Yabancıların Türkiye’de Boşanması Süreci
Boşanma davasında taraflardan herhangi birinin yabancı ülke vatandaşı olması halinde Türk Mahkemelerinin bu davaları ne surette çözecekleri hususu büyük önem taşımaktadır.
Özellikle günümüzde gerek ekonomik gerekse insani boyutta ilişkilerin artmış, yoğun olarak yabancı ülke vatandaşlarının gerek yerleşik gerekse çeşitli nedenlerle ülkemizde yaşamları da göz önünde tutulduğunda artık yabancılık unsurlu davaların sayısında da artış gözlenmektedir. Örneğin Avukat Saim İncekaş Adana gibi boşanma davalarının oransal olarak fazla olduğu bir şehirde boşanma avukatı olarak birçok yabancılık unsuru içeren davada görev almış bir avukattır.
Devletler Hususi Hukuku, yabancılık unsuru taşıyan (Milletlerarası unsur) belirli bir olay ve ilişkilere hangi Devletin maddi hukuk hükümlerinin uygulanacağını gösterir. Bu kaideler bir uyuşmazlığı bizzat çözümlemezler. Sadece, onu çözümleyecek olan yetkili hukuk kurallarını belirtmekle yetinirler. Buradaki hukuk, mahalli hukuk veya yabancı bir hukuk olabilir. Devletler Hususi Hukuk Kuralları iç hukuk kaideleri olduğundan her devletin kendine özgü bir Devletler Hususi Hukuku vardır. Devletler Hususi Hukuku, Maddi Özel Hukuk gibi, bireyler arasındaki adaleti kurmayı amaçlar.
Milletlerarası Medeni Usul Hukuku ise; yabancı unsurlu olay ve ilişkilerden kaynaklanan uyuşmazlıklarda, diğer konular yanında, özellikle Türk mahkemelerinin davaya bakmaya yetkisi olup olmadığını belirleyen kaidelerin bütünüdür.
22 Kasım 1982 tarihinde yürürlüğe giren, 20 Mayıs 1982 günlü 2675 sayılı “Milletlerarası Özel Hukuk ve Usul Hukuku” baklandaki kanun; Devletler Hususi Hukukumuzun ana kaynağını oluşturur. Bu kanun “Milletlerarası Özel Hukuk” ile “Milletlerarası Usul Hukuku” olarak iki bölümde düzenlenmiştir.
Milletlerarası bağlantıda bulunan (Yabancı Unsurlu) olay ve ilişkilerden kaynaklanan hukuki uyuşmazlıklarda, mahkemelerin milletlerarası yetkilerini düzenleyen kaideler Usul Hukukunu meydana getirir. 2675 saydı Yasa, milletlerarası yetkiye ilişkin hükümleri ile (Md.27-33) Türk mahkemelerini Devletler hukuku anlamında haiz oldukları yargı yetkisine hangi ölçüler içinde kullanılacağını belirler. ( Md.l)
Türk Anayasasında, bağımsız mahkemelerce kullanılacağı belirtilen (Md. 9) yargı yetkisi, ancak Devletler Hukuku tarafından belirli alanlarda sınırlandırılmıştır ve yargı yetkisi dava şartlarından kabul edilmektedir. (Bkz. Baki Kuru Hukuk Muhakemeleri Usulü, sayfa 882.) Milletlerarası yetki denildiğinde, yargı yetkisinin mevcut olması koşulu ile bir davaya hangi Devlet mahkemesinin bakabileceği anlaşılır. Milletlerarası yetki dava şartlarından sayılmamaktadır.
Her Devlet mahkemelerinin milletlerarası yetkisini bizzat tayin eder. Hukukumuzda ülke içi yer itibariyle yetki kaideleri aynı zamanda milletlerarası yetki kuralları olarak uygulanır. (Md.27) O nedenle, HUMK 9 ila 12 ve 14 ila 16 ve 19 ila 21 maddelerinde yer alan genel ve özel yetki halleri ile, diğer kanunlarda belirtilen özel yetki hükümleri bulunan durumlarda, Türk mahkemeleri milletlerarası yetkiye sahiptir.
Bu bağlamda, hemen belirtelim ki, yetkinin varlığında davanın yanlarının Türk vatandaşı veya yabancı olması kural olarak bir faktör olarak alınmaz.
Boşanma Davasında Yabancılık Durumunun Tespiti
Yabancılar hukuku, bir ülkede bulunan yabancılar için, yabancı olmaları nedeniyle konulmuş olan kuralların tümünü teşkil eder.
Kişinin yabancılık vasfını tayin ederken onun gerçek veya tüzel kişi olup olmadığına bakmak gerekir. Bir gerçek veya tüzel kişinin yabancılık vasfının tespiti, bir bakıma vatandaşlığının tespitidir.
Yabancı gerçek kişinin kim olduğunun tespiti, vatandaşın kim olduğunun tespitine bağlı olmaktadır. Yabancının tarifi, genellikle bu açıdan yapılmıştır.
Devletler Hukuku Enstitüsüne göre, yabancı, “bir devletin ülkesinde bulunan ve o devletin vatandaşlığını iddiaya hakkı olmayan kimsedir. Bu tarife göre yabancı, başka bir devletin vatandaşı olabileleceği gibi, vatansız veya mülteci de olabilir.
Mülteci Tanımı
Vatansız, hiçbir devlete vatandaşlık bağı ile bağlı olmayan, herhangi bir devletin kanunlarına göre vatandaş sayılmayan kişidir. Mülteci, vatandaşı olduğu memlekette vuku bulan siyasi olaylar sebebiyle bu ülkeyi iradesiyle veya zorla terk etmiş ve yine bir devletin vatandaşlığına geçmemiş ve herhangi bir devletin diplomatik himayesi altında bulunmayan kimsedir.
Yabancıyı, ülkede ona tanınan haklar bakımından değil, vatandaşlık kriterine göre belirliyoruz.
Yabancının Yer Aldığı Boşanma Davasında Türk Mahkemesinin Yetkisi
Yabancılık unsuru taşıyan özel hukuka ilişkin işlem ve ilişkilerde uygulanacak hukuk ile Türk Mahkemelerinin yetkisini, 2675 sayılı Milletlerarası Özel Hukuk ve Usul Hukuku Hakkında Kanun düzenlemektedir.
Türk mahkemelerinin milletlerarası yetkisini, iç hukukun yer itibariyle yetki kuralları tayin eder. (MÖHUK m. 27) Madde uyarınca, genel kural Türk mahkemelerinin yer itibariyle yetkisi iç hukuka göre belirlenecektir. Yani örneğin boşanma veya ayrılık davasında TMK’nın 168, evlenmenin iptali davalarında TMK’nın 160, nişanın bozulmasından doğan davalarda genel yetki kuralı olan HUMK nun 9. maddesine göre yetkili mahkeme belirlenecektir. Bunun yanı sıra iç hukukumuza rağmen Ülkemizin taraf olduğu uluslar arası sözleşmelerle belirlenen yetki kuralları da iç hukuk kuralı olduğundan buna göre ve belirlenen bu yetki kuralına öncelik ve üstünlük tanımak suretiyle yer itibariyle Ülkemizdeki yetkili mahkeme belirlenecektir.
İnceleme konumuza giren davalarla ilgili Ülkemizin taraf olduğu uluslararası sözleşmeler ve bu sözleşmelerin uygulanması ile ilgili Adalet Bakanlığının yayınlamış olduğu genelgeler kitabın ekinde verilmiş olup, gerek yetki kuralları gerekse uygulanacak devlet hukuku kuralları bu doğrultuda belirlenecektir.
Çok taraflı sözleşmeler, taraf olan devletlerin uygulamaları gereken hukuk kuralları oluşturmaktadır. Anayasamızın 90. maddesine göre de, uluslararası sözleşmeler yasa gücünde olup, bunların iptali için Anayasa Mahkemesine dahi gidilemez. Yasama, yürütme ve yargı organları bu kurallara uymak zorundadır. Bağlayıcılık, iç hukuk açısından olduğu gibi uluslararası hukuk açısından da söz konusudur.
2675 Sayılı Kanun ayrıca Türk Vatandaşlarının kişi hallerine ilişkin olmak üzere istisnai ”ayrık” yetki kuralı öngörmüştür.
