağlamaz. Hakim böyle bir anlaşmaya rağmen aksine karar verebilir. Bu anlaşmalar hakim için sadece bir rehber, yol gösterici niteliği taşır; hakimin bağlı olduğu mutlak ilke çocuğun yararı ilkesidir ve hakimin, bu ilke doğrultusunda hareket ederek eşlerin yaptığı anlaşmayı değerlendirmesi gerekir.
Boşanma Davasından Sonra Doğan Çocuğun Velayeti
Boşanma kararı verildikten sonra doğan çocuğun velayeti, boşanma kararıyla velayet kendisine bırakılmış olan tarafa geçmez; bunun için ayrıca dava açılarak velayetin kime verileceğinin tespit edilmesi gerekir. Yargıtayın bu kararı esasen isabetli olmakla beraber, sonucu önceden belli eden bir karardır, zira yeni doğmuş bir çocuğun anadan alınarak babanın velayetine bırakılması herhalde söz konusu olmaması gerekir.
Şarta Bağlı Olarak Velayet Düzenlenebilir Mi?
Hâkimin, velayeti bir şarta bağlı olarak düzenlemesinin doğru olmadığı belirtilmektedir. Örneğin çocuğun velayetinin, ileride evlenmemesi şartı ile anneye bırakılması gibi. Ortaya çıkan yeni durumlara göre velayetin tekrar düzenlenmesinin mümkün olduğu da düşünüldüğünde, velayetin şarta bağlı olarak düzenlenmesi uygun değildir.
İlgili Diğer Yazılar:
İlgili Yargıtay Kararı:
08.10.2018 tarihinde http://www.hurriyet.com.tr’de; “Yargıtay’dan velayet davaları ile ilgili son dakika kararı!Yargıtay Hukuk Genel Kurulu, verdiği emsal kararla velayet davalarını yeni bir boyuta taşıdı. Kurul, idrak gücüne sahibi 8 ve üstü çocukların kendisini ifade edebileceğini, velayet davasında çocuğa fikri sorulması gerektiğine hükmetti. Kararla birlikte; mahkemeler velayet davalarında karar vermeden önce çocuğa “Anneni mi, babanı mı istiyorsun” sorusunu yöneltecek.” şeklinde yer alan habere ilişkin Yargıtay Kararı. (2017/2-3117 E., 2018/1278 K, 27.06.2018)
Kaynak:
- Yg. 2. Hukuk Dairesi 6.3.1962 tarih ve 646/1497 sayılı kararında davalı ananın zinası sabit olduğu halde, babanın içinde bulunduğu kötü durumu ve çocukların yaşlarını göz önünde bulundurarak velayetin anaya verilmesini uygun bulmuştur.
- Yarg. 2.HD, 1982/5077 E., 1982/5531 K., 21.6.1982 T. “Boşanma sebebi toplumun asla hoş görmeyeceği “eşcinselliğe” Türkçe deyimi ile “seviciliğe” dayanmaktadır. Böylesine marazi ( hastalık derecesine varan ) bir alışkanlığı bulunan kadına kız çocuğunun velayetinin verilmesi onun geleceğini tehlikeye düşüren bir durum meydana getirebilir… Bu bakımdan çocuk henüz kötü alışkanlıklar edinmeden gerekli tedbirin alınması zorunludur.”