Ülkede, bir yanda Medeni Kanun’un getirdiği Türk aile hukuku kuralları öte yanda da bunlara uymayan büyük bir halk yığını vardır.
Cumhuriyet Öncesi Türk Toplumunda Aile Kavramı
Türk aile yaşamı, Medeni Kanun’un yürürlüğe girdiği 4 ekim 1926 tarihine değin Fıkıh kuralları, yani dinsel temele dayanan; hukuk kurallarınca düzenlenmekteydi. O çağda evlilik kurumu din temeline dayanmakta ve devletin yakın gözetiminden uzak, büsbütün özel bir kurum niteliği taşımaktaydı. Nikâh denilen evlenme sözleşmesi, tıpkı alım satım veya kira gibi özel bir sözleşme sayılıyordu.
Tarafların birbirleriyle evlendiklerini iki tanık karşısında açıklamalarıyla bu sözleşme meydana gelir ve evlilik doğardı. Bu açıklamanın, tarafların vekillerince yapılması da caizdi ve genellikle nikâh, tarafların vekillerince kıyılırdı. İmamın dua okuması -halkın deyimiyle nikâh kıyması- evliliğin meydana gelmesi için hukuksal bir zorunluk olmamakla birlikte, bu uygulama zamanla bir gelenek durumunu almıştı. İslâm hukuku bilginlerinin yorumlarına göre, nikâhın amacı kadının kadınlığından erkeğin yararlanması olarak kabul ediliyordu.
Boşanmaya gelince: Kocanın boşanma yetkisi mutlaktı. Onun tek yönlü olarak bu yetkiyi kullanmasıyla evlilik hemen sona erebilirdi. Kadının boşanmayı isteme hakkı çok sınırlıydı. Onun tek taraflı boşanma hakkı ancak evlenme sözleşmesi yapılırken karının da kocasını boşayabilmesi yetkisinin koca tarafından kadına tanınması halinde mevcut olabilirdi. Eski hukukumuzda evlenme sözleşmesinin büsbütün özel bir nitelik taşıdığını gösteren bu hak kurumu halk yığınlarınca bilinmiyordu.
Cumhuriyet Öncesi Boşanma Oranları
Boşanmaların eski dönemde bugünkünden az olduğunu gösteren bir istatistik yoktur. Böyle bir istatistik bulunsaydı ve bugünkü boşanma oranının bizde eskiye göre yükseldiğini saptamak olanağı bulunsaydı bile, bundan kesin bir sonuç çıkarılamazdı, çünkü boşanmalar son yıllarda her ülkede çoğalmaktadır. Birinci ve ikinci Dünya Savaşlarından sonra toplumların yapısında görülen ekonomik ve ahlaksal bunalımlar, birçok Batı ülkelerinin de yasa kuralları hiç değişmediği halde boşanmaların çoğalmasına neden olmuştur.
Osmanlı İmparatorluğu son yıllarına doğru aile hukuku alanında reform yapmak istedi ve 25 ekim 1917’de «Hukuk-u Aile Kararnamesi» adlı bir yasa kabul etti. Bununla erkeğin boşanma hakkı ve bir erkeğin birden çok kadınla evlenmesi birtakım koşullara bağlandı. Hıristiyan ve Musevilerin evlenme hukukunu düzenleyen ayrı kurallar konuldu. Kararname bu bakımdan Osmanlı İmparatorluğu’nun kozmopolit yapısını yansıtmaktadır. Hukuk-u Aile Kararnamesi çok yaşamamış, Mütareke döneminde İstanbul hükümetince 19 haziran 1919’da yürürlükten kaldırılarak aile hukuku yine eski fıkıh kurallarına bağlanmıştır.
Medeni Kanun’un Yürürlüğe Girmesinden Sonra Aile Yapısı
Yurttaşlar Yasasının (Medenî Kanunun) yürürlüğe girmesine değin süren eski şeriat hukuku uygulaması Yurttaşlar Yasası ile sona erdi ve kadın erkek eşitliğine dayanan ve devletin denetimine bağlı olan yeni bir aile hukuku düzeni kurularak, Türkiye’de aile hukuku alanında eski liberal ve özel sistemden yeni devletçi ve düzenci sisteme geçildi. Yurttaşlar Yasasının Aile Hukuku bölümünün bütün kurallarında bu ruh egemendir. Nikahta dinsel tören ve dua, özel bir vicdan konusu sayıldı ve bu törenin ancak medenî evlenme töreninden sonra, isteyenlerce, yapılabileceği yazılmakla yetinildi.
Bununla birlikte Yurttaşlar Yasası aile hukukunun bireyci niteliğini büsbütün ortadan kaldırmayıp bunu devletçi görüşle bağdaştırmıştır. Şöyle ki; cinsiyetleri ayrı iki kişi arasında bir Medenî Hukuk sözleşmesi olan evlenmenin meydana gelmesi için sadece iki tarafın iradesinin yetmemesi ve bu sözleşmenin belediye başkanı veya onun görevlendireceği evlendirme memuru karşısında veya köylerde muhtar karşısında yapılması zorunluğu; bazı bozucu nedenlerin varlığı halinde Cumhuriyet savcısının doğrudan doğruya işe el koyarak bozma dâvası açabilmesi; ana – babanın velâyet hakkını kullanmalarının, kimi durumlarda, mahkemenin denetimine bağlı olması; boşanmaya ancak mahkemece karar verilebilmesi; korumanın (vasinin) mahkemece atanması ve görevden alınması; bireyin kişisel durumlarının ve evlilik ilişkilerini saptayan evlenme ve nüfus kütüklerinin devletin yetkili organlarınca tutulması gibi durumlar, devletin Türk Aile Hukuku ile ne kertede yakından ilgili olduğunu ve bu hukukun devletçi karakterini açıkça göstermektedir.
Buna karşılık, evliliğin meydana gelmesinde bireyin rızasının önemi ve bu rızadaki sakatlığın, evliliğin bozulmasına neden olabilmesi; boşanmayı isteme hakkının eşlere tanınması; karı koca mallarının yönetilmesine ilişkin sözleşmenin onlarca düzenlenmesi, yani yasada yazılı mal rejimlerinden birinin seçimi konusunda eşlerin özgür bırakılması; nişanlılık sözleşmesinin evlilik zorunluğunu doğurmaması ve nişanı bozmanın kimi durumlarda sadece tazminat borcu meydana getirmesi; evlat edinme ilişkisinin kurulmasında tarafların rızasının esas olması gibi durumlar da, Türk Aile Hukukunun bireysel iradeye geniş yer ayıran liberal ve bireyci karakterini belirtmektedir.