Yabancılar İçin Yetkili Mahkeme Kuralı
2675 Sayılı Kanun’un 28. maddesi uyarınca; “Türkiye’de ikametgahı bulunmayan Türk vatandaşlarının kişi hallerine ilişkin davaları ikamet ettikleri ülke mahkemesinde açılmadığı veya açılamadığı takdirde Türkiye’de yer itibariyle yetkili mahkemede bulunmaması halinde ilgilinin sakin olduğu yer, Türkiye’de sakin değilse Türkiye’deki son ikametgahı mahkemesinde, o da bulunmadığı takdirde Ankara, İstanbul veya İzmir mahkemelerinden birinde görülür.”
Yetkili mahkemenin belirlenmesi sürecinde:
1-Davanın taraflarından birisinin Türk vatandaşı olması ve davanın da kişi hallerine ilişkin olması gerekir. Kişi hallerine ilişkin davadan kasıt, kişinin şahsi statüsünü ortaya koyan durumlardır.
2-Türk vatandaşının Türkiye’de ikametgahının (yerleşim yerinin) bulunmaması,
3-Davanın Türk vatandaşının ikamet ettiği Ülkede açılamamış veya açılmamış olması gerekir.
Davacı bu her iki halde de, Türkiye’de dava açabilir. Zaten bir Türk vatandaşının Türk mahkemelerinde hak aramasının engellenmesi, anayasal hakkının kısıtlanması sonucunu doğurur. Buna ise cevaz yoktur.
Yabancının Yer Aldığı Davada Uygulanacak Hukuk
Dava ve işlemlerde Türk Mahkemelerinin yetkili olduğunun anlaşılması halinde davada taraflardan hangisinin veya başkaca hangi ülke hukukunun uygulanacağı sorunu karşımıza çıkmaktadır. Mevzuatımız inceleme konumuza giren dava ve işlerle ilgili olarak uygulanacak hukuku vatandaşlık, ikametgah veya mutad mesken esaslarına göre tayin edilmesini öngörmektedir. 2675 sayılı Kanunun 3. maddesi uyarınca aksine bir hüküm bulunmadığı müddetçe dava tarihindeki vatandaşlık, ikametgah veya mutad mesken esas alınmaktadır.
Bu yetki kuralları aile hukuku davalarında genel olarak kabul edilmektedir.
VATANDAŞLIK ESASINA GÖRE YETKİLİ HUKUKUN BELİRLENMESİ
Vatandaşlık kişiyi bir devlete bağlayan hukuki ve siyasi bir bağdır. Vatandaşlığın kazanılma ve kaybedilme şartları her devletin milli yetkisine ait bir konudur. Bu bakımdan vatandaşlık hukuku milletlerarası değil bir iç hukuktur. Her devlet yalnız kendi vatandaşlık kanunları çerçevesinde bir kimsenin kendi vatandaşı olup olmadığını tayin yetkisine sahiptir.
Gerçek kişiler yönünden devlet-vatandaş ilişkisi, o devletin egemenlik hakkının doğal sonucu olduğundan bu konunun, yani uyrukluğun kamu hukuku alanına giren bir hukuki ilişki olduğu tartışmasız bir konudur. Zira, devlet, egemenlik hakkında dayanarak şartların önceden saptadığı hukuki statüye, kişileri kabul etmekte veya etmemektedir. Keza, her devletin, kendi uyruklarının kimlerden olacağını kendi yasalarıyla belirlemekte tamamen bağımsız olduğu milletlerarası hukukun benimsediği ana ilkelerden biridir. Nitekim, bu ilke 12 Nisan 1930 tarihli Uyrukluk Yasalarının Çatışması ile İlgili Bazı Sorunlara İlişkin Sözleşme’nin 1. ve 2. maddelerinde de açıkta doğrulanmış ve yenilenmiştir.
İlgilinin milli hukuku vatandaşlık bağı ile bağlı olduğu hukuk olduğuna göre, bir devletin iç maddi hukukunun tatbiki için vatandaşlığının bilinmesi gerekmektedir. Hakim önüne gelen bir ihtilafta, milli hukukun tespiti zarureti ortaya çıktığında, bunu vatandaşlık hukuku prensipleri ile çözmek durumundadır.
Yetkili hukukun tayininden evvel vatandaşlık statüsünün tespiti gerektiğinden, vatandaşlık hukuku, kanunlar ihtilafının bekletici meselesi olarak vasıflandırılmıştır.
Vatandaşlık esasına göre yetkili hukukun belirlenmesini düzenleyen 4. madde uyarınca; Bu Kanun hükümleri uyarınca yetkili olan hukukun vatandaşlık esasına göre tayin edildiği hallerde, bu Kanun’da aksi öngörülmedikçe:
a) Vatansızlar hakkında ikametgah, bulunmadığı hallerde mutad mesken, o da yoksa dava tarihinde bulunduğu devlet hukuku,
b) Birden fazla devlet vatandaşlığına sahip olanlar hakkında, bunların aynı zamanda Türk Vatandaşı olmaları halinde Türk hukuku,
c) Birden fazla devlet vatandaşlığına sahip olup, aynı zamanda Türk vatandaşı olmayanlar hakkında, daha sıkı ilişki halinde bulundukları devlet hukuku, uygulanır.
Doktirinde “daha sıkı ilişki halinde bulunulan devlet hukuku efektif vatandaşlık terimi ile de açıklanmaktadır. Efektif vatandaşlığın tespitinde, şahsın ilgili ülkede mutad meskene sahip olup olmadığına, o ülkenin dilini bilip bilmediğine, ülkeyle mesleki ve sosyal bir ilişkinin bulunup bulunmadığı, o devlete karşı görev ve sorumlulukları yerine getirip getirmediğine de bakılmalıdır.
2675 sayılı Yasanın 4/b. maddesi, birden fazla devlet vatandaşlığına sahip olanlar hakkında, bunların aynı zamanda Türk vatandaşı olması halinde Türk Kanunlarının uygulanacağını hükme bağlamıştır. Kişi hem Türk vatandaşı, hem de bir veya birkaç yabancı devletin tabiiyetinde olması halinde, Türk mahkemesi onun sadece Türk tabiiyetinde olduğunu dikkate alması gerekir. Daha sıkı ilişki içerisinde bulunduğu devletin hukukunu uygulama cihetine gidemez.
Türk Hukukunda gerçek kişilerin vatandaşlık statüsü 403 sayılı Türk Vatandaşlık Kanunu’nda belirlenmiş olup, yabancı unsurlu nişanın bozulmasından doğan davada taraflardan birinin Türk Vatandaşı olması ve kişinin Türk Vatandaşlığını koruyup korumadığı, birden fazla ülke vatandaşı olarak gözükmesi veya çifte vatandaşlık halinde (örneğin Türk ve Avusturya vatandaşlığı) bu vatandaşlıklardan hangisine sahip olduğu hiçbir kuşkuya yer bırakmayacak şekilde ve dava tarihi itibariyle İçişleri Bakanlığı Nüfus ve Vatandaşlık İşleri Genel Müdürlüğümden sorulup tespit edilecektir.
403 sayılı Türk Vatandaşlığı Kanunu’nun 25/c madde ve bendi uyarınca Bakanlar Kurulu kararı ile Türk Vatandaşlığından çıkartılan ve bu nedenle nüfus kaydı kapatılan kişi Türk vatandaşlığını kaybetmiş olduğundan bu tarihten sonra açtığı davada MÖHUK un 2. maddesi uygulanacaktır.1 Buna göre; Hakim tarafından öncelikle Türk vatandaşı olmayan davacıya uygulanacak hukukun belirlenmesi, tüm araştırmalara rağmen ilgiliye uygulanacak hukukun tespitinin mümkün olmaması halinde ancak Türk Hukuku uygulanabilecektir.
Tarafların Yabancı kişinin vatandaşlığı ise kendi ülkesi yetkili makamlarınca tanzim edilen belgelerle ispatlanacaktır. Bu belgelerin mahkemece geçerli kabul edilebilmesi ve izlenmesi gereken yol hakkında aşağıda boşanma davasında “uygulanacak hukuk” başlığı altında ayrıntılı bilgi verilmiştir.
İKAMETGAH VE MUTAD MESKEN ESASINA GÖRE YETKİLİ HUKUKUN TESPİTİ
Yetki kuralları arasında bulunan ikametgah ve mutad mesken kavramlarının tanım ve içeriği iç hukukumuza göre yapılacaktır.
İkametgah (yerleşim yeri); bir kimsenin sürekli kalmak niyetiyle oturduğu yerdir. Bir kimsenin aynı zamanda birden çok yerleşim yeri olamaz. (TMK.ni. 19) Bu tanıma göre yerleşim yerinin iki unsuru bulunmaktadır. Bunlardan birisi fiili oturmakken, diğer unsuru ise sürekli ve gerçek oturma niyetidir. Yurtdışmda çahşan Türk Vatandaşlarının ise aksi sabit olmadıkça Türkiye’de yerleşim yeri sahibi oldukları kabul edilmektedir. Bu anlamda yurtdışmda çalışan Türk Vatandaşımn çalışma süresi neye ulaşırsa ulaşsın ikametgahı Türkiye’dir. Ayrıca Türk Vatandaşları için nüfusa kayıtlı oldukları yer karine olarak yerleşim yeri olarak kabul edilmektedir. Bu karinen ve yukarıda belirtilen yurdışmda çalışan Türk vatandaşlarının yerleşim yerinin Türkiye’de nüfusa kayıtlı oldukları yer değil de yurtdışmdaki yaşadıkları yer olduğu da
Mutad mesken ise, yerleşim yerini terk etmiş veya yerleşim yeri bulunmayan, kişinin yaşadığı yerdir. Bu tanımda karşımıza yabancıların almış oldukları ikametgah izinleri çıkmaktadır. Ülkemizde oturanlar bakımından sürekli ikametgah izin belgesinin varlığı yabancı kişinin ikametgahının Türkiye olduğunu gösterirse de geçici (süreli) ikametgah belgesi— Bir kimsenin geçici olarak bir yerde oturması oranın ikametgahi olduğunu göstermez. Yabancıların geçici ikametgah izni almış olmaları da ikametgah için yeterli sayılamaz.— ancak mutad mesken olarak kabul edilebilecektir.
TEMİNAT YÜKÜMLÜLÜĞÜ
Türk mahkemelerinde dava açan yabancı kişiler, yargılama giderleriyle, karşı tarafın zarar ve ziyanını karşılamak üzere mahkemenin belirleyeceği teminatı göstermek zorundadır. (2675 sayılı Milletlerarası Özel Hukuk ve Usul Hukuku Hakkında Kanun’un 32. maddesi).
Bir davanın açılmasındaki teminat yatırılması yükümlülüğü hem Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununda hem de yabancı ile ilgili davalarda 2675 sayılı Milletlerarası Özel Hukuk ve Usul Hukuku hakkındaki Kanunda düzenlenmiş bulunmaktadır. HUMK’un 97. maddesi Türkiye’de ikametgahı bulunmayanlarla ilgili olarak genel bir düzenleme şekli getirmiş iken, sonradan yürürlüğe girmiş bulunan 2675 sayılı kanunun 32. maddesi, sadece yabancı olan davacının teminat gösterme yükümlülüğünü düzenlediğine göre, artık yabancıların teminat göstermesi hakkında münhasıran bu Kanunun hükümleri uygulanacaktır. HUMK’un teminatla ilgili 97. maddesi ise sadece Türkiye’de ikametgahları bulunmayan Türkler hakkında uygulama alanı bulabilecektir.
Yabancılık esasına dayalı davalarda teminat gösterme yükümlülüğünün amacı sadece davalının muhtemel olan zararlarının karşılanmasına inhisar etmeyip Türk Mahkemesince yapılacak yargılama giderleri ve bu arada ödenmesi gereken harç ve benzeri kamu giderlerini de kapsadığından, HUMK. benimsenen ilkenin aksine ve Türk Kambiyo rejimi ile yakın ilgisi bulunması bakımından kamu düzenini ilgilendirmesi nedeniyle teminat gösterme yükümlülüğü diğer tarafça ileri sürülmemiş olsa bile, yargılama sırasında mahkemelerce ve temyiz incelemesi aşamasında
Yargıtay’ca re’sen nazara alınması gerekmektedir:
Yargıtay’ın uygulaması bu yönde olduğu gibi (Yargıtay HGK 13.5.1983, 980/5-1952 E, 1983/512 K. ve Yargıtay 11. H.D. 1.12.1987, 987/6358-6710) doktrinde de bu husus benimsenmiş bulunmaktadır. (Bkz. Prof. Dr. E. Nomer, Devletler Hususi hukuku, İstanbul 1986, sh. 411-412, Prof. DR. Baki Kuru, Hukuk Muhakemeleri Usulü, Ankara 1986, cilt 5, sh. 4607) Ayrıca Yargıtay 11. H.D.nin 18.12.1987 gün ve 987/6707-7382 sayıh karan (Bkz. Yargıtay kararlar Dergisi, cüt 14. Temmuz 1988, sayı: 7, sh: 941-946).
Bu düzenlemenin emredici nitelikte yapılmış olmasına ve ayrıca kamu düzeni ile ilgisi de dikkate alınarak HUMK’un 98. maddesindeki düzenlemenin aksine, öncelikle ve re’sen gözetilerek, davacı yabancının karşılıklılık esasına göre teminattan muaf olup olmadığı araştırıldıktan sonra ve şayet muafiyetten yararlanamıyorsa kendisine mahkeme masraflarından sayılan harç da dahil olmak üzere gerekli miktarda tesbit edilecek teminatın döviz olarak Merkez Bankası’na bloke ettirildikten sonra davanın esasına girilmesi gerekir.
Davacıya yargılama gideriyle davalı tarafin zararının karşılamak üzere yeterli teminatı göstermesi için mehil verilmesi, verilen süre içinde teminat göstermediği takdirde taminatı göstermesi için mehil verilmesi, verilen süre içinde teminat göstermediği takdirde yargılamada hazır bulunmamış sayılarak H.U.M.K nun 99 ve 409. maddeleri sonucu uyarınca karar verilmesi zorunludur.
Teminat yükümlülüğünün tek istisnası davacının vatandaşı olduğu ülke ile ülkemiz arasında eldeki davayla ilgili teminat alınmayacağına ilişkin bir sözleşmenin bulunması veya o ülkede bizim vatandaşlarımız tarafından açılan aynı nevi davalarda teminat alınmamasına ilişkin fiili bir uygulamanın bulunmasıdır. (MÖHUK.m.32/2) Örneğin Ülkemizin de tarafı olduğu Çocuklara karşı Nafaka Yükümlülüğü Konusundaki Kararların Tanınması ve Tenfizine İlişkin 15 Nisan 1958 tarihli Lahey Sözleşmesinin 9/2. maddesi, 2 Ekim 1973 tarihli Nafaka Yükümlülüğü Konusundaki Kararların Tanınması ve Tenfizine İlişkin Lahey Sözleşmesinin 16. maddeleri uyarınca sözleşmelerin konusuna giren davalarda teminat aranmaz.
Teminat davanın dinlenebilirlik şartı olduğundan talebe gerek olmaksızın mahkemenin davacının vatandaşı olduğu ülke ile ülkemiz arasında dava ile ilgili olarak teminattan muafiyet anlaşmasının veya fiili uygulamanın olup olmadığının Yüksek Adalet Bakanlığı Uluslararası Hukuk ve Dış İlişkiler Genel Müdürlüğünden sorup bununla ilgili belgeleri de getirdikten sonra karşılıklılık esasına göre davacının vatandaşı olduğu ülkede Türk Vatandaşlarının açtıkları davada teminat muafiyetinin bulunduğunun anlaşılması halinde teminat alınması yoluna gitmeyecek, ancak karşılıklı bir uygulamanın bulunmadığının anlaşılması halinde ise yukarıda belirtilen şekilde hareket edilerek teminat şartını yerine getirtecektir. Bu şekilde bir araştırma yapılmadan işin esasına girilerek karar verilmesi ise bozma nedeni olacaktır.
Yabancının Yer Aldığı Evliliğin İptali Davası
Türk Mahkemelerinin milletlerarası yetkisi konuyu düzenleyen 2675 sayılı Kanun’un 27. maddesi uyarınca iç hukukun yer itibariyle yetki kurallarına göre tayin edilir. Evlenmenin butlanı davasında, yetki ve yargılama usulü bakımından boşanmaya ilişkin hükümler uygulanır. (TMK nın. 160) Buna göre evlenmenin butlanı davasında yer itibariyle yetkili Türk Mahkemeleri; eşlerden birinin yerleşim yeri veya davadan önce son defa altı aydan beri birlikte oturdukları yer mahkemesidir. (TMKm. 168) Maddede belirtilen yerleşim yeri veya birlikte oturma hukuki kavramları ise Türk Hukukuna göre yorumlanıp, belirlenecek kavramlardır.
DAVADA UYGULANACAK HUKUK
Konu ile ilgili 2675 sayılı Kanunun 12. maddesi uyarınca evlenme ehliyeti ve şartları tarafların her birinin evlenme tarihindeki milli hukununa göre çözümlenir. Herhangi birinin milli hukukuna göre evlenme ehliyetine haiz olmayan veya şartları taşımayanın durumunun ne olacağı da aynı şeklide milli hukukuna göre halledilir.
Aynı madde uyarınca evlenmenin şekli evlenmenin yapıldığı yer hukukuna (evlenme anma göre) tabidir. Örneğin bir Türk vatandaşı tatildeyken kilise evliliğinin benimsendiği bir ülkede ve o ülke vatandaşı ile evlenmiş olsun. Evlenminen şekli madde uyarınca evlenmenin yapıldığı devlet hukukuna tabi olduğundan geçerlidir ve artık Türk mahkemesinde evlenmenin bu nedenle iptali
talep edildiğinde evlenme TMK’nın aradığı şatlarda ve resmi makamlalarda yapılmamıştır denerek davanın kabulüne karar verilemeyecektir.
Ancak verdiğimiz örnekte Türk vatandaşı eşin henüz 15 yaşında olduğunu ve evlenmenin yapıldığı devlet hukukunda da evlenme yaşının 15 olması nedeniyle nikahın kıyılmış olduğunu düşünelim. Söz konusu evlilik yapıldığı yer hukukunun öngördüğü ehliyeti taşıdığından O devlette geçerli olmasına rağmen evlenme ehliyet ve şartlarına eşlerin her birinin milli hukuku uygunacağmdan ve TMK’nın 124. maddesi uyarınca evlenen Türk vatandaşı evlenme ehliyetini taşımadığından bu evlilik geçerli olmayacaktır. Bu durumda evlenmenin hükümsüzlüğü söz konusu olacaktır.
Evlenmenin genel hükümlerine uygulanacak hukuk öncelikle eşlerin müşterek milli hukuku, eşlerin ayrı vatandaşlıkta bulunmaları halinde ise sırasıyla müşterek ikametgah, müşterek mutad mesken, bunun da bulunmaması halinde Türk Hukuku’dur.
Evlenmenin iptali davasında tarafların müşterek küçük çocuklarının varlığı halinde küçüğün şahsını veya mallarını korumaya yönelik tedbirlerde Türk Hukuku uygulanacaktır. Bu konuda ülkemizin taraf olduğu Küçüklerin Korunması Konusunda Makamların Yetkisine ve Uygulanacak Kanuna Dair 5 Ekim 1961 tarihli Lahey Sözleşmesinin 23. maddesine koymuş olduğumuz çekince doğrultusunda, küçüğün ana-babası arasındaki evlilik bağının iptal edilmesi, son bulması veya ayrılığa ilişkin bir talep hakkında karar verecek hakimin, küçüğün şahsmı veya mallarım koruma tedbirleri alma yetkisini saklı tutmuştur.
Bu çekinceden de anlaşılacağı gibi ülkemizde görülecek yabancı unsurlu evlenmenin iptali, boşanma veya ayrılık davalarında tarafların vatandaşı oldukları Devletler belirtilen sözleşmenin tarafı olsalar dahi çocuğun şahsım veya mallarını korumaya yönelik tedbirler hususunda Türk Milli Hukuku uygulanacaktır. Ancak burada dikkat edilecek husus çocuğun şahsı veya mallan hakkında daha önce çocuğun eski mutad meskeninin bulunduğu devletin makamlan tarafından verilmiş bir tedbir kararının bulunmamasıdır.
Aksi takdirde sözleşmenin 5/2. maddesininin açık hükmü uyarınca, küçüğün eski mutat meskeninin bulunduğu devletin makamlan tarafından alınmış bulunan tedbirlerin bu makamlara önceden haber vermeden kaldmlamayacaktır.
Yabancının Yer Aldığı Boşanma ve Ayrılık Davaları
Türk Mahkemelerinin milletlerarası yetkisi, konuyu düzenleyen 2675 sayılı Kanunun 27. maddesi uyarınca iç hukukun yer itibariyle yetki kurallarına göre tayin edilir. Buna göre boşanma ve ayrılık davalarıyla ilgili olarak yetkili Türk Mahkemeleri eşlerden birinin yerleşim yeri veya davadan önce son defa altı aydan beri birlikte oturdukları yer mahkemesidir. (TMKm. 168) Maddede belirtilen yerleşim yeri veya birlikte oturma hukuki kavramları ise Türk Hukuku’na göre yorumlamp, belirlenecek kavramlardır.
Mahkemelerin yetkisine yönelik itirazlar ilk itirazlardan olup (HUMK.187/2) bu husus mahkemece öncelikle ve esasa girilmeden, hadise şeklinde incelenerek sonuçlandırılır. (HUMK.190-196) Hakim hadise hakkmdaki kararım derhal verir ve iki tarafa bildirir. (HUMK. 225)Görüldüğü gibi yetki itirazı hakkında verilen ara kararının ilgilisine tebliğinde yasal zorunluluk bulunmaktadır. Belirtilen yasal kurala uyulmadan davalının yokluğunda hüküm kurulması savunmayı ve davamn sonucunu etkileyen önemli bir usul hatasıdır.19
DAVADA UYGULANACAK HUKUK
Yabancı unsurlu boşanma veya ayrılık davalarında boşanma ve ayrılık sebepleri ve hükümleri hakkında Türk Mahkemesinin uygulayacağı hukuk, 2675 sayılı Kanunun 13. maddesi uyarınca eşlerin aynı ülke vatandaşı olmaları halinde eşlerin müşterek milli hukuku, ayrı vatandaşlıkta olmaları halinde ise eşlerin müşterek ikametgahlarının bulunduğu ülke hukuku, eşlerin müşterek ikametgahlarının bulunmaması halinde eşlerin müşterek mutad meskenlerinin bulunduğu ülke hukuku bunun da bulunmaması halinde ise Türk hukukudur.
Düzenleme uyarınca müşterek vatandaşlık, ikametgah ve mutad mesken esaslarına göre uygulanacak hukuk benimsenmiş, bunların hiçbirisinin bulunmaması halinde ise Türk hukukunun uygulanması öngörülmüştür. Bu kurallar sırasıyla izlenecek, üstteki yetkili hukuk varken diğerine gidilemeyecektir. Yani eşler aynı ülke vatandaşı iken artık müşterek ikametgah veya müşterek mutad mesken yada Türk hukukunun uygulanması yoluna gidilemeyecektir. Aynı şekilde ayn ülke vatandaşı olan taraflann müşterek ikametgahlarının bulunduğu ülke belirlenmişken müşterek mutad mesken veya Türk hukukunun uygulanması mümkün olmayacaktır.
Aynı kanunun 4. maddesi uyrınnca eşlerin birden fazla ülke vatandaşı olmaları halinde her ikisinin de aynı zamanda Türk vatandaşı olmaları halinde Türk hukuku uygulanacaktır. Bu konuda Yüksek Yargıtay tarafların ortak muvafakatları halinde yetkili olan ülke hukuklarından birinin uygulanmasını tarafların belirleyebileceklerini kabul etmiştir. Tarafların birden fazla devlet vatandaşı olmamalarına rağmen bu vatandaşlıklarının Türk vatandaşlığı olamaması halinde ise maddenin son bendi uyarınca bu vatandaşlıklardan tarafların daha sıkı ilişkilerinin bulunduğu devletin vatandaşlığı (gerçek vatandaşlık) esas alınarak daha sıkı ilişki halinde bulundukları devlet hukuku uygulanacaktır.
Boşanma davasının dinlenebilmesi için öncelikle tarafların vatandaşlık durumları, nüfus bilgileri ve geçerli surette evlendiklerinin belirlenmesi gerekir. Bu anlamda yabancının vatandaşı olduğu devlet ile Türkiye arasında resmi belgelerin geçerliliği hususunda ikili veya çok taraflı sözleşmenin olup olmadığının Adalet veya Dış İşleri Bakanlığından sorulup tespiti ve buna göre vatandaşlık durumları ile tarafların geçerli surette evli olup olmadıklarının belirlenmesi gerekir.
Bu konuda Ülkemizin taraf olduğu 16.09.1984 tarihli Resmi Gazetede yayınlanan “Yabancı Bazı Belgelerin Tasdikden Muaf Tutulmasına Dair Sözleşme” ve 16.01.1987 tarihli Resmi Gazetede yayınlanan “Bazı İşlem ve Belgelerin Tasdikten Muaf Tutulmasına Dair Sözleşme” 1er mevcuttur. Yabancının bu sözleşmelerin tarafı devlet vatandaşı olması halinde bu ülke yetkili makamları tarafından apostille şerhi verilmek suretiyle ibraz edilecek belgeler mahkemece aynen geçerli kabul edilecektir.
Aynı şekilde tarafların evliliklerinin geçerli olup olmadığı evlenme aktinin yapıldığı ülke hukukuna tabi olduğundan bu ülke yetkili makamları tarafından verilmiş ve apostille şerhi ihtiva eden belgeyi de Türk Mahkemesi geçerli sayacaktır. Tabii ki bu durumda da evlenmenin yapıldığı ülkenin yukarıda belirtilen sözleşmelerin tarafı olması gerekir. Eğer yabancı kişinin vatandaşı olduğu devlet ile aramızda sözlemenin bulunmadığı veya yukarıda belirtilen sözleşmenin tarafı olmadığının anlaşılması halinde ise artık ibraz edilecek belgenin Türk Mahkemesinde geçerli kabul edilebilmesi için HUMK’un HUMK’un 296. maddesi uyarınca ibraz edilen belgenin tanzim edildiği Devlet’in Kanunlarına uygun olduğu hususunun O devletteki Türk Büyükelçiliği veya Temsilciliği tarafından tasdik edilmiş olması da gereklidir. Böyle bir tasdik bulunmadığı müddetçe ibraz edilen belgelerle tarafların vatandaşlık veya evliliklerine itibar edilemeyecektir.
Tarafların vatandaşlık durumları, nüfus bilgileri ve evli olduklarına ilişkin sorunlar halledildikten sonra yukarıda belitilen şekilde davaya uygulanacak hukuk belirlendikten sonra gerek tarafların yardımları gerekse uygulanak devlet hukukunun konu ile ilgili yasal düzenlemeleri Yüksek Adalet Bakanlığını aracı kılmak suretiyle celbedilip, resmi tercümeler de yaptırılarak bu defa işin esasına geçilecektir. Usul hükümleri hakkında ise Türk hukuku uygulanacaktır.
Davada uygulanacak hukuk kurallarının açıkça Türk kamu düzenine açıkça aykırı olan kısımlarının ise davada uygulanması mümkün değildir. (2675 s. Kanunun 5.m) Ancak aym madde uyarınca gerekli görülen hallerde kamu düzenimize aykırılık teşkil eden kısımlarda Türk hukuku uygulanacaktır.
Örneğin bizim iç hukukumuzda ana ve babanın boşanmadan sonra müşterek çocuğun velayetini birlikte kullanmaları kabul edilmemekte, aksine bu durum kamu düzenine açıkça aykırı addedilmektedir. Örneğin eşlerin her ikisininin de Alman vatandaşı olduklarını kabul edelim. Türk hakiminin tarafların boşanma davasında uygulayacağı hukuk yetki kurallarına göre Almanya hukukudur ve bu ülke mevzuatına göre birlikte velayet mümkün olmasına ve tarafların da birlikte velayeti talep etmelerine rağmen bu düzenleme kamu düzenimize aykırı olduğundan artık birlikte velayete karar verilemeyecek, neticeten hakim çocuğun yaşı, maddi ve manevi yararlarını da göz önünde tutarak velayetin hangi eşe verileceğini Türk hukukuna göre hüküm altına alacaktır.
Verdiğimiz örnekte getirilen düzenlemenin pek de adil olmadığı ortadadır. Tarafların her ikisinin de yabancı ve aynı ülke vatandaşı olmaları, kendi yaşam tarzları ve hukuklarına rağmen, keza bu kararın Almanya’da tenfiz edilmediği müddetçe Orada infaz olanağının bulunmaması, orada tenfizi istendiğinde bu defa da Almanya Mahkemesinin velayetin eşlerden sadece birisi tarafından kullanılmasını kamu düzenine açıkça aykırı addederek buna ilişkin tenfizi reddetmesi halinde boşanan eş ve çocuğun mağduriyetlerinin de artmasına ister Türk Mahkemesi isterse de Alman Mahkemesi sebep olacaklardır.
Bu itibarla her iki tarafın da yabancı oldukları ve uygulanan hukukun kabul ettiği düzenlemelerin kamu düzenimize aykırılığı söz konusu edilmemelidir.
2675 s. Kanunun 13/son maddesi uyarınca boşanma ve ayrılıkla ilgili geçici olmayan nafaka talepleri hakkında da uygulanacak yetkili hukuk boşanma ve ayrılıkla ilgili yukarıda belirtilen yer hukukudur. Verdiğimiz örneğe geri dönersek Almanya’da uygulanan Düseldorf tablosu ile eşler ve çocuklar için belirlenen nafaka miktarlarına göre mahkemece nafaka miktarları belirlenecektir.
Aym şekilde boşanmanın eki niteliğindeki maddi ve manevi tazimnat, nafakalar, kişisel ilişki taleplerinde de 2675 s. Kanun’un 13. maddesi uyarınca boşanma davasında uygulanacak hukuk tatbik edilecektir. Örneğin yetkili hukukta şayet boşanma davası ile ilgili manevi tazminat düzenlenmemiş veya bu tür tazminatın hüküm altına alınamayacağı kabul edilmişse artık mahkemece istenen manevi tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekecektir.
Gaiplik ve gaiplik hukuksal nedenine dayalı boşanma davasında, Türk Mahkemesi gaplik kararı ile ilgili olarak hakkında gaiplik kararı verilecek kişinin milli hukukuna göre çözümlenecektir. Gaipliğine karar verilmesi istenen eşin milli hukukuna göre gaiplik veya ölmüş sayılma karan verilemeyen hallerde ise ancak bu eşin mallannm Türkiye’de olması veya davacı eşin veya mirasçılardan birinin Türk vatandaşı olması halinde Türk hukukuna göre gaiplik kararı verilmesi mümkün olacaktır. Bu şekilde gaiplik karan ve buna istinaden boşanma talep edilebilecek, boşan-
ma ile ilgili olarak da yukandaki şekilde yetkili hukuk tespit edilip, dava yetkili hukuk kurallanna göre çözülecektir.
Ülkemizde görülen yabancı unsurlu boşanma davasında tarafların müşterek küçük çocuklanmn varlığı halinde çocuğun şahsının veya mallanmn korunmasına ilişkin tedbirler hakkında yukanda evlenmenin iptali davasında yaptığımız açıklamar aynen geçerlidir.
Yabancı Devlet Mahkemesince verilen boşanma kararının tanıması ve tenfîzi ile ilgili olarak açılacak davalarla ilgili olarak Ülkemizin de taraf olduğu 17 Nisan 1975 tarih ve 1884 sayılı Kanun’la onaylanan, 14 Ekim 1975 tarih ve 15356 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan “Evlilik Bağına ilişkin Kararların Tanınması Hakkında Sözleşme* mevcuttur. Boşanmaya ilişkin yabancı ülke mahkeme kararının tanınması davasında karan veren devletin söz konusu sözleşmenin tarafı olması halinde bu sözleşme hükümlerine göre, bu sözleşmenin tarafı olmaması halinde ise 2675 sayılı MÖHUK hükümlerine göre dava karara bağlanacaktır.
Aynı şekilde tenfîz talep edildiğinde bu sözleşme hükümleri tatbik edilmeyecektir. Boşanmaya ilişkin karan veren Devletlin bu sözleşmenin tarafı olup olmadığı Dışişleri veya Adalet Bakanlığı Uluslararası Hukuk ve Dış İlişkiler Genel Müdürlüğümden sorulmak suretiyle tespit edilecektir.
Evlilik bağına ilişkin kararlann tanınmasını düzenleyen 1. maddesinde;
1-Tamnacak yabancı kararın ileri sürüldüğü ülkede verilmiş veya tanınmış olup kesin hüküm kuvvetini kazanmış başka bir kararla bağdaşmaz olmaması,
2-Tarafların haklarını müdafaa edebilmiş bulunmaları,
3-İlamın ileri sürüldüğü devletin kamu düzenini aşikar bir şekilde ihlal etmemesi,
şartına bağlı olarak akit devletlerden birinden verilen kararlann diğer akit devletlerde tanınmasını mümkün kılmıştır.
Sözleşmenin 7. maddesinin ilk fıkrasına göre, “bu sözleşme ile öngörülen tanıma münhasıran evlilik bağının zevaline, gevşetilmesine, varlığına veya yokluğuna, geçerliliğine veya butlanına ilişkin hükümler ile taraflann veya taraflardan birinin kusurlarını veya iptal halinde, iyi niyetini tespit eden hükümlerine uygulanır.”
Bu sözleşme ile, tazminat, çocuk teslimi, nafaka gibi çoğu kez cebri icrayı gerektiren durumlar dışında yabancı mahkeme boşanma ilamlarının tanınması ve tanıma kararına binaen boşanma olayının nüfus siciline işlenmesi mümkün kılınmıştır.
Yabancı Unsurlu Boşanma Davalarına Ait Yargıtay Kararları
- TÜRK VATANDAŞI OLAMAYAN KİŞİLERİN AÇTIĞI DAVADA UYGULANACAK HUKUK BELİRLENMEDEN TÜRK KANUNLARININ UYGULANAMAYACAĞI
Dosyada mevcut nüfus kayıt örneğinden, davacılar Medet Serbest ve Menşure Serbestlin 403 sayılı Türk Vatandaşlığı Kanununun 20. maddesi uyarınca Bakanlar Kurulunun 23.10.2002 gün ve 2000/1512 sayılı karan ile Türk Vatandaşlığından çıkmalanna izin verildiği, 25.10.2002 tarihinde Türk Vatandaşlığını kaybettikleri ve bu sebeple nüfus kayıtlannm kapatıldığı anlaşıldığına göre; mahkemece 2675 sayılı Milletlerarası Özel Hukuk ve Usul Hukuku Hakkında Kanunun 2. maddesi gereğince öncelikle davacılara uygulanacak hukukun belirlenmesi ve buna göre bir karar verilmesi gerekirken, Türk Vatandaşı olmayan kişilerin açtığı davada araştırma yapılmadan doğrudan Türk Kanunları uygulanarak hüküm kurulması usul ve yasaya aykırı bulunmuştur. (Y. 2. HD’nin 29.03.2004 gün ve 3206-3914; 28.12.2004 gün ve 14069-15890 s. karan)
- YABANCI ÜLKEDE YAPILAN EVLENMENİN TESPİT VE TESCİLİ TALEBİ NÜFUS İDARESİNE AİT OLDUĞUNDAN BU TALEPLE AÇILAN DAVANIN REDDİNE KARAR VERİLMESİ GEREKTİĞİ
Yabancı ülkede evlenmenin tesbit ve tescili görevi Nüfus İdaresine aittir. Bu yön gözetilmeden davanın reddi yerine kabulü ve yazılı şekilde hüküm kurulması bozmayı gerektirmiştir. (Y. 2. HD’nin 04.07.2005 gün ve 7956-10449 s. karan)
- YABANCI UNSURLU BOŞANMA VE VELAYET DAVASINDA TARAFLARIN HANGİ ÜLKE VATANDAŞI OLDUKLARI, ARALARINDA GEÇERLİ BİR EVLİLİĞİN BULUNUP BULUNMADIĞI, VATANDAŞI OLDUKLARI ÜLKE İLE TÜRKİYE ARASINDA İKİLİ VEYA ÇOK TARAFLI ANLAŞMANIN BULUNUP BULUNMADIĞININ SAPTANMASI VE DAHA SONRA UYGULANACAK HUKUKUN BELİRLENMESİ GEREKTİĞİ
Taraflar arasındaki “boşanma ve velayetin tevdii” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Bakırköy Asliye 8. Hukuk Mahkemesince davanın kabulüne dair verilen 12.11.1992 gün ve 751-758 sayılı kararın incelenmesi taraf vekilleri tarafından istenilmesi üzerine;
Yargıtay 2. Hukuk Dairesinin 23.2.1993 gün ve 387-1693 sayılı ilamiyle:
(..A) Hakimin reddi yönünden gösterilen sebepler Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 28 ve 29. maddelerinde gösterilenler niteliğinde olmadığı gibi inandırıcı bir delille gösterilmediğinden aynı kanunun 35. maddesi uyarınca geri çevrilmesinde bir usulsüzlük bulunmamıştır.
B) 1 – Davada ilk incelenecek konunun aktif ve pasif dava hakkı ile davacının hukuki yararıdır. Davada, sıfat, dava konusu edilen hakkın sahibine aittir. Boşanma isteme hakkı da evli eşlere ait şahsa bağlı bir haktır. Boşanma davasını Türk hukukuna göre evli olan eşler açabilirler. Mahkeme davada sıfat yokluğunu kendiliğinden dikkate almak, incelemek zorundadır. (Y.H.G.K. 25.3.1953 tarih 147-35 sayılı ve 10.3.1965 tarihli 593-101 sayılı kararları)
Davalıya ait getirtilen Türkiye’deki aile nüfus kayıtlarında taraflar evli görülmemektedirler. Ancak evliliğin nüfus siciline yazılmamış olması hukuki sonucunu etkilemez. Nüfus sicili dışında başka belgelerle de evliliğin ispatı mümkündür. (Y. 2. HD’nin 03.06.1986 gün ve 5498-5784 s. karan).
- YABANCI UNSURLU BOŞANMA DAVASINDA TARAFLARIN VATANDAŞLIK DURUMLARI, EVLİ OLUP OLMADIKLARI HUSUSLARININ ARAŞTIRMA VE İNCELEME USULÜ-
- MAHKEMEYE İBRAZ EDİLECEK BİLGİ VE BELGELERİN DENETİMİ, ÜLKEMİZİN TARAF OLDUĞU ” YABANCI RESMİ BELGELERİN TASDİKİ MECBURİYETİNİN KALDIRILMASINA İLİŞKİN SÖZLEŞMENİN UYGULANIP UYGULANMAYACAĞI
- İBRAZ EDİLEN BELGELERİN MAHKEMEDE GEÇERLİLİK ŞARTLARI
- DAVADA UYGULANACAK HUKUK
Bu dava yabancı unsur taşımaktadır. Davacının İzlanda, davalının Türkiye vatandaşı iken İzlanda’da evlendikleri, davalının daha sonra İzlanda vatandaşlığını da aldığı ileri sürülmüştür.
“Evlenme ehliyetine ve şartlarına, tarafların evlenme anındaki milli hukuk uygulanır. Evlenmenin şekli yapıldığı yer hukukuna tabidir.”
(2675 sayılı Kanun 12/1) Şu halde İzlanda hukukuna uygun olarak tarafların evli olduklarını gösteren belge ile dava sıfatın belirlenmesi mümkündür.
“Ecnebi memlekette usulüne tevfikan selahiyettar memur tarafından tanzim veya tasdik kılınmış olan senetlerin mahallinde mer’i kanunlara mutabık olduğu mahalli Türkiye şehdenberi veya Türk siyasi memuru tarafından tasdik kılınmış ise resmi senet hüküm ve kuvvetinde addolunur. (HUMK.296)
Tarafların evli olduklarım gösteren ve İzlanda makamlarınca düzenlenen dosya arasındaki belge, yukarıda açıklandığı biçimde bir tasdiki taşımadığı gibi belgenin doğruluğunun mahkeme huzurunda ikrar olunduğu yönünde dosya arasında bir yazı yoktur.
Her ne kadar Türkiye’nin taraf olduğu “Yabancı Resmi Belgelerin tasdiki mecburiyetinin kaldırılması (16.9.1984 tarihli resmi gazete) ve (Bazı işlem ve belgelerin tasdikten Muaf Tutulmasına” (16.1.1987 tarihli resmi gazete) dair sözleşmelerle bu zorunluluk bazı ülkelerde düzenlenen belgeler bakımından kaldırılmış ise de, söz konusu sözleşmelere İzlanda’nın katılıp katılmadığı araştırılmadan, sözleşme hükümlerinin dikkate alınması mümkün değildir.
İzlanda’nın söz konusu sözleşmeye katılıp katılmadığı araştırılmadan, katılmamış ise Türk Şehbenderi veya siyasi memuru tarafından onaylanmış belge getirilmesi istenmeden tarafların evli kabulü doğru bulunmamıştır.
2 – “Boşanma ve ayrılık sebepleri ve hükümleri eşlerin müşterek hukukuna tabidir. Eşler ayrı vatandaşlıkta iseler ikametgah hukuku, bulunmadığı takdirde mutad meskenleri hukuku, bunun da bulunmaması halinde Türk Hukuku uygulanır.” (2675 sayılı Kanun 13) görüldüğü üzere eşlerin vatandaşlığmn tesbiti uygulanacak hukuk bakımından önem kazanmaktadır.
a) Davalının İzlanda vatandaşlığına geçtiği iddia edilmiştir. “Bir kimsenin Türk vatandaşı olup olmadığı hakkında Türk makamlarınca tereddüde düşüldüğü takdirde bu husus İçişleri Bakanlığından sorulur.” (11.2.1964 tarihli 403 sayılı Türk Vatandaşlığı Kanunu 39) Davacımn bu iddiası İçişleri Bakanlığından tahkik edilmeden davalının Türk Vatandaşlığını muhafaza edip etmediği kesin bir şekilde belirlenmeden hüküm kurulması usul ve kanuna aykırıdır.
b) “Bir Türkle evlenen yabancı kadın Türk vatandaşlığına geçmek istediğini bildirdiği veyahut evlenmekle eski vatandaşlığım kaybettiği takdirde Türk vatandaşlığını kendiliğinden kazanır.” (Türk Vatandaşlığı Kanunu 5)
Davacının evlenmekle Türk vatandaşlığım kazamp kazanmadığı, Türk vatandaşlığım kazanmamışsa tarafların müşterek ikametgahları (M.K 19, 20, 21 ve Nüfus Kanunu 4) araştırılmadan Türk Hukukuna göre boşanmaya karar verilmesi doğru bulunmamıştır..) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
Hukuk Genel Kurulu’nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
KARAR: Yerel Mahkemece, daire bozma kararında araştırılması istenen yönlerin taraflar arasında ihtilaflı olmadığından söz edilerek, eski kararda direnilmiştir.
1 – Boşanmaya ve çocukların bu sebeple velayetleri hakkında karar verilebilmesi için tarafların, hukukun tanıdığı biçimde evli olduklarının tesbiti gerekir.
“Evlenme ehliyetine ve şartlarına taraflardan herbirinin evlenme anındaki milli hukuku uygulanır. Evlenmenin şekli, yapıldığı yer hukukuna tabidir” (2675 S.Kanun 12). Hakim, bu yönü görevi gereği kendiliğinden re’sen araştırmak zorundadır. Kaldı ki, bu yön taraflar arasında ihtilaflıdır. (11.11.1991 tarihli cevap dilekçesi). Davalının 30.1.1992 tarihli dilekçedeki şarta bağlı beyanı, bu yönün araştırılmasına engel olmadığı gibi, tarafların serbestçe tasarrufta bulunamayacakları davalarda ikrarları hakimi bağlamaz (MK.150, HUMK. 95). O halde tarafların hukuka uygun evliliğinin olup olmadığı öncelikle araştırılmalıdır.
Yakanda aynen alman Yargıtay 2. Hukuk Dairesi Kararında sözü edilen “Yabancı Resmi Belgelerin Tasdik Mecburiyetinin Kaldırılması” ve “Bazı İşlem ve Belgelerin Tastikten Muaf Tutulması” hakkmdaki sözleşmelerle, belirli istisna kapsamında kalmadıkça yabancı ülkede düzenlenen belgeler, Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 296. maddesinde tarif edildiği biçimde tasdiki taşımadıkça delil olarak kabul edilemez.
Getirtilen davahya ait aile nüfus kaydında taraflar evli gözükmemektedirler. Tarafların evliliklerini gösteren 13 Aralık 1991 tarihlibelge, İzlanda Makamlarınca düzenlenmiştir. Yukarıda sözü edilen sözleşmelere İzlanda’nın usulüne uygun katıldığı belli olmadığı gibi, bu belge, Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu uyarınca “Mahallinde mert Kanunlara mutabık (Uygun) olduğu mahalli Türk şehbenderi veya Türk siyasi memurları tarafından tasdik” unsurunu da taşımamaktadır.
İzlanda’nın açıklanan sözleşmelere usulüne uygun katılıp katılmadığı Dışişleri Bakanlığından sorulup, katılmadıkları anlaşılırsa taraflardan tasdik şerhini taşıyan belge getirmeleri istenecek yerde, mevcut belge yeterli görülerek bozmaya karşı direnilmesi doğru değildir.
“Boşanma ve aynlık sebepleri ve hükümleri eşlerin müşterek milli hukukuna tabidir. Eşler aynı vatandaşlıkta iseler müşterek ikametgah hukuku, bulunmadığı takdirde müşterek mutad meskenleri hukuku, bunun da bulunmaması halinde Türk Hukuku uygulanır” (2675 S.Kanun 13).
“Hakim, Türk Kanunlar ihtilafı kurallarım ve bu kurallara göre yetkili olan yabancı hukuku re’sen uygular” (2675 S.Kanun 2). Bu sebeple yabancı unsurlu boşanma davasında uygulanacak hukukun tesbitinde, Hakim tarafların beyanı ile bağlı olmadığı gibi, uygulanacak hukuk kurallarının tesbiti bakımından tarafların yardımım isteyebilir. Görüldüğü üzere, bu davada uygulanacak hukukun tesbiti bakmamdan tarafların tabiiyetlerinin belirlenmesinde de zaruret vardır.
“Bir kimsenin Türk vatandaşı olup olmadığı hakkında Türk makamlarınca tereddüte düşüldüğü takdirde bu husus İçişleri Bakanlığından sorulur” (403 S. Türk Vatandaşlığı Kanunu 39). Davacı, davalının İzlanda tabiiyetine geçtiğini ileri sürmekte müşterek milli hukukim İzlanda hukuku olduğunu savunmaktadır. Davalının İzlanda Vatandaşlığına geçtiği yönünde yukarıda sözü edilen 13.12.1991 tarihli onaysız belgeden başka bir kayıt yoktur. Bu belgede yazılı olanların gerçek olduğu kabul edildiği takdirde, davalının İzlanda Vatandaşlığım almak için türk Makamların-
dan izin alıp almadığı veya Türk Vatandaşlığından çıkıp çıkmadığının tesbiti ve hatta Türk Vatandaşlığı Kanunun 25. maddesi uyarınca Türk Vatandaşlığını kaybedip etmediğinin belirlenmesi önem kazanmaktadır. İşte bu sebeplerle 403 sayılı Kanunun 39. maddesi uyarınca davalının vatandaşlığını araştırmak zorunluluğu doğmaktadır.
Öte yandan davacının Vatandaşlığım araştırmak ve belgelemek de gerekmektedir. Çünkü Türk Vatandaşlık Kanununun 5. maddesi uyarınca “Bir Türk ile evlenen yabancı kadın Türk Vatandaşlığına geçmek istediği veyahut evlenmekle eski vatandaşlığım kaybettiği takdirde Türk Vatandaşlığını kendiliğinden kazanır”. Dosya arasında bu konuda İzlanda hukukunun nasıl bir düzenleme getirdiği davacının bir Türkle evlenmekle İzlanda vatandaşlığını kaybedip etmeyeceği yönünde açıklayıcı bir belge ve bilgi yoktur.
2675 sayılı Kanunda evlilik içinde veya evlilik dışında doğan çocukların velayetlerinin düzenlenmesi ayrı ayn kurallara bağlanmıştır.
“Nesebin düzeltilmesi, babanın düzeltme anındaki milli hukukuna tabidir” (2675 S.Kanun 16) “Evlilik dışı çocuk ila ana arasındaki kişisel ve mali ilişkilere ise babanın milli hukuku, çocuk ile baba arasındaki kişisel ve mali ilişkilere ise babanın milli hukuku uygulanır” (2675 S.Kanun 17)
Tarafların hukuken geçerli bir evliliğinin bulunup bulunmadığı ve tarihinin tesbiti, çocukların velayetine ilişkin uygulanacak hukukun tesbiti bakımından da önlem taşımaktadır.
“Evlilik haricinde doğan çocukların nesebi, ana-babamn birbirleriyle evlenmesi ile kendiliğinden sahih olur” (MK 247). “Nesebi tashih edilen çocuk, ana ve babasına ve onların hısımlarına karşı ayniyle nesebi sahih olan çocuğun hukukunu haizdir” (MK 252). Ana ve babanın boşanmaları halinde, hakim, MK’nın 148. maddesi uyarınca velayet ve nafaka hakkında karar verecektir. Buna karşılık “Babaya nisbeti.. tanımak (MK 290) suretiyle taayyüm eden çocuk, babanın aile ismini taşır ve onun vatandaşlık hakkına iktisap eder… mahkeme velayeti baba ve anaya verebilir” (MK 312). Bu işlem yapılıncaya kadar çocukların velayetleri askıdadır. “Mahkeme evlilik haricinde bir doğumdan haberdar olduğu., takdirde, çocuğun menfaatlerini siyanet etmek üzere hemen bir kayyım tayineder” (MK 298) Tanıma sonunda baba ile nesep ilişkisi kurulan çocuğun velayeti düzenlenirken, çocuk da kayyım aracılığıyla temsil olunmak gerekir. Görüldüğü gibi tarafların hukuka uygun evliliklerinin bulunup bulunmadığı ve vatandaşlıkları, çocukların velayetleri yönünden uygulanacak hukukun tesbiti bakımından da gerekli bulunmaktadır.
Bu itibarla tarafların tabiyetleri yetkili mercilerden sorulmadan, evlilikleri ve davalının İzlanda vatandaşlığına geçtiğine ilişkin belgenin 16.9.1984 ve 16.1.1987 tarihli Resmi Gazetelerde yayınlanan sözleşmelere göre onaydan bağışık olup olmadığı araştırılmadan, bu belge onaydan bağışık değilse, Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 296. maddesi uyarınca onaylı belge istenmeden eksik inceleme ile önceki kararda direnilmesi isabetsizdir. O halde usul ve yasaya uygun bulunmayan direnme karan bozulmalıdır. (Y.H.G.K. nün 30.03.1994 gün ve 1993/2449-189 skaran)
- YABANCI BELGELERİN TASDİKİ MECBURİYETİNİN KALDIRILMASINA İLİŞKİN SÖZLEŞME (5 EKİM 1961 TARİHLİ) KAPSAMINA GİREN VE GİRMEYEN BELGELERİN TÜRK MAHKEMELERİNDE GEÇERLİ KABUL EDİLEBİLMESİNİN ŞARTLARI
Dava dilekçesinde yabancı mahkemenin nafaka ve nafakanın kaldırılmasına ilişkin iki karanmn tanınması istenilmiştir. Mahkemece davanın kabulü cihetine gidilmiş, hüküm davalı tarafından temyiz edilmiştir.
Temyiz isteminin süresi içinde olduğu anlaşıldıktan sonra dosyadaki bütün kağıtlar okunup gereği düşünüldü:
KARAR: Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle kanuni gerektiriri sebeplere ve özellikle delillerin takdirinde bir isabetsizlik görülmemesine göre, sair temyiz itirazları yerinde değildir.
Ancak, yabancı mahkeme kararının, o ülke makamlarınca usulen onanmış aslı ve onanmış tercümesinin, ilamın kesinleştiğini gösteren ve o ülke makamlarınca usulen onanmış yazı veya belge ile onanmış tercümesinin, dilekçeye eklenmesi zorunludur (2675 sayılı MÖHUK Md.37 ).
Somut olayda, 8F-51/99 sayılı ve 8F-175/00 sayılı kararlarla tercümelerinde onay şerhine rastlanılmamıştır.
5.10.1961 tarihli ‘Tabancı Resmi Belgelerin Tasdiki Mecburiyetinin Kaldırılması Sözleşmesinin” uygulama alanına giren işbu nafaka kararlarının, anılan sözleşmenin 3. ve 4. maddeleri gereğince (belgedeki imzanın doğruluğunun, belgeyi imzalayan kişinin sıfatının ve belge üzerindeki mühür veya damganın ) aslı ile aynı olduğunun teyidi için onay şerhinin belgenin verildiği devletin yetkili makamınca bu kararlarda yer alması gerekir.
Söz konusu sözleşme, akit taraflardan birinin ülkesinde düzenlenmiş olup da, diğer akit ülkede kullanılacak olan ve sözleşmenin uygulama alanına giren resmi belgelerin, diplomasi ve konsolosluk memurları tarafından onaylanması zorunluluğunu kaldırmaktadır. Buna karşın 4. maddedeki belirtilen hususlarda onay şerhi yine aranmaktadır.
Buna göre, Alman Mahkemelerince verilen ve tanınması istenen karar asıllanna, 5 Ekim 1961 tarihli Lahey Sözleşmesinin yukarıda açıklanan 3. ve 4. maddelerinde tanımlanan şekilde onay şerhi verilmesi için davacıya uygun bir süre verilmeli, onay tamamlandığında, Türkçe tercümesi alınıp orada bulunan Türk yetkili makamlarınca tasdiki sağlanmalı bundan sonra uyuşmazlığın esası incelenerek hüküm kurulmalıdır. Eksik incelemeye dayalı olarak karar verilmiş olması bozmayı gerektirmiştir. (Y. 3. HD’nin 05.07.2005 gün ve 7370-7569 s. karan)
- YABANCI BELGELERİN TASDİKİ MECBURÎYETÎNÎN KALDIRILMASINA ÎLİŞKÎN SÖZLEŞME (5 EKİM 1961 TARİHLİ) KAPSAMINA GİREN VE GİRMEYEN BELGELERİN TÜRK MAHKEMELERİNDE GEÇERLİ KABUL EDİLEBİLMESİNİN ŞARTLARI
Taraflar arasındaki davanın yapılan muhakemesi sonunda mahalli mahkemece verilen hüküm temyiz edilmekle evrak okunup gereği görüşülüp düşünüldü.
Yabancı mahkeme kararının, o ülke makamlarınca usulen onanmış aslı ve onanmış tercümesinin, ilamın kesinleştiğini gösteren ve o ülke makamlarınca usulen onanmış yazı veya belge ile onanmış tercümesinin, dilekçeye eklenmesi zorunludur. (2675 sayılı MÖHUK m.37)
Yabancı mahkeme kararının dosyaya sunulan aslında kararın verildiği devletin (Almanya), onaylamaya yetkili makamlarının onayı bulunmadığı gibi, kararın Türkçe tercümesinde Almanya’daki yetkili Türk makamlarının onayı da yoktur.
5 Ekim 1961 tarihli “Yabancı Resmi Belgelerin Tasdiki Mecburiyetinin Kaldırılması Sözleşmesinin” uygulama alanına giren (sözleşme md. 1/a) iş bu yabancı boşanma kararının, anılan sözleşmenin 3. ve 4. maddeleri gereğince (belgedeki imzanın doğruluğunun, belgeyi imzalayan kişinin sıfatının ve belge üzerindeki mühür veya damganın) aslı ile aynı olduğunun teyidi için 4. maddede tanımlanan onay şerhinin belgenin verildiği devletin yetkili makamınca bu belgeye konulması gerekir. Türkiye, bahse konu sözleşmeyi 8 Mayıs 1962 tarihinde imzalamış 20 Haziran
1984 tarihli 3028 sayılı kanunla onaylanması uygun bulunmuş ve Bakanlar Kurulunun 27.7.1984 tarihli 84/8373 sayılı kararı ile onaylayarak yürürlüğe koymuştur. (RG 16.9.1984 tarih ve 18517 sayı) Bu sözleşmeye Almanya’da katılmıştır. Sözleşme taraf devletlerden birinin ülkesinde düzenlenmiş olup da, diğer bir akit devlet ülkesinde kullanılacak olan sözleşmenin uygulama alanına giren resmi belgelerin, diplomasi ve konsolosluk memurları tarafından onaylanması zorunluluğunu kaldırmaktadır. Yoksa sözleşmenin 4. maddesinde tanımlanan nitelikteki tasdik şerhi yine aranacaktır. Bu bakımdan, tanınması talep edilen Alman mahkemesince verilen boşanma kararının aslına, 5 Ekim 1961 tarihli Lahey Sözleşmesinin yukarıda açıklanan 3. ve 4. maddelerinde tanımlanan şekilde belgenin verildiği devletin yetkili makamlarınca tasdik şerhinin verdirilmesi için davacıya mehil vermek, tasdik şerhi tamamlandığında ve Türkçe tercümesi de onaylandığında, işin esasının incelenmesi gerekirken açıklanan eksiklikler tamamlanmadan yazılı şekilde karar verilmesi usul ve yasaya aykırıdır. (Y. 2. HD’nin 08.03.2005 gün ve 2004/17017- 3506 s. karan)