İnsanlardan meydana gelen toplulukları, bilinçli bir ulus haline getiren, erkeğe çalışma aşkı ve kahramanlık duyguları aşılayan, sanat ilhamı veren, kadındır. Bu sebepledir ki kadınlığı ileri olan toplumlar her bakımdan ileri, kadınlığı geri olan toplumlar ise her bakımdan geri toplumlardır.
Türk kadınının medenî kanundan ve ona siyasal hakları tanıyan Anayasadan ve öteki yasalardan önceki hukukî durumu ne idi, şimdiki hukukî durumu nedir?
Başka bir deyimle, önce kadının yasa kitapları içinde, kağıt üzerindeki durumuna göz atalım. O zaman eskiye göre şu farkları görürüz:
Evvelce nikâh esnasında damat umumiyetle kendi rızasını kendisi açıkladığı halde, nikâh, toplantısında gelin bulunmaz ve onun evlenmeye rızası, vekili niteliğiyle bir erkek tarafından açıklanırdı ve nikâh bunun üzerine bir imam tarafından kıyılırdı.
Bugünkü hukukumuza göre ise kadın ve erkek, eşit haklı vatandaşlar sıfatı ile kendi rızalarını evlendirme memurunun veya muhtarın huzurunda karşılıklı olarak kendileri açıklamak sureti ile evlenmektedirler.
Eski hukukta Evlenmenin anlamı ve anlaşılış tarzı da kadın ile erkek arasındaki eşitsizliği, çok açık olarak göstermekte idi. Eski hukukta evlenme, cinsiyetleri ayrı fakat kişilik ve hakları eşit iki insan arasında bir aile birliği kurmak gibi karşılıklı bir temele dayanmayıp, kadının kadınlığından erkeğin yararlanması olarak tanımlanıyordu.
Bugünkü hukukumuza göre durum hepten değişmiştir. Medenî Kanunumuzun 151. maddesi sadeleştirilmiş bir dille aynen şöyle der: «Evlenme merasiminin yapılmasiyla evlilik birliği meydana gelir ve eşler ,bu birliğin saadetini elbirliği ile sağlamak ve doğacak çocukların bakım ve terbiyesine birlikte özen göstermek hususlarını birbirine karşı borçlanmış olurlar».
Bilindiği gibi evvelce bir erkek birden ziyade kadınla aynı zamanda evlenebilirdi. Bu Usul, kadınlara ve erkeklere «Allah’ın emri» olarak telkin edilirdi. Oysa bu tamamen yanlış bir görüştür. Doğa yasalarında şaşmaz bir düzen hâkimdir. Eğer erkeklerin dört kadın alması Tanrı buyruğu olsaydı, Tanrı bütün dünyada kadın nüfûsunu, erkek nüfusuna oranla, dört kat fazla* yaratırdı.
Halbuki durum böyle değildir. Ve bütün Dünya memleketlerinde, savaşlar, hastalıklar yüzünden meydana gelen çok az bazı farklara rağmen, istatistikler kadın nüfusu ile erkek nüfusunun her zaman eşit olduğunu göstermektedir.
Büyük savaşlardan sonra erkek nüfusunun oldukça önemli bir kısmını kaybetmiş olan memleketlerde harpten hemen sonra doğan çocukların büyük çoğunluğunun erkek olduğu görülmektedir. Böylece her iki cinsiyet arasında bozulan denge yeniden kurulmaktadır. Demek ki, Tanrının muradı bir erkeğin ancak bir kadınla evlenmesidir. İşte yeni hukukumuz, tek karılılığı kabul etmiş, kadınlık haysiyetini çok incitici olan çok karılılık yöntemini kaldırmıştır.
Eski hukukta erkeğin boşanma hakkı sınırsızdı. Karı, kocasının ağzından çıkacak bir tek kelime ile terkolunabilirdi. Buna karşılık Türk kadınının boşanmayı isteme hakkı ancak sayılı bazı hallere inhisar ettirilmişti.
Bugünkü hukukumuza göre ise boşanma ancak yasadaki boşanma sebeplerinden birinin varlığı halinde, mahkeme kararı ile mümkündür. Eski hukukta ana hiç bir zaman çocuğunun velisi olamazdı, Veli, baba idi. Baba ölse bile ana veli olamazdı.
Bugün ana ve baba 18 yaşından küçük olan çocuklarının ortaklaşa velisidirler ve bu hakkı birlikte kullanırlar. Baba ölünce ana yalnız başına veli olur.
Eskiden kadınların mirastaki durumu çok elverişsizdi. Kadın erkeğe oranla, duruma göre, yarım, dörttedir, yedide bir, veya sekizde bir miras alabilirdi. Bugünkü hukukta bu hususta kadınla erkek arasında tam eşitlik vardır.
Eski devirde Türk kadını kamu haklarından da yoksundu. Onun kamu meclislerine seçme ve seçilme hakları yoktu. Oysa İslâmlıktan önce Türk kadınının Devlet yönetiminde bile kocası Hakan’ın yanında ve ona yardımcı bulunduğunu, hattâ tek başına devleti yönettiğini biliriz.
Bugün artık Türk kadını kentsel ve siyasal meclislere seçme ve seçilme hakkına sahip olup bu hususta erkekle tam eşittir.
Bu kısa bilgi gösteriyor ki, kadının eski hukuktaki durumu eşitliğe tamamen aykırıdır. Bu sebeple başta Yurttaşlar Yasası ve Anayasa olmak üzere Türkiye’de kadınlara, erkeklere eşit olarak hak,, yetki ve sorumluluk tanıyan yasalarımızın kuralları tamamen adaletli ve mantıklıdır.
Modern Türk Toplumunda Kadın Hakları
Toplumu düzenleyen hukuk kuralları o toplumun yüzyıllar boyunca süregelen sosyal, ahlâksal, hattâ dinsel geleneklerine dayandığı ve toplumu meydana getiren bireylerin ruhuna kök saldığı için, bu kuralları birdenbire toplum bünyesinden söküp atarak yerine hemen yenilerini uygulamaya hiç bir ülkede olanak yoktur. Bunlar toplum bünyesinde zamanla yavaş yavaş yerleşir ve, kökleşir. Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan beri yeni birçok yasa kabul edildi. Bunlar eski şariat hükümlerine uymuyordu. Daha önce 1839;da ilân olunan Tanzimattan sonra Osmanlı devrinde de birçok kuralları şeriata uymayan yasalar kabul edilmişti. Çünkü ilerleyen dünyada memleketin yeni ihtiyaçları şeriat kaideleriyle karşılanamıyordu.
Bütün bu yeni kanunlar ülkede büyük bir direnme ile karşılaşılmadan uygulandı, yerleşti ve kökleşti. Medenî Kânunumuzun malları ve borç ilişkilerini, hattâ mirası ilgilendiren kuralları da güçlüğe uğramadan uygulandı. Fakat maalesef Aile Hukuku alanında en büyük direnç ve, güçlük kendini gösterdi ve Türk kadını, yasalarda yazılı kaidelerle kendisine tanınmış olan haklardan birçoğunu aile içinde kullanamadı ve kullanamamaktadır. Bunun iki nedeni vardır:
Birincisi, eski hukukumuzda Aile Hukuku alanının öteki Hukuk alanlarına kıyasla daha kutsal sayılmasıdır. Bu hukuk, tıpkı ibadet gibi dinsel hükümlerle bir tutulmak istenmiştir. Çünkü Kuran’da ve hadiste Aile Hukuku ile ilgili hükümler en geniş yeri kaplamaktadır. Aile, Hukuku, öteki hukuk dallarına oranla, Kuran’da ve hadiste daha ayrıntılı olarak düzenlenmiştir. İşte Aile Hukukunun Islâmda adeta kutsal sayılmasının sebep ve hikmeti budur.
Nitekim bu yüzdendir ki, bugünkü Arap devletlerinde de İslâm Hukuku’nun bütün alanları yeni yasalarla kolayca değiştirilip laikleştirildiği ve bu alanlarda Batı hukuku örnek alınarak yapılan modern yasalar yürürlüğe konduğu halde, Aile Hukuku alanında bugün dahi tam bir reform yapılamamıştır. Hukukun laikleştirilmesi yolunda Osmanlı Devleti’nde de aynı durumu görmekteyiz.
Yasalarımızdaki bütün ileri kurallara rağmen, Türk kadınlığının Atatürk’ten sonra yerinde saydığı, hattâ yurdun kimi bölgelerinde çok gerilere gittiği görülmektedir. Medeni Kanunda, Anayasa’da ve öteki yasalarda kadına özgür vatandaş olarak tanınmış olan erkekle eşit yere rağmen, bugün Türk kadınlığının en az. % 80’inin durumu, eski Osmanlı devrindekinden farksızdır. Yani kadın hâlâ yarı köle durumunda ve erkeğin aman vermeyen baskısı altında yaşamaktadır ve yasalarda yazılı haklarını kullanamadığı için, bu haklar kâğıt üzerinde kalmaktadır.
Bütün Türk kadınlarının en az ilk öğrenim görmesi, dünya, doğa, müspet bilimler, sağlık, ve çocuk yetiştirme hakkında bilgi sahibi olması; dini ve ahlâkın yerini bilinçli olarak bilmesi, hurafelere, çürük inanışlara bağlılıktan kurtulması; bir erkekle karşılaşınca sımsıkı kapanmak veya ona sırtını çevirmek alışkanlığından kurtulması; kendisinin ailesince başkasına bir mal gibi satılmasından utanç duyması ve buna karşı koyacak kişiliğe ve özgürlüğe erişmesi; işte Türk kadınlığında olması gereken kültür budur. Bütün Türk kadınları bu aşamaya ulaşmadıkça; erkeğin yarı kölesi, tarlada işçisi, evde zevk aracı, kuluçka makinesi olarak yaşamakta devam edecektir.
Bugün Türk kadınlığının karşı karşıya bulunduğu sorun, mevcut yasalarımız dışında yeni haklar elde etmek sorunu olmayıp, tanınmış olan hakları gereği gibi kullanabilme sorunudur. Bugün kadınlarımız o çağa göre elbette ileridedir. Birçok kadınlarımız güzel sanatların her dalında özellikle sahnede ve müzikte sanatın kutsallığını tanıtmaktadır. Bu alanlarda yükselen kadınlarımızın sayısı azımsanamayacak kadar çoktur. Bu haklar 1974’te tanındı